11. Hukuk Dairesi 2016/758 E. , 2016/1623 K.
MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ
.
Taraflar arasında görülen davada... 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 11/05/2015 tarih ve 2015/369-2015/271 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin davalı nezdinde ticari risk sigortası yaptırdığını, müvekkil şirketinin bünyesindeki depoda bulunan 4.408,48 ton ay çiçeği kabuğunun 3.216,64 tonunun 14/02/2014 tarihinde içten yanmaya başladığını, 610.176,50 TL hasar bedelinin davalı tarafça ödenmediğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 10.000 TL'nin davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, peşin harcın 610.176,50 TL üzerinden ikmali için davacı vekiline 2 haftalık kesin süre verilmesine rağmen harcın ikmal edilmediği gerekçesi ile davanın HMK'nun 114/1 ve 115/2 maddeleri gereğince usulden reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
1- Dava, sigorta bedelinin tahsili istemine ilişkin alacak davasıdır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir. 6100 sayılı HMK’nın 107. maddesi; '(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. (2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir. (3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.' hükmünü içermektedir.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna yada objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde 'Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı yada bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.' şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.
Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir. 6100 sayılı HMK’nın 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de 'karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)' belirlenebilme hali açıklanmıştır.
Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz.
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir. Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir.
6100 sayılı HMK ile birlikte, belirsiz alacak davası açma imkanı tanınmak suretiyle belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı da sınırlandırılmıştır. Zaman zaman, 6100 sayılı HMK ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür. Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü belirsiz alacak davası, zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir.
Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanun'un 119/1-ğ. maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır. Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanun'un 119/1-ğ. maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı kanunun 119/2. maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde; davacı vekili 15.05.2014 tarihli dava dilekçesinin ''Konu'' bölümünde davasını belirsiz alacak davası olarak nitelendirmiş, mahkemece de 27.03.2015 tarihli 1. celse tutanağında dava belirsiz alacak davası olarak kabul edilmiş ise de, dava dilekçenin ikinci sayfasında ''Oluşan Hasar Miktarı ve Hesaplanması'' başlığı altında, 14.02.2014 tarihi itibariyle mevcut mal stoğunun, hasarsız stoğun, ayrıştırma öncesi hasarlı kısmın, ayrıştırma sonrası kazanılan kısmın ve ayrıştırma sonrası tamamen hasarlı kısmın ton olarak belirtildiği, sonrasında ''Sigortaya Gönderilen Maliyet Hesabı'' başlığı altında detaylı maliyet hesabı yapılarak ''Toplam Hasar Bedeli''nin 610.176,50 TL şeklinde tespit edildiği, dava dilekçesinin 3. sayfasında ''Taleplerimiz'' başlığı altında talep edilen maliyet kalemleri tek tek sıralanmış olduğu görülmüş olup, davacının uğradığı hasar miktarı ve talep olunan miktar bellidir.
Bu itibarla, mahkemece, davanın belirsiz alacak davası niteliğinde olmadığı kabul edilerek hukuki yarar yokluğundan davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru değil ise de, sonucu itibariyle doğru bulunan hükmün gerekçesi açıklanan şekilde değiştirilerek onanması gerekmiştir.
2-Kabule göre, mahkemece, davacıya verilen kesin süre içerisinde harç eksikliğinin tamamlanmadığı gerekçesiyle, HMK'nın 114/1 ve 115/2. maddeleri uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Ancak, 6100 sayılı HMK'nın 115. maddesinde dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddedileceği belirtilmişse de, HMK'nın 114. maddesinde dava şartları sınırlı sayıda sayılmış olup, bunlar arasında gider avansı bulunsa da harç bulunmamaktadır. Yine aynı Yasa'nın 120. maddesinde harç ve gider avansının dava açılırken yatırılması gerektiği belirtilmekle birlikte, sadece gider avansının yatırılması için iki haftalık kesin süre verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu durumda, somut olaya 492 sayılı Harçlar Kanunu uygulanması gerekmektedir. 492 sayılı Harçlar Kanun'un 32. maddesi 'Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmiyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır.' hükmünü haizdir. Madde metninden eksik nispi karar ve ilam harcının çıkartılan muhtıraya rağmen tamamlanmaması halinde HMK'nın 150. maddesi uyarınca dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmesi, yasada belirtilen süre içerisinde eksik harcın tamamlanmaması durumunda da davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerektiği açık olmakla, mahkemece yazılı şekilde davanın usulden reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiş ise de, sonucu itibariyle doğru bulunan hükmün gerekçesi (1) nolu bentte açıklanan şekilde değiştirilerek onanması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) ve (2) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi ile sonucu itibariyle doğru olan hükmün HUMK'nın 438/son maddesi uyarınca açıklanan değişik gerekçeyle ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 01,50 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 17/02/2016 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Uyuşmazlık, davacı tarafından belirsiz alacak davası olarak nitelendirilen davanın, mahkemece tam dava olarak kabulü ve eksik peşin harcın ikmal edilmemesi nedeniyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilip verilemeyeceğine ilişkindir.
6100 sayılı HMK 33. maddesinde 'Hakimin, Türk Hukukunu re'sen uygulayacağı',
HMK 107/1 maddesinde 'Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde alacaklının, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar yada değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabileceği',
HMK 109/1 maddesinde 'talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmınında dava yoluyla ileri sürülebileceği' düzenlenmiş,
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu'nun 04.06.1958 tarih 1958/15-6 sayılı kararında da '.... hakimin bir davada sadece tarafların ileri sürdükleri maddi vakıalar ve netice-i taleplerle bağlı olup dayandıkları kanun hükümleriyle ve onların hukuki tavsifleriyle bağlı olmadığı ve kanunları re'sen tatbik ederek iddia ve müdafaadaki netice-i talepleri karara bağlamakla mükellef bulunduğu .... öngörülmüştür.
Somut uyuşmazlıkta, davacı, davalıya ticari risk sigorta poliçesi ile sigortalı ürünlerinde meydana gelen hasar nedeniyle toplam 610.176,50 TL tutarında zararından fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulmasıyla kaydıyla 10.000,00 TL'nin tazminini istemiş,
Davacı yargılama sırasında davanın belirsiz alacak davası olduğunu bildirmiş,
Mahkemece davanın tam dava olduğu, 610.176,50 TL değer üzerinden eksik peşin harcın kesin sürede ikmal edilmediği gerekçesiyle davanın usülden reddine karar verilmiş,
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar yazılı gerekçe ile onanmıştır.
Sayın çoğunluğun onama gerekçesine katılamıyorum.
Uyuşmazlıkta, davacı zararının 610.176,50 TL olduğunu bildirerek şimdilik 10.000,00 TL'nin tahsilini talep etmiş olup, davacı zararını dava dilekçesinde tam ve kesin olarak bildirdiğinden dava, HMK 109/1. maddesinde ifade edilen kısmi dava niteliğindedir.
Yargılama sırasında davacının, davanın Belirsiz Alacak davası olduğunu bildirmesi HMK 33. maddesi ile 4.6.1958 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca mahkemeyi bağlamamaktadır.
Zaten mahkemece de davanın Belirsiz Alacak davası olmadığı, tam dava olduğu kabul edilmiştir.
Ancak davanın, HMK 109/1. maddesinde ifade edilen “kısmı dava” tanımına uyması nedeniyle mahkemece de davanın kısmi dava olarak kabulü gerekmektedir.
Dava dilekçesinde peşin harcı yatırılmak suretiyle fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması kaydı ile 10.000,00 TL'nin tahsili istenmiş olup,bu halde mahkemece davaya devam edilerek uyuşmazlığın esası hakkında hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru değildir.
Yerel mahkeme kararının “davanın kısmi alacak davası olduğu, talep edilen kısmi alacak üzerinden peşin harcın dava açılırken ödendiği, bu halde davaya devamla talep edilen kısmi alacak üzerinden yargılamaya devam edilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği” gerekçesiyle bozulması gerekirken, yazılı gerekçe ile kararın onanmasına ilişkin sayın çoğunluk görüşüne karşıyım.