Ceza Genel Kurulu 2018/582 E. , 2020/291 K.
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 8. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 426-718
Mala zarar verme suçundan sanık ...'in beraatine ilişkin Sincan (Ankara Batı) 4. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 08.03.2013 tarihli ve 358-182 sayılı hükmün, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 23. Ceza Dairesince 28.03.2016 tarih ve 15233-3534 sayı ile;
'Sanığın olay tarihinde kendi balkonunda bulunan katılan ile tartışma yaşadıkları, tartışma sırasında sanığın bardak atmak suretiyle katılanın pencere camını kırdığı bu suretle mala zarar verme suçunu işlediği iddia olunan somut olayda;
Dosyada mevcut 21.12.2011 tarihli olay tutanağından katılanın mutfak pencere camının kırıldığının ve pencerenin çift camlı olması ve dış camın kırılması nedeniyle cam kırıklarının dışa doğru döküldüğünün anlaşılması; sanığın aşamalarda katılana bardak fırlattığını kabul ve beyan etmiş olması, mahkemede de çelişki nedeniyle sorulduğunda bu hususu tekrar ederek katılana postayla 50 TL göndererek zararını karşıladığını beyan etmiş olması, bu hususun katılan tarafından da doğrulanmış olması karşısında sanığın sübut bulan mala zarar verme suçundan mahkûmiyeti yerine oluşa ve dosya kapsamına uygun olmayan gerekçeyle yazılı şekilde beraat kararı verilmesi' isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Ankara Batı 4. Asliye Ceza Mahkemesi ise 13.10.2016 tarih ve 426-718 sayı ile;
'Her ne kadar Yargıtay 23. Ceza Dairesinin bozma ilamında sanığın katılana bardak fırlattığını kabul ve beyan etmiş olması ve bilahare zararı gidermesi nedenleriyle sanığın mala zarar verme suçunu işlemiş olduğunun sübut bulduğu bildirilmiş ise de mala zarar verme suçunun manevi unsuru kast olup sanığın tartışma sırasında sinirle attığı bardağın katılana isabet ettiği ve hayatın doğal akışına göre de katılana isabet etmesi kastıyla bardağın fırlatıldığının aşikâr olduğu, zararı gidermiş olmasının suça delil olmayacağı anlaşılmış, mala zarar verme suçunun manevi unsuru gerçekleşmediğinden ilk kararda direnilerek sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.' gerekçesiyle bozma kararına direnerek önceki hüküm gibi sanığın beraatine karar vermiştir.
Bu hükmün de katılan ve vekili ile sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 22.03.2017 tarihli ve 12271 sayılı 'bozma' istekli tebliğnamesiyle dosya 6763 sayılı Kanun'un 36. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK'nın 307. maddesi uyarınca, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 22.12.2016 tarihli ve 398 sayılı kararı ile kararına direnilen Yargıtay 23. Ceza Dairesinin kapatılması nedeniyle Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 20.01.2017 tarihli ve 2017/1 sayılı iş bölümü kararı doğrultusunda Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince 22.11.2018 tarihli ve 10037-13155 sayılı karar ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İnceleme dışı katılan sanık ... hakkında katılan ...’a yönelik cinsel taciz ve katılan sanık ... hakkında inceleme dışı katılan sanık ...’e yönelik silahla kasten yaralama suçlarından verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararlar mercisince itirazın reddine karar verilmek suretiyle, katılan sanık ... hakkında inceleme dışı katılan ...’e yönelik kasten yaralama suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar itiraz edilmeksizin, katılan sanık ... hakkında inceleme dışı katılan ...’e yönelik tehdit suçundan verilen beraat hükmü ise temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme sanık ... hakkında katılan ...’a yönelik mala zarar verme suçundan kurulan beraat hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; sanık ...’e atılı mala zarar verme suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği'nin 27. maddesi uyarınca öncelikle;
1- 13.10.2016 tarihli oturumda sanık ...’in yüzüne karşı verilen hükme yönelik sanık müdafisinin 14.11.2016 tarihli temyiz isteminin süresinde olup olmadığı,
2- Direnme kararına konu beraat hükmünün gerekçesinin ilk kararın gerekçesi ile aynı olmasına karşın bu gerekçeye ek olarak atılı suçun manevi unsurunun gerçekleşmediğinden bahsedilmesinin yeni hüküm niteliğinde olup olmadığının,
Değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Ankara Etimesgut Noterliği tarafından düzenlenen 28.12.2012 tarihli ve 41150 yevmiye sayılı genel vekâletname ile sanık ...’in Av. ... ve Av. Aysun Ünsal’ı vekil olarak tayin ettiği, 17.01.2013 tarihli oturumda ibraz edilen vekâletname uyarınca Av. ...’ın sanık ... müdafisi olarak dava ve duruşmalara kabulüne karar verildiği,
Yerel Mahkemece 'Sanık ... hakkında katılan sanık ...'a yönelik mala zarar verme suçunu işlediği iddiasıyla TCK'nın 151/1. maddeleri gereğince cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın üzerine atılı suçu kabul etmediğine dair savunmasının aksini gösterir mahkûmiyeti gerektirir şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından dolayısıyla atılı suçu işlediği sabit olmadığından” şeklindeki gerekçe ile sanık hakkında mala zarar verme suçundan kurulan ilk beraat hükmünün, Özel Dairece; sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi gerektiği belirtilerek bozulmasından sonra, yapılan yargılama sonucunda önceki kararda yer alan gerekçeye ek olarak “Her ne kadar Yargıtay 23. Ceza Dairesinin bozma ilamında sanığın katılana bardak fırlattığını kabul ve beyan etmiş olması ve bilahare zararı gidermesi nedenleriyle sanığın mala zarar verme suçunu işlemiş olduğunun sübut bulduğu bildirilmiş ise de mala zarar verme suçunun manevi unsuru kast olup sanığın tartışma sırasında sinirle attığı bardağın katılana isabet ettiği ve hayatın doğal akışına göre de katılana isabet etmesi kastıyla bardağın fırlatıldığının aşikâr olduğu, zararı gidermiş olmasının suça delil olmayacağı anlaşılmış, mala zarar verme suçunun manevi unsuru gerçekleşmediğinden ilk kararda direnilerek sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.” biçimindeki gerekçeyle sanığın ilk hükümdeki gibi beraatine karar verildiği,
Bozma sonrası yapılan 13.10.2016 tarihli oturuma sanık ... müdafisinin katılmadığı ancak aynı oturumda hazır bulunan sanık ...’in bozma ilamına karşı beyanda bulunmasından sonra direnme kararına konu beraat hükmü kurularak sanığın yüzüne karşı tefhim edildiği,
Gerekçeli kararın sanık ... müdafisi Av. ...'a 16.11.2016 tarihinde tebliğ edildiği, sanık müdafisinin ise tebliğ tarihinden önce 14.11.2016 tarihinde e-imzalı dilekçesi ile temyiz talebinde bulunduğu,
Hükümdeki kanun yolu bildiriminin; “Sanığın ve katılanın yüzüne karşı kararın tefhiminden itibaren 7 gün içinde, doğrudan mahkememize veya başka yerdeki nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesine verilecek dilekçe ile veya cezaevinde bulundukları takdirde mahkememize gönderilmek üzere Cezaevi İdaresine verilecek dilekçe ile Yargıtaya başvurmak suretiyle yasa yolu açık olmak üzere, karar temyiz edilmediği takdirde kesinleşeceğine dair verilen karar gerekçesi ana hatları ile izah edilerek hüküm fıkrası okunmak suretiyle açıklandı.” şeklinde olduğu,
Anlaşılmaktadır.
Ön sorunların sırasıyla değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
1- 13.10.2016 tarihli oturumda sanık ...’in yüzüne karşı verilen hükme yönelik sanık müdafisinin 14.11.2016 tarihli temyiz isteminin süresinde olup olmadığı;
Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de 1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 310. maddesine göre iki şartın varlığı gereklidir. Bunlardan ilki istek, ikincisi ise süre şartıdır.
Uyuşmazlık konusu olayda istek şartının gerçekleştiği konusunda bir tereddüt bulunmadığından süre şartının gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durulmalıdır.
CMUK’nın, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince uygulanması gereken 310. maddesinde, temyiz isteminin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu takdirde, beyanın tutanağa geçirilerek hâkime tasdik ettirileceği, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz süresinin tebliğle başlayacağı belirtilmiştir.
Ayrıntılarına Ceza Genel Kurulunun 04.06.1984 tarihli ve 2-196 sayılı kararında yer verildiği üzere, ilgili kişinin yüzüne karşı verilen bir hükme yönelik yasal temyiz süresi, tefhimle birlikte başlamakta olup sonradan yapılan karar tebliği, temyiz süresini yeniden başlatmayacaktır. Ancak, tefhim ile birlikte temyiz süresinin işlemeye başlaması için kanun yolu bildiriminin Kanun'un öngördüğü şekilde ve ilgiliyi yanıltmayacak biçimde yapılması gerekmektedir.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 40/2. maddesinde;
“Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmüne yer verilmiş,
Bu düzenlemeye paralel olarak 5271 sayılı CMK’nın 34/2. maddesinde;
“Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir.”,
231/2. maddesinde;
“Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir.”,
232/6. maddesinde ise;
“Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve mercinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir.”,
Şeklindeki emredici düzenlemeler yer almıştır.
Gerek yüze karşı, gerekse yoklukta verilen hüküm ve kararlarda, başvurulacak kanun yolu süresi, başvuru yapılacak merci ile başvuru şeklinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıkça belirtilmesi zorunludur. Bu bildirimlerdeki temel amaç tarafların başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması ve bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bihakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise bu durum eski hâle getirme nedeni oluşturmayacaktır.
Bu bilgiler ışığında bir numaralı ön sorun değerlendirildiğinde;
Sanık ...’in yüzüne karşı verilen beraat hükmüne ilişkin “Sanığın ve katılanın yüzüne karşı kararın tefhiminden itibaren 7 gün içinde, doğrudan mahkememize veya başka yerdeki nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesine verilecek dilekçe ile veya cezaevinde bulundukları takdirde mahkememize gönderilmek üzere Cezaevi İdaresine verilecek dilekçe ile Yargıtay'a başvurmak suretiyle yasa yolu açık olmak üzere, karar temyiz edilmediği takdirde kesinleşeceğine dair verilen karar gerekçesi ana hatları ile izah edilerek hüküm fıkrası okunmak suretiyle açıklandı.” şeklindeki kanun yolu bildiriminin, Anayasa’nın 40/2, 5271 sayılı CMK’nın 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde öngörülen şekilde ve ilgiliyi yanıltmayacak biçimde yapıldığı göz önüne alındığında, 13.10.2016 tarihli beraat hükmünün sanık ...'in yüzüne karşı verildiği, sanık müdafisinin 14.11.2016 tarihinde e-imzalı dilekçeyle temyiz talebinde bulunduğu, tefhim ile başlayan bir haftalık temyiz süresinin ise 20.10.2016 tarihinde sona erdiği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, sanık ... müdafisinin kanuni süreden sonra gerçekleşen temyiz talebinin 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 310 ve 317. maddeleri uyarınca reddine karar verilmelidir.
Ulaşılan bu sonuç itibarıyla katılan ve vekilinin temyiz talepleri ile sınırlı olarak inceleme yapılması gerekmektedir.
2- Direnme kararına konu beraat hükmünün gerekçesinin ilk kararın gerekçesi ile aynı olmasına karşın bu gerekçeye ek olarak atılı suçun manevi unsurunun gerçekleşmediğinden bahsedilmesinin yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı;
Ceza Genel Kurulunun süreklilik kazanmış uygulamalarına göre şeklen direnme kararı verilmiş olsa dahi;
a) Bozma kararı doğrultusunda işlem yapmak,
b) Bozma kararında tartışılması gerektiği belirtilen hususları tartışmak,
c) Bozma sonrası yapılan araştırma, inceleme ya da toplanan yeni delillere dayanmak,
d) Önceki kararda yer almayan ve daire denetiminden geçmemiş olan yeni ve değişik gerekçe ile hüküm kurmak,
Suretiyle verilen hüküm, direnme kararı olmayıp yeni bir hükümdür. Bu nitelikteki bir hükmün temyiz edilmesi hâlinde ise incelemenin Yargıtayın ilgili dairesi tarafından yapılması gerekmektedir.
Bu bilgiler ışığında iki numaralı ön sorun değerlendirildiğinde;
Yerel Mahkemece 'Sanık ... hakkında katılan sanık ...'a yönelik mala zarar verme suçunu işlediği iddiasıyla TCK'nın 151/1. maddeleri gereğince cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın üzerine atılı suçu kabul etmediğine dair savunmasının aksini gösterir mahkûmiyeti gerektirir şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından dolayısıyla atılı suçu işlediği sabit olmadığından” şeklindeki gerekçe ile sanık hakkında mala zarar verme suçundan kurulan ilk beraat hükmünün, Özel Dairece; sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi gerektiği belirtilerek bozulmasından sonra, yapılan yargılama sonucunda önceki kararda yer alan gerekçeye ek olarak “Her ne kadar Yargıtay 23. Ceza Dairesinin bozma ilamında sanığın katılana bardak fırlattığını kabul ve beyan etmiş olması ve bilahare zararı gidermesi nedenleriyle sanığın mala zarar verme suçunu işlemiş olduğunun sübut bulduğu bildirilmiş ise de mala zarar verme suçunun manevi unsuru kast olup sanığın tartışma sırasında sinirle attığı bardağın katılana isabet ettiği ve hayatın doğal akışına göre de katılana isabet etmesi kastıyla bardağın fırlatıldığının aşikâr olduğu, zararı gidermiş olmasının suça delil olmayacağı anlaşılmış, mala zarar verme suçunun manevi unsuru gerçekleşmediğinden ilk kararda direnilerek sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.” biçiminde, Özel Daire denetiminden geçmemiş olan yeni ve değişik gerekçeyle sanığın ilk hükümdeki gibi beraatine karar verildiği anlaşılmıştır.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin son uygulaması direnme kararı niteliğinde olmayıp ilk hükümde yer almayan yeni ve değişik gerekçelerle hüküm kurulmuş olması nedeniyle yeni hüküm niteliğindedir. Bu yeni hükmün doğrudan Ceza Genel Kurulunca ele alınması mümkün olmadığından, dosyanın temyiz incelemesi için Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
Öte yandan, katılan ...'ın temyiz talebine ilişkin tebliğnamede görüş bulunmadığı ve bu konuda ek tebliğname düzenlenmesi gerektiği anlaşıldığından bu hususun temyiz incelemesi sırasında Özel Dairece gözetilmesi mümkün görülmüştür.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle,
1- Sanık ... müdafisinin kanuni süreden sonra gerçekleşen temyiz talebinin 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 310 ve 317. maddeleri uyarınca REDDİNE, incelemenin katılan ve vekilinin temyiz taleplerine hasren yapılmasına,
2- Ankara Batı 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 13.10.2016 tarihli ve 426-718 sayılı kararı yeni hüküm niteliğinde olduğundan, dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 16.06.2020 tarihinde yapılan müzakerede her iki uyuşmazlık bakımından oy birliğiyle karar verildi.