Hukuk Genel Kurulu 2017/1743 E. , 2021/1446 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Nazilli 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin hemşire, davalının ise doktor olduğunu, tarafların Nazilli Devlet Hastanesinde çalıştıklarını, olay günü davalının müvekkiline yönelik hakaret ve darp eylemlerini gerçekleştirdiğini, Nazilli 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 2004/603 E., 2005/1088 K. sayılı kararı ile davalının darp ve hakaret suçlarından mahkûm olduğunu ileri sürerek 25.000TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davanın zamanaşımına uğradığını, dava konusu olayın davacının söz ve davranışlarından kaynaklandığını, davacının ağır kusurlu olduğunu, talep edilen manevi tazminat miktarının da fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
6. Nazilli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 30.11.2010 tarihli ve 2009/247 E., 2010/509 K. sayılı kararı ile; davalının Nazilli Devlet Hastanesinde doktor, davacının ise aynı serviste hemşire olarak çalıştığı, olay günü geceleyin bir hastanın rahatsızlanması üzerine davacının uzman ve icapçı doktor olan davalıyı hastaneye çağırdığı, hastaneye gelen davalının davacıya hakaret ettiği gibi iş ve gücüne engel olmayacak şekilde tokat atarak kasten yaraladığı, davalının bu eylemleri nedeniyle Nazilli 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 2007/137 E., 2009/286 K. sayılı dosyası ile yaralama ve hakaret suçlarından dolayı ceza aldığı, davalının tam kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne ve 12.000TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Birinci Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 20.09.2012 tarihli ve 2011/5643 E., 2012/13158 K. sayılı kararı ile;
“...Dava, haksız fiil nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece dava kısmen kabul edilmiş, kararı taraflar temyiz etmişlerdir.
Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır. (T.C. Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy.K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan Sorumluluk Hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır. dava kısmen kabul edilmiş, kararı taraflar temyiz etmişlerdir.
Somut olayda; davacı, icapçı hekim olan davalının kendisine hakaret etmesi ve yaralaması nedeniyle tazminat istediğine göre yukarıda anılan ilkeler gereği davanın husumetten reddi gerekirken işin esasına girilmesi usul ve yasaya aykırı görüldüğünden kararın bozulması gerekmiştir…’’ gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı:
9. Nazilli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 30.05.2013 tarihli ve 2013/162 E., 2013/233 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi genişletilerek direnme kararı verilmiştir.
10. Mahkemenin yukarıda belirtilen bu kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuş, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.02.2014 tarihli ve 2013/4-2345 E., 2014/186 K. sayılı kararı ile; direnmeye ilişkin kısa kararın usulüne uygun şekilde kurulmadığı gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin Üçüncü Kararı:
11. Nazilli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.06.2014 tarihli ve 2014/157 E., 2014/376 K. sayılı kararı ile; davanın haksız fiil nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkin olduğu, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesinin ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturduğu, bu durumda sorumlunun kamu görevlisinin emrinde çalıştığı kamu kurumu olması nedeniyle davanın o kurum aleyhine açılması gerektiği gerekçesiyle davanın husumetten reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
12. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
13. Yargıtay 4. Hukuk Dairesince karar onanmış ise de davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine Dairenin 16.04.2015 tarihli ve 2015/1795 E., 2015/4894 K. sayılı kararı ile;
“…Mahkemece, söz konusu bozma kararına karşı direnme kararı verilmiş ancak direnme kararı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu' nun, 26/02/2014 tarih ve 2013/4- 2345 esas, 2014- 186 karar sayılı ilamı ile; kısa kararda hüküm fıkrası oluşturulmadığı, bozma ile hayatiyetini yitiren ilk hükme atıf yapılmasının HMK' nın 294. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle direnme kararının diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece söz konusu bozma kararına uyulmuş olmasına rağmen de bu kez davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun bozma gerekçesi mahkemece oluşturulan hüküm sonucunun HMK'nın 294. maddesine aykırılığına ilişkindir. Söz konusu bozma kararında diğer temyiz itirazlarının incelenmediği açıkça belirtilmiştir.
Mahkemece Dairemizin 20/09/2012 tarih ve 2011/5643 esas, 2012/13158 karar sayılı bozma ilamına karşı direnme kararı verilmesiyle davacı yararına usuli kazanılmış hak doğmuş olup sonrasında bu kazanılmış hakkı ortadan kaldıracak şekilde hüküm kurulamaz. Mahkemece, uyulmasına karar verilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun yukarıda anılan kararı doğrultusunda usulün öngördüğü anlamda direnme kararı oluşturulmalıdır. Şu halde; karar düzeltme istemi HUMK’un 440-442 maddeleri uyarınca kabul edilmeli, 19/11/2014 tarih 2014/14189 Esas ve 2014/15564 Karar sayılı onama kararı kaldırılmalı, karar açıklanan nedenle bozulmalıdır’’ gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
Direnme Kararı:
14. Nazilli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 08.12.2015 tarihli ve 2015/463 E., 2015/444 K. sayılı kararı ile; bozma kararına uyulup, önceki karar gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
15. Direnme kararı süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
16. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eldeki davanın kamu görevlisinin hizmet kusurundan mı yoksa kişisel kusurundan mı kaynaklandığı, burada varılacak sonuca göre; davalıya husumet yöneltilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
17. Uyuşmazlığın çözümü için, konuya ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar vardır.
18. Kamu personelinin malî sorumluluğuna ilişkin düzenlemeler öncelikle Anayasa olmak üzere ilgili kanunlarda yer almaktadır.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının:
“Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40/3. maddesi “…Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
İdareye karşı yargı yolunu düzenleyen “Yargı yolu” başlıklı 125. maddesinin 1. fıkrasının ilk cümlesi: “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.”, son fıkrası da “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
Kamu görevlilerinin görev ve sorumluluklarını düzenleyen 129. maddesinin 1. fıkrası “Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.” aynı maddenin 5. fıkrasında ise; “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”
Hükümlerini içermektedir.
19. Görülmektedir ki, Anayasa'nın 40/3, 125/son ve 129/5. maddeleri ile uygulamanın çerçevesi net olarak çizilmiş; “memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, rücu edilmek şartı ile idare aleyhine açılabileceği” açıkça ifade edilmiştir.
20. Anayasa’nın bu hükümleri ile amaçlanan, memur ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu davrandıklarından bahisle haklı ya da haksız olarak yargı mercileri önüne çıkarılmasını önlemek, kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan yürütülmesini sağlamak ve aynı zamanda zarara uğrayan kişi yönünden de memur veya diğer kamu görevlisine oranla ödeme gücü daha yüksek olan Devlet gibi bir sorumluyu muhatap kılarak kamu düzenini korumaktır.
21. Bu Anayasal hükümlerle aynı doğrultuda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13. maddesinde düzenleme yer almaktadır. 657 sayılı Kanun’un “Kişilerin Uğradıkları Zararlar” başlıklı 13. maddesinin 06.06.1990 tarihli ve 3657 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile değişik 1. fıkrasında; “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kâğıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi hâlinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.” hükmü bulunmaktadır.
22. Diğer taraftan uyuşmazlığın çözümünde Anayasa’nın 129/5. maddesinde yer alan “yetkilerini kullanırken işledikleri kusur” ifadesinden ne anlaşılması gerektiğinin belirlenmesi önem taşımaktadır ki, bu noktada “kusur” ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır.
23. Kusurun kanunlarımızda tanımı yapılmamıştır. Türk Hukuk Lûgatında; ödenceyi zorunlu kılan bir davranış olarak tanımlanmıştır. Uygulama ve öğretide kabul edilen tanıma göre kusur, hukuk düzenince kınanabilen davranıştır. Kınamanın nedeni, başka türlü davranma olanağı varken ve zorunlu iken, bu şekilde davranılmayarak, bu tarzdan sapılmış olmasıdır. Kısacası kusur, genel tanımıyla hukuk düzeni tarafından bir davranış tarzının kınanması olup bu kınama, o davranışın belirli koşullar altında bireylerden beklenen ortalama hareket tarzından sapmış olmasından kaynaklanır.
24. Yine öğreti ve uygulamadaki hâkim görüşe göre, sorumluluk hukuku açısından kusurun, kast ve ihmal (taksir) olmak üzere ikiye ayrılacağı kabul edilmektedir. Bu bağlamda kast, hukuka aykırı sonucun bilerek ve isteyerek meydana getirilmesi; ihmal ise, hukuka aykırı sonucu istememekle birlikte, böyle bir sonucun önlenmesi için gerekli önlemlerin alınmaması ve gereken özenin gösterilmemesidir.
25. Yeri gelmişken “yetkilerini kullanırken” ve “bu görevleri yerine getiren personel” kavramlarıyla amaçlananın ne olduğu üzerinde de durulmalıdır.
26. Devletin sorumluluğunun diğer bir şartı da zararın, memur ve diğer bir kamu görevlisi tarafından “görevini yerine getirirken” ve “görevle ilgili yetkilerini kullanırken” gerçekleştirilmiş olmasıdır.
27. Şu hâlde “görevin ifası” ve “yetkinin kullanılması” ile gerçekleşen zarar arasında işlevsel (görevsel) bir bağ bulunmalı; zarar, kamu görevi (kamu yetkisi) yerine getirilirken, bu görev ve yetki nedeni ile doğmalıdır.
28. Memur ve diğer resmî görevliler kamu görevlisi sıfat ve kapasiteleri dışında özel bir kişi olarak, özel hukuk hükümlerine göre özel işlerini yaparken üçüncü kişilere verdikleri zarardan doğrudan doğruya kendileri sorumludur (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümleri, 10. Bası, İstanbul 2010, s. 590 vd.).
29. Ne var ki, personelin kişisel eylem ve davranışlarının idari eylem ve işlem sayılmadığını da burada hemen belirtmek gerekir. Gerçekten de Anayasa’nın 125/son fıkrası uyarınca idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür ve konusu suç olan emri yerine getiren kimsenin sorumluluktan kurtulamayacağı (m. 137) düzenlenmiştir.
30. Görüldüğü üzere Anayasa’da kamu personelinin kanuna aykırı eylem ve işlemlerinden şahsen sorumlu tutulacağı ilkesinin de ayrıca kabul edildiği çok açıktır.
31. Memur veya kamu görevlisinin tamamen kendi iradesi ile kasten ya da kanunlardaki açık hükümler dışına çıkarak ve bunlara aykırı olarak suç sayılan eylemiyle verdiği zararlarda, eylem ile kamu görevinin yürütülmesi arasında objektif bir illiyet bağının varlığından söz edilemez. Bu gibi hâllerin 657 sayılı Kanun'un 13. maddesinin hukuksal alanı dışında tutulduğunda şüphe olmamalıdır.
32. Zira, görevden kolayca ayrılabilen ve görev dışında kalan kusurlu eylem ile kamu görevi arasındaki bağ kesilerek salt memurun ya da kamu görevlisinin kişisel kusuru ile karşı karşıya kalınmaktadır. İşte bu noktada görev kusuru ile kişisel kusurun ayrımında kişisel kusurun alanı ve unsurlarının açık bir biçimde saptanması önem taşımaktadır.
33. Bilindiği gibi, görev kusuru daha çok kamu görevlisinin görevinden ayrılamayan kişisel kusuru olarak kendini gösterir. Bu kişisel kusur, görev içinde ve dolayısıyla idarenin ajanına yüklediği ödev, yetki ve araçlarla işlenmektedir. Kişisel kusurda ise; kamu görevlisinin eyleminde açıkça ve kolayca görevinden ayrılabilen tasarruf ve hatalar görülür. Bir başka deyişle, kişisel kusurda idare nam ve hesabına hareket eden bir kamu görevlisinin idareye atıf ve izafe olunacak yerde, doğrudan doğruya kendi şahsına isnat olunan ve kişisel sorumluluğunu intaç eden hukuka aykırı eylem ve işlemleri belirgindir ve burada kamu görevlisi zarar doğurucu eylemini kamusal görevin yerine getirilmesi saiki ile ancak salt kişisel kusuru ile işlemiştir. Gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda personelin kişisel eylem ve davranışları idari eylem ve işlem sayılmamış, kişisel kusura dayanan davaların inceleme yerinin adli yargı olduğu, hasmının da kişinin kendisi olduğu kabul edilmiştir (Tekinay/Akman, Burcuoğlu/Altop, : Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Bası, İstanbul 1993, s. 505; Ozansoy, C.: Tarihsel ve Kuramsal Açıdan İdarenin Kusurdan Doğan Sorumluluğu, Doktora Tezi, 1989, s. 330) .
34. Sonuç olarak, Anayasa’nın 129/5 ve 657 sayılı Kanun’un 13/1. maddesi gereğince memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasada gösterilen biçim ve koşullara uygun olarak idare aleyhine açılabilir. İdare aleyhine böyle bir davanın açılabilmesi, hizmet kusurundan kaynaklanmış, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Kamu görevlisinin, özellikle haksız eylemlerde, Anayasa ve özel yasalardaki bu güvenceden yararlanma olanağı bulunmamaktadır.
35. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.01.2013 tarihli ve 2012/4-729 E., 2013/163 K.; 10.07.2013 tarihli ve 2013/4-4 E., 2013/1035 K.; 26.02.2014 tarihli ve 2013/4-579 E., 2014/155 K.; 19.11.2014 tarihli ve 2013/4-1120 E., 2014/922 K.; 27.03.2015 tarihli ve 2013/4-1533 E., 2015/1099 K. ve 14.02.2018 tarihli ve 2017/4-1366 E., 2018/210 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
36. Tüm bu açıklamalar ve ortaya konulan yasal düzenlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının davalı doktorun kendisine yönelik hakaret ve yaralama eylemlerinde bulunduğunu ileri sürerek ve davalı doktoru hasım göstererek eldeki tazminat davasını açtığı anlaşılmaktadır.
37. Davacının bu iddiası, içerik bakımından davalı doktorun kişisel kusuruna dayandığından eldeki davada husumet davalı kamu görevlisine düşmektedir.
38. Hâl böyle olunca; yerel mahkemece yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.
39. Ne var ki, Özel Dairece tazminat miktarı yönünden bir inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun olduğundan, davacı ve davalı vekillerinin hükmedilen tazminat miktarına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1. maddesi uyarınca miktar yönünden karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 18.11.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.