Hukuk Genel Kurulu 2019/589 E. , 2022/333 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki 'Kurum işleminin iptali ve tespiti' davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ... 1. İş Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki 438. maddesinin 2. fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davacı vekilinin duruşma isteminin reddine oy birliğiyle karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin babasından dolayı aldığı ölüm aylığının davalı Kurum tarafından boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığı gerekçe gösterilerek kesildiğini ve ödenen miktarların borç çıkarıldığını ancak davacının boşandığı eşi ile ayrı yaşadığını, bu kapsamda 2001 yılında boşandıktan sonra 2005 yılına kadar annesi ile birlikte ... Mahallesinde, 2005 yılından sonra 2013 yılına kadar oğlu ...’in ... Mahallesindeki evinde, 2013 yılı başından bu yana ise teyzesi Nuriye San ile birlikte ... Mahallesi ... Sokak No:7 ... adresinde ikâmet ettiğini ileri sürerek müvekkilinin aylığının kesilme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tekrar bağlanmasına ve borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK/Kurum) cevap dilekçesinde; ihbar üzerine sosyal güvenlik denetmeni tarafından yapılan inceleme sonucu düzenlenen raporda davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığının tespit edilmesi üzerine ölüm aylığının kesildiğini, Kurum işleminin usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
6. ... 1. İş Mahkemesinin 27.05.2014 tarihli ve 2013/439 E., 2014/203 K. sayılı kararı ile; tanık anlatımları, emniyet müdürlüğünce yapılan tahkikat, cevabi yazılar ve tüm dosya kapsamına göre davacının ayrıldığı eşi ile birlikte yaşamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin Bozma Kararı:
7. ... 1. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
8. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 28.11.2014 tarihli ve 2014/20652 E., 2014/25073 K. sayılı kararı ile; 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrası kapsamında boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun tespiti ve ispatına ilişkin genel açıklamalara yer verildikten sonra eksik inceleme ve araştırmaya dayandığı belirtilen hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemenin İkinci Kararı:
9. ... 1. İş Mahkemesinin 31.03.2016 tarihli ve 2014/303 E., 2016/110 K. sayılı kararı ile; bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucu bozma kararında belirtilen eksikliklerin tamamlandığı, toplanan tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde Kurum işlemine esas alınan emniyet araştırmasının dayanak ve gerekçelerinin bulunmadığı, davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşamadığı belirtilerek davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Kararı:
10. ... 1. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
11. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 21.06.2016 tarihli ve 2016/8877 E., 2016/10324 K. sayılı kararı ile; uyulan bozma kararı gereklerinin yerine getirilmediği belirtildikten sonra sosyal güvenlik denetmeninin hazırlamış olduğu rapor kapsamında çevreden yapılan soruşturma neticesinde tanzim edilen tutanakla davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edildiği yine rapor kapsamında 04.11.2011 tarihli kolluk tutanağında yapılan araştırma sonucu davacı ve eşinin boşandıktan sonra birlikte yaşamaya devam ettiklerinin belirlendiği dikkate alındığında mahkemenin davanın kabulüne ilişkin değerlendirmesinin eksik incelemeye dayandığı, dosya kapsamındaki mevcut bilgi ve belgelerin hüküm kurmaya elverişli ve yeterli olmadığı, bu nedenle artık davacı ile boşandığı eşinin fiilen birlikteliklerini sürdürdükleri yönünde şüphe oluşturan bilgi ve belgeler bulunduğunun kabulü ile Kurum tarafından tanzim olunan denetim raporunun aksi ispat edilinceye kadar geçerli belgelerden olduğu gözetilmek suretiyle öncelikle boşanma kararı getirtilerek davacı ve boşandığı eşinin ilamda yazılı adreslerinin aynı olup olmadığının belirlenmesi, davacının ekonomik durumunun tek başına yaşamını idame ettirmeye yeterli olmadığı nazara alınarak boşanma kapsamında maddi herhangi bir talep/kabul olup olmadığının ve nüfus müdürlüğünden getirtilecek belgeler kapsamında davacı ve boşandığı eşinin adres bilgilerinin irdelenmesi ayrıca davacı ile eşinin kayıtlı adresleri yönünden ayrı ayrı geniş kapsamlı titizlikle ve gerekirse bilgi edinilen şahısların isim yada sıfatları da tutanağa eklenmek suretiyle yeniden kolluk araştırması yapılması, dava konusu dönem içerisinde görev yapan azalardan yeteri kadarının tanık sıfatıyla bilgi ve görgülerine başvurulması, medula ve seçim kayıtlarının celbi ile adreslerinin, sandık ve sıra numaralarının karşılaştırılarak boşanılan eşle eylemli birlikte yaşama olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda toplanan deliller ışığında değerlendirme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin Üçüncü Kararı:
12. ... 1. İş Mahkemesinin 03.10.2017 tarihli ve 2016/238 E, 2017/157 K. sayılı kararı ile; bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucu davacı tanıklarının iddiayı teyit eder yönde beyanda bulunmalarına rağmen toplanan tüm kayıt ve belgeler, dinlenen kamu ve tutanak tanıklarının anlatımları ve tanıkların davacı ile yakınlıkları dikkate alındığında davacı tanıklarının beyanlarının objektiflikten uzak olduğu ve gerçeği yansıtmadığı kanısına varıldığı, bu kapsamda bozma ilamı doğrultusunda tüm eksikliklerin tamamlanarak ilgili kurumlardan gerekli araştırmaların yapıldığı, dava konusu dönemde görev yapan azalardan yeteri kadarının dinlendiği, dinlenen tüm azaların davacıyı tanımadıklarını, mahallenin nüfus yoğunluğu nedeniyle mahalle sakinlerinin hepsini tanıma imkanlarının olmadığını beyan ettikleri, muhtarın beyanına göre davacının ekonomik durumunun iyi olmadığını söyleyerek yardım için başvurduğu, hâl böyle iken boşanma aşamasında eşinden tazminat, nafaka vs maddi talepte bulunmadığı, davalı Kurumca yapılan denetim kapsamında kolluk tarafından tutulan tutanak altında imzası bulunan polis memurlarının yaptıkları araştırmanın içeriğini hatırlamamakla birlikte imzalarını kabul ederek tutanağın çevreden soruşturularak düzenlendiğini beyan ettikleri, denetmen raporu ve 04.11.2011 tarihli tutanak içeriği dikkate alındığında davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikteliğini sürdürdüğü yönünde şüphe oluşturan bilge ve belgeler bulunduğu, sosyal güvenlik denetmen raporunun aksini gösterir eş değer herhangi bir delil ile iddianın ispatlanamadığı, bu nedenle davacı ve boşandığı eşin fiilen birlikte yaşadıkları kanaatinin oluştuğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Üçüncü Bozma Kararı:
13. ... 1. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
14. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 22.05.2018 tarihli ve 2018/31 E., 2018/5059 K. sayılı kararı ile; '...Hakkında verilen boşanma kararı 05/04/2002 tarihinde kesinleşen hak sahibine, 1978 yılında yaşamını yitiren sigortalı babası üzerinden 506 sayılı Kanun hükümlerine göre hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla bağlanan ölüm aylığının, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığının belirlendiği gerekçesiyle Kurumca 2008 yılının Ekim ayında gerçekleştirilen işlemle başlangıç günü itibarıyla kesilerek, 26/10/2008-25/03/2013 döneminde yersiz ödendiği ileri sürülen aylıklar yönünden borç tahakkuk ettirildiği anlaşılmaktadır.
Davanın yasal dayanağı olan 5510 sayılı Kanunun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 56. maddesinin ikinci fıkrasında, eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıklarının kesileceği, bu kişilere ödenmiş olan tutarların, 96. madde hükümlerine göre geri alınacağı yönünde düzenleme yapılmıştır. Anılan maddeye dayalı açılan bu tür davalarda eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz etmektedir.
Dairemizce, 28.11.2014 tarih 2014/20652 Esas 2014/25073 Karar sayılı ilam ve 21.06.2016 tarih 2016/8877 Esas 2016/10324 Karar sayılı ilamla, eksik inceleme ve araştırma ile hüküm tesis edilmesi nedeniyle bozma kararı verildiği, Mahkemece de bozma ilamına uyulması yönünde hüküm tesis edildiği halde, bozma ilamının gereğinin usul ve yasaya uygun şekilde yerine getirilmediği görülmüştür.
Zira, tüm yargılama aşamasında elde edilen deliller birlikte değerlendirildiğinde, davanın reddi yönünde kanaat oluşması mümkün görülmemiştir. Boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği toplanan tüm delillerin sonucuna göre şüphe bırakmayacak şekilde ortaya konulmalı, başka bir deyişle bu hususta tam kanaate vardırmaya yetecek kadar deliller eksiksiz toplanmalı ve sonucuna göre hüküm kurulmalıdır.
Mahkemece önceki bozma ilamlarındaki hususlarla birlikte, davacı ve boşandığı eşinin ikamet adresi olarak görülen adreslerde uyuşmazlık konusu dönem için geniş kapsamlı, titizlikle Emniyet Müdürlüğü/Jandarma Komutanlığı araştırması yaptırılmalı, araştırma sonucu yakın ve eylemli birlikteliği bilebilecek durumdaki komşular tespit edilerek dava konusu döneme ilişkin beyanları alınmalı, böylece “boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama” olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığı altında değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu davanın reddine karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...' gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
15. ... 1. İş Mahkemesinin 20.11.2018 tarihli ve 2018/184 E., 2018/396 K. sayılı kararı ile; babası 12.02.1978, annesi 30.11.2001 tarihinde vefat eden davacının boşanma davasını 10.05.2001 tarihinde açtığı, boşanma davasının taraflarca takip edilmemesi nedeni ile işlemden kaldırılmasından sonra davacının annesinin vefatının hemen akabinde 11.12.2001 tarihinde boşanma dosyasını yenilediği, 05.04.2002 tarihinde boşanan davacı ile eşinin boşanma dosyasında birbirlerinden nafaka, tazminat vs taleplerinin bulunmadığı, tarafların boşanma dosyasında bildirdikleri adreslerinin aynı mahallede farklı sokaklarda yer aldığı, çocukların velayetinin boşandığı eşine verilmesine rağmen gerek davacının gerekse davacı tanıklarının beyanlarından çocukların davacının yanında kaldığının anlaşıldığı, davacının dava dilekçesinde 2001-2005 yılları arasında annesi ile birlikte ... Mahallesinde ikâmet ettiğini ileri sürmesine rağmen annesinin 30.11.2001 tarihinde vefat etmiş olduğu, 2005-2013 yılları arasında oğlu ...'in yanında ... Mahallesinde kaldığını beyan ettiği evin tüm aboneliklerin davacı adına olduğu, 2013 yılından sonra dava tarihine kadar teyzesinin yanında ... Mahallesinde oturduğunu belirtmesine karşın ... Mahallesine adresini aldırdığı tarihin Kurum yetkilileri tarafından düzenlenen tutanak tarihinden sonraki bir tarih olduğu, 22.07.2007 tarihli milletvekili genel seçimleri ile 21.10.2007 tarihli halk oylamasında davacı ile boşandığı eşinin aynı sandıkta peş peşe sıra numaraları ile oy kullandıkları, kolluk tarafından düzenlenen 19.08.2013 tarihli tutanakta, davacının 2005 yılı 8. ayına kadar boşanma ilamında boşandığı eşinin adresi olarak bildirilen ... Mah. 35 Nolu Sk. No:6 ... adresinde ikâmet ettiğinin; 25.01.2013 tarihli denetmen raporunda davacı ile boşandığı eşinin boşandıkları tarih itibariyle aynı evde birlikte yaşadıklarının; rapora dayanak alınan 04.11.2011 tarihli kolluk tutanağında ise davacı ile boşandığı eşinin anlaşmalı olarak boşandıklarının ve boşanmadan sonra aynı çatı altında birlikte yaşadıklarının tespit edildiği, tutanak tanığı polis memurlarının mahkeme huzurunda tanık olarak alınan beyanlarında tutanak içeriğinin aksine herhangi bir ifadelerinin bulunmadığı, denetmen yardımcısı Mehmet Yaşar’ın 16.01.2013 tarihinde düzenlediği tutanakta komşuları tarafından davacı ile boşandığı eşinin birlikte ikâmet ettiklerinin beyan edildiğinin tutanak altına alındığı, davacıyı tanımayan kolluk ve davalı Kurum personelinin kamu görevlisi olarak bu tespitleri yaptıkları ve yapılan tespitlerin birbiriyle uyumlu olduğu, öte yandan Medula kayıtlarında davacı ile boşandığı eşinin 02.08.2012 tarihinde aynı hastanede farklı bölümlerde tedavi gördükleri, davacı tanıklarının beyanlarının birbirleri ile ve davacının iddiaları ile çeliştiği hususları dikkate alındığında davacı ile boşandığı eşinin fiilen birlikte yaşadıklarının kabulü gerektiği, bozma ilamında değinilen araştırmaların ve özellikle davacıya ve boşanılan eşe ait adreslerin açık bir şekilde bildirilerek geniş kapsamlı ve titizlikle araştırma yapılmasının mahkemece kolluktan defalarca talep edilmesine rağmen kolluk tarafından yargılamanın seyrine etki edecek nitelikte herhangi bir tespit yapılamadığı, kolluk tutanaklarının birçoğunun mahalle muhtarının da beyanı alınarak düzenlendiği, bu nedenle aynı doğrultuda yeniden araştırma yapılmasının yargılamanın seyrine herhangi bir etkisinin olmayacağı, kolluk tarafından yakın ve eylemli birlikteliği bilebilecek durumdaki komşular tespit edilebilse dahi bu kişilerin komşuluk ilişkileri nedeniyle objektif beyanda bulunma ihtimallerinin zayıf olduğu ve mahkemece bu beyanlar değerlendirilirken tereddüt hasıl olacağı gibi usul ekonomisi ilkesine de aykırılık teşkil edeceği, dava açılış tarihinden sonra davacının boşandığı eşi ile aynı adreste fiilen birlikte yaşadığına dair tespit yapılamamış olmasından, tarafların boşanma tarihinden sonra fiilen beraber yaşamadıkları sonucuna doğrudan gidilemeyeceği gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
16. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
17. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşayıp yaşamadığının tespiti yönünden uyulan bozma kararlarının gereklerinin tam olarak yerine getirilip getirilmediği, son bozma kararında belirtilen araştırmanın yapılmasının yargılamanın seyrine herhangi bir etkisinin olup olmayacağı; buradan varılacak sonuca göre daha önceki bozma kararlarında belirtilen hususlar yanında davacı ve boşandığı eşinin ikâmet adresleri olarak görünen adreslerden uyuşmazlık konusu dönem itibariyle kolluk araştırması yaptırılarak yakın ve eylemli birlikteliği bilebilecek durumdaki komşular tespit edilip beyanlarının alınmasından sonra boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda toplanan deliller çerçevesinde karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
18. Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 56. maddesinin 2. fıkrasıdır.
19. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” kenar başlıklı 56. maddesinde: “Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesi yer almaktadır.
20. 01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'da yer almıştır.
21. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin 2. fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, “boşandığı eşiyle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama” olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
22. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hak sahipliğine son verilmesi ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
23. Gerçekten de ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, Tankut: 'Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi', MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
24. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda (Anayasa) öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de sosyal görevlerini, malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin Anayasa’nın 65. maddesindeki hüküm uyarınca Devlet, sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakabilir.
25. Bilindiği üzere 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesinin Anayasa’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
26. Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 E., 2011/70 K. sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez. Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz. Ölüm aylığı yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” şeklindeki gerekçeyle hükmün Anayasa’nın 2, 10 ve 60. maddelerine aykırı olmadığına; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisi bulunmadığına karar verilmiş ve hükmün iptali yönündeki başvurular oy çokluğuyla reddedilmiştir.
27. Sonuç olarak davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması, Anayasa Mahkemesince düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmesi ve yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organları tarafından uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi usul ve yasaya uygundur.
28. Gelinen bu noktada sözü edilen hükmün zaman bakımından uygulanması konusu üzerinde durulmalıdır.
29. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik geçici 1. maddesinde: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” düzenlemesi bulunmaktadır.
30. Kanun koyucu tarafından geçici 1. madde ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylıkların durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
31. Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu ilke ile güdülen amaç; hukukî güvenliği temin etmek, kişileri ancak işlemi yaptıkları sırada yürürlükte olan kurallara göre sorumlu tutmak, böylece kazanılmış haklara saygıyı ve kazanılmış hakların korunmasını sağlamaktır. Zira hukukî güvenlik; hukuk devletinin temel taşlarındandır.
32. “Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması)” kuralının bazı istisnaları olup bu kapsamda yeni düzenleme kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin ise geçmişe etki eder şekilde uygulanması gerekir. Yine beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Bunlardan başka yargılama hukukuna ilişkin kurallar da ilke olarak geçmişe etkilidir.
33. Bu durumda 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki hükmün zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisnai durumun söz konusu olmaması nedeniyle madde ile getirilen düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük tarihi öncesine ilişkin işlem yapılarak borç tahakkuk ettirilmesi mümkün değildir. Ancak 01.10.2008 tarihinden itibaren boşanılan eşle fiili birliktelik sözkonusu ise bağlanan aylığın kesilerek borç çıkarılması ve yersiz ödemeye ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun’un 96. maddesine göre uygulama yapılması gerekmektedir.
34. Ayrıca belirtilmek gerekir ki, Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, Ali Naim: 'Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme', Journal of Yaşar University, Cilt 8, Sayı Özel, Ocak 2013, s.2529).
35. Bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesi uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının veya gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı veya geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinde bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
36. Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
37. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine göre ; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
38. Bu maddedeki hüküm uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” ilkesi de gözetilmek suretiyle 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililerin her ne amaçla boşanmış olursa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemenin yürürlüğünden itibaren belirtilen nitelikte bir beraberliğe başlandığının tespiti hâlinde TMK’nın 2. maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir. Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı durumunda yeniden gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
39. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşama” unsurunun diğer bir ifade ile boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
40. Türk Medeni Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. Aynı yöndeki düzenleme 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesinin 1. fıkrasında “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde ifade edilmiştir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir (HMK m.190/2).
41. Bu noktada 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddelerindeki hükümlerine kısaca değinmekte fayda vardır.
42. 5510 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 59. maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi düzenlenmiş, maddenin 2. fıkrasında “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. 5510 sayılı Kanun’un 100. maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlere göre Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 13.02.2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun’un 78. maddesi ile değişik 92. maddesinin son fıkrasında da çalışma hayatını izleme, denetleme ve teftişe yetkili iş müfettişleri ile işçi şikayetlerini incelemekle görevli bölge müdürlüğü memurları tarafından tutulan tutanakların aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olduğu hükme bağlanmıştır.
43. Somut olayda mahkemece ilk karar öncesinde ... Mahallesi muhtarlığına davacının kayıtlı adresinin bildirilmesi için müzekkere yazılmış, kolluk araştırması yapılarak Mernis kayıtları, su, elektrik ve telefon aboneliklerinde bildirilen adreslere ilişkin belgeler ile sosyal güvenlik denetmen raporu getirtilmiş, davacı tanıkları ... ve ... dinlendikten sonra davanın kabulüne karar verilmiş olup bu kararın Özel Dairece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermeye yeterli olmadığı belirtilerek bozulması üzerine bozmaya uyularak yapılan yargılamada ... Mahallesi muhtarı ile davacının bildirdiği ... tanık olarak dinlenmiştir. Yine sosyal güvenlik denetmen raporuna esas alınan 04.11.2011 tarihli tutanak altında imzası bulunan polis memurlarının tanık olarak beyanları alınmış ve tekrar davanın kabulü yönünde hüküm kurulmuştur. Sözü edilen bu ikinci kararın da bozma kararı gereklerinin tam olarak yerine getirilmediği, yapılan araştırma ve incelemenin eksik olduğu gerekçesiyle bozulmasından sonra mahkemece 2010-2014 yılları arasında ... Mahallesi muhtarlığında görev yapan muhtar ve azalar tespit edilerek beyanları alınmıştır. Yine Medula kayıtları getirtilmiş, davacı ve boşandığı eşinin kayıtlı adreslerinden, bilgi veren kişilerin kimliklerini de içerecek şekilde araştırma yapılması için kolluğa müzekkereler yazılmıştır. Ayrıca seçim kayıtları ile boşanma dava dosyası celbedilmiş, UYAP üzerinden adres bilgilerine, telefon aboneliklerine ilişkin kayıtlar çıkarılarak dosya içine konulmuştur. Bu deliller kapsamında yapılan değerlendirme sonucu davacı ve boşandığı eşinin birlikte yaşadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar ise davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece daha önceki bozma kararlarında belirtilen hususlar yanında davacı ve eski eşin adreslerinden geniş kapsamlı kolluk araştırması yapılması, yakın ve eylemli birlikteliği bilebilecek komşular tespit edilip beyanları alındıktan sonra yapılacak değerlendirme sonucu karar verilmesi gerektiğine işaret edilerek bozulması üzerine önceki hükümde direnildiği anlaşılmıştır.
44. Mahkemece yapılan yargılamada toplanan deliller incelendiğinde; babası 12.02.1978, annesi 30.11.2001 tarihinde vefat eden davacının boşanma davasını 10.05.2001 tarihinde açtığı, boşanma davasının taraflarca takip edilmemesi nedeni ile işlemden kaldırılmasından sonra davacının annesinin vefatının hemen akabinde 11.12.2001 tarihinde dosyayı yenilediği, 05.04.2002 tarihinde boşanan davacı ile eşinin boşanma davasında birbirlerinden nafaka, tazminat vs taleplerinin bulunmadığı, davacının bu davada bildirdiği adresin ... Mahallesi 23. Sokak No:3 .../..., eski eşin adresinin ise ... Mahallesi 35. Sokak No:6 .../... olduğu, boşanma kararının davacıya ve eşine boşandığı eşinin adresi olarak görünen adreste tebliğ edildiği, çocukların velayetinin boşandığı eşine verilmesine rağmen gerek davacının gerekse davacı tanıklarının beyanlarından çocukların davacının yanında kaldığının anlaşıldığı, davacının dava dilekçesinde 2001-2005 yılları arasında annesi ile ... Mahallesinde ikâmet ettiğini ileri sürmesine rağmen annesinin 30.11.2001 tarihinde vefat etmiş olduğu, 2005-2013 yılları arasında oğlu ...'in yanında ... Mahallesinde kaldığını beyan ettiği evin tüm aboneliklerinin davacı adına olduğu, 2013 yılından sonra dava tarihine kadar teyzesinin yanında ... Mahallesinde oturduğunu belirtmesine karşın ... Mahallesine adresini 26.07.2013 tarihinde aldırdığı, sosyal güvenlik denetmen raporunun ise bu tarihten önce 25.01.2013 tarihinde düzenlendiği, 22.07.2007 tarihli milletvekili genel seçimleri ile 21.10.2007 tarihli halk oylamasında davacı ile boşandığı eşinin aynı sandıkta peş peşe sıra numaraları ile oy kullandıkları, kolluk tarafından düzenlenen 19.08.2013 tarihli tutanakta, davacının 2005 yılı 8. ayına kadar boşanma ilamında boşandığı eşinin adresi olarak bildirilen ... Mah. 35 Nolu Sk. No:6 ... adresinde ikâmet ettiği; 25.01.2013 tarihli denetmen raporunda davacı ile boşandığı eşinin boşandıkları tarih itibariyle aynı evde birlikte yaşadıkları yönünde tespitler yapıldığı, rapora dayanak alınan 04.11.2011 tarihli kolluk tutanağında ise davacı ile boşandığı eşinin anlaşmalı olarak boşandıklarının ve boşanmadan sonra aynı çatı altında birlikte yaşadıklarının tespit edildiği, tutanağı düzenleyen polis memurlarının mahkeme huzurunda tanık olarak alınan beyanlarında tutanak içeriğinin aksine herhangi bir ifadelerinin bulunmadığı, tutanağın çevre sakinlerine sorularak hazırlandığını, ancak hiç kimsenin kimlik bilgilerini vermek istemediğini söyledikleri, denetmen yardımcısı Mehmet Yaşar’ın 16.01.2013 tarihinde hazırladığı tutanakta da komşuları tarafından davacı ile boşandığı eşinin birlikte ikâmet ettiklerinin beyan edildiğinin tutanak altına alındığı, öte yandan Medula kayıtlarında davacı ile boşandığı eşinin adres bilgileri farklı olmakla birlikte 02.08.2012 tarihinde aynı hastanede farklı bölümlerde tedavi gördükleri, azaların davacıyı tanımadıklarını, mahallenin nüfus yoğunluğu nedeniyle tanımalarının da mümkün olmadığını beyan ettikleri, ayrıca davacı ile eski eşin adres kayıtlarının bulunduğu ... Mahallesi ile ... Mahallesinden araştırma yapılarak bilgi veren kişilerin kimlik ve adres bilgilerini de içerir şekilde araştırma yapılması için kolluğa müzekkereler yazıldığı, bu müzekkerelere verilen cevabi yazılarda muhtarın da bilgisine başvurulduğu vurgulanmak suretiyle davacı ve eski eş hakkında bilgi sahibi kimse tespit edilemediğinin bildirildiği anlaşılmıştır.
45. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; ikinci bozma kararına uyulması ile artık davacı ile boşandığı eşinin fiilen birlikteliklerini sürdürdükleri yönünde şüphe oluşturan bilgi ve belgeler bulunduğu ve Kurum tarafından hazırlanan denetim raporunun aksi ispat edilinceye kadar geçerli belgelerden olduğu yönünde kesinleşen olguların aksini gösterir herhangi bir delil elde edilemediği gibi yukarıda içeriğine yer verilen kayıt ve belgeler ile bilgiler kapsamında davacının uyuşmazlık konusu dönemde boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığını kabul etmek gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu nedenle uyulan bozma kararlarının gerekleri yerine getirildiğinden, son bozma kararında belirtilen araştırmalar da zaten yapılmış olduğundan direnme kararı bu yönlere işaret eden gerekçesi itibariyle isabetlidir.
46. Ne var ki bu tür davalarda kayıt ve belgeler yanında yakın ve eylemli birlikteliği bilebilecek kişilerin tanıklıkları da çok önemli olduğu hâlde direnme kararında tespit edilecek komşuların tanık olarak anlatımlarının önemi yokmuş gibi ayrıca tanıklar dinlenmeden peşinen doğru beyanda bulunma ihtimallerinin zayıf olduğu şeklinde yapılan değerlendirme ve ön yargısal çıkarımın yerinde olmadığı açıktır. Bu itibarla '...kolluk tarafından yakın ve eylemli birlikteliği bilebilecek durumdaki komşular tespit edilebilse dahi beyanlarına başvurulacak iş bu şahısların komşuluk ilişkileri nedeniyle objektif beyanda bulunma ihtimallerinin zayıf olduğu ve mahkememizce yapılacak değerlendirmede bu beyanlar değerlendirilirken tereddüt hasıl olacağı, bu durumun usul ekonomisi ilkesine aykırılık teşkil edeceği,...' ifadesinin direnme kararının gerekçesinden çıkarılması gerekmektedir.
47. Her ne kadar Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bozma kararının yerinde olduğu ve direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
48. Hâl böyle olunca direnme kararı yukarıda belirtilen bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı onanmalıdır.
IV. SONUÇ
Açıklanan nedenlerle;
Direnme kararının gerekçesindeki '...kolluk tarafından yakın ve eylemli birlikteliği bilebilecek durumdaki komşular tespit edilebilse dahi beyanlarına başvurulacak iş bu şahısların komşuluk ilişkileri nedeniyle objektif beyanda bulunma ihtimallerinin zayıf olduğu ve mahkememizce yapılacak değerlendirmede bu beyanlar değerlendirilirken tereddüt hasıl olacağı, bu durumun usul ekonomisi ilkesine aykırılık teşkil edeceği,...' ifadelerinin karardan çıkartılmasına,
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 16.03.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Mahkemece verilen ilk kararda tanık anlatımları, emniyet müdürlüğünce yapılan tahkikat ve cevabı yazılar ve tüm dosya kapsamına göre davacının ayrıldığı eşiyle birlikte yaşamadığı, boşanmanın muvazaalı olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, davacının kuruma borçlu olmadığının tespitine ve kesilen aylıkların kesilme tarihi itibariyle yasal faiziyle davacıya ödenmesine aylıkların devamına dair verilen ilk karar ile bu kararın bozulması üzerine aynı yönde verilen ikinci karar eksik araştırma ve inceleme bulunduğu gerekçesiyle bozulmuştur.
İkinci bozma kararına da uyularak yapılan araştırma sonucu mahkemece verilen üçüncü kararda ise davacının boşandığı eşiyle birlikte yaşadığı kabul edilerek bu kez dava reddedilmiştir.
Bu kararın da temyizi üzerine yapılan inceleme sonucu, bozma gereklerinin yerine getirilmediği, toplanan delillerin birlikte yaşama olgusunu tam olarak ortaya koymadığı, uyulan bozma kararı gereğince araştırmaların yapılması gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulması sonucu bu kez davanın reddine dair önceki hükümde direnilmiştir.
Mahkeme dosyada mevcut deliller itibariyle iki kez davanın kabulüne karar vermiş iken bozma sonrası yaptığı araştırmalardan sonra öncesinde davanın kabulüne dayanak yapılan bazı deliller de dayanak yapılarak bu kez davanın reddine karar vermiştir. Oysa ki toplanan delilleri davanın kabulü için yeterli görmüş olan mahkemenin daha sonra aynı delillere dayanarak davanın reddine karar vermesi kabul edilemez. Uyulan bozma kararları ile toplanan delillerin davanın kabulü için yeterli olmadığı da anlaşılmış iken bu kez aynı delillerin önceki kabulün tersi yönde değerlendirilerek davanın reddine gerekçe yapılabileceği düşünülemez.
Bu davaların kamu düzenine ilişkin niteliği de gözetilerek uyulan bozma kararına uygun biçimde eksik deliller toplanıp boşandığı eşiyle birlikte yaşama veya yaşamama olgusunun varlığı tam olarak açığa çıkarılıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken davanın kabulü veya reddi için hükme esas alınmaya yeterli olmayan bazı delillere dayanılarak davanın reddine dair önceki hükümde direnilmesi dosya kapsamındaki delillere uygun olmamıştır.
Belirtilen nedenlerle Özel Daire kararı gibi direnme hükmünün bozulması gerektiği görüşünde olduğumdan direnme hükmünün onanması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.