6. Ceza Dairesi 2020/207 E. , 2020/4968 K.
Sanıklar ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ... haklarında, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve nitelikli yağma suçlarından beraatlerine ilişkin Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen 20/03/2015 gün ve 2013/465 esas, 2015/121 karar sayılı hükmün, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 18.10.2017 gün ve 2015/7867 esas, 2017/3455 sayılı sayılı Karar ile;
“Suriye uyruklu olan katılan’ın olaydan bir süre önce İstanbul’a gelerek burada tanık ... aracılığı ile sanık ... ile tanıştığı, adı geçenden ... Limanında bekleyen 11 konteyner suni derinin satışı konusunda yardım istemesi üzerine sanığın Gaziantep'te bulunup gümrük iş takipçisi olup amcaoğlu olarak tanıttığı diğer sanık ...’ı arayarak satması konusunda anlaştığı ve katılanda bulunan 11 adet konşimentoyu alarak bu sanığa gönderdiği, adı geçenin 1 hafta sonra 5 konteyner, 1 hafta sonra da kalan 6 konteyner suni deriyi Lazkiye Limanından ... Limanı Serbest Bölgeye getirdiği, sanık ...’in katılanı arayarak malların kaçak olduğunu ve gümrükten geçebilmesi için 350 bin dolar gerektiğini söyleyerek para istediği, katılanın da bunun üzerine tanık ...ile Gaziantep'e gelerek daha önce ortak suni deri ticareti yaptığı ve 300 bin dolar alacaklı olduğu Suriye uyruklu olan sanık ...’nın bulunduğu ... Ticaret adlı işyerine gittiği, burada sanıklar ... ve ... de olduğu, biraz sonra ...’ın işyerinden çıkarak 10 kişi ile geri döndüğü, kapıları kapatarak sanık ...’nın silahla ve diğerlerinin tekme tokatla kendisini darp etmeye başladıkları, bilahare işyerini tanık ...’nın biliyor olması nedeniyle hep birlikte katılanı buradan alarak sanık ...’a ait ... plakalı araç ve diğer sanık ... Jabrini’nin kullandığı 2 araçla yine Suriye uyruklu ...’in evine götürdükleri, katılanın sonradan öğrendiğine göre araç içinde sanıklar ... ve ...’ın da olduğu, evde sanıkların öldüreceklerini beyan edip silahla kendisine telefonla tanık ...’yı arayarak konşimento ve telefonların bulunduğu çantayı istedikleri, adı geçen tanığında beyanında geçtiği üzere aynı gün sanık ...’ın gelerek çantayı aldığı, akabinde hep birlikte Gümrük Takipçisi sanık ...’ın evine gittikleri, burada diğer sanık ... ile ...’ın oğlunun da bulunduğu, sanık ...’in katılana 6 adet konteyner malın sanıklar ... ve ...’e geçtiğine ilişkin 2 adet evrak imzalattığı, aynı zamanda evrak altına sanıklar ..., ..., ..., ... ve ...’in de imza attığı, sonrasında ...’ın evine götürdükleri, Katılandan ertesi günü kalan 5 konteyner malı da ...’i arayarak vermesini söylemesini istedikleri ve ...’i arayarak durumu bildirdiği, katılan’ın
burada 3 gün kaldıktan sonra sanıklar ..., ... ve açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen ..., ... ve ... isimli şahısların katılanı ... sınır kapısından 19.10.2012 tarihinde çıkartarak Suriyedeki muhalif grupların eline ... yanlısı diyerek hapsedilmesi için verdikleri, akabinde katılanın ... adlı kişi tarafından ... sınır kapısından geçirilerek sanık ...’ın evine getirildiği ve buradan da sanık ... tarafından tanık ...’nın evine götürülmesi ile son bulduğu iddia edilen olayda;
1- ...’den alınan çantanın içinde bulunan konşimento ve evrakların içerik ve mahiyetinin anlaşılabilecek ve ayırt edilebilecek şekilde katılan’a açıklattırılmak suretiyle bu evraklarla ilgili olarak gümrüklerde kimin adına işlem yapıldığının açıklığa kavuşturulmaması ve söz konusu 11 konteyner suni derinin kim tarafından ithal edildiği, Mersin Serbest Bölgeden nasıl ve ne şekilde kim tarafından çekildiğinin araştırılmaması,
2- Katılanın sanık ...’ın evinde, adı geçenin oğlunun da bulunduğu halde kendisine zorla belge imzalatıldığı hususuna ilişkin; sanık ...’ın oğlunun veya kızının tespiti ile bu kişinin olaya ilişkin bilgi ve görgüsünün sorulmaması,
3- Katılanın şikayet etmesini önlemek amacıyla 19.10.2012 tarihinde adı geçen sanıklar tarafından zorla ... sınır kapısından Suriye’ye götürüldüğünün ve muhalif gruplara teslim edilerek katılanın rızası dışında burada bir süre tutulduğunun iddia edilmesi karşısında; katılan ve sanıkların çıkış yaptığı tarihlerle aynı şekilde Türkiye’ye giriş yaptığı tarihlere ilişkin sınır kapısı giriş-çıkış kayıtları ile varsa kamera kayıtlarının araştırılması gerektiğinin gözetilmemesi,
4- Katılandan suça konu bilgisayarın temin edilerek, sanıklarda kaldığı iddia edilen zaman içinde ne gibi işlemler yapıldığının bilirkişi raporu ile tespit edilmemesi,
5- Katılanın iddia ettiği yağma ve hürriyeti tahdit eylemlerine maruz kaldığı tarihlere ilişkin sanıkların ve kendisinin baz istasyonlarını gösterir şekilde telefon kayıtlarının temin edilmemesi,
6- Katılanın sanık ...’ın işyeri olan ... Ticaret adlı iş yerine gittiği iddiasına ilişkin tarihin net olarak tespiti ile adı geçen yere girdiğine veya bu yerde olduğuna ilişkin mobese güvenlik kamera kayıtları veya çevre güvenlik kamera kayıtlarının olup olmadığının araştırılmaması,
7- Katılanın, sanıklar tarafından ...’a ait olan araçla götürülüp sanık ...’ya ait telefonla tanık ...’yi arattıklarının ileri sürülmesi karşısında; bu hususlara ilişkin telefonlarla ilgili bir araştırmanın yapılmaması,
8- Sanık ... ile katılan arasında iddia edildiği gibi suni deri satışından kaynaklanan 300 bin dolar alacak olup olmadığının tespiti amacıyla; sanık ... ve katılana ait tüm defter ve kayıtların celbi ile, daha önceden ...’ın katılana ödediği meblağın hangi ödeme kanalıyla yapıldığı ve buna ilişkin belgelerde getirtilmek suretiyle böyle bir Alacak-Borç ilişkisinin olup olmadığının araştırılmaması ve bu şekilde eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi,” şeklinde bozulmasına karar verilmiştir.
Bozma sonrası Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/11/2018 gün ve 2017/204 esas, 2018/287 sayılı kararı ile;
“Masumiyet Karinesi, bir kimsenin kendisine isnat edilen, işlediği iddia edilen suçu işlediğinin kesin ve inandırıcı deliller ile ispatlanıncaya kadar hakkında bir ceza kararı verilip karar kesinleşinceye kadar masum olduğunun kabul edilmesi demektir. Yani eğer bir kişi hakkında kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararı bulunmuyor ise hangi suç ile suçlanıyor olursa olsun, o kişi henüz masumdur. Kişiler için gerek hakların kullanımı gerekse adil yargılanma hakkı açısından en temel teminat masumiyet karinesidir. Bu nedenle bütün gelişmiş, modern ülkeler anayasalarında masumiyet karinesini temel teminat olarak kabul ederler. Bir kimsenin beraat edebilmesi için, atılı suçun cezasından kurtulabilmesi için masum olduğunu kanıtlaması gerekmemektedir. Kişinin üzerine atılı bulunan, kendisine isnat edilen suçun cezasından kurtulabilmesi için suçlu olduğunun ispat edilememesi beraat edebilmesi için gerekli ve yeterlidir. Her ne kadar Cumhuriyet Savcısı iddianamesinde sanığın sadece aleyhine değil lehine olan delilleri de ileri sürmek ile yükümlü ise de; açılan bir ceza davasının tek gayesi vardır. O da şüphelinin suçlu olduğunu ispat ederek cezalandırılmasını sağlamaktır. Bu durumda çıkarılacak en mantiki sonuç ise; eğer şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlediği sabit olmaz ise, yani şüphelinin suçlu olduğu ispatlanamaz ise sanık beraat edecektir. Bir başka deyişle sanığın beraat edebilmesi için masum olduğunu ispatlaması gerekmez. Sadece suçlu olduğunun ispatlanamaması gerekmektedir. Anayasa Mahkemesinin 20/03/2014 tarih ve 2013/500 Başvuru nolu kararında 'Anayasanın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan masumiyet ilkesi, bir suçla itham edilen kimseler açısından Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen adil yargılanma hakkının en önemli güvencelerinden birini oluşturur. Buna göre; masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti asıl olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse suçlululuğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz' denilmektedir.
Her hukuk devletinde kabul edilen ve masumluk karinesi ile sıkı bir ilgisi bulunan şüpheden sanık yararlanır (in dubio pro reo) ilkesine göre yapılan ceza Muhakemesinin sonunda fiilin sanık tarafından işlendiğinin yüzde yüz açıklığa ulaşmadığı, bu durumda mahkumiyet kararının verilemeyeceği Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 38/4, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 11, İnsan Hakları ve Avrupa Sözleşmesinin 6/2, Medeni ve Siyasi haklar sözleşmesinin 14/2. maddelerinde bu husus açıkça kabul edilmiş olup, bu ilkenin kabul edilmesinin sebebi bir suçlunun cezasız kalmasının bir masumun mahkum olmasına tercih edilmesinden kaynaklanmasıdır. Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulu bir ilke kararında bu durumu gayet açık ve tüm uygulayıcılara yol gösterici nitelikte açıklamıştır. “Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; “Suçsuzluk” ya da “Masumiyet karinesi”
olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; “İn dubio pro reo” olarak ifade edilen “Şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti, herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemeli, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.” (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2015/6-66 esas, 2015/52 karar sayılı 17.03.2015 tarihli kararı) İnsan hakları ve hukuk devleti bağlamında önemli bir yer teşkil eden ve öğretide de geniş şekilde incelenen 'Şüpheden sanık yararlanır ilkesi'ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında da yer verildiğini görmek mümkündür. ..., Jabardo ve .../... davası bu davalardandır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bu ilkeyi ele aldığı bir diğer kararı da .../... davasıdır. Nitekim anılan bu davada mahkeme 'Şüpheden sanık yararlanacağından, sanığa suçsuzluğunu ispatlama yükümlülüğü getirilemez' diyerek aksi durumun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olacağını belirtmiştir.
Ayrıca Medeni Usul Hukukundan farklı olarak Ceza Muhakemesi Hukukunda ispat yükü (külfeti) sorunu yoktur. Gerçekten sanığa susma hakkı tanıyan bir hukuk düzeninde, ispat yükünden söz edilmesi olanaksızdır. İspat için sabit oluş arandığına göre, bunun dışında mahkumiyet kararı verilemeyecektir; şüpheden sanık yararlanır ilkesi devreye girecektir. İspat ameliyesinde, hukuk düzeninin kabul ettiği vasıtalar delillerdir. Buna göre ceza muhakemesinde ispat için kullanmak istenen bir vasıtanın delil olarak nitelenebilmesi için iki temel niteliği bulunmalıdır. Bu vasıta olayı temsil etmelidir ve bu olayı temsil eden vasıta akla, maddi gerçeğe ve hukuka uygun olmalıdır. Olayı temsil etmekten maksat delil olarak kullanmak istenilen vasıtanın olayın bir parçası olması ve/veya olayı yansıtmasıdır. Örneğin, bir adam öldürme suçunda olay yerinde bırakılan suç aleti olayın bir parçasıdır. Buna karşılık böyle bir suça 5 duyusu marifeti ile tanık olmuş bir kimsenin anlatımları olayı yansıtır. Ne var ki bir ispat aracına delil diyebilmek için olayı bir şekilde temsil etmesi, olayı yansıtması yetmez. Bu yansıtmanın akla, yani bilime, maddi gerçeğe ve hukuka uygun olması da şarttır. Bu vasıfları taşımayan bir ispat aracına teknik anlamda delil denilemez; bu nedenle de bu tür vasıtalara dayanılarak hüküm tesis edilemez (Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku shf. 404, ..., ..., ...). Ceza
yargılamasının amacı hiçbir duraksamaya yer vermeden maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu araştırmada, yani gerçeğe ulaşmada, mantık yolunun izlenmesi gerekir. Gerçek; akla uygun ve realist, olayın bütünü veya bir parçasını temsil eden kanıtlardan veya kanıtların bir bütün olarak değerlendirilmesinden ortaya çıkarılmalıdır. Yoksa bir takım varsayımlara dayanılarak sonuca ulaşılması ceza yargılamasının amacına kesinlikle aykırıdır. Ceza yargılamasında kuşkunun bulunduğu yerde mahkûmiyet kararından söz edilemez.
Sanıkların üzerine atılı suçu sabit kılan her türlü şüpheden uzak, somut, objektif delil bulunmadığı, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulunun suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlı olduğu, gerçekleşme şekli kuşkulu olaylar ve iddiaların sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamayacağı, ceza mahkumiyetinin kesin ve açık bir ispata dayanması gerektiği, yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmanın, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına geleceği, ceza yargılamasında mahkumiyetin her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanması gerektiği kuşkusuzdur.
Yargılamaya konu somut olayda;
... Mahkememizce verilen 20/03/2015 tarih ve 2013/465 Esas 2015/121 karar sayılı ilamının Katılan ...vekili tarafından temyiz edilmiş ve Yargıtay 6. Ceza Dairesi'nin 18/10/2017 tarih ve 2015/7867 esas ve 2017/3455 karar sayılı ilamıyla bozulmuştur.
Sanıklardan ..., 27/06/2016 tarihinde öldüğünden sanık hakkında açılan kamu davasının TCK'nin 64/1. maddesi gereğince düşürülmesine, ölen sanık ... dışında kalan diğer sanıklar yönünden mahkememizin 20/03/2015 tarih ve 2013/465 esas, 2015/121 karar sayılı hükmünde CMK'nin 307/3. maddesi gereğince direnilmesine, sanıklardan ... dışında kalan diğer sanıklar hakkında müsnet hürriyeti tahdit ve birden fazla kişi ile birlikte silahla nitelikli gasp suçlarından kamu davası açılmış ise de; sanıklardan bir kısmı ile katılan arasında önceye dayalı ticari ilişki bulunduğu, katılanın rızası hilafına hürriyetini tahdit edildiği veya gasp edildiği yönünde iddia dışında sanıkların cezalandırılmasına yeter her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmaması nedeniyle sanıkların müsnet suçlardan CMK'nin 223/2-e maddesi gereğince ayrı ayrı beraatlerine karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulması cihetine gidilmiştir.” gerekçesi ile ilk hükümde direnilmesine karar verilmiştir.
Bu hükmün katılan ... ve vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 'Bozma' istekli 06/01/2020 gün ve 2019/16873 sayılı tebliğnamesi ile Dairemize gönderilen dosya, incelenerek değerlendirilmiş ve karara bağlanmıştır.
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Oluş ve dosya kapsamına göre; eksik inceleme sonucu, yeterli olmayan gerekçe ile yazılı şeklide beraat kararı verilmesi yerinde görülmediğinden bozulmasına dair;
Yargıtay 6. Ceza Dairesi 18.10.2017 gün ve 2015/7867 esas, 2017/3455 sayılı kararı usul ve yasaya uygun bulunmakla, Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/11/2018 gün ve 2017/204 esas, 2018/287 karar sayılı ilamındaki direnme kararı yerinde görülmediğinden,
CMK'nin 307/3. maddesi gereğince, mahkemenin direnme kararı konusunda karar verilmek üzere dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına İADESİNE, 15/12/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.