Ceza Genel Kurulu 2018/224 E. , 2021/121 K.
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 260-407
Sanık ... ... hakkında kasten öldürme suçundan açılan kamu davasında, sanığın eyleminin kasten öldürme suçuna teşebbüsü oluşturduğu kabul edilerek TCK'nın 81/1, 35/2, 29, 62/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 10.03.2011 tarihli ve 176-61 sayılı hükmün sanık müdafisi ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 11.04.2012 tarih ve 7067-2747 sayı ile;
“...Aralarında çıkar çatışması bulunan sanıkların ayrı ayrı müdafiler tarafından temsil edilmeleri gerekirken aynı müdafi tarafından temsil edilmeleri suretiyle 1136 sayılı Avukatlık Yasası’nın 38 ve 5271 sayılı CMK’nın 152. maddesine aykırı davranılması,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan Yerel Mahkemece 12.02.2013 tarih ve 121-57 sayı ile; sanığın ilk hüküm gibi kasten öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılmasına hükmedilmiş, hükmün sanık müdafisi ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 27.05.2014 tarih ve 1971-3264 sayı ile;
“..Sanık ...'in sanık ... ile birlikte üzerinde hâkimiyet kurarak gerçekleştirdiği eylemin tamamlanmış kasten öldürme suçunu oluşturduğu anlaşıldığı hâlde; suç niteliğinde yanılgıya düşülerek sanık ... hakkında yazılı şekilde kasten öldürmeye teşebbüsten hüküm kurulması,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan Yerel Mahkemece 23.12.2014 tarih ve 260-407 sayı ile; sanığın kasten öldürme suçundan TCK’nın 81/1, 29, 62/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba hükmedilmiştir.
1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 305. maddesine göre hükmedilen ceza miktarı yönünden resen temyize tabi olan bu hükmün, sanık müdafisi ve katılanlar vekili tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 06.02.2018 tarih ve 5514-335 sayı ile; TCK’nın 53. maddesi yönünden düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 22.03.2018 tarih ve 332777 sayı ile;
“... 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 5. maddesi ve 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 96. maddesi ile 5271 sayılı CMK'nın 188/1. maddesine eklenen cümleye göre, 'Müdafiinin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi halinde duruşmaya devam edilebilir' hükmü kabul edilmiştir. Sanık müdafiinin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi hâlinde duruşmaya devam edilebilmesi hususunda mahkemeye takdir hakkı tanıyan bu düzenleme 21.12.2017 tarihli 30280 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Muhakeme hukukunun temel ilkelerinden birisi 'derhal uygulama' kuralıdır. Anılan kural gereğince muhakeme hukukuna ilişkin kanunların sanığın lehine veya aleyhine olup olmadığına bakılmaksızın derhâl uygulanması gerekmektedir. Muhakeme hukukuna ilişkin bir hukuk kuralının yanlış uygulanması hâlinde ise yanlış uygulanan hukuk kuralı sonradan değiştirilse dahi bu değişiklik geriye yürümeyecektir. Bu çerçevede yerel mahkemenin kararının CMK'nın 150/3 ve 188/1. maddelerine aykırılık oluşturduğu” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 10.04.2018 tarih ve 1340-1677 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İtirazın kapsamına göre inceleme sanık ... ... hakkında maktul ...’ye yönelik kasten öldürme suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yüklenen suçun alt sınırı itibarıyla sanık ... ...’un müdafisi hazır olmaksızın hüküm kurulmasının savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığınca 26.08.2009 tarihli ve 1701-102 sayılı iddianame ile; sanık ... ... hakkında maktul ...’ye yönelik kasten öldürme suçundan TCK’nın 37. maddesi delaleti ile 81/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca cezalandırılması talebiyle kamu davası açıldığı,
Yargılamanın yapıldığı Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesince 23.12.2014 tarihli oturumda, sanık ... ... müdafisinin yokluğunda sanığa Yargıtay bozma ilamına ilişkin beyanlarının sorulduğu, Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasını sunmasından sonra sanığın esas hakkındaki savunmasının tespit edildiği ve kasten öldürme suçundan mahkûmiyetine ilişkin hükmün kurulduğu,
Anlaşılmaktadır.
Oldukça geniş bir kavram olan savunma hakkı, şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla da toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti ilgilendirmektedir. Çünkü ceza yargılamasında savunma, yargılamanın sonucunda verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan, hükmün doğru olmasını sağlar. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı, susma, soru sorma, kendi aleyhine işlemlere katılmama, tercümandan yararlanma, kanıtların toplanmasını isteme, duruşmada hazır bulunma gibi hakların yanında müdafiden yararlanma hakkını da içerir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 'Temel haklar ve ödevler' bölümünde yer alan 36. maddesinde savunma hakkı; 'Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir' şeklinde düzenlenmiş olup 'temel hak' niteliğine uygun olarak savunma hakkı verilmemesi veya savunma hakkının sınırlandırılması durumunda verilen karar hukuka aykırı olacaktır. Buna göre, sanığın ceza muhakemesindeki en önemli haklarından birisi, yargı mercilerince her aşamada nazara alınması gereken savunma hakkıdır. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan bu hakkın herhangi bir nedenle sınırlandırılması da mümkün değildir. Nitekim 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrası uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 308. maddesinin 8. fıkrasına göre savunma hakkının sınırlandırılması mutlak bozma nedenlerindendir.
Savunma, Anayasa'nın 36. maddesiyle anayasal güvence altına alınan meşru bir yol, müdafi de savunmanın meşru bir aracıdır. Dolayısıyla söz konusu hüküm, müdafi aracılığı ile savunulmayı da anayasal güvence altına almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “adil yargılanma hakkını” düzenleyen 6. maddesinin 3. fıkrasının b ve c bentlerinde de; “her sanığın en azından...
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmak…” hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Buradan çıkarılması gereken sonuç; savunma hakkının, temel insan hakları arasında yer alan hak arama özgürlüğünün bir gereği olduğu ve avukatın yardımından yararlanma hakkının da, savunma hakkından ayrı düşünülemeyeceği gerçeğidir. Anılan sözleşme hükümlerinde sanığın en azından kendi kendini savunma hakkı bulunduğu belirtilmekle, mahkeme huzurunda doğrudan savunmasını yapabilmesi için duruşmada hazır bulunma hakkının varlığı da zımnen kabul edilmiştir
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 150/3. maddesinde, üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada, şüpheli veya sanığın müdafisinin bulunmaması hâlinde talebi aranmaksızın kendisine müdafi atanacağı hüküm altına alınmış iken, 19.12.2006 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesinde değişiklik yapılarak bu zorunluluk, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlara şamil kılınmış, bu şekilde daha önce üst sınırı en az 5 yıl hapis cezası gerektiren suçlarda sanıklar için zorunlu müdafi atanması sistemi, alt sınırı 5 yıldan daha fazla hapis cezası gerektiren suçlardan yargılanan sanıklarla sınırlandırılmıştır.
5271 sayılı CMK'nın “Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma” başlıklı 151. maddesinin birinci fıkrasında;
“(1) 150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir” düzenlemesi yer almaktadır.
5271 sayılı CMK'da savunma hakkı konusunda oldukça hassas davranılmış, bunun bir sonucu olarak da isteğe bağlı müdafiliğin yanında, bazı hâllerde zorunlu müdafilik benimsenmiştir. Aynı Kanun'un 2. maddesindeki tanıma bakıldığında, Ceza Muhakemesi Kanunu anlamında zorunlu (veya istek üzerine atanan) müdafi ile vekâletnameli müdafi arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır.
“Duruşmada hazır bulunacaklar” başlıklı 188. maddesinin birinci fıkrası;
“Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafiin hazır bulunması şarttır” şeklinde düzenlenmiş olup, Kanun'un zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafinin karar oturumu dâhil tüm oturumlarda hazır bulunması şart koşulmuş; 29.10.2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 5. maddesi ile bu fıkraya 'Müdafiin mazeretsiz olarak duruşmayı terk etmesi hâlinde duruşmaya devam edilebilir' cümlesi eklenmiş, 08.03.2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7070 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 5. maddesi ile de anılan cümle 'Müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi halinde duruşmaya devam edilebilir' şeklinde düzenlenerek kanunlaşmıştır.
5271 sayılı CMK'nın 'Delillerin tartışılması' başlıklı 216. maddesi ise;
'(1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
(3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir' şeklinde düzenlenmiş iken, 25.08.2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname'nin 148. maddesi ile üçüncü fıkraya 'Bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez' cümlesi eklenmiş, 08.03.2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7078 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 143. maddesiyle de anılan cümle kanunlaşmıştır.
1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308. maddesinin 5. fıkrası ile 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın hukuka kesin aykırılık hâllerini düzenleyen 289. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi uyarınca, Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin yokluğunda duruşma yapılması durumunda da hukuka kesin aykırılık hâli bulunduğu kabul edilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Yüklenen suçun alt sınırı itibarıyla Kanun’un zorunlu müdafiliği kabul ettiği kasten öldürme suçundan yapılan yargılamada, CMK’nın 289. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendindeki emredici hüküm uyarınca duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken sanık ... ... müdafisinin yokluğunda kasten öldürme suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün tesis ve tefhim edilmesi usul ve kanuna aykırıdır.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin sanık ... ... hakkında maktul ...’ye yönelik kasten öldürme suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün saptanan bu usuli nedenden dolayı diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 06.02.2018 tarihli ve 5514-335 sayılı düzeltilerek onama kararının sanık ... ...'un maktul ...’ye yönelik kasten öldürme suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü yönünden KALDIRILMASINA,
3- Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 23.12.2014 tarihli ve 260-407 sayılı, sanık ... ... hakkında maktul ...’ye yönelik kasten öldürme suçundan kurulan hükmünün, duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken sanık ... ... müdafisinin yokluğunda hüküm tesis edilmesi suretiyle savunma hakkı kısıtlanması nedeniyle diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmesi amacıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 18.03.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.