1. Hukuk Dairesi 2021/2530 E. , 2022/1236 K.
MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
İLK DERECE
MAHKEMESİ : İSTANBUL ANADOLU 12. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL - ECRİMİSİL - BEDEL
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil-ecrimisil-bedel istekli dava sonunda İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince verilen 21/05/2021 tarih 2020/1411 Esas – 2021/768 Karar sayılı karar, yasal süre içerisinde davacı vekili tarafından duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; duruşma günü olarak saptanan 16.02.2022 Çarşamba günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat ... ile temyiz edilen davalı vekili Avukat ... geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verilen ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. dosya incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı, eşinin kardeşi olan davalının kendilerinin yaşadığı yer olan Amerika’ya gelmek istemesi üzerine vize işlemlerinin daha kolay halledilebilmesi amacıyla maliki olduğu 527 parsel sayılı taşınmazdaki 1 nolu bağımsız bölümünü davalıya devrettiğini, söz konusu devir işleminin Üsküdar 20. Noterliğinin 10/07/2015 tarihli vekaletnamesi ile vekil tayin ettiği dava dışı...aracılığıyla 11/05/2017 tarihinde yapıldığını, bu işlem gerçek bir satış işlemi olmadığından, tapuda devir işleminin yapıldığı 11/05/2017 tarihinde, davalı tarafından Üsküdar 22. Noterliğinin vekaletnamesi ile vize işlemleri sonrasında tapunun tekrar kendisine devri için, yine satış işlemlerini yapan vekil ...'ye vekalet verildiğini, davalının bu işlemlerden sonra vize alarak Amerika'ya gittiğini, daha sonra davalı ile aralarında problemler çıktığını, kendisinin ve ailesinin 18/10/2017 tarihinde Türkiye'ye geri döndüğünü, davalının ...'yi azletmesi nedeniyle dava konusu taşınmazı geri alamadığını, ayrıca taşınmazın kira gelirlerinin de davalı tarafından alındığını ileri sürerek, dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tesciline, kira gelirlerinin 2018 yılı Aralık ayı itibari ile davalıdan mevduata uygulanan en yüksek faiz ile birlikte tahsiline, %20'den aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatına hükmedilmesine, tescilin mümkün olmaması halinde taşınmazın değerinin davalıdan yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.
II. CEVAP
Davalı, dava konusu taşınmaza ilişkin olarak yapılan satışın tarafların gerçek iradesine uygun olduğunu, ablasının davacının eşi olduğunu ve şu anda boşanma sürecinde olduğunu, boşanmak üzere olduğu eşine ve ailesine karşı zarar vermek, zor duruma sokmak için bu davanın açıldığını, ayrıca taşınmazın imar barışından faydalanmakta olup değerinin arttığını, davacının bu nedenle de eldeki davayı açtığını, öte yandan iddiaların yazılı delille kanıtlanması gerektiğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İstanbul Anadolu 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin 10/09/2020 tarihli ve 2019/44 E. - 2020/135 K. sayılı kararıyla; davacının ileri sürdüğü iddiasını ispata yönelik herhangi bir yazılı delil ibraz edemediği, delil olarak sunulan, davacı ve davalı arasındaki Whatsapp yazışmalarında, davacının, davalıya 'Aykan ben evi sana sattım. Senin evin. Bana sorma artık.' ibaresinin bulunduğu, iddianın tamamı ile inançlı işlem hukuki sebebine dayandığı, davacının iddiasını ispata yarar soyut iddiadan başka yazılı bir delil sunmadığı, davanın mahiyeti gereği tanık ile ispatının mümkün olmadığı ve yemin deliline de dayanılmadığı gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
1. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
2.İstinaf Nedenleri
Davacı vekili, mahkemece tahkikat aşaması sonlandırılıp sözlü yargılama aşamasına geçilmeden karar verildiğini, delillerin toplanmadığını, deliller arasında birden fazla yazılı delil başlangıcı bulunduğunu, davalının vize işlemlerini yapması için müvekkilin organize ettiği avukat ile mail ortamındaki yazışmaların da delil olarak sunulduğunu, davalı yanın taşınmaz bedelini ödediğine dair bir dekont ve belge sunamadığını, davalı tarafın iddialarını ispatlayan hiçbir delil bulunmadığını, taraflar arasında akrabalık ilişkisi olduğunu, dava konusu gayrimenkulün kiralarının dava konusu işlem sonrasında da yıllarca müvekkilin hesabına yatmaya devam ettiği gerekçeleriyle kararın kaldırılmasını istemiştir.
3. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 21/05/2021 tarihli ve 2020/1411 E. - 2021/768 K. sayılı kararıyla; davacı tarafından herhangi bir yazılı delil ibraz edilmediği, delil olarak sunulan, davacı ve davalı arasındaki Whatsapp yazışmalarında, davacının davalıya 'Aykan ben evi sana sattım. Senin evin. Bana sorma artık.' ibaresinin bulunduğu, buna karşılık davacının delil olarak dosyaya sunduğu ve davalı tarafından gönderildiği iddia edilen e-mailde de inanç sözleşmesinin varlığını gösterir kabul ya da ikrarın bulunduğunu söyleyebilme olanağının olmadığı, davanın mahiyeti gereği tanık ile ispatının da mümkün olmadığı ve yemin deliline de dayanılmadığı, İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığı gerekçeleri ile davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
1.Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Temyiz Nedenleri Özetle
Davacı vekili, istinaf mahkemesince istinaf sebeplerinin incelenmediğini, dosya üzerinden red kararı verildiğini, dosya kapsamında birçok yazılı delil başlangıcı bulunduğunu, sözlü yargılamaya geçmeden, tahkikat aşaması sonlandırılmadan bir anda karar verildiğini, tanıkların tamamının dinlenmediğini, davalı tarafın taşınmazın bedelinin ödendiğine ilişkin bir dekont ve belge sunmadığını, davalının iddialarının ispatlanamadığını belirterek kararın bozulmasını istemiştir.
3. Gerekçe
3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, inançlı işlem hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil- ecrimisil- bedel istemine ilişkindir.
3.2. İlgili Hukuk
3.2.1. Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 s. Borçlar Kanunu 818 s. Borçlar Kanununun (BK). m.; 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 97. m.) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK'nın 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde herhangi bir düzenleme olmamasına karşın, inanç sözleşmelerinin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.
İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.
Burada üzerinde durulması gereken husus,taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla,sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.
Bilindiği üzere; uygulamada mesele, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK'nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK'nin 19.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.
İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.
Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.
İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
3.2.2. HMK’nın 190. maddesinde, 'İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.',
3.2.3. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 6. maddesinde, 'Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.',
hükümlerine yer verilmiştir.
3.3. Değerlendirme
Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı kararın (V/3.2). numaralı paragrafında yer verilen yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle davalı ... tarafından düzenlenen vekaletname ile azilnamenin delil başlangıcı niteliğinde olmadığı, dosya kapsamında yazılı delil veya delil başlangıcı niteliğinde bir belge bulunmadığı, bu nedenlerle inançlı işlem iddiasının ispatı için tanık dinlenemeyeceği gözetilerek yazılı şekilde hüküm kurulmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
VI. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle; davacı vekilinin yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, 20/11/2021 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz edilen davalı vekili için 3.815,00-TL duruşma vekâlet ücretinin temyiz eden davacıdan alınmasına, aşağıda yazılı 21,40-TL bakiye onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 16/02/2022 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.