Hukuk Genel Kurulu 2017/1838 E. , 2021/1447 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
A
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen asıl ve birleşen davanın husumetten reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı birleşen dosyada davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Asıl dava dosyasında davacı istemi ve davalı cevabı:
4. Asıl davada davacı ... Gülfıratoğlu vekili asıl davada; müvekkilinin İzmir Buca Seyfi Demirsoy Hastanesi Acil Polikliniğinde doktor olarak görev yaptığını, olay günü hastanenin acil servisinde dolaşırken röntgen teknisyeni olan davalı ile karşılaştığını, davalının karın ağrısı şikâyeti ile kustuğunu ve muayene olmak istediğini söylediğini, yapılan muayene sonucunda kasık bölgesinde hassasiyet tespit edildiğini, davalının polis karakoluna giderek cinsel saldırıda bulunduğundan bahisle müvekkilini şikâyet ettiğini, ayrıca hastanenin başhekimliğine de şikâyet dilekçesi verdiğini, başlatılan idari soruşturma sonucunda ise müvekkili hakkında herhangi bir disiplin cezası verilmediğini, davalının asılsız ithamları nedeniyle müvekkilinin çok güç duruma düştüğünü, manevi açıdan sarsıldığını ve masumiyetini ispat etmek zorunda kaldığını ileri sürerek 15.000TL manevi tazminatın davalıdan tahsilini talep etmiştir.
5. Asıl davada davalı ... Benlican vekili; müvekkili ile davacının aynı hastanede çalıştığını, davacı doktorun müvekkiline yönelik cinsel saldırı eyleminde bulunduğunu, olay nedeniyle davacı hakkında kamu davası açıldığını, hastane idaresinin bu olayı gizlemeye çalıştığını, olayı Emniyet Müdür Yardımcısına anlatması üzerine hemen şikâyetçi olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Birleşen dava dosyasında davacı istemi ve davalı cevabı:
6. Birleşen davada davacı ... Benlican vekili; olay günü davalı doktorun müvekkilini gözlem odasında muayene ettiğini, muayene sırasında müvekkilinin edep yerine dokunarak cinsel tacizde bulunduğunu, bunun üzerine müvekkilinin şikâyetçi olduğunu, ceza yargılamasının hâlen devam ettiğini, olay nedeni ile müvekkilinin manen zarar gördüğünü ileri sürerek 15.000TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
7. Birleşen davada davalı davaya cevap vermemiştir.
Mahkeme Kararı:
8. İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.04.2014 tarihli ve 2008/503 E., 2014/157 K. sayılı kararı ile; davacının Devlet Hastanesinde doktor, davalının ise radyoloji teknisyeni olduğu, meydana gelen olayın hizmet kusurundan kaynaklandığı, her iki tarafın devlet memuru olduğu anlaşıldığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın husumetten reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde birleşen dosya davacısı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 24.11.2014 tarihli ve 2014/11048 E., 2014/15860 K. sayılı kararı ile;
“...Anayasa m. 129/5’te, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak idare aleyhine açılabileceği benimsenmiştir. Ne var ki; bu kural mutlak olmayıp, idari yetkilerin kullanılma alanıyla, eş anlatımla, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlarla sınırlıdır. Özellikle, haksız eylemlerde (fiili yol); kamu görevlisinin, Anayasa’nın bu güvencesinden yararlanma olanağı bulunmamaktadır.
Somut olayda, davalının davacıya açıkça cinsel tacizde bulunduğu ileri sürülmüştür. Kamu görevlilerinin bu türden suç teşkil eden eylemleri kişisel kusur oluşturur ve hiç bir biçimde görevle ilişkilendirilemez. Bu sava dayanan davaların, Anayasa m.129/5 kapsamında değerlendirilmesi de mümkün değildir.
Şu halde, kamu görevlisinin kişisel kusuruna dayalı birleşen dosyadaki davada davalıya husumet tevcih edilebileceği benimsenmelidir. Mahkemece, işin esasının incelenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle yazılı biçimde hüküm kurulması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…’’ gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 05.10.2015 tarihli ve 2015/252 E., 2015/393 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde birleşen dosyada davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eldeki birleşen davanın kamu görevlisinin hizmet kusurundan mı yoksa kişisel kusurundan mı kaynaklandığı, buradan varılacak sonuca göre; davacı-birleşen dosya davalısına husumet yöneltilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Uyuşmazlığın çözümü için, konuya ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar vardır.
15. Kamu personelinin malî sorumluluğuna ilişkin düzenlemeler öncelikle Anayasa olmak üzere ilgili kanunlarda yer almaktadır.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının:
“Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40/3. maddesi “…Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
İdareye karşı yargı yolunu düzenleyen “Yargı yolu” başlıklı 125. maddesinin 1. fıkrasının ilk cümlesi: “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.”, son fıkrası da “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
Kamu görevlilerinin görev ve sorumluluklarını düzenleyen 129. maddesinin 1. fıkrası “Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.” aynı maddenin 5. fıkrasında ise; “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”
Hükümlerini içermektedir.
16. Görülmektedir ki, Anayasa'nın 40/3, 125/son ve 129/5. maddeleri ile uygulamanın çerçevesi net olarak çizilmiş; “memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, rücu edilmek şartı ile idare aleyhine açılabileceği” açıkça ifade edilmiştir.
17. Anayasa’nın bu hükümleri ile amaçlanan, memur ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu davrandıklarından bahisle haklı ya da haksız olarak yargı mercileri önüne çıkarılmasını önlemek, kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan yürütülmesini sağlamak ve aynı zamanda zarara uğrayan kişi yönünden de memur veya diğer kamu görevlisine oranla ödeme gücü daha yüksek olan Devlet gibi bir sorumluyu muhatap kılarak kamu düzenini korumaktır.
18. Bu Anayasal hükümlerle aynı doğrultuda düzenleme 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13. maddesinde de yer almaktadır. 657 sayılı Kanun’un “Kişilerin Uğradıkları Zararlar” başlıklı 13. maddesinin 06.06.1990 tarih 3657 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile değişik 1. fıkrasında; “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kâğıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi hâlinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.” hükmü düzenlenmiştir.
19. Diğer taraftan uyuşmazlığın çözümünde Anayasa’nın 129/5. maddesinde yer alan “yetkilerini kullanırken işledikleri kusur” ifadesinden ne anlaşılması gerektiğinin belirlenmesi önem taşımaktadır ki, bu noktada “kusur” ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır.
20. Kusurun kanunlarımızda tanımı yapılmamıştır. Türk Hukuk Lûgatında; ödenceyi zorunlu kılan bir davranış olarak tanımlanmıştır. Uygulama ve öğretide kabul edilen tanıma göre kusur, hukuk düzenince kınanabilen davranıştır. Kınamanın nedeni, başka türlü davranma olanağı varken ve zorunlu iken, bu şekilde davranılmayarak, bu tarzdan sapılmış olmasıdır. Kısacası kusur, genel tanımıyla hukuk düzeni tarafından bir davranış tarzının kınanması olup bu kınama, o davranışın belirli koşullar altında bireylerden beklenen ortalama hareket tarzından sapmış olmasından kaynaklanır.
21. Yine öğreti ve uygulamadaki hâkim görüşe göre, sorumluluk hukuku açısından kusurun, kast ve ihmal (taksir) olmak üzere ikiye ayrılacağı kabul edilmektedir. Bu bağlamda kast, hukuka aykırı sonucun bilerek ve isteyerek meydana getirilmesi; ihmal ise, hukuka aykırı sonucu istememekle birlikte, böyle bir sonucun önlenmesi için gerekli önlemlerin alınmaması ve gereken özenin gösterilmemesidir.
22. Yeri gelmişken “yetkilerini kullanırken” ve “bu görevleri yerine getiren personel” kavramlarıyla amaçlananın ne olduğu üzerinde de durulmalıdır.
23. Devletin sorumluluğunun diğer bir şartı da zararın, memur ve diğer bir kamu görevlisi tarafından “görevini yerine getirirken” ve “görevle ilgili yetkilerini kullanırken” gerçekleştirilmiş olmasıdır.
24. Şu hâlde “görevin ifası” ve “yetkinin kullanılması” ile gerçekleşen zarar arasında işlevsel (görevsel) bir bağ bulunmalı; zarar, kamu görevi (kamu yetkisi) yerine getirilirken, bu görev ve yetki nedeni ile doğmalıdır.
25. Memur ve diğer resmî görevliler kamu görevlisi sıfat ve kapasiteleri dışında özel bir kişi olarak, özel hukuk hükümlerine göre özel işlerini yaparken üçüncü kişilere verdikleri zarardan doğrudan doğruya kendileri sorumludur (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümleri, 10. Bası, İstanbul 2010, s. 590 vd.).
26. Ne var ki, personelin kişisel eylem ve davranışlarının idari eylem ve işlem sayılmadığını da burada hemen belirtmek gerekir. Gerçekten de Anayasa’nın 125/son fıkrası uyarınca idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür ve konusu suç olan emri yerine getiren kimsenin sorumluluktan kurtulamayacağı (m. 137) düzenlenmiştir.
27. Görüldüğü üzere Anayasa’da kamu personelinin kanuna aykırı eylem ve işlemlerinden şahsen sorumlu tutulacağı ilkesinin de ayrıca kabul edildiği çok açıktır.
28. Memur veya kamu görevlisinin tamamen kendi iradesi ile kasten ya da kanunlardaki açık hükümler dışına çıkarak ve bunlara aykırı olarak suç sayılan eylemiyle verdiği zararlarda, eylem ile kamu görevinin yürütülmesi arasında objektif bir illiyet bağının varlığından söz edilemez. Bu gibi hâllerin 657 sayılı Kanun'un 13. maddesinin hukuksal alanı dışında tutulduğunda şüphe olmamalıdır.
29. Zira görevden kolayca ayrılabilen ve görev dışında kalan kusurlu eylem ile kamu görevi arasındaki bağ kesilerek salt memurun ya da kamu görevlisinin kişisel kusuru ile karşı karşıya kalınmaktadır. İşte bu noktada görev kusuru ile kişisel kusurun ayrımında kişisel kusurun alanı ve unsurlarının açık bir biçimde saptanması önem taşımaktadır.
30. Bilindiği gibi, görev kusuru daha çok kamu görevlisinin görevinden ayrılamayan kişisel kusuru olarak kendini gösterir. Bu kişisel kusur, görev içinde ve dolayısıyla idarenin ajanına yüklediği ödev, yetki ve araçlarla işlenmektedir. Kişisel kusurda ise; kamu görevlisinin eyleminde açıkça ve kolayca görevinden ayrılabilen tasarruf ve hatalar görülür. Bir başka deyişle, kişisel kusurda idare nam ve hesabına hareket eden bir kamu görevlisinin idareye atıf ve izafe olunacak yerde, doğrudan doğruya kendi şahsına isnat olunan ve kişisel sorumluluğunu intaç eden hukuka aykırı eylem ve işlemleri belirgindir ve burada kamu görevlisi zarar doğurucu eylemini kamusal görevin yerine getirilmesi saiki ile ancak salt kişisel kusuru ile işlemiştir. Gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda personelin kişisel eylem ve davranışları idari eylem ve işlem sayılmamış, kişisel kusura dayanan davaların inceleme yerinin adli yargı olduğu, hasmının da kişinin kendisi olduğu kabul edilmiştir (Tekinay/Akman, Burcuoğlu/Altop, : Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Bası, İstanbul 1993, s. 505; Ozansoy, Cüneyt: Tarihsel ve Kuramsal Açıdan İdarenin Kusurdan Doğan Sorumluluğu, Doktora Tezi, 1989, s. 330) .
31. Sonuç olarak, Anayasa’nın 129/5 ve 657 sayılı Kanun’un 13/1. maddesi gereğince memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasada gösterilen biçim ve koşullara uygun olarak idare aleyhine açılabilir. İdare aleyhine böyle bir davanın açılabilmesi, hizmet kusurundan kaynaklanmış, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Kamu görevlisinin, özellikle haksız eylemlerde, Anayasa ve özel yasalardaki bu güvenceden yararlanma olanağı bulunmamaktadır.
32. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.01.2013 tarihli ve 2012/4-729 E., 2013/163 K.; 10.07.2013 tarihli ve 2013/4-4 E., 2013/1035 K.; 26.02.2014 tarihli ve 2013/4-579 E., 2014/155 K.; 19.11.2014 tarihli ve 2013/4-1120 E., 2014/922 K.; 27.03.2015 tarihli ve 2013/4-1533 E., 2015/1099 K. ve 14.02.2018 tarihli ve 2017/4-1366 E., 2018/210 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
33. Tüm bu açıklamalar ve ortaya konulan yasal düzenlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; birleşen dosya davacısının, davalı doktorun kendisine cinsel tacizde bulunduğunu ileri sürerek ve davalı doktoru hasım göstererek eldeki tazminat davasını açtığı anlaşılmaktadır.
34. Birleşen dosyada davacının bu iddiası, içerik bakımından davalı doktorun kişisel kusuruna dayanmaktadır.
35. Hâl böyle olunca, eldeki davada husumet davalı kamu görevlisine düşmektedir.
36. O hâlde, yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davalı doktor hakkındaki işin esasının incelenmesi gerekirken husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
37. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Birleşen dosyada davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanunu’nun geçici 3. maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1. maddesi uyarınca miktar yönünden karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 18.11.2021 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.