Ceza Genel Kurulu 2018/477 E. , 2021/651 K.
Yargıtay Dairesi : 4. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sanık ...’nın kamu görevlilerine karşı görevlerinden dolayı zincirleme hakaret suçundan TCK’nın 125/1-3-a, 43/2, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Karşıyaka (Kapatılan) 1. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 18.10.2011 tarihli ve 286-1012 sayılı hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 15.01.2014 tarih ve 12127-561 sayı ile;
“Sanığın, velayeti kendisinde bulunan müşterek çocukları ile şahsi münasebet kurmak için icra takibi yürüten boşandığı eşi tarafından kendisine çekilen cep telefon mesajlarının etkisiyle icra dosyasına sunduğu 21.02.2011 tarihli dilekçede, çocuk teslimi işlemleri sırasında görev yapan icra katibi ve pedagogları kast ederek '4. İcra memuru ... ile iki samimi arkadaşı Gaziantepli ... ve ... adlı iki pedagogu ayartıp husumetle ve kasten şebeke çete grubu oluşturup benim 10 yaşındaki kızım aleyhine görevlerini kötüye kullanıp, maddi hırsları nedeniyle kötülük yapan bu şebeke grubu elemanlarıyla mahkemeliğiz' şeklindeki ifadelerin katılanların onur, ... ve saygınlıklarını rencide edici boyutta olmayıp, ağır eleştiri niteliğinde olduğu ve talebinin doğruluğunu açıklamak amacı ile söylendiği gözetilmeden, mahkûmiyet kararı verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkemece 05.12.2014 tarih ve 158-177 sayı ile;
'Toplanan delillere ve tüm dosya kapsamına göre; sanığın, ... isimli kişi ile bir süre evli kaldığı, bu evlilikten ... isimli kız çocuğunun dünyaya geldiği, sanığın daha sonra eşinden boşandığı, müşterek çocuklarının velayetinin sanığa verildiği, boşanma kararında çocuk ile babası arasında kişisel ilişki tesisine dair hüküm kurulduğu anlaşılmıştır.
Mahkeme tarafından verilen kişisel ilişki tesisine dair kararın icrasının gerektiği her dönemde bu kararın İcra Dairesi vasıtasıyla icra edilmek zorunda kalındığı, İcra İflas Kanunu hükümleri uyarınca icra memuru ve uzman bilirkişi ve polisin sanığın evine gittiği, sanığın her defasında kararın icrasını güçleştirdiği, gelen görevliler ile tartıştığı bu nedenle işlediği iddia olunan suçlarla ilgili kamu davalarının açıldığı anlaşılmıştır.
Sanığın eski eşi ile arasındaki sorunların küçük yaştaki kızına olumsuz etkilerinin olabileceği düşünülerek durumun Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğüne bildirilmiş, burası tarafından yapılan tespitlerle de bu husus doğrulanmış ve çocuk hakkında sağlık tedbiri alınması için Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü tarafından işlem başlatılmıştır.
Sanığın bu süreçte icra memuru ve İcra Müdürlüğü tarafından görevlendirilen uzman olarak kamu görevlerini yerine getiren müştekileri suçlayıcı şekilde yazdığı, 17/02/2011 tarihli dilekçesini Karşıyaka 4. İcra Müdürlüğüne verdiği, sanığın dilekçesinde müştekileri kendisine karşı eşi ile birlik olup 'şebeke ve çete kurmakla, eşinin kurduğu şebeke ve çetenin elemanı olmakla' suçladığı belirlenmiştir.
'Çete' kelimesinin mecazi anlamı sözlüklerde 'kötü bir amaçla bir araya gelmiş bir kaç kişilik topluluk' olarak tanımlanmaktadır. Yine 'şebeke' kelimesinin mecazı anlamı 'birbiriyle bağlantılı ve gizli çalışan, yasal olmayan işler çeviren kimseler topluluğu' olarak tanımlanmıştır (Ali Püsküllüoğlu, Türkçe Sözlük, 5. Baskı, İstanbul 2004, s. 418 ve 1608).
Bu tanımlardan da anlaşılacağı gibi; çete kurmak, şebeke oluşturmak veya bunlara üye olmak şeklindeki sözler, muhatabı olan kişinin, kötülük yapan, gizli ve yasa dışı işler çeviren bir kişi olduğunu söylemek anlamındadır. Üstelik sanık bu sözleri yönelttiği müştekilerin, icra takibinin karşı tarafı durumundaki kişinin çetesinde, şebekesinde bulunduğunu yani onun elamanı durumunda olduklarını ifade etmiştir. Kamu görevlisi olan müştekilerin, icra dosyasının karşı tarafı ile menfaat ilişkisi içinde işbirliği yaptıklarını söylemek, onların üstlendikleri kamu görevini, usulsüz bir biçimde yaptıklarını, menfaat temin ettiklerini söylemekle eş anlamlıdır.
Açıklanan bu duruma göre, sanığın sarf ettiği sözler eleştiri sınırını aştığı gibi, kaba söz niteliğini de aşmıştır. Sanığın tüm süreç içindeki eylemleri ve sözleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde, muhatabı olduğu icra takiplerini sonuçsuz bırakmak için kamu görevlilerine hakaret niteliğinde sözler sarf ettiği, sözlerin, olayın bütünlüğü içinde değerlendirilmesi hâlinde anlamlarının daha doğru tespit edileceği kabul edilmiş, sanığın sözleri hakaret olarak nitelendirilmiştir.' gerekçesiyle bozma kararına direnilmiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 12.02.2015 tarihli ve 33480 sayılı 'Bozma' istekli tebliğnamesi ile dosya 6763 sayılı Kanun'un 36. maddesiyle değişik CMK'nın 307. maddesi uyarınca Yargıtay 18. Ceza Dairesine gönderilmiş, anılan Dairenin 23.05.2017 tarihli ve 27556-6356 sayılı görevsizlik kararı üzerine dosyanın sehven gönderildiği Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 28.02.2018 tarih ve 979-79 sayı ile dosya kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 4. Ceza Dairesince 27.09.2018 tarih ve 2337-15696 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa yüklenen kamu görevlilerine karşı görevlerinden dolayı zincirleme hakaret suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
İddia, Karşıyaka 4. İcra Müdürlüğünün 2009/6337 sayılı dosyasının sureti, sanık tarafından bu dosyaya sunulan 21.02.2011 tarihli dilekçe, katılan ... ile mağdurlar ... ve ...’nun anlatımları, sanığın ikrarı, 28.03.2011 tarihli mesaj tespit tutanağı, sanığın yargılama evresinde Yerel Mahkemeye sunduğu boşandığı eşinden gelen mesajlara yer verdiği 14.04.2011 havale tarihli dilekçesi ve tüm dosya içeriğinden; sanık ...’nın bir süre evli kaldıktan sonra Karşıyaka 2. Aile Mahkemesinin 13.04.2009 tarihli ve 825-358 sayılı kararıyla ...’den boşandığı, bu evlilikten doğan ... isimli çocuklarının velayetinin sanığa verildiği ve çocuk ile babası arasında kişisel ilişki tesisine dair hüküm kurulduğu, ...’in çocuk ile şahsi hak tesisi için anılan kararı Karşıyaka 4. İcra Müdürlüğünün 2009/6337 sayılı dosyası ile takibe koyduğu, söz konusu takip ile ilgili 21.03.2010 tarihinde yapılan çocuk teslimine ilişkin işlemde Karşıyaka 2. Aile Mahkemesinde pedagog olarak çalışan mağdur ...’nın, 07.11.2010 tarihindeki çocuk teslimine ilişkin işlemde ise Karşıyaka 1. Aile Mahkemesinde pedagog olarak çalışan katılan ...’in, Karşıyaka 4. İcra Müdür Yardımcısı olan ...’na eşlik ettikleri, sanığın 21.02.2011 tarihinde Karşıyaka 4. İcra Müdürlüğünün 2009/6337 sayılı dosyasına sunulmak üzere verdiği dilekçede '… Aynı zamanda 4. İcra memuru ... ile iki samimi aynı odayı paylaşan oda arkadaşı Gaziantepli ... ve ... adli iki pedagogu ayartıp husumetle ve kasten şebeke çete grubu oluşturup benim 10 yaşındaki kızım aleyhine görevlerini kötüye kullanıp maddi hırsları nedeniyle kötülük yapan şebeke grup elemanları ile mahkemeliğiz. …' ifadelerine yer verdiği hususunda Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Doğal haklardan kabul edilen ifade hürriyeti, çoğulcu demokrasilerde, vazgeçilemez ve devredilemez bir niteliğe sahiptir. Öğretide değişik tanımlara rastlanmakla birlikte, genel bir kabulle ifade/düşünce hürriyeti, insanın özgürce fikirler edinebilme, edindiği fikir ve kanaatlerinden dolayı kınanmama, bunları meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve özgürlüğüdür. Demokrasinin 'olmazsa olmaz şartı' olan ifade hürriyeti, birçok hak ve özgürlüğün temeli, kişisel ve toplumsal gelişmenin de kaynağıdır. İşte bu özelliğinden dolayı ifade hürriyeti, temel hak ve hürriyetler kapsamında değerlendirilerek, birçok uluslararası belgeye konu olmuş, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda da ayrıntılı düzenlemelere tabi tutulmuştur.
Bu bağlamda;
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesinde;
'Herkesin görüş ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve herhangi bir yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama, alma ve yayma özgürlüğünü içerir.',
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 10. maddesinin birinci fıkrasında;
'Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.' hükümlerine yer verilmiştir.
Anayasa'mıza bakıldığında;
25. maddede “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında;
“Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.”
26. maddede, AİHS’nin 10. maddesinin birinci fıkrasındaki düzenlemeye benzer şekilde;
'Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.' hükümleri yer almıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise konuya ilişkin olarak; 'İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen 'haber' ve 'düşünceler' için değil, ama ayrıca Devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz. Bu demektir ki, başka şeyler bir yana, bu alanda getirilen her 'formalite', 'koşul', 'yasak' ve 'ceza', izlenen meşru amaçla orantılı olmalıdır.' şeklinde görüş belirtmiştir (Handyside/ Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 07.12.1976).
Görüldüğü gibi, Sözleşme'nin 10. maddesinin birinci fıkrası ile Anayasa’nın 25 ve 26. maddelerinde ifade (düşünce) hürriyeti en geniş anlamıyla güvence altına alınmıştır.
Günümüz özgürlükçü demokrasilerinde, istisnalar dışında, geniş bir yelpazeyle düşünceyi açıklama korunmakta ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmek suretiyle özgürlüğün sağladığı haklardan en geniş şekilde yararlandırılmaktadır.
Ne var ki; iftira, küfür, onur, ... ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik bulunan ifadeler ise düşünce özgürlüğü bağlamında hukuki koruma görmemekte, suç sayılmak suretiyle cezai yaptırımlara bağlanmaktadır.
Bu bağlamda TCK'nın “Hakaret” başlıklı 125. maddesi;
“(1) Bir kimseye onur, ... ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, ... ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.
(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.
(3) Hakaret suçunun;
a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,
İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz
(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.
(5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu düzenleme ile 765 sayılı TCK'dan farklı olarak hakaret ve sövme ayrımı kaldırılmış, onur, ... ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek, hakaret suçunu oluşturan seçimlik hareketler olarak belirlenmiştir. (Mahmut Koca - İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s. 430).
Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, ... ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir.
Eleştiri ise, herhangi bir kişiyi, eseri, olayı veya konuyu enine, boyuna, derinlemesine her yönüyle incelemek, belli kriterlere göre ölçmek, değerlendirmek, doğru ve yanlış yanlarını sergilemek amacıyla ortaya konulan görüş ve düşüncelerdir. Genelde beğenmemek, kusur bulmak olarak kabul görmekte ise de eleştirinin bir amacının da konuyu anlaşılır kılmak, sonuç çıkarmak ve toplumu yönlendirmek olduğunda kuşku yoktur.
Her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, ... ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir.
Kamu görevlilerinin, görevlerini yerine getirirken fonksiyonlarını etkilemeyi ve saygınlıklarına zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı saldırılara karşı korunmaları zorunlu olmakla birlikte, demokratik bir hukuk devletinde, kamu görevini üstlenenleri denetlemek, faaliyetlerini değerlendirmek ve eleştirmek de kaynağını Anayasa'dan alan düşünceyi açıklama özgürlüğünün sonucudur. Eleştirinin sert bir üslupla yapılması, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgu ise de eleştiri yapılırken görüş açıklama niteliğinde bulunmayan, küçültücü, aşağılayıcı ifadeler kullanılmamalı, düşünceyi açıklama sınırları içinde kalınmalıdır.
AİHM’e göre öncelikle ifadelerin bir olgu isnadı mı yoksa değer yargısı mı olduğu belirlenmelidir. Zira olgu isnadı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi dahi ifade özgürlüğüne müdahale sayılabilecektir. Yargılamaya konu olan ifadeler bir değer yargısı içermekte olup somut bir olgu isnadından bahsedilemiyorsa, değer yargılarını destekleyecek 'yeterli bir altyapı'nın mevcut olup olmadığı AİHM tarafından göz önünde bulundurulacaktır. Zira değer yargılarının dahi belli düzeyde olgusal temel içermesi gerektiği kabul edilmektedir. Öte yandan, hiçbir veriye dayanmayan ve hiçbir altyapısı bulunmayan bir değer yargısı AİHM tarafından da ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kabul görmemektedir.
Olgu isnadı içeren ifadeler konusunda ise, en azından ilk bakışta güvenilir görünen delil sunulması gerektiği kabul edilmektedir. Elbette ki, bu deliller sunulamadığı takdirde, AİHM, iddiaların gerçekliğinin kanıtlanmasını beklemektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık ...’nın 21.02.2011 tarihinde Karşıyaka 4. İcra Müdürlüğünün 2009/6337 sayılı dosyasına sunulmak üzere verdiği dilekçede '… Aynı zamanda 4. İcra memuru ... ile iki samimi aynı odayı paylaşan oda arkadaşı Gaziantepli ... ve ... adli iki pedagogu ayartıp husumetle ve kasten şebeke çete grubu oluşturup benim 10 yaşındaki kızım aleyhine görevlerini kötüye kullanıp maddi hırsları nedeniyle kötülük yapan şebeke grup elemanları ile mahkemeliğiz. …' ifadelerine yer verdiği olayda;
Sanığın suç kastı ile bir davranışta bulunmadığına ve mağdurlar ... ve ... ile katılan ...’in sanıkla birlikte hareket ettiklerini düşündüğüne dair savunması, bu savunmasının, boşandığı eşi tarafından sanığa gönderilen ve kamu görevlileri üzerinde nüfuzu bulunduğu intibasını uyandıran mesajlara yer veren 28.03.2011 tarihli mesaj tespit tutanağı ve 14.04.2011 havale tarihli dilekçeyle desteklenmesi, sanığın suça konu dilekçesinin bütünlüğü ve yazılış amacı birlikte gözetildiğinde kullanılan ifadeler nezaket dışı, kaba, rahatsız edici ve ağır eleştiri niteliğinde ise de bu ifadelerin mağdurlar ve katılanın onur, ... ve saygınlıklarını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadı içermemesi ve sövme fiilini de oluşturmaması nedeniyle hakaret suçunun kanuni unsurlarının gerçekleşmediği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, unsurları oluşmayan hakaret suçundan CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Karşıyaka 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 05.12.2014 tarihli ve 158-177 sayılı hükmündeki direnme gerekçesinin YERİNDE OLMADIĞINA,
2- Karşıyaka 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 05.12.2014 tarihli ve 158-177 sayılı direnme kararına konu hükmünün, unsurları oluşmayan hakaret suçundan CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
3- Dosyanın mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 16.12.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.