Hukuk Genel Kurulu 2018/699 E. , 2018/1950 K.
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı, bozma üzerine direnme yoluyla Bursa 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nden verilen 19.03.2015 tarihli ve 2015/62 E., 2015/235 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 14.03.2018 tarihli ve 2017/19-897 E., 2018/464 K. sayılı kararın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı vekili; davalı ile müvekkilinin geçmişte evli olduğunu; evlilikleri sırasında davalının, müvekkiline ait işletmede çalıştığını ve kendisine duyulan güvenle belgelere ulaşmasına izin verildiğini, kasanın anahtarının da kendisinde bulunduğunu; bu dönemde müvekkilinin başka birine teminat olarak vermek üzere imzaladığı boş senedi ele geçirerek üzerini 150.000TL olarak doldurmak suretiyle icra takibine koyduğunu fakat ne müvekkilinin davalıdan böyle bir borç almasını gerektirecek bir durumun ne de davalının bu parayı verecek ekonomik gücünün olmadığını ileri sürerek müvekkilinin bu senetten dolayı borçlu olmadığının tespitini, icra takibinin iptalini ve %40 oranında tazminata karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; tarafların 2005 yılında boşandıklarını fakat müvekkilinin davacıya ait iş yerinde 2008 yılına kadar çalıştığını, ispat yükünün davacı üzerinde bulunduğunu bildirerek davanın reddi ile davacı aleyhine tazminata karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece; davacının iddialarının hile (aldatma) kapsamında olduğu, bu kapsamda dinlenen tanıkların bononun tanzimine ilişkin görgüye dayalı bilgileri olmamakla birlikte bunlardan bir kısmının davacı tarafından tedarikçilere verilmek üzere boş bonoları imzaladığı, tedarikçilerin bonoyu teminat olarak kabul etmemeleri üzerine davacıya verilmek üzere davalıya teslim edildiği; davacı ve ailesinin oldukça varlıklı olduğu ve bu tutarda bir borç almaya ihtiyacının olmadığı, davalının da bu tutarda borç verebilecek ekonomik güce sahip olmadığı, bu şekilde bir borç ilişkisinin kabulünün genel hayat tecrübelerine uygun olmayacağı; Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aldırılan Adli Tıp Kurumu raporunda senetteki yazılarla imzanın farklı kalemlerle atıldığının belirtildiği ve bu kapsamda davalının davacıya bonoda yazılı tutarda borç verdiğini ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, takip konusu bonodan dolayı davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine, asıl alacağın %40'ı oranında tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyiz itirazı üzerine karar, Özel Dairece “…Dava, hileye dayalı olarak alındığı iddia edilen kambiyo senedinden dolayı borçlu bulunulmadığının tespiti istemine ilişkindir. Davacının iddiaları BK m.28 (TBK.m. 36) de belirtilen hile olarak değerlendirilemez. Kambiyo senetlerine karşı borçlu bulunmadığının tespitinin yazılı delillerle ispatı gerekmektedir. Mahkemece, bu hususlar gözetilmeksizin yanlış değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozulmuş, yerel mahkemece önceki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararının davalı vekili tarafından temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunca; “...Davacı yanın iddiası bononun başka bir ticari ilişkinin teminatını teşkil etmek üzere düzenlenerek verildiği, ancak ilgilisinin bu teminatı kabul etmemesi üzerine bonoyu ele geçiren davalının, bonodaki boşlukları kendi lehine doldurarak takibe koyduğu noktasındadır. Bu iddia davalı tarafından davacıda bono düzenlenmesi hususunda kasten yanlış bir kanaat uyandırması veya esasen mevcut olan yanlış kanaatin korunması ya da sürdürülmesi niteliğinde değildir ve aldatma tanımına uymamaktadır.
Davacının iddialarının aldatma kapsamında kabul edilemeyeceği sonucuna varıldığına göre bunları ispat bağlamında tanık deliline de başvurulamayacağı anlaşılmaktadır. Sözleşme teorisi ve güven ilkesi de dikkate alındığında davalının, şu veya bu nedenle kendisine tevdi edilmiş bulunan boş bonoyu, aradaki anlaşmaya aykırı biçimde kendi lehine doldurduğu şeklinde ifade edilen iddia ancak yazılı delille ispatlanabilir (HUMK m.290; HMK m.201).
Davalı hakkında resmî evrakta sahtecilik suçundan Bursa 14. Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmış ise de, bu dava sonunda verilen 16.01.2014 gün ve 2012/730 E., 2014/22 K. sayılı kararla hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar (HAGB) verilmiştir. Bu karar bir mahkûmiyet kararı sayılmayacağından, hukuk hâkimini bağlamaz (aynı yönde HGK, 19.02.2014 gün ve 2013/23-320 E., 2014/118). Kaldıki ceza mahkemesi, hukuk mahkemesinin kararını beklemiş ve menfi tespite karar verilmesi üzerine sözü edilen hükmü kurmuştur. Nitekim Özel Daire de temyiz incelemesinden önce anılan ceza mahkemesi dosyasının eklenmesi için dosyayı mahkemesine geri çevirmiş ve ceza yargılaması dosyasını inceleyerek direnmeye konu kararı vermiştir.
O hâlde mahkemenin iddiaları, yasal tanımına uygun düşmeyecek biçimde aldatma olarak değerlendirmesi ve bunun ispatı için tanık deliline başvurarak verdiği karar ve aynı gerekçelerle oluşturduğu direnme kararı yerinde değildir.
Hâl böyle olunca, mahkemece bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır…” şeklindeki gerekçe ile direnme kararının bozulmasına karar verilmiş; davacı vekili karar düzeltme talebinde bulunmuştur.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: somut olay bakımından davacı yanın iddialarının 'aldatma' (=hile) kapsamında kabul edilip edilemeyeceği ve burada varılacak sonuca göre ispat vasıtası olarak tanık deliline başvurulup başvurulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Her ne kadar karar düzeltmeye konu 14.03.2018 tarihli ve 2017/19-897 E., 2018/464 K. sayılı Hukuk Genel Kurulu kararında davalı hakkında resmî belgede sahtecilik suçundan açılan kamu davası sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar (HAGB) verildiği, bu kararın mahkûmiyet kararı sayılmayacağı ve dolayısıyla hukuk hâkimini bağlamayacağı ifade edilmiş ise de, anılan kararın temyiz incelemesi öncesinde davacı vekili tarafından 18.09.2017 havale tarihli dilekçe ile sanığın (davalının) tekrar kasıtlı suçtan mahkûmiyeti sebebiyle davalı (sanık) hakkında evvelce açıklanması geri bırakılmış mahkûmiyet hükmünün davalının yüzüne karşı açıklandığı ve davalının (sanık) 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edildiği bildirilmiştir.
Resmî belgede sahtecilik suçundan yapılan yargılama sonunda davalı (sanık) aleyhine verilen Bursa 14. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 16.01.2014 tarihli ve 2012/730 E., 2014/22 K. sayılı “hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına” ilişkin karar, davalının başka bir suçtan ceza alması üzerine H....B’ye dair karar 12.07.2017 tarihinde açıklanmış, mahkûmiyet hükmü üzerine sanık müdafii tarafından istinaf yoluna başvurulmuş, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 18. Ceza Dairesi tarafından 10.10.2017 tarihli ve 2017/4571 E., 2017/4563 K. sayılı kararı ile “…Mahkemenin kararında usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu, eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tiplerine uyduğu, cezaların kanuni bağlamda uygulandığı anlaşıldığından sair istinaf itirazları yerinde görülmemiştir. Bu gerekçeler ile CMK'nın 280/1-a maddesi uyarınca istinaf başvurusunun esastan reddine…” kesin olarak karar verilmiştir.
Kesinleşmiş bu mahkûmiyet hükmü davacı vekili tarafından 18.09.2017 havale tarihli dilekçe ile bildirilmesine ve dilekçe dosya arasına alınmasına rağmen bir şekilde temyiz incelemesi sırasında gözden kaçırılıp incelenememiş, yukarıda açıklanan şekilde karar verilmiştir.
Bu durum karşısında ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, başka bir anlatımla ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durulmasında yarar vardır:
Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, hukukumuzda (mülga) 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 53. maddesinde (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m.74) düzenlenmiş olup; hukuk hâkimi ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır.
Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını; aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının ise, kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır.
818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun “Ceza hukuku ile medeni hukuk arasında münasebet” başlıklı 53. maddesinde: “Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkâmıyla bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hâkimini takyit etmez.” hükmü yer almaktadır (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 74. maddesi hükmü de aynı yönde bir düzenlemeyi içermektedir.).
Bu açık hüküm karşısında, ceza mahkemesince verilen; beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hâkimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hâkiminin yukarıda açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.1.975 tarihli ve 1971/T-406 E., 1975/1 K. sayılı kararı).
Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi, ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, hukuk hâkimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hâkimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O hâlde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını (illiyet ilişkisi) tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hâkimini bağlamasına, Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi bir engel oluşturmaz (HGK'nın 16.09.1981 tarihli ve 1979/1-131 E., 1981/587 K. sayılı kararı; Çenberci, M.: Hukuk Davalarında Kesin Hüküm, 1965, s.22 vd.).
Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.10.1989 tarihli ve 1989/11-373 E., 1989/472 K. sayılı kararı).
Tüm bu açıklamalar ışığında somut durum değerlendirildiğinde;
Her ne kadar sanık (davalı) hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiş ise de, sanığın (davalının) başka bir suçtan ceza alması üzerine hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) dair kararın 12.07.2017 tarihinde “…sanık ile müştekinin evlenip, bir süre evli kaldıktan sonra boşandıkları, müştekinin restaurant-kitapçılık faaliyeti gösteren iş yerinin bulunduğu, bir kısım firmaların müştekiden çek/senet aldıkları, bu firmalara verilmek üzere 2006 yılı içerisinde birden fazla senedin iş yerinde kasiyer tanık ... tarafından o sırada evde bulunan müştekiye götürülüp imzalatılıp iş yerine getirildiği, firmaların senet değil, çek istemeleri üzerine senetler kasaya konulacağı sırada, sanık (davalı) tarafından o iş yerinde muhasebeci tanık ...'dan senetleri evde bulunan müştekiye vermek üzere alındığı, sanığın (davalının) senetleri müştekiye vermeyip emanette bulunan senedi 150.000TL bedelli olacak şekilde tanzim edip icra takibine koyduğu…” gerekçesiyle maddi olgunun bu şekilde kabul edilip, sanığın (davalının) TCK'nun 204/1. maddesine göre cezalandırılmasına karar verilmek suretiyle açıklandığı, mahkûmiyet hükmüne yönelik sanık (davalı) müdafii tarafından yapılan istinaf başvurusunun İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 18. Ceza Dairesi tarafından yukarıda açıklanan kararı ile kesin olarak reddine karar verildiği, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair verilen kararın sanığın (davalının) başka bir suç işlemesi nedeniyle açıklandığının temyiz öncesi davacı vekili tarafından 18.09.2017 havale tarihli dilekçe ile bildirildiği anlaşılmaktadır.
Yukarıda belirtildiği üzere, maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesindeki bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması mümkün değildir.
Hâl böyle olunca davalının, davacı tarafından mal alınan firmalara verilmek üzere imzalanan senedi davacıya vereceğini söyleyerek çalışanlarından alıp, sonrasında bedel kısmını doldurarak icra takibine koyduğu hususunun ceza mahkemesi kararı ile sabit olmasına ve aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılmasının olanaklı bulunmamasına göre; davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile bozma yönündeki Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14.03.2018 tarihli ve 2017/19-897 E., 2018/464 K. sayılı kararının kaldırılmasına ve direnme kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulüne, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14.03.2018 tarihli ve 2017/19-897 E., 2018/464 K. sayılı bozma kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle karar düzeltme yoluna başvuran yararına ONANMASINA, karar düzeltme harcının davacıya iadesine, aşağıda dökümü yazılı (7.684,88TL) harcın davalıdan alınmasına, 18.12.2018 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.