12. Ceza Dairesi 2015/3890 E. , 2017/492 K.
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : 6831 sayılı Kanuna aykırılık
Hüküm : 5271 sayılı CMK'nın 230, 223/2-b maddeleri uyarınca Beraat
6831 sayılı Kanuna aykırılık suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm, katılanlar vekilleri tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
2863 sayılı Kanuna aykırılık suçunun, ani hareketli suç tiplerinden olmasına karşılık, 6831 sayılı Kanunun 93. maddesinde düzenlenen işgal ve faydalanma suçunun temadi eden suç tiplerinden olduğu, bu nedenle, 3. derece doğal sit alanı ve aynı zamanda orman sahası içerisinde gerçekleştirilen inşai ve fiziki müdahalelerin, yapıldığı anda 2863 sayılı Kanuna aykırılık; varlığını devam ettirdiği sürece de 6831 sayılı Kanuna aykırılık suçunun oluşumuna sebebiyet verdiği, dolayısıyla, bahse konu suç tipleri arasında “fikri içtima” yerine “gerçek içtima” hükümlerinin uygulanmasında zorunluluk bulunduğu anlaşılmakla; 2863 sayılı Kanuna aykırılık suçu yönünden zamanaşımı süresi içerisinde hüküm tesisi mümkün görülmüştür.
Katılan ... vekilinin, yokluğunda verilip, 06/05/2013 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edilen hükmü, CMUK'un 310/1. maddesinde öngörülen yasal bir haftalık süre geçtikten sonra, 17/05/2013 tarihinde temyiz ettiğinin anlaşılması ve 2863 sayılı Kanuna aykırılık suçu yönünden davaya katılmasına karar verilen Maliye Hazinesi'nin, 6831 sayılı Kanuna aykırılık suçundan tesis edilen hükmü temyiz etme hak ve yetkisi bulunmaması karşısında; katılanlar vekillerinin temyiz istemlerinin, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK'un 317. maddesi uyarınca isteme aykırı olarak ayrı ayrı REDDİNE, 19/01/2017 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
Muhalefet Şerhi:
Sanık ... hakkında; Kemer Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda; 14/03/2013 gün, 2010/307 E-2013/385 K sayılı karar ile 2863 sayılı kanuna muhalefet suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı, iddia edilen eylemin TCK'nın 44 maddesi gereğince 6831 sayılı kanunun 93/1-2 maddesi kapsamında değerlendirmesi gerektiği, anılan suçun da sanık tarafından işlenmediği gerekçeleriyle orman kanununa muhalefet suçlarından dolayı beraat kararı verilmiştir.
Bu karara karşı katılan ... idaresi ve maliye hazinesi vekilleri tarafından açılan temyiz davası üzerine, Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesi tarafından yapılan inceleme sonucunda, 10/11/2016 gün, 2015/3890 E-2016/ K sayılı karar ile;
1-)2863 sayılı kanuna muhalefet suçunun, ani hareketli suç tiplerinden olmasına karşılık, 6831 sayılı kanunun 93. maddesinde düzenlenen işgal ve faydalanma suçunun temadi eden suç tiplerinden olduğu, bu nedenle, 3.derece sit alanı ve aynı zamanda orman sahası içerisinde gerçekleştirilen inşai ve fiziki müdahalelerin yapıldığı anda 2863 sayılı kanuna aykırılık, varlığını devam ettirdiği sürece 6831 sayılı kanuna aykırılık suçunun oluşumuna sebebiyet verilmesi nedeniyle her iki suç arasında “fikri içtima” yerine “gerçek içtima” hükümlerinin uygulanmasında zorunluluk bulunduğundan; 2863 sayılı kanuna muhalefet suçundan dolayı zaman aşımı süresi içerisinde hüküm kurulması mümkün görüldüğünden bahisle; anılan suçla ilgili herhangi bir inceleme yapılmamış,
2-)Katılan ... Müdürlüğünün süresinden sonra temyiz talebinde bulunduğu, hazine vekilinin ise orman kanununa muhalefet suçundan kurulan hükmü temyiz yetkisi bulunmadığından bahisle; katılanlar vekillerinin temyiz taleplerinin REDDİNE, karar verilmiştir.
Sanık ... KIR hakkında düzenlenen 25/06/2009 tarihli iddianame incelendiğinde; 6831 sayılı Orman Kanunu”nun 93/1-2-3 maddesine aykırılıktan dolayı kamu davasının açılmasına karşın, 2863 sayılı kanuna muhalefet suçuna; hiç bir şekilde yer verilmediği açıkça anlaşılmıştır.
Kemer Sulh Ceza Mahkemesinin 08/03/2010 tarihli görevsizlik kararında ise;
Her ne kadar orman kanununa muhalefet suçundan kamu davası açılmış ise de; sanığa atılı suçun TCK'nın 44.maddesindeki “ işlediği bir fiil ile birden fazla suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır” şeklindeki düzenleme karşısında; 2863 sayılı kanunun 65/b maddesindeki suçun oluşup oluşmadığının tartışılması gerektiğinden bahisle görevsizlik kararı verilerek, dosya Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.
Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda; 2863 sayılı kanununa muhalefet suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı, TCK'nın 44. maddesi gereğince orman kanununa muhalefet suçuçunun da sanık tarafından işlenmediğinden bahisle atılı suçtan beraat kararı verilmiştir.
6831 sayılı kanuna muhalefet suçundan verilen beraat kararının katılan ... idaresi vekili tarafından süresinden sonra temyiz edildiğinden bahisle; katılan hazine vekilinin ise suçtan doğrudan doğruya zarar görmediği için anılan suçtan kurulan hükmü temyiz yetkisinin bulunmadığından bahisle katılanlar vekillerinin temyiz taleplerinin reddine karar verilmesinde Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğu ile aramızda görüş ayrılığı mevcut olmayıp, 2863 sayılı kanuna muhalefet suçundan usulüne uygun olarak kamu davasının açılmamasına karşın, Kemer Sulh Ceza mahkemesi tarafından iddianamenin dışına çıkılarak verilen görevsizlik kararına istinaden 2863 sayılı kanuna muhalefet suçundan dava açıldığının kabul edilip edilmeyeceği ve bu tartışmanın sonucuna bağlı olarak anılan suçtan dolayı dava açıldığının kabul edilmesinden sonra, yerel mahkemece, her iki eylemden dolayı karar verilip verilmediği, yine 2863 sayılı kanuna muhalefet suçundan hüküm kurulmadığının kabul edilmesi halinde zaman aşımı süresi sona erse dahi karar verilip verilemeyeceği;
Hususlarında Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesi'nin sayın çoğunluğu ile aramızdaki görüş ayrılıklarının sonucu olarak 2863 sayılı kanuna muhalefet suçundan dolayı zaman aşımı süresi içerisinde hüküm kurulmasının mümkün görülmesine ilişkin karararına aşağıda arz ve izah edilecek sebeplerle iştirak edilmemiştir.
Uyuşmazlıkların çözümü için, öncelikle CMK'nın 170 maddesi uyarınca iddianamede yer alması gereken hususlar net bir şekilde tespit edilip, iddianamenin dışına çıkılarak verilen görevsizlik kararında iddinamede yer almayan bir eylemin yargılamaya konu edilmesi durumunda usulüne uygun olarak açılan bir davadan söz edilip edilmeyeceğinin belirlenmesinden sonra; Yargıtay Yüksek 12.Ceza Dairesi tarafından somut olayımızda olduğu gibi usulüne uygun dava açıldığının kabul edilmesi halinde görevsizlik kararı ile yargılamaya dahil edilen 2863 sayılı kanuna muhalefet suçundan hüküm kurulup kurulmadığının anlaşılabilmesi için gerekçeli karar hakkından ne anlaşılması gerektiği ve tarihsel süreç içerisindeki gösterdiği gelişmeler açıklandıktan sonra, gerekçeli kararın gerekçe bölümü ile hüküm fıkrası arasındaki olması gereken irtibatın sınırlarının çizilerek somut olayımızla irtibatlandırılması ve somut olayımızda olduğu gibi gerekçede ve hüküm fıkrasında tartışılarak TCK'nın 44 maddesine dahil edilen eylemin, aslında bağımsız suç olmasına karşın mahkemece hatalı bir şekilde TCK'nın 44 maddesine dahil edilmesi durumunda işten elini çeken mahkeme tarafından zaman aşımı süresi içerisinde yada kabule göre her zaman karar verilmesinin mümkün olup olamayacağının bu husustaki kanuni düzenlemeler ile benzer olaylardaki yargı kararlarından yararlanılarak belirlenmesi gerekmektedir.
Yargıtay Yüksek 8. Ceza Dairesinin 09/07/2013 gün, 2012/16396 E-2013/20365 K sayılı ilamında;
Bir olayın anlatılması sırasında bir başka olaydan söz edilmesi o olay hakkında dava açıldığını göstermeyeceğinden, CMK.nun 170. maddesinde belirtilen hususların iddianamede bulunması ve şüpheliye yüklenen suçları oluşturan olayların, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanması zorunludur. İddianame okunduğunda, sanığın yüklenen suç veya suçları, mevcut delilleri anlayıp savunmasını yapabilecek durumda olması gerekir.
Görüldüğü üzere, sanık hakkında sahte kredi kartı bulundurmak suçundan CMK.nun 170 ve devamı maddeleri uyarınca usulünce açılmış bir dava bulunmayıp, iddianame kapsamı dışına çıkılarak, iddianamede yer almayan fiilden dolayı hüküm kurulması CMK.nun 225. maddesine aykırı davranıldığından bahisle yerel mahkemece verilen hükmün BOZULMASINA, karar verilmiştir.
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 10/12/2013 gün, 2013/699 E-2013/601 K sayılı ilamında;
Ceza muhakemesi hukukumuzda mahkemelerce bir yargılama faaliyetinin yapılabilmesi ve hüküm kurulabilmesi için, yargılamaya konu edilecek eylemle ilgili, usulüne uygun olarak açılmış bir ceza davası bulunması gerekmektedir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 170/1. maddesi uyarınca ceza davası, dava açan belge niteliğindeki icra ceza mahkemesine verilen şikâyet dilekçesi, son soruşturmanın açılması kararı gibi istisnai hükümler dışında, kural olarak Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenecek bir iddianame ile açılır. Belirtilen kanunun 170. maddesinin 4. fıkrasında da; “iddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır” düzenlemesine yer verilmiştir.
CMK’nun 225. maddesi uyarınca da; “Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir. Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir.” Bu düzenleme gereğince hangi fail ve fiili hakkında dava açılmış ise ancak o fail ve fiili hakkında yargılama yapılarak hüküm verilebilecektir.
Anılan kanuni düzenlemelere göre, iddianamede açıklanan ve suç oluşturduğu iddia olunan eylemin dışına çıkılması, dolayısıyla davaya konu edilmeyen fiil veya olaydan dolayı yargılama yapılması ve açılmayan davadan hüküm kurulması kanuna açıkça aykırılık oluşturacaktır. Öğretide “davasız yargılama olmaz” ve “yargılamanın sınırlılığı” olarak ifade edilen bu ilke uyarınca hâkim, ancak hakkında dava açılmış bir fiil ve kişi ile ilgili yargılama yapabilecek ve önüne getirilen somut uyuşmazlığı hukuki çözüme kavuşturacaktır.
Yerel mahkemece iddianamede tarif edilen ve cezalandırılması istenen eylemin konut dokunulmazlığının ihlali suçunu da oluşturduğu değerlendirilerek ek savunma hakkı verilmek suretiyle sanık hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmuş ise de, hırsızlık suçunu oluşturduğu iddia olunan fiile ilişkin açıklamalar ve anlatım içeren iddianamede konut dokunulmazlığının ihlali suçunu oluşturduğu düşünülen eylemin açıkça tarif edilmediği görülmektedir. Yargılamaya konu edilen ve hüküm kurulan konut dokunulmazlığının ihlali suçundan usulüne uygun olarak açılmış bir ceza davası bulunmadığından, öncelikle mahkemesince Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulması ve sonucuna göre sanığın hukuki durumunun yeniden belirlenmesi gerekirken, iddianamede açıklanan ve suç oluşturduğu ileri sürülen fiilin dışına çıkılarak, davaya konu edilmeyen eylemden dolayı yargılama yapılıp hüküm kurulmasının kanuna aykırı olduğundan bahisle yerel mahkemece verilen direnme kararının BOZULMASINA, karar verilmiştir.
Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin 15/12/2014 gün, 2014/7168 E-2014/25538 K sayılı ilamında;
İddianamedeki olayın anlatım biçimine göre; sanık hakkında, mağdura karşı işlediği kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan CMK'nın 170. maddesine uygun olarak açılmış bir dava bulunmadığı gözetilmeden, CMK'nın 225/1. maddesine aykırı olarak mahkumiyet hükmü kurulduğundan bahisle yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükmünün BOZULMASINA, karar verilmiştir
Yargıtay Yüksek 6. Ceza Dairesinin 05/02/2014 gün, 2011/13530 E-2014/2001 K sayılı ilamında;
Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 16.04.2013 gün, 2012/6-1307 Esas, 2013/151 Karar sayılı kararında da açıklandığı üzere, iddianamedeki olayın anlatım biçimi ve uygulanması istenen yasa maddelerine göre; sanık hakkında, işyeri dokunulmazlığını ihlal etme suçundan 5271 sayılı CMK'nın 170. maddesine uygun olarak açılmış bir dava bulunmadığı gibi, iddianame de düzenlenmediğinin anlaşılması karşısında; hükmün konusunun iddianamede gösterilen eylemle sınırlı olduğu gözetilmeden dava konusu dışına çıkılarak 5271 sayılı CMK'nın 225/1. maddesine aykırı davranıldığından bahisle yerel mahkemece verilen mahkumiyet kararının BOZULMASINA, karar verilmiştir.
Yargıtay Yüksek 6. Ceza Dairesinin 27/06/2016 gün, 2013/34435 E-2016/5484 K sayılı ilamında;
İddianamede bir olayın açıklanması sırasında başka bir olaydan söz edilmesi o olay hakkında dava açıldığını göstermez. İddianamede dava konusu yapılan ve herbiri ayrı ayrı bağımsız suç teşkil eden her bir fiilin açıklanması gerekir.
Sanıkların suç oluşturan hangi eylemlerden yargılandığını bilmek hakkıdır. Bu, savunmanın kullanılması açısından güvencedir.
Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 08.06.1997 gün, 11/88-147 ve 16.04.2013 gün, 2012/6-1307 Esas, 2013/151 Karar sayılı kararları dikkate alındığında, kamu davasını açma görev ve yetkisinin yalnızca Cumhuriyet Savcısı'na ait olduğu, buna göre sanıkların eyleminin, kasten yaralama suçu olarak nitelendirilip, sadece bu suça ilişkin sevk maddelerine yer verilen iddianame ile açılan dava sonucu Asliye Ceza Mahkemesi'nce verilen görevsizlik kararında, yağma suçunun gösterilmiş olmasının, sanıklar hakkında yağma suçundan da açılmış bir dava bulunduğu anlamına gelmeyeceği olayda; yağma suçu yönünden 5271 sayılı CMK'nın 170. maddesine uygun biçimde dava açılması sağlanarak, yargılamaya devamla hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden, dava konusu dışına çıkılması suretiyle 5271 sayılı CMK'nın 225/1. maddesine aykırı davranıldığından bahisle yerel mahkeme verilen mahkumiyet hükmünün , BOZULMASINA, karar verilmiştir.
Yukarıdaki içtihatlar ışığında somut olayımıza baktığımızda; sanık hakkında düzenlenen iddianamede 2863 sayılı kanuna muhalefet suçundan dolayı CMK'nın 170 maddesine uygun olarak açılmış bir dava bulunmadığı ve Kemer Sulh Ceza Mahkemesinin iddianamenin dışına çıkarak görevsizlik kararı verdiği tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Özellikle Yüksek 6. Ceza Dairesinin 27/06/2016 gün, 2013/34435 E-2016/5484 K sayılı ilamında; Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 08/06/1997 ve 16/04/2013 günlü kararlarına atıfta bulunmak suretiyle vurgulandığı üzere; kamu davasını açma görev ve yetkisinin yanlızca Cumhuriyet Savcısına ait olduğu ve buna bağlı olarak iddianamenin dışına çıkılarak verilen görevsizlik kararında; iddianemede gösterilmeyen eylemin gösterilmiş olmasının, anılan eylemden dolayı usulüne uygun olarak açılmış bir dava anlamına gelmeyeceği konusunda uygulamada ve doktrinde herhangi bir duraksama mevcut değildir. Somut olayımızda 2863 sayılı kanuna muhalefet suçu ile 6831 sayılı kanuna muhalefet suçunun ayrı ayrı bağımsız suçları oluşturduğu bizzat Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin pek çok içtihadında tereddütsüzce kabul edilerek yerleşik uygulamaya dönüştüğü incelenen içtihatlardan anlaşılmıştır. Her iki suçun bağımsız suçlar olduğunu kabul eden Yargıtay yüksek 12. Ceza Dairesi tarafından, yargılamanın dayanağını teşkil eden iddianamede yargılamaya konu edilmeyen bir eylemin (2863 sayılı kanuna muhalefet); iddianamenin dışına çıkılarak verilen görevsizlik kararında yargılamaya konu edilmesinin usulüne uygun olarak açılan dava ile eşdeğer olacak şekilde hukuken geçerli bir dava olarak kabul edilmesinin sadece Cumhuriyet Savcısına tanınan kamu davasını açma görev ve yetkisinin mahkemelere de tanınması anlamına gelirki !.. böyle bir kabulün; ceza mahkemesi kanununa, ceza mahkemesi kanunu'nun ana ilkelerine ve yerleşik uygulamalara aykırı olacağı açıktır. Bu durumda Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesi tarafından 2863 sayılı kanuna muhalefet suçundan kamu davasının açılmadığının kabul edilmesi gerekirken, anılan suçtan dava açıldığı kabul edilerek; zaman aşımı süresi içerisinde hüküm kurulmasının mümkün görüldüğüne ilişkin kararına iştirak edilmemekle birlikte; anılan suçtan dolayı hüküm kurulup kurulmadığının tespiti için gerekçeli karar ile hüküm arasındaki olması gereken irtibatın belirlenmesi gerekmektedir.
Kaynağında insanın bilme isteğinin bulunduğunu söylediğimiz gerekçenin, zamanla bir temel hak olarak kabul edilmeye başlanıldığı ve “gerekçeli karar hakkı”nın adil yargılanma hakkının temel bir unsuru haline geldiği görulmektedir. İnsan hakları alanındaki bu kazanımdan geri dönülmesi ise mümkün değildir. AİHS’in 6. maddesi kapsamında, AİHM içtihatlarıyla tanınan ve korunan gerekçeli karar hakkı, Anayasamızda ve usul kanunlarımızda da yer almaktadır. Temyiz mahkemeleri olarak görev yapan Yargıtay ve Danıştay da, kanun yolu incelemesi yaptıkları ilk derece mahkemesi kararlarında, soz konusu düzenlemelere istinaden gerekçeli karar hakkına ilişkin de denetim yapmaktadırlar. Anayasa’da bireysel başvuru yolunun tanınmasıyla, Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli karar hakkının korunması hususunda kazandığı önem de dikkat çekilmesi gereken bir husustur. Nitekim, Anayasa Mahkemesi’nin konuya ilişkin oluşturmaya başladığı içtihatların AİHM içtihatlarıyla paralel olduğunu söylemek mümkündür.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın 141 ve 5271 sayılı CMK’nun 34. maddeleri uyarınca bütün mahkeme kararlarının, karşıoy da dahil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunludur. Hükmün gerekçeyi ihtiva etmemesi ise 1412 sayılı CMUK'nın 308/7 ve 5271 sayılı CMK’nun 289/1-g bendi uyarınca hukuka kesin aykırılık halini oluşturacaktır. Ayrıca Ceza Muhakemesi Kanununun 230. maddesi uyarınca, hükmün gerekçesinde, suç oluşturduğu kabul edilen eylemin gösterilmesi, bunun nitelendirmesinin yapılması, ceza kanununda öngörülen sıra ve esaslara göre cezanın ve ayrıca cezaya mahkûmiyet yerine veya yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi, cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adli para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine ya da ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususa ilişkin istemlerin kabul veya reddine dair dayanakların gösterilmesi zorunludur. Gerekçe, hükmün dayanaklarının akla, hukuka ve dosya içeriğine uygun açıklamasıdır. Bu nedenle, gerekçede hükme esas alınan veya reddedilen bilgi ve belgelerin belirtilmesi ve bunun dayanaklarının gösterilmesi, bu dayanakların da, geçerli, yeterli ve yasal olması gerekmektedir. Yasal, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, uygulamada da keyfiliğe yol açacaktır.
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 19/01/2016 gün, 2015/911 E-2016/1 K sayılı ilamında;
“A. Hükmün Konusu
Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, iddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar/eylemlerin, kanıtlarla (mevcut delillerle) ilişkilendirilerek açıklanması gerektiği belirtilmiştir (m. 175/4). Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 225. maddesine göre ise, hükmün konusu, iddianamede öğeleri gösterilen suça ilişkin eylem(ler) (fiiller)dir. Hükmün konusunu, iddianamede sınırları belirtilerek dava konusu yapılan olay/eylem(ler) oluşturur. Bu madde ile ilgili hükümet tasarısı gerekçelerinde de belirtildiği gibi, kamu davasının konusu ile hükmün konusu maddi olay bakımından aynıdır. Mahkeme 'davasız yargılama olmaz' ilkesi uyarınca yargılamayı, iddianamede açıklanan eylem/olay ya da eylemler/olaylar konusunda yapabilir. Mahkeme, sanığın (failin), iddianamede ceza davasının konusu yapılmamış eylemlerini kapsayacak biçimde yargılama yapamaz.
B. Eylem Kavramı
İddianamede açıklanan eylem ya da eylemler hükmün/ceza davasının konusudur. Bu durumda, ceza yargılamasının/hükmün konusu, iddianamede gösterilen eylem(ler)in ne olduğu gözetilerek belirlenecektir. İddianamede gösterilen eylem (fiil) kavramını geniş anlamak gerekir. İddianamede, failce önceden yaşanan tarihsel olayın; bireyselleştirilerek hikaye/tasvir edilip açıklanan dışa yansımış maddi olayın bütününü, ceza yargılamasının/hükmün konusunu oluşturan eylem ya da eylemler olarak kabul etmek gerekir. Başka bir söyleyişle, iddianamede açıklanan maddi olayın bütünü içinde, ceza hukukuna aykırı düşen ve bu nedenle cezalandırılabilir nitelikte olan eylem(ler), davranış(lar) ceza yargılamasının/ hükmün konusu olacaklardır.
Böylece, ceza yargılamasının/hükmün konusunu sınırlayan, iddianamede açıklanan dış dünyaya yansımış, maddi insan davranışlarından oluşan olayların bütünüdür. Yargılama makamı, bunların içinden cezai yaptırım konusu olanları açıklayıp yargılayacaktır.
C. Ceza Yargılamasının Konusu
Ceza yargılamasının konusu deyince, bir ceza davası açıldığı zaman, bu dava ile ilgili olarak mahkemeden ne istendiği, hangi kişi(ler) ya da olay(lar) yargılamaya konu olacak ve hükmün konusunu oluşturacak, bunlar akla gelmektedir. Bu nedenle, ceza yargılamasının konusu bir ceza uyuşmazlığıdır. Ceza yargılamasında, mahkeme, ancak bir ceza davası açıldığında, bu dava yoluyla önüne getirilmiş ceza uyuşmazlığı konusunda yargılama yaparak karar verebilir (CMK m. 225). Davasız yargılama yapılamaması başka bir söyleyişle 'davasız yargı olmaz' ilkesi, mahkemenin açılmamış bir davaya bakmasını yasaklamaktadır. Davasız yargılama yapılamaması ilkesinin iki öğesi (unsuru) bulunmaktadır. Bunlar kişi ve eylem öğeleridir.
Bir ceza yargılamasının, bir kesin hüküm (yargı) ile sona ermesinin özelliklerinden biri de, kesin hükmün (yargının) otoritesinin korunması ve değerliliğidir. Bu da kesin hükmün (yargının) yerine getirilebilmesi ve göz önünde tutulabilmesi sonucu aynı suçtan dolayı aynı sanık aleyhine tekrar ceza davası açılamamasıdır (CMK m. 223/7). Bir kimse hakkında aynı eylemden (fiilden) dolayı açılmış bir dava varsa yeni bir dava açılamaz. Yine bir kimse hakkında bir eylemden dolayı yapılan yargılama sonunda verilmiş kesin hüküm (yargı) bulunuyorsa, aynı eylemden dolayı ikinci defa yargılama yapılamaz. Bir kimse hakkında aynı eylemden dolayı bir kez yargılama yapılabilir (Özbek, Veli Özer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara 2006, s.88). Bu tekrar yargılamama ilkesi Latince 'ne (non) bis in idem' olarak adlandırılmaktadır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223. maddesinin 7. fıkrası bunu 'Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir' diye ifade etmiştir. Ne bis in idem ilkesine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7 numaralı ek protokolünde de yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 7 numaralı protokolün 4. maddesinde, 'Hiç kimse, bir devletin yasaları veya ceza yargılaması uyarınca daha önce kesin olarak beraat ettiği (aklandığı) ya da hüküm giydiği (mahkum olduğu) aynı eylemden ötürü aynı devletin ceza mahkemeleri tarafından yeniden yargılanamaz ve cezalandırılamaz' hükmü bulunmaktadır.
Ceza yargılaması konusunu oluşturan bir eylem/olay hakkında kesin hüküm verilmiş olması durumunda, aynı eylem/olay hakkında yeniden dava açılamaz ve yargılama yapılamaz. Bir ceza davası sonucunda iki şekilde kesin hükme (yargıya) varılabilir. Birincisi, hükme karşı yasa yoluna gidilemeyecekse, 'biçimsel kesinleşme yoluyla' kesin hükme ulaşılmış olur. İkincisi ise, hükümle maddi hukuka ilişkin hukuki sonuçlar, geleceğe yönelik olarak saptanmış ya da reddedilmişse, 'maddi kesinleşme yoluyla' kesin hükme varılmış olur. Örneğin ceza yargılamasında verilen durma kararları, bir uyuşmazlığın hukuki sonuçlarını geleceğe yönelik olarak çözümlemediği için kesin hüküm olarak değerlendirilemez. Maddi anlamda kesin hüküm için, biçimsel kesinleşme daima zorunludur. Ceza yargılaması konusu olan bir uyuşmazlık hakkında kesin hüküm (yargı) bulunduğunu kabul etmek için, 'eylemin aynı', 'kişinin (sanığın) aynı', 'konunun (davanın) aynı' olması gerekir. Yargıtayımız da kesin hükmün söz konusu olabilmesi için kişinin ve eylemin aynı olması gerektiğini kararlarında açıkça vurgulamıştır. Eylem, uyuşmazlık konusu olan olaydır. Eylemin aynı olması, insan davranışı olan olayın aynı olmasıdır. Eylemin hukuksal nitelendirilmesi değildir. Mahkeme, önüne getirilmiş eylemi her bakımdan incelemiş ve ona bir hukuksal tanı koymuştur. Bu demektir ki bütün öteki hukuki nitelendirmelere uymadığını kabul etmiştir. Eylemin aynılığı, iddianame ile bağlantılıdır. İddianamede sınırı çizilen eylem esas alınır. Eylemin nitelendirilmesi değişse de, iddianamede belirtilen olaylar ile bunların içinde olan suçun maddi unsuru, ikinci bir dava konusu yapılamaz. Bir eylemden ceza davası açılmış ise, aynı kişi ve eylem için bir ceza davası daha açılması kabul edilemez. Bu da yargılama birliği ilkesinin bir sonucudur. Uyuşmazlık bir mahkemenin önündedir. Bu mahkeme/yargıç yargılama organı adına yargılama yapmaktadır. Yargının değerlilik otoritesinin bir çeşidi olarak 'Ne bis in idem' diye ifade edilen bu kural yargılama hukukunun ana ilkelerindendir. Kanunlarda açıkça yazılı olmadan da yaşayan hukuk normu olarak uygulanan ve doktrinde de kabul olunan bu ilke 1973 yılında yasamıza girmiştir.” denilerek gerekçe ile hüküm arasında olması gereken irtibat, ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun örnek olarak açıklanan içtihadı ve benzer olaylardaki yerleşik uygulamalar ışığında; somut olayımıza baktığımızda;
Sanık ... hakkında bizce iştirak edilmemekle birlikte düzenlenen iddianamede ve görevsizlik kararında iki ayrı eylemden dava açıldığı Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğu tarafından kabul edilirken, diğer taraftan yerel mahkemece hatalı bir şekilde gerekçeli kararda 2863 sayılı kanuna muhalefet suçunun unsurlarının oluşmadığı belirtilerek, TCK'nın 44 maddesi uyarınca orman kanununa muhalefet suçundan beraat kararı verildiğinin açıkça belirtilmesine karşın, 2863 sayılı kanuna muhalefet suçundan hüküm kurulmadığıanın kabul edilmesinin ceza muhakemesi kanununa, TCK'nın 44. maddesinin ruhuna ve yerleşik uygulamalara aykırı olacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Zira yerel mahkeme; gerekçeli kararda anılan suçları TCK'nın 44 maddesinin kapsamında değerlendirmekle yetinmeyip, hüküm fıkrasında 2863 sayılı kanuna muhalefet suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı kabul edilirken, hatalı bir değerlendirme ile TCK'nın 44 maddesi gereğince 6831 sayılı kanuna muhalefet suçundan beraat kararı verilmiştir. Oysa TCK'nın 44 maddesinin gündeme gelebilmesi için tek fiil ile iki ayrı hükmün ihlal edilmesi gerektiği anılan maddede belirtilmesine karşın, bir taraftan 2863 sayılı kanunun unsurları itibariyle oluşmadığı kabul edilip diğer taraftan her iki suçun TCK'nın 44 madedsi kapsamında değerlendirilmesi suretiyle çelişkiye düşüldüğü konusunda herhangi bir kuşku bulanmamaktadır.
İddianamede sınırlarının çizilmesi suretiyle yargılamaya konu edilen eylemin hükmün de konusu olması gerektiği konusunda; uygulamada ve teoride herhangi bir duraksama bulunmamaktadır. Hüküm fıkrası ancak gerekçe ile denetlenebilir. Bu nedenle hüküm ile gerekçeyi birbirinden ayırmak mümkün değildir. Gerekçede hiç tartışılmayan bir suçtan dolayı hüküm kurulması durumunda; hükmün gerekçesiz olması nedeniyle tereddütsüzce bozma kararı veren yüksek mahkemenin, gerekçede tartışılan bir suçtan dolayı hüküm kurulmamasına kayıtsız kalması beklenemez. Ayrıca somut olayımızda hüküm fıkrasında anılan suçtan da hüküm kurulmasına karşın, yerel mahkemenin yanlış değerlendirmesinden kaynaklanan bir eksiklikten dolayı böyle bir uyuşmazlık doğmuştur. Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğunun görüşü doğrultusunda; işten elini çeken mahkeme tarafından; 2863 sayılı kanuna muhalefet suçundan dolayı ayrıca hüküm kurulması durumunda; verilen karar yok hükmünde sayılacaktır. Çünkü incelemeye konu somut olayımızda; gerekçeli kararın gerekçe bölümünde ve hüküm fıkrasında anılan suçun unsurları itibariyle oluşmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumda yerel mahkemece ulaşılan bu sonuç temyiz edilmesine karşın incelenmemiş olacaktır. İşten elini çeken mahkeme tarafından; daha önce vardığı sonuç incelenmeden yeniden verilen kararın yok hükmünde sayılacağı kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğunun, somut olayımızla ilgili olarak hüküm kurulmadığı yönündeki görüşüne iştirak edilmemekle birlikte anılan görüşün bir an için doğru olarak kabul edilmesi, bir başka deyişle herhangi bir suçtan dava açılmasına karşın, gerekçeli kararın gerekçe ve hüküm fıkralarında anılan suça yer verilmemesi halinde dahi aşağıda açıklanan içtihatlarda olduğu gibi zaman zaman bozma kararı verildiği görülmektedir.
Yargıtay Yüksek 3. Ceza Dairesinin 20/01/2015 gün, 2014/25542 E-2015/1704 K sayılı ilamında;
Sanık hakkında düzenlenen idddinamde, Mağdure....'ı 19.01.2013 ve 20.01.2013 tarihlerinde kasten yaralama eylemlerinden TCK'nin 86/2, 86/3-a, iki ayrı dava açılmasına karşın; mahkece, hüküm kurulurken hangi eylemden kurulduğu anlaşılamayan tek hüküm kurulması süretiyle karışıklığa neden olunduğundan bahisle yerel mahkemece verilen mahkumiyet kararının BOZULMASINA, karar verilmiştir.
Yargıtay Yüksek 4. Ceza Dairesinin 26/01/2015 gün, 2014/31401E-2015/2188 K sayılı ilamında;
Sanık hakkında tehdit suçundan kamu davası açılmasına karşın, bu suçtan bir hüküm kurulmadığından babhisle yerel mahkemenin kararının diğer bozma nedenleri ile birlikte (konumuzla ilgisi olmadığı için diğer bozma nedenleri yazılmamıştır) BOZULMASINA, karar verilmiştir.
Yargıtay Yüksek 13. Ceza Dairesinin 21/01/2015 gün, 2014/12076 E-2015/1368 K sayılı ilamında;
Sanık ... ... yüklenen hırsızlık suçundan hırsızlık suçundan kamu davası açıldığı halde bu suçtan hüküm kurulmadığından babhisle yerel mahkemenin kararının diğer bozma nedenleri ile birlikte (konumuzla ilgisi olmadığı için diğer bozma nedenleri yazılmamıştır) BOZULMASINA, karar verilmiştir.
Yargıtay Yüksek 13. Ceza Dairesinin 25/02/2015 gün, 2014/17086 E-2015/2852 K sayılı ilamında;
İddianameyle dava açılmasına ve gerekçede belirtilmesine rağmen mala zarar verme suçundan hüküm kurulmadığından babhisle yerel mahkemenin kararının diğer bozma nedenleri ile birlikte (konumuzla ilgisi olmadığı için diğer bozma nedenleri yazılmamıştır) BOZULMASINA, karar verilmiştir.
Yargıtay Yüksek 5. Ceza Dairesinin 01/04/2014 gün, 2013/14882 E-2014/3570 K sayılı ilamında;
Sanıklar hakkında müştekilere karşı eylemleri nedeniyle hakaret ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından dava açılmasına ve hakaret suçundan açılan dava ile ilgili olarak ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesine rağmen direnme suçu yönünden herhangi bir hüküm kurulmadığından bahisle yerel mahkeme tarafından verilen kararın BOZULMASINA, karar verilmiştir.
Yukarıdaki içtihatlarda açıklandığı üzere; dava açılan suçtan dolayı hiç bir şekilde hüküm kurulmamasını dahi bozma nedeni olarak kabul eden bazı içtihatlara rağmen, somut olayımızda olduğu gibi gerekçeli kararın gerekçe bölümünde tartışılarak bir sonuca varılan ve hüküm fıkrasında da suçun unsurları itibariyle oluşmadığı belirtilen ve TCK'nın 44 maddesine dahil edilerek beraat kararı verilmesine karşın hüküm fıkrasındaki çelişkili değerlendirmeden kaynaklanan bir eksiklikten dolayı süresi içerisinde temyiz edilen hükmün, işten elini çeken mahkeme tarafından yeniden tamamlanmasının kabul edilmesi mümkün değildir. Dava açılan eylemin hem gerekçeye hemde hükme dahil edilmemesi durumunda Yargıtay Yüksek ceza genel kurulu ile farklı dairelerin farklı içtihatlarına rastlansa da; bozma kararının usul ekonomisi ve işin takibi açısından daha yararlı olacağı hususunda kuşku bulunmamaktadır. Zira somut olayımızda olduğu gibi dosyanın hüküm kurulmak üzere mahalline gönderilmesinden sonra, iş yoğunluğu veya benzeri sebeplerle hüküm kurulmayan suçtan dolayı hüküm kurulmasının unutulması ve bu süre içerisinde zaman aşımı süresinin sona ermesi ihtimalide bulunmaktadır.
Sonuç itibabriyle, yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklandığı üzere; 2863 sayılı kanuna muhalefet suçundan dolayı usulüne uygun dava açılmadığı halde anılan kanuna muhalefet suçu ile 6831 sayılı kanuna muhalefet suçunun TCK'nın 44 maddesi kapsamında değerlendirilerek beraat kararı verildiğinden; aşağıda ki örnek olarak gösterilen içtihatta açıklandığı üzere, öncelikle 2863 sayılı kanuna muhalefet suçundan dolayı usulüne uygun olarak açılan bir dava bulunmadığından; iddianamenin dışına çıkılarak verilen görevsizlik kararına istinaden anılan suçtan kurulan hüküm, hukuken geçersiz sayılacağından; temyizen incelenmesi gereken geçerli bir hüküm bulunmadığı dikkate alınarak katılan maliye hazinesinin 2863 sayılı kanuna muhalefet suçundan kurulan hükme yönelik konusu bulunmayan temyiz isteğinin reddine karar verilmesi gerekirken, anılan suçtan zaman aşımı süresi içerisinde hüküm kurulmasının mümkün görüldüğüne ilişkin Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğunun görüşüne iştirak edilmemiştir.
Benzer bir olaydan dolayı Yargıtay Yüksek 19. Ceza Dairesinin 13/06/2016 gün, 2015/3760 E-2016/19531 K sayılı ilamında;
Şikayetçi vekili tarafından verilen 31.10.2008 tarihli dilekçe içeriğine göre, hakkında usulüne uygun olarak açılmış dava bulunmayan sanık ... ... hakkında kurulan hükmün hukuki geçerliliği bulunmadığından şikayetçi vekilinin konusu bulunmayan temyiz talebinin 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesidelaletiyle halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK'nın 317. maddesi uyarınca REDDİNE, karar verilmiştir.
Ayrıca bizce iştirak edilmemekle birlikte yine sanık hakkında 2863 sayılı kanuna muhalefet suçundan kurulmayan hükümden dolayı her zaman karar verilmesi mümkün olmasına karşın, zaman aşımı süresi içerisinde karar verilmesinin mümkün olduğuna dair Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğunun görüşüne de iştirak edilmemiştir. Zira zaman aşımı nedeniyle kamu davasının düşürülmesinin de hüküm olduğuna dair uygulamada ve doktrinde herhangi bir duraksama bulunmadığına göre; zaman aşımı süresi sona erse dahi yerel mahkemece düşme kararı verilebilecektir.
Sonuç olarak, yerleşik uygulamalara ve kanuni düzenlemelere aykırı olduğunu düşündüğümüz, Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğunun; 2863 sayılı kanuna muhalefet suçundan dolayı zaman aşımı süresi içerisinde hüküm kurulmasının mümkün görüldüğüne ilişkin kararına yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle iştirak edilmemiştir.