Hukuk Genel Kurulu 2017/657 E. , 2021/491 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi (Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla)
1. Taraflar arasındaki “menfi tespit ve istirdat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Aydın 2. Asliye Hukuk Mahkemesince (Tüketici Mahkemesi sıfatıyla) verilen davanın “pasif husumet şartı yokluğu nedeniyle reddine” ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili; müvekkilinin annesi Hanife Çitfçi’nin 02.10.2013 tarihinde vefat ettiğini, davalı bankanın müvekkilini arayarak müteveffanın iki ayrı kredi borcu olduğunu bildirdiğini, bankaların kredi verdikleri sırada hayat sigortası yaptıklarını bilen müvekkilinin durumu araştırdığında 2013 yılı Ağustos ayında kullanılan tüketici kredisi için sigorta poliçesinin bulunduğunu ancak ölüme neden olan kalp rahatsızlığının sigorta poliçesi öncesinde de var olmasına rağmen doğru bilgi verilmemiş olması nedeniyle hayat sigortası bedelinin ödenmeyeceğinin belirtildiğini, 2011 yılında alınan konut kredisi yönünden ise bankanın iddiasına göre müşterinin talebi üzerine hayat sigortası yapılmadığının anlaşıldığını ancak müvekkilinin annesinin bu konuda bir talimatı olmadığını düşündüklerini, bankanın sigorta yapması gerektiğini, sigorta şirketince ödeme yapılmayan kredi yönünden de okuma yazma bilmeyen kişiye usulüne uygun bilgilendirmede bulunulmaması, hastalık hâli konusunda yeterli inceleme yapılmaması nedeniyle davalı bankanın kusurlu olduğunu, konut kredisinin ödenmemesi hâlinde icra yoluna başvurulacağının söylenmesi üzerine müvekkilinin toplam 20.150TL ödemek sorunda kaldığını, sözleşme gereği sigorta yapmak ve hatta sözleşme müddetince yenilemek zorunda olan ve bu sorumlulukları yerine getirmeyen davalının kusurlu olduğunu ileri sürerek müvekkilinin söz konusu krediler nedeniyle davalı bankaya borçlu olmadığının tespitine ve haksız tahsil edilen 20.150TL’nin istirdadına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı davaya cevap vermemiş, herhangi bir savunmada bulunmamıştır.
Mahkeme Kararı:
6. Aydın 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin Tüketici Mahkemesi sıfatıyla verdiği 20.02.2015 tarihli ve 2014/1345 E., 2015/195 K. sayılı kararı ile; davalı bankanın hayat sigorta poliçesinin tarafı olmadığı gibi hayat sigorta poliçesi yapmak gibi bir sorumluluğunun da bulunmadığı, davacının ödediği kredi bedelinin davalıdan istirdadını isteyemeyeceği, muris ...'nin Garanti Emeklilik Hayat A.Ş. ile hayat sigortası düzenlediği, böylelikle poliçeden dolayı sorumluluğun davalıya ait olmadığı şeklindeki gerekçeyle dava dilekçesinin “pasif husumet şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine” karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 17.12.2015 tarihli ve 2015/29467 E., 2015/37078 K. sayılı kararı ile; “…Mahkeme kararının gerekçesi incelendiğinde; davalı tarafa husumet yöneltilemeyeceği, sözleşmede taraf olmadığı, davalının hayat sigortası yapmak sorumluluğu bulunmadığı gerekçeleri ile davanın hem esastan hemde usulden reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Oysaki açılmış bir davada usulden red sebebi mevcut ise, mahkemece esasa girilmeksizin usulden red kararı verilmesi gereklidir. Bir başka anlatımla derdest bir davada aynı anda usulden ve esastan red gerekçesi oluşturularak red kararı verilmesi olanaklı değildir. Mahkemenin değinilen bu hususu gözardı ederek hem usulden hem esastan red gerekçesi oluşturmak suretiyle, red kararı vermiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Mahkemece 07.06.2016 tarihli, 2016/156 E., 2016/503 K. sayılı karar ile, ilk karar gerekçeleri tekrar edilmek ve gerekçede sarf edilen cümlelerin husumet konusunu aydınlatmaya yönelik usulden redde ilişkin gerekçeler olduğu belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece verilen kararın hem usulden hem de esastan ret gerekçesi içerip içermediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle usul hukukunda “hüküm” ile ilişkili kavram ve kuralların kısaca incelenmesi yerinde olacaktır.
13. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 294. maddesinde düzenlendiği üzere; hüküm, yargılamanın sona erdiği duruşmada oluşturulur ve tefhim edilir. Hükmün tefhimi, hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle gerçekleştirilir.
14. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141. maddesi uyarınca yargı kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerekir. Bu husus HMK’nın 297. maddesinde de düzenlenmiştir. Anılan anayasal ve yasal düzenlemeler gereğince yargıcın, tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukukî sebepleri kararda göstermesi zorunludur. Maddi olgularla hüküm fıkrası arasındaki hukukî bağlantı da ancak bu şekilde kurulabilecek, ayrıca yasal unsurları taşıyan bu gerekçe sayesinde, kararların doğruluğunun denetlenebilmesi mümkün olacaktır. Kararın gerekçesi ile hüküm fıkrasının birbirine aykırı olmaması gerekir (10.04.1992 tarihli ve 1991/7 E., 1992/4 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı).
15. Mahkeme, önüne gelen uyuşmazlığı usule veya esasa ilişkin bir nihaî kararla sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmiş ise; bu nihaî karar hükümdür. Uyuşmazlığı usule ilişkin kararlarla sonuçlandıran mahkeme kararları, hüküm teşkil etmeyen usule dair nihaî kararlardır. Bu nedenle “karar” sözcüğünün kapsamına hem maddi hukuka ilişkin “hüküm” adı verilen kararlar hem de usule ilişkin nihaî kararlar girmektedir. Nihaî karar kapsamına da hem hüküm niteliğindeki kararlar hem de usule ilişkin kararlar dâhil bulunmaktadır.
16. Usule ilişkin nihaî kararlar, uyuşmazlığın esası hakkında herhangi bir çözüm içermedikleri için maddi anlamda kesin hüküm gücünden yoksundurlar. Dolayısıyla, kararın ilişkin bulunduğu usulî sorun giderildikten sonra açılan davada kesin hüküm itirazında bulunulamaz. Bu kararlar genelde usulî bir eksikliğin yahut usul kurallarına uyulmamış olmasının sonuçlarını tespit edici bir nitelik taşırlar.
17. Bir davada usulî ret sebepleri varsa öncelikle davanın esasına girilmeden usulden reddedilmesi zorunludur. Bir başka deyişle, davada hem usulden hem de esastan ret sebeplerine dayanılarak davanın reddine karar verilmesi olanaksızdır. Aksi yönde bir uygulama yukarıda açıklanan hükümlere aykırılık teşkil edecektir.
18. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 02.05.2019 tarihli, 2017/13-697 E., 2019/514 K. ve 08.03.2017 tarihli, 2017/13-617 E., 2017/435 K. sayılı kararlarında da aynı hususa işaret edilmiştir.
19. Somut uyuşmazlıkla ilgili temel kural bu suretle belirlendikten sonra Özel Daire ve Yerel Mahkeme arasındaki anlaşmazlığın tespitine geçilecek olur ise; Özel Daire, mahkemenin usulden ret kararı verirken gerekçesinde esasa ilişkin ret sebeplerine dayandığını belirterek kararı bozmuş; Mahkemece, sarf edilen sözlerin pasif husumet şartı yokluğu nedeniyle verilen kararı kuvvetlendirmeye yönelik olduğu ifade edilmiştir.
20. Bu noktada taraf ve dava ehliyeti ile uygulamada sıklıkla husumet olarak da kullanılan sıfat kavramlarının irdelenmesinde fayda vardır.
21. Taraf ehliyeti; davada taraf olabilme, usuli hukukî ilişkinin sujesi olabilme yeteneğidir. Medeni (maddi) hukuktaki medeni haklardan istifade (hak) ehliyetinin medeni usul hukukunda büründüğü şekil olan taraf ehliyetini haiz olup olunmadığı hususu 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’na (TMK) göre belirlenir. Buna göre medeni haklardan istifade ehliyeti bulunan her gerçek (TMK, m. 8) ve tüzel (TMK, m. 46) kişi davada taraf olabilme ehliyetine de sahiptir [6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK), m. 50]. Her gerçek kişi sağ doğmakla, yaşadığı sürece taraf ehliyetine sahip olur. Tüzel kişiliğin ve buna bağlı olarak taraf ehliyetinin ne zaman kazanılacağı ise maddi hukuk normlarıyla belirlenir. Gerçek veya tüzel kişiliği olmayan kuruluş yahut toplulukların taraf ehliyeti de bulunmamaktadır.
22. Dava ehliyeti; HMK’nın 51. maddesinde açıkça düzenlenmiş olup kişinin kendisi veya yetkili kılacağı bir temsilci aracılığı ile bir davayı takip etme ve usul işlemlerini yapma ehliyetini ifade eder. Dava ehliyeti, medeni (maddi) hukuktaki TMK'nın 9. maddesinde düzenlenen medeni hakları kullanma (fiil) ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekil olarak anlaşılmalıdır. Buna göre; medeni hakları kullanma ehliyeti bulunan her gerçek ya da tüzel kişi dava ehliyetine sahip kabul edilmelidir.
23. HMK’nın 114/1-d maddesinde açıkça düzenlendiği üzere dava ve taraf ehliyeti dava şartlarındandır. Bu düzenlemeye göre husumet ya da başka bir deyişle taraf sıfatı dava şartları arasında sayılmamıştır. Taraf sıfatının özelliği, tıpkı dava şartı gibi davanın esastan görülüp karara bağlanabilmesi için, varlığı ya da yokluğu hâkim tarafından davanın her aşamasında kendiliğinden gözetilen ve taraflarca noksanlığı davanın her aşamasında ileri sürülen nitelikte olmasıdır.
24. Taraf sıfatı, bir başka deyişle husumet ehliyeti ise dava konusu hak ile kişiler arasındaki ilişkiyi ifade eder. Sıfat, bir maddi hukuk ilişkisinde tarafların o hak ile ilişkisinin olup olmadığının belirlenmesi anlamına gelir. Davacı sıfatı, dava konusu hakkın sahibini, davalı sıfatı ise dava konusu hakkın yükümlüsünü belirler. Uygulamada davacı sıfatı, aktif husumeti, davalı sıfatı ise pasif husumeti karşılayacak şekilde değerlendirilmektedir. Dava konusu şey üzerinde kim ya da kimler hak sahibi ise, davayı bu kişi veya kişilerin açması ve kime karşı hukukî koruma isteniyor ise o kişi veya kişilere davanın yöneltilmesi gerekir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir.
25. Sıfat dava şartı olmayıp, itirazdır. Zira bir kimsenin hak sahibi veya borçlu olup olmadığı ancak davanın esasına girildikten sonra tespit edilebilir ve bu durumda dava ret veya kabul ile sonuçlanır. Başka bir anlatımla dava şartların işin esasının incelenmesine engel teşkil eder mahiyetteyken bir davada, taraflardan birinin, davacı ya da davalı sıfatının (aktif ya da pasif husumet ehliyetinin) olmadığı belirlenirse, artık taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümüne girilmeden, davanın sıfat yokluğundan reddi gerekir. Sıfat, ileri sürülme zamanı yasa ile kabul edilen bir ilk itiraz olmadığı gibi davalı tarafından ileri sürülmesi gerekli bir def’î de teşkil etmediğinden davanın her aşamasında ileri sürülmesi mümkün veya mahkemece vakıf olunduğu takdirde re’sen nazara alınması gerekli hukukî bir durumdur (KURU, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.I., İstanbul 2001, s. 1157 vd.).
26. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; her ne kadar mahkemece hüküm sonucu “dava dilekçesinin pasif husumet şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine” şeklinde tesis edilmiş ise de sıfat yokluğunun dava şartı teşkil etmemesi ve bu yönde verilen bir kararın esasa ilişkin bir hüküm mahiyeti taşıması nedeniyle aslında davanın usulden değil esastan reddedildiği açıktır. Dava sıfat yokluğundan reddedilmiş olduğuna göre mahkemenin kavram karmaşasına düşerek usulden ret yönünde hüküm kurmuş olması da bu durumu değiştirmeyecektir.
27. Bu hâlde, usulden reddedilmiş bir dava bulunmadığından Özel Daire kararında belirtilen şekilde usulden ret kararına rağmen esasa ilişkin gerekçe içermek suretiyle hukuka aykırılık taşıyan bir hükümden bahsedilemeyecektir.
28. Başka bir anlatımla; mahkemece sıfat yokluğu nedeniyle kurulan hükmün, esasa ilişkin bir ret nedenine dayalı olduğu gözetildiğinde kararda davanın “usulden reddine” denilmiş olması hatalı ise de bu durum tek başına HMK’nın 297. maddesine aykırılık ve salt bu nedenden işin esası incelenmeksizin usul yönünden bozma nedeni teşkil etmeyecektir.
29. Hâl böyle olunca dava konusu edilen her iki sözleşme yönünden davalı bankaya yöneltilen davada davalının taraf sıfatı bulunmadığına yönelik verilen direnme kararınında Özel Daire kararında açıklanan şekilde usule ilişkin hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
30. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davacının iki ayrı kredi nedeniyle menfi tespit ve istirdat talebinde bulunduğu, Dairenin usulden ret kararı varmış gibi hükmü bozması dosya kapsamına uygun değil ise de direnme kararının da hatalı olduğu zira mahkemenin hüküm fıkrasında yalnızca sıfat yokluğundan ret kararı verdiği ancak gerekçede bankanın sigorta sözleşmesi yapma zorunluluğunun da bulunmadığından bahsedilerek ayrı bir esastan ret gerekçesi oluşturulduğu, bu nedenle davadaki taleplerin ve taraflar arasındaki ihtilafın ortaya konulması suretiyle işin esasına girilerek hükmün davalının taraf sıfatı bulunduğunun gözetilmesi yönündeki değişik gerekçeyle bozulması gerektiği şeklinde ileri sürülen görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
31. Sonuç itibariyle direnme kararı değişik gerekçe ve nedenlerle Kurul çoğunluğunca uygun bulunmuştur. Ne var ki bozma nedenine göre işin esasının incelenmediğinden dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
IV. SONUÇ :
Açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle;
Direnme uygun olup davacı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Yargıtay 3. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle Hukuk Genel Kurulu kararının mahkemesince taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise doğrudan Yargıtay 3. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15.04.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.