17. Hukuk Dairesi 2014/3683 E. , 2015/8830 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:
-K A R A R-
Davacılar vekili, 19.06.2007 tarihinde davalı ... şirketine zorunlu mali sorumluluk sigortası ile sigortalı aracı kullanan müvekkillerin desteğin tamamen kendi kusuruyla meydana gelen kaza sonucu öldüğünü belirterek her bir davacı 1.000,00-TL olmak üzere toplam 5.000,00-TL tazminatının kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, davanın 2918 sayılı Kanunun 109. maddesinde öngörülen davanın iki yıllık zaman aşımına uğradığını beyanla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre; ....'in, kendi sevk ve idaresindeki .... plakalı araçla 19.06.2007 tarihinde yaptığı tek taraflı trafik kazası sonucu vefat ettiği, kazanın tek taraflı olması ve kazada ölen ya da yaralanan başka bir kimsenin bulunmaması nedeniyle, ortada cezayı gerektiren bir fiilin varlığından bahsedilemeyeceği, bu nedenle 2918 sayılı KTK'nin 109/1. maddesi gereğince davanın 2 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, kaza tarihi ile dava tarihi arasında 2 yıllık
zamanaşımı süresinin geçtiği ve davanın zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava trafik kazası nedeni ile BK’nin 53. Maddesi gereğince destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
Çekişmelerin bir an önce sonuçlandırılmayıp uzun süre askıda bırakılmasının toplumun barış ve huzurunu bozacağı düşünülerek yargı yoluyla hak aramaya konulan zaman sınırı olarak öngörülen zamanaşımı kurumu bir maddi hukuk kurumu değildir. Bir borcu doğuran, değiştiren, ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır.
Borçlar Kanunu'nun 41. maddesinde haksız fiil tanımlanmış, 60. maddesinde de haksız fiilden zarar görenin bundan kaynaklanan maddi ve manevi zararın tazmini istemi ile açacağı davaların bağlı olduğu zamanaşımı süreleri özel olarak düzenlenmiştir. BK'nin 60. maddesinde üç türlü zamanaşımı süresi öngörülmüş olup bunlar, zararın ve failin öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıllık sübjektif ve nispi nitelikteki kısa zamanaşımı süresi, herhalde haksız fiil tarihinden itibaren 10 yıllık objektif ve mutlak nitelikte uzun zamanışımı süresi ile olağan üstü nitelikteki ceza zamanaşımı süresidir (EREN Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, B. 9, İstanbul 2006, s. 794).
Buna karşılık, özel bir kanun hükmünün, özel olarak zamanaşımı süresi öngördüğü tehlike sorumluluklarında BK m. 60 uygulanmaz. 2918 sayılı KTK'nin 109/I. maddesinde 'Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar' hükmüne, yine aynı kanunun 109/II. maddesinde ise, 'dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir' hükmüne yer verilmiştir.
Aynı fiil bazen, hem sorumluluğu gerektiren hem de ceza kanunlarına göre cezayı gerektiren bir fiil olabilir. Bu fiile göre Ceza Kanununun daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörüldüğü hallerde, tazminat davasının daha önce zamanaşımına uğraması tutarlı bir çözüm oluşturmaz. Zira cezalandırma, müeyyide olarak tazminattan daha ağırdır. Bu sebeple, kanun koyucu uyum sağlamak amacıyla ceza davası için öngörülen zamanaşımı süresince tazminat davasının da devamını temin bakımından genel olarak BK 60/II (6098 sayılı TBK m. 72/I), özel olarak da KTK 109/II. maddesinde düzenleme yapmıştır.
Burada üzerinde durulması gereken, 2918 sayılı KTK'nin 109. maddesinin 2. fıkrasında belirtilen, ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresinin, tazminat talebi ile açılacak davalar için de geçerli olabilmesinin, sadece fiilin Ceza Kanununa göre cezayı gerektiren bir fiil olmasının yeterli olması koşuluna bağlanmış bulunmasıdır.
Söz konusu yasa hükmü, ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için sadece fiilin cezayı gerektiren bir eylem olmasını yeterli görmekte; bunun dışında, eylemi gerçekleştiren fail hakkında soruşturma yapılmasını, ceza davası açılmış olması veya mahkûmiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı koşulu aranmamaktadır. Dahası, söz konusu hükümde, ceza zamanaşımının uygulanması bakımından sürücü ve diğer sorumlular (örneğin işleten veya Güvence Hesabı) arasında bir ayrım da yapılmamış, böylece kuralın bunların tümü için geçerli olduğu, hepsi için aynı zamanaşımı süresinin uygulanacağı öngörülmüştür (HGK'nin 10.10.2001 gün 2001/19-652-705 ve HGK'nin 16.04.2008 gün, 2008/4-326-325 sayılı kararları ile uzamış ceza zamanaşımı benimsenmiştir).
Ayrıca ceza zamanaşımının uygulanması yönünden hukuk hâkiminin tazminat davasını görürken, ceza hukuku kurallarıyla ve özellikle ceza mahkemesinin fail hakkında vermiş olduğu beraat veya mahkûmiyet kararıyla bağlı olup olmadığı BK 53. maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu maddede hukuk hâkiminin ceza hukuku kurallarıyla bağlı olmadığı hükme bağlandığı gibi ceza mahkemesi kararlarıyla da bağlı olmadığı düzenlenmiştir. Bununla birlikte suçun işlendiğine veya işlenmediğine ilişkin ceza mahkemesinin kesin kararı varsa, hukuk hâkimi bu kararla bağlıdır. Görüldüğü gibi ceza mahkemesince haksız eylemin suç niteliği saptanmamış ise hukuk hâkimine bunu kendiliğinden ve özgürce araştırma ve sonucuna göre karar verme yetkisi tanınmıştır.
Açıklanan ilkeler ışığında somut olay incelenecek olursa; kaza 19.06.2007 tarihinde gerçekleşmiş, davaya konu trafik kazası sonucunda davacıların desteğinin vefat ettiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere KTK'nin 109/II. maddesinde öngörülen ceza zamanaşımı süresinin uygulanması için kamu davasının açılmış olması veya
Mahkûmiyet kararı verilmiş bulunması aranmamakta olup cezayı gerektiren fiilin varlığı yeterlidir. Bir kişinin ölümü ile sonuçlanan söz konusu trafik kazası da bu anlamda cezayı gerektiren bir fiil niteliğindedir ve sürücü davacılar desteğinin vefat etmiş olması sonuca etkili değildir. Yasa koyucunun amacı Karayolları Trafik Kanunu uyarınca tehlike sorumluluğunu doğuran olaylarda sorumlulara karşı daha uzun zamanaşımı süresi içerisinde yönelmeyi sağlamaktır. KTK'nin 109. maddisinin 2. fıkrasındaki “cezayı gerektiren fiil” ifadesinin seçilmesi zamanaşımı yönünden yukarıda da açıklandığı gibi soruşturma veya kovuşturma yapılması koşullarının aranmadığı sonucunu doğurmaktadır.
Buna göre eylem için kaza tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK öngörülen ceza zamanaşımı süresi dikkate alındığında dava tarihinde zamanaşımı süresinin dolmadığı anlaşılmaktadır. Bu hale göre zamanaşımı süresinin dolmadığı dikkate alınmak suretiyle işin esasına girilip, tarafların delilleri toplanıp, sonucuna göre bir karar vermek gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine 17.06.2015 gününde Üye ...'ın karşı oyu ve oyçokluğuyla karar verildi.
(Karşı oy)
-KARŞI OY-
Uyuşmazlık, karayolunda motorlu aracın işletilmesi sırasında tamamen kendi kusuru ile gerçekleşen kaza sonucu vefat eden, araç sürücüsünün ölümü nedeniyle desteğinden yoksun kaldığını iddia eden davacı desteğinin, aracın Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortasını düzenleyen sigorta şirketi aleyhine açtığı davada, 2918 sayılı yasanın 109/2 maddesinde düzenlenen uzatılmış zamanaşımının uygulanıp uygulanamayacağına ilişkindir.
Yerel mahkemece “sürücünün eyleminin ceza yasalarına göre suç teşkil etmediği, bu nedenle 2918 sayılı yasanın 109/2 maddesinde düzenlenen uzatılmış zamanaşımının uygulanamayacağı” gerekçesiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş,
Davacının temyizi üzerine Dairece “Sürücünün eyleminin suç teşkil ettiği” gerekçesiyle sayın çoğunluk görüşü doğrultusunda yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
Sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılamıyorum.
Bilindiği üzere, motorlu aracın işletilmesinden, aracın sürücüsü-işleteni ve Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortacısı zarar görenlere karşı müştereken ve müteselsilen sorumludurlar.
Araç sürücüsünün sorumluluğu, Türk Borçlar Kanunu'nun 49.maddesinde düzenlenen haksız fiil sorumluluğu hükümlerine,
Araç işleteninin sorumluluğu 2918 sayılı yasanın 85.maddesi hükümlerine,
Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortacısının sorumluluğu ise 2918 sayılı yasanın 91/ilk maddesi hükümlerine dayanmaktadır.
Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortasının sorumluluğu, poliçe limiti dahilinde işletenin sorumluluğu ile eş değerdir, aynıdır. İşleten tarafından ödenen sigorta primi karşılığında motorlu aracın işletilmesinden doğan, işletenin hukuki sorumluluğu, sigorta poliçesi ile sigorta şirketine geçmektedir. Sigorta şirketinin sorumluluğu, poliçe teminatı dahilinde işletenin sorumluluğundan ne bir kuruş eksik ne de bir kuruş fazladır.
Araç sürücüsünün eylemi haksız fiil niteliğinde bulunduğu için sürücünün sorumluluğunun ve buna bağlı olarak Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortacısının sorumluluğunun tayinin de Türk Borçlar Kanunu'nun 49.maddesindeki koşulların gerçekleşmesi gerekir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 49/1 maddesinde “kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar verenin bu zararı gidermekle yükümlü olduğu” hükmü getirilmiştir.
Madde metninden de açıkça görüldüğü üzere haksız fiil sorumluluğunun doğması için bir zarar veren, bir de zarara uğrayan olmalıdır.
Zarar veren ve zarara uğrayanın aynı kişi olması, bu iki sıfatın aynı kişide içtima etmesi durumunda elbetteki Türk Borçlar Kanunu'nun 49.maddesinde düzenlenen sorumluluktan söz edilmesi mümkün değildir.
Haksız fiil sorumluluğu ile ilgili zamanaşımı ise Türk Borçlar Kanunu'nun 72.maddesinde düzenlenmiş, maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde eylemin cezayı gerektirmesi durumunda uzatılmış zamanaşımı süresinin uygulanacağı kabul edilmiştir.
İşte uyuşmazlığa konu olan, 2918 sayılı yasanın 109/2 maddesi, Türk Borçlar Kanunu'nun 72/1 maddesinin ikinci cümlesinin Karayolları Trafik Kanunu'na uyarlanmış halidir.
2918 sayılı yasanın 109/2 maddesinde “davanın, cezayı gerektiren bir fiilden doğması ve ceza kanununun bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmesi halinde bu sürenin maddi tazminat talepleri için de geçerli olduğu” düzenlenmiştir.
Uzatılmış zamanaşımı süresinin uygulanabilmesi için haksız fiilin aynı zamanda ceza kanunları gereğince suç teşkil etmesi, bunun yanında haksız fiilden doğan tazminat alacağına ilişkin zamanaşımı süresinden daha uzun bir ceza davası zamanaşımı süresi öngörülmüş olması gereklidir. Suç niteliğindeki haksız fiilden doğan alacak hakkının uzatılmış zamanaşımına tabi olması, ceza kanunlarında daha uzun zamanaşımı süresi öngörülen hallerde tazminat talebinin daha önce zamanaşımına uğramasının hukuk mantığına aykırı olduğu düşüncesine dayanmaktadır. Zira, hukuk mantığı fail yönünden daha hafif bir müeyyide niteliğindeki, tazminat yükümlülüğünün daha ağır sonuçları olan ceza müeyyidesinden önce zamanaşımına uğramamasını gerektirir.
Bir fiil ancak suç niteliğini haiz ise cezalandırılabilir. Dolayısıyla borçlunun sorumluluğunu gerektiren fiil Ceza Kanunu ve özel yasalarda yer alan ceza hükümlerine göre suç niteliğinde olmalıdır.
Fiilin, suçun objektif ve subjektif unsurlarını ihtiva etmesi gerekli ve yeterlidir. Ancak bu fiil nedeni ile ceza soruşturması yapılması, ceza davası açılması veya borçlunun cezaya mahkum edilmesi şart değildir.
Ceza soruşturması yapılmamış veya ceza davası açılmamış ise fiilin suç niteliğini haiz olup olmadığı hukuk hakimi tarafından takdir edilecek, söz konusu takdirin yapılmasında hukuk hakimi ceza hukuku kurallarını dikkate alacaktır.
Somut olayda; davacı desteği, aracı sevk ve idare etmekte iken tamamen kendi kusuru ile gerçekleşen kazada vefat etmiştir.
Davacı, desteğin haksız fiil mağduru olması nedeniyle tazminat talep etmektedir.
Davacı desteği aynı zamanda haksız fiilin failidir.
Olayda zarar gören davacıların Cumhuriyet Başsavcılığı'na şikayeti halinde yapılacak soruşturma sonucunda davacıların şikayeti yönünden fail ve mağdur sıfatının aynı kişide birleşmesi nedeniyle suç oluşmayacağından, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilecektir.
Tazminat alacaklısı (davacı)nın tazminat isteminin dayanağı olan, desteğinin dikkatsiz ve tedbirsizlikle kendi ölümüne sebebiyet vermesi olayında suçun mağduru ve faili sıfatı aynı kişide içtima ettiğinden ceza hukukunun genel ilkelerine göre bu eylem suç teşkil etmeyecek, dolayısıyla davacının tazminat istemi yönünden 2918 sayılı yasanın 109/2 maddesi hükümleri uygulanmayacaktır.
Sonuç olarak, desteğin tamamen kendi kusuru ile dikkatsizlik ve tedbirsizlik neticesi kendi ölümüne sebebiyet verme eylemi, mağdur ve fail sıfatının aynı kişide içtima etmesi nedeni ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve özel ceza yasalarında suç olarak tanımlanmış bir eylem değildir. Desteğin eyleminin karşılığı ceza yasalarında düzenlenmemiştir.
Ceza hukukunun temel ilkelerinden olan suçta ve cezada kanunilik ilkesi olarak da adlandırılan 5237 sayılı Türk Ceza Yasası'nın ikinci maddesinde “1-kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemeyeceği ve güvenlik tedbiri uygulanamayacağı, kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamayacağı, 2-idarenin düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza konulamayacağı, 3-kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamayacağı, suç ve ceza içeren hükümlerin kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamayacağı” öngörülmüştür.
5237 sayılı yasanın ikinci maddesi hükmüne göre, tazminat alacaklısı (davacı)nın, desteğinin ölümü nedeniyle tazminat talep etmesinde eylemin faili de mağduru da aynı kişi olduğundan, desteğin eylemi suç teşkil etmediğinden uyuşmazlıkta 2918 sayılı yasanın 109/2 maddesinde düzenlenen uzatılmış zamanaşımının uygulanması mümkün değildir.
Açıklanan nedenlerle yerel mahkeme kararının onanmasına karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile bozulmasına ilişkin sayın çoğunluk görüşüne karşıyım.