Ceza Genel Kurulu 2013/689 E. , 2014/191 K.
Mahkemesi : BURSA 14. Asliye Ceza
Günü : 29.01.2013
Sayısı : 1503-94
Hırsızlık suçundan sanık B.. A..’nın 5237 sayılı TCK’nun 141/1, 168/1 ve 31/3. maddeleri gereğince 5 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezasının aynı kanunun 50/1-d maddesi uyarınca 10 ay süre ile toplu alış veriş merkezleri ile sinema, tiyatro ve eğlence yerleri gibi halkın toplu olarak bulunduğu yerlere girmekten yasaklanma tedbirine çevrilmesine ilişkin, Bursa 14. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 05.03.2009 gün ve 1618-245 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 13. Ceza Dairesince;
'...Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;
1-5560 sayılı Kanun ile değişik 5271 sayılı CMK'nun 253/4. maddesine göre, uzlaşma teklifinin suça sürüklenen çocuğun kanuni temsilcisine yapılması gerekirken çocuğa sorulmakla yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi,
2-5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun ‘Kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar’ başlıklı 50/1-d maddesinde ‘Kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama süresinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya, çevrilebilir’ şeklinde yer alan düzenlemeye aykırı olarak 5 ay 10 gün hapis cezasının bir katını geçecek şekilde 10 ay süreyle seçenek yaptırıma çevrilmesine karar verilmesi' isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 29.01.2013 gün ve 1503-94 sayı ile;
'...Uzlaşma teklifinin suça sürüklenen çocuğun kanuni temsilcisine yapılması gerekirken suça sürüklenen çocuğa sorulmakla yetinilmesi şeklindeki bozma nedeninin suça sürüklenen çocuğun 18 yaşını ikmal etmesi nedeniyle bu aşamada yerine getirilmesinin mümkün olmadığı, çocuğun kendisine yeniden yapılacak uzlaşma önerisinin de yargılama aşamasında zaten yapıldığı, uzlaşma önerisini yerine getirebilecek konumda olduğu,
Kısa karar ve hükümde hükmedilen 10 ay süreli seçenek yaptırımın 5 ay 10 günlük hapis cezasının bir katından fazla olmadığı, 5 ay 10 günlük cezanın bir katının 10 ay 20 gün olduğu bu miktar aşılmadan toplam 10 aylık tedbire hüküm edildiği' gerekçeleriyle her iki bozma nedenine ilişkin olarak önceki hükmünde direnmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığının 02.10.2013 gün ve 45633 sayılı “onama” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Sanıklar S.. P.., A.. A.. ve H.. A.. hakkında kurulan hükümler Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup inceleme, sanık B.. A.. hakkında kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1-TCK’nun 50/1-d maddesinde yer alan “cezanın yarısından bir katına kadar” ibaresinden ne anlaşılması gerektiği,
2-Özel Dairece hükmün “5560 sayılı Kanun ile değişik 5271 sayılı CMK'nun 253/4. maddesine göre uzlaşma teklifinin suça sürüklenen çocuğun kanuni temsilcisine yapılması gerekirken, çocuğa sorulmakla yetinildiğinden” bahisle bozulmasının isabetli olup olmadığı,
Noktalarında toplanmaktadır.
İncelenen dosya kapsamından;
Kayden 18.03.1990 doğumlu olan sanığın, 03.06.2006 tarihinde haklarındaki hükümler onanmak suretiyle kesinleşen inceleme dışı 3 sanıkla birlikte kapıları kilitli olmayan araçtan mağdurun çantasını çaldığı, önce çantanın bilahare de içinden eksik çıkan 100 Lira paranın soruşturma aşamasında mağdura iade edildiği, sanığın reşit olmadığı dönemde soruşturma sırasında 09.11.2006 tarihli ifadesinde ve kovuşturma aşamasında 23.01.2007 tarihli sorgusunda kendisine yapılan uzlaşma tekliflerini kabul etmediği, mağdurun ise uzlaşmayı kabul ettiği, kabul etmemesi nedeniyle sanık hakkında uzlaşma kurumunun uygulanamayacağı belirtilerek kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sonucunda da reşit olmadığı dönemde kanuni temsilcilerine, reşit olduğu dönemde ise yeniden kendisine uzlaşma teklifinde bulunulmadan mahkûmiyetine karar verildiği ve hükmolunan 5 ay 10 günlük kısa süreli hapis cezasının TCK’nun 50/1-d. maddesi uyarınca 10 ay süre ile toplu alış veriş merkezleri ile sinema, tiyatro ve eğlence yerleri gibi halkın toplu olarak bulunduğu yerlere girmekten yasaklanma tedbirine çevrildiği anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konularının sırasıyla ele alınmasında yarar bulunmaktadır.
1-TCK’nun 50/1-d maddesinde yer alan “cezanın yarısından bir katına kadar' ibaresinden ne anlaşılması gerektiği:
TCK'nun 'Kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar' başlıklı 50. maddesinin birinci fıkrası;
(1) Kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre;
a) Adlî para cezasına,
b) Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle, tamamen giderilmesine,
c) En az iki yıl süreyle, bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkanı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmeye,
d) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya,
e) Sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, ilgili ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına, belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanmaya,
f) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya,
Çevrilebilir' hükmünü kapsamaktadır.
Maddenin uyuşmazlığa konu (d) fıkrasında kısa süreli hapis cezasına mahkûm olan kişinin bu cezasının mahkûm olduğu cezanın (süresinin) yarısından bir katına kadar süreyle belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanma tedbirine çevrilebileceği öngörülmüştür.
Maddede yer alan “cezanın yarısından bir katına kadar” ibaresinden ne anlaşılması gerektiği uyuşmazlığın konusunu oluşturmaktadır.
Ceza Genel Kurulu'nun 17.11.1998 gün ve 278-349, 14.05.1984 gün ve 444-167 ise 01.11.1982 gün ve 346-401 sayılı kararında da açıklandığı üzere; çeşitli anlamları olan 'kat' sözcüğü, hukuk dilinde 'defa', 'kez', 'misli' anlamında kullanılmış olup bir şeyin aynını ifade etmektedir. Buna göre; cezanın bir katı cezanın kendisini diğer bir anlatımla bir ile çarpılması ile bulunan sonucu ifade eder.
TCK'nun 50. maddesi dışında daha başka bir çok maddesinde de; '...katına kadar...karar verilir' (m. 53/5), '...katına kadar arttırılır' (m.142/5, 152/2-c, 227/4, 292/3, 294/4) '...katından az olamaz' (m. 158/1-son), '...katı kadar arttırılır' (m.181/3), '...katı oranında artırılır' (m.228/2, 234/2, 319/3, 323/5) şeklindeki ifadelerle 'kat' tabirine yer verilmiştir.
Kanunda 'kat' tabiri ya hükmolunacak temel ceza ya da tedbirin azami süresini yahut da yapılacak arttırım oranı ya da üst sınırını ifade etmek amacıyla kullanılmaktadır. Bu iki durum birbirinden farklı olup 'kat' tabirinin de buna göre yorumlanması gerekir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
TCK'nun 50/1-d. maddesindeki 'kat' tabiri kısa süreli hapis cezası yerine hükmonulacak tedbirin azami süresini ifade için kullanılmış olup buna göre “cezanın yarısından bir katına kadar” ibaresindeki cezanın yarısı; hükmolunan cezanın yarısı, bir katının ise; cezanın kendisi olduğu kabul edilmelidir. Bu nedenle yerel mahkemece 5 ay 10 gün süreli hapis cezasının, cezanın yarısı olan 2 ay 20 günden, bir katı olan 5 ay 10 gün kadar süreyle tedbire çevrilebileceği gözetilmeden cezanın bir katını aşacak biçimde 10 ay süre ile tedbire çevrilmesi kanuna aykırıdır
Bu itibarla; hükmolunan kısa süreli hapis cezasının bir katını aşacak şekilde tedbire çevrilmesine karar veren yerel mahkemenin direnme hükmü isabetsiz olup, bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul üyesi Ş. İste;
'Gerek Yargıtay 13. Ceza Dairesi ve gerekse Ceza Genel Kurulu çoğunluğu 50/1-d maddesindeki 'cezanın yarısından bir katına kadar süreyle' ibaresini, 'ceza süresi kadar' diye yorumlamaktadır. Şayet yasa koyucunun murad'ı böyle olsa yasaya 'bir katına kadar' yazmaz, 'verilen cezanın süresi kadar' yazardı.
Kanaatimce konu, eski ceza yasası dönemindeki 'misil artırması' sistemi ile karıştırılmaktadır. Örneğin, şimdi yürürlükte olmayan 12/01/1932 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanmış 1918 Sayılı Kaçakçılığın Men ve Tatbikine Dair Kanunun (6829 sayılı Yasa ile değişik) 25/1 maddesinde '...yazılı para cezasının birer misli hafif para cezası ile cezalandırılır.' yazılıydı. Bu Yasanın yürürlükte olduğu dönemde, 1x1=1 demektir. Bu nedenle cezanın iki katı olarak hesaplanması doğru değildir, görüşü hakimdi.
Oysa yeni Yasa döneminde 'misil artırılması' tabiri terkedilmiş, 'bir katı', 'iki katı' şeklinde ibareler kullanılmıştır.
Nitekim 5237 sayılı TCK'nun 'vücut dokunulmazlığına karşı suçlar' başlıklı ikinci bölümünde, 87/1-son maddesinde yaralanma sonucunda duyu ve organlardan birinin sürekli zayıflaması sonucunu doğurması, 86. maddeye göre belirlenen ceza bir kat artırılır. 87/2-son maddesinde ise, duyu ve organlardan birinin işlevinin yitirilmesine neden olunmuşsa, ceza iki kat artırılır, denilmektedir. Birinci halde 86. maddeye göre belirlenen ceza 3 sene ise bir kat artırılarak 6 seneye çıkarılmakta, ikinci halde ise 86. maddeye göre belirlenen 3 yıl ceza süresi 9 seneye çıkarılmaktadır.
Bu hesaplama sistemi, kanun koyucunun iradesine uygun olarak, bu maddeleri uygulayan Yargıtay'ın tüm Ceza Dairelerinde bu şekilde uygulanmaktadır. Aksine bir hesaplama bugüne kadar yapılmamıştır.
Kanun koyucunun 'bir katı', 'iki katı' şeklinde belirlediği artırma oranının, 87'nci maddede başka, 50/1-d maddesinde başka yorumlanması yasaya uygun değildir.
Somut olaya gelince;
Sanığa verilen ceza süresi 5 ay 10 gündür. Mahkeme bu cezayı 50/1-d maddesi gereğince bu cezanın yarısından bir katına kadar yani 2 ay 20 günden 10 ay 20 güne kadar bir süre ile belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklamaya karar verebilir. Mahkeme bu süre arasında 10 ay süre ile belirli etkinliklere katılmaktan men cezası vermiştir. Karar doğrudur. Mahkeme istese idi bu süreyi 10 ay 20 gün olarak da belirleyebilirdi.
Açıkladığım gerekçe doğrultusunda kararın bu yönden onanması gerektiği görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılmıyorum' görüşüyle karşıoy kullanmıştır.
2-Özel Dairece hükmün “5560 sayılı Kanun ile değişik 5271 sayılı CMK'nun 253/4. maddesine göre uzlaşma teklifinin suça sürüklenen çocuğun kanuni temsilcisine yapılması gerekirken, çocuğa sorulmakla yetinildiğinden” bahisle bozulmasının isabetli olup olmadığı:
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nun 73. maddesinin 8. fıkrasında, “Suçtan zarar göreni gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi olup, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı bulunan suçlarda, failin suçu kabullenmesi ve doğmuş olan zararın tümünü veya büyük bir kısmını ödemesi veya gidermesi koşuluyla mağdur ile fail özgür iradeleri ile uzlaştıklarında ve bu husus Cumhuriyet savcısı veya hâkim tarafından saptandığında kamu davası açılmaz veya davanın düşürülmesine karar verilir' hükmü ile uzlaşma kurumuna, aynı tarihte yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK'nun 253, 254 ve 255. maddelerinde ise, uzlaşmanın şartları, yöntemi, sonuçları, kovuşturma aşamasında uzlaşma ile birden fazla failin bulunması halinde uzlaşmanın nasıl gerçekleşeceğine ilişkin hükümlere yer verilmiş, suça sürüklenen çocuklarla ilgili uzlaşma şartları ise 15.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 24. maddesinde;
“(1) Suça sürüklenen çocuklarla ilgili olarak uzlaşma, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan veya kasten işlenen ve alt sınırı iki yılı aşmayan hapis veya adli para cezasını gerektiren ya da taksirle işlenen suçlarda uygulanır.
(2) Suç tarihinde onbeş yaşını doldurmayan çocuklar bakımından, birinci fıkrada öngörülen hapis cezasının alt sınırı üç yıl olarak uygulanır” şeklinde düzenlenmiştir.
06.12.2006 tarihli 5560 sayılı Kanunun 45. maddesi ile 5237 sayılı TCK'nun 73. maddesinin 8. fıkrası ile madde başlığında yer alan “uzlaşma” ibaresi metinden çıkarılmış, aynı kanunun 24 ve 25. maddeleri ile CMK'nun 253 ve 254. maddeleri değiştirilmiş, 5395 sayılı Kanunun 24. maddesi de, yine aynı kanunun 40. maddesi ile değiştirilmek suretiyle, çocuklar ile büyüklerin durumları arasında paralellik sağlanmıştır. Daha sonra 26.06.2009 gün ve 5918 sayılı Kanunun 8. maddesi ile 5271 sayılı CMK'nun 253. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümle ile uzlaştırma kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen bir başka suçla birlikte işlenmiş olması halinde uzlaşma hükümlerinin uygulanmayacağı hüküm altına alınmıştır.
5271 sayılı CMK'nun 5560 sayılı Kanun ile değiştirilen 253/4. maddesinde şüphelinin, mağdurun veya suçtan zarar görenin reşit olmaması halinde, uzlaşma teklifinin kanunî temsilcilerine yapılabileceği öngörülmüştür. Uzlaşma, mağdurun maddî ve manevî zararının tümünü veya bunun büyük bir kısmını ödemeyi veya zararları gidermeyi kabulü gerektiren borçlandırıcı bir işlem olup 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun 16. maddesi uyarınca ayırt etme gücüne sahip küçükler kanuni temsilcilerinin rızası olmadıkça kendi işlemleriyle borç altına girmeleri mümkün değildir. Bu itibarla her ne kadar suç tarihinden sonra 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanunla şüpheli veya sanığın reşit olmaması halinde uzlaşma teklifinin kanunî temsilcilerine yapılacağı kabul edilmiş ise de, bu değişiklik esasında mevcut hukuki durumu açıklayıcı bir hüküm olduğundan suç tarihinde dahi uzlaşma teklifinin reşit olmayan şüpheli veya sanığın kendisine değil kanuni temsilcisine yapılması gerektiği kabul edilmelidir.
Öte yandan sanığın yargılama aşamasında reşit olması, reşit olmadığı dönemde usulüne uygun bir uzlaşma teklifi yapılmadığı gerçeğini ortadan kaldırmayacağından, sanığa yeniden usulüne uygun şekilde uzlaşma teklifinde bulunulması gerekir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Reşit olmayan sanığın kanuni temsilcileri yerine kendisine uzlaşma teklifinde bulunulması kanuna aykırı olup yerel mahkemece sanığa usulüne uygun olarak yeniden uzlaşma teklifinde bulunulmadan yargılamaya devamla hüküm kurulması yerinde değildir.
Bu nedenle, bu uyuşmazlık yönünden de yerel mahkeme direnme hükmünde isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün her iki uyuşmazlık yönünden de bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Bursa 14. Asliye Ceza Mahkemesinin 29.01.2013 gün ve 1503 - 94 sayıyı direnme hükmünün, 'sanığın hükmolunan kısa süreli hapis cezasının TCK'nun 50/1-d. maddesine aykırı olarak cezanın bir katını aşacak şekilde tedbire çevrilmesi' ve 'sanığa usulüne uygun uzlaşma teklifinde bulunulmadan yargılamaya devamla hüküm kurulması' isabetsizliklerinden BOZULMASINA,
- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 15.04.2014 günü yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık yönünden oyçokluğuyla, ikinci uyuşmazlık yönünden ise oybirliğiyle karar verildi.