8. Hukuk Dairesi 2011/3563 E. , 2011/7289 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali tescil, elatmanın önlenmesi ve yıkım
Davacı-karşı davalı ... ile davalı-karşı davacı ... ...aralarındaki tapu iptali, tescil ve müdahalenin önlenmesi ile yıkım davasının kısmen kabulüne kısmen reddine dair ...1.Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 24.12.2010 gün 175/744 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davalı-karşı davacı ... ...vekili tarafından istenilmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı-karşı davalı vekili, öncesi 2382 parsel olan dava konusu 4793 ada 16 parselin kayıt maliki ... tarafından 1970 yılında harici senetle ...’a satıldığını, aynı tarihlerde üzerine ev yapıldığını, ...’in 1974 yılında ölmesi üzerine mirasçılar tarafından vekil edenine bağışlandığını, bu tarihten tapu kaydının intikal gördüğü 2001 yılına kadar aralıksız olarak vekil edeni tarafından kullanıldığını, tapu kaydının hukuksal değerini yitirdiğini açıklayarak TMK.nun 713/2.maddesi uyarınca tapu kaydının iptaliyle vekil edeni adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiş, elatmanın önlenmesine ilişkin karşı davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Davalı-karşı davacı vekili, taşınmazın tapuda işlem yapılarak satın alındığını, davanın yersiz açıldığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini savunmuş, karşı davalının haksız el atmasının önlenmesine ve taşınmaz üzerindeki binanın kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, tapu iptali ve tescil davasının kabulüne, karşı davanın reddine, 135 TL.bakiye harç, 921 TL yargılama gideri ile 1200 TL vekalet ücretinin davalılardan Kadir Kalaçay’dan alınmasına karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı-karşı davacı ... Kalaçay vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, kazanmayı sağlayan zilyetlik ve TMK. nun 713/2. fıkrasında yer alan, “…maliki 20 yıl önce ölmüş…” hukuki sebebine dayalı olarak TMK. nun 713/1 – 2. maddesi uyarınca açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davasıdır. Eldeki davanın TMK.nun 713/2. fıkrası uyarınca ölüm sebebine dayalı olarak açıldığı konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık olmayıp, mahkemece de bu şekilde değerlendirme yapılmıştır.
Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK.nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.
Davaya dayanak oluşturan TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesinin 17.3.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.3.2011 tarihinde karar verilmiştir.”
Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesinin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.
Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.
Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.
Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.
Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.
Anayasa Mahkemesinin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu” vurgulamaktadır.
Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.
Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.
Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK.nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK.nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.
Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.
TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir.
4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM.nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.
İşte TMK.nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.
TMK.nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK.nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.3.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.3.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.3.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır. Somut olayda; dava konusu parselin öncesi 2382 parsel olup 06.04.1968 tarihinde kadastro yoluyla Osman Genç adına tespit ve tescil edilmiş, 06.03.1989 tarihinde yapılan imar uygulaması nedeniyle maliki değişmeksizin 4793 ada 16 parsele revizyon görmüş,15.05.2001 tarihinde miras yoluyla Osman Genç mirasçılarına intikal etmiş, 15.03.2004 tarihinde satış yoluyla Mevlüt Yavuz, 30.01.2009 tarihinde satış yoluyla davalı ... Kalaçay adına tescil edilmiştir. Dosya kapsamına, dava evrakı ile yargılama tutanakları içeriğine, dava konusu taşınmazın kayıt maliki Osman Genç tarafından 1970 yılında tapu dışı yolla davacının kayınpederi Halim Kavraz’a satıldığı , aynı tarihlerde üzerine ev yapılarak kullanıldığı, 1974 yılında ölmesi üzerine mirasçıları tarafından davacıya bağışlandığına, bu tarihten tapuda intikal gördüğü 2001 yılına kadar davacı tarafından aralıksız ve davasız olarak kullanıldığı ve kayıt malikinin 1974 yılında öldüğü anlaşıldığına göre, TMK.nun 713/2. maddesi uyarınca davacı lehine kazanma koşullarının oluştuğu hususunda bir duraksama bulunmamaktadır.
Davalı-karşı davacı ... vekili, taşınmazın tapuda resmi işlem yapılmak suretiyle satın alındığını ileri sürerek istekte bulunmuş,mahkemece davalının TMK.nun 1023 ve 1024 maddeleri uyarınca iyi niyetli olup olmadığı hususunda yeterince araştırma ve inceleme yapılmadan yazılı şeklide karar verilmiştir. Mahkemece, tarafların gösterdiği tüm tanıklar usulüne uygun olarak davet edilmek suretiyle HUMK.nun 258 ve 259.maddeleri uyarınca(6100 sayılı HMK.nun 243,244 ve 259 ve 290/2.m) taşınmaz başında yeniden keşif yapılması, tapu kaydındaki intikaller , hayatın olağan akışı, taşınmaz üstündeki binanın kullanım durumu dikkate alınarak davacıya ait olduğunu bilip-bilmediği ve kendisinden beklenen özeni gösterip göstermediğinin usulüne uygun olarak araştırılması, davalının TMK.nun 1023 ve 1024 maddeleri karşısındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi , ondan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırmayla yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Davalı-karşı davacı ... vekilinin harç, yargılama giderleri ve avukatlık ücretine ilişkin temyiz itirazlarına gelince; mahkemece harç yargılama giderleri ile yargılama giderlerinden sayılan avukatlık ücretinin davalılara yükletilmiş olması doğru görülmemiştir. Yargıtay 8.Hukuk Dairesinin yerleşmiş uygulamalarına (HGK.nun 17.2.2010 tarih 2010/8-58 E, 2010/78 K.) göre TMK.nun713/2.maddesine dayalı uyuşmazlıklarda davanın başarıya ulaşması halinde davalı harç, yargılama giderleri ile avukatlık ücretinden sorumlu tutulamaz. Mahkemece bu hususun gözden kaçırılarak geriye kalan harcın, yargılama giderlerinin ve avukatlık ücretinin davalıdan alınmasına karar verilmiş olması da doğru görülmemiştir.
Davalı-karşı davacı ... Kalaçay vekilinin temyiz itirazları bu bakımlardan yerinde olduğundan kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK. nun Geçici 3. Maddesi yollamasıyla HUMK. nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA ve 115,00 TL peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 19.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.