Ceza Genel Kurulu 2017/518 E. , 2017/559 K.
Yargıtay Dairesi : 15. Ceza Dairesi
Nitelikli dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından sanıklar ... ve ...'ün beraatlerine ilişkin Konya 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 15.11.2011 gün ve 461-430 sayılı hükümlerin, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 23. Ceza Dairesince 13.10.2015 gün ve 4921-5078 sayı ile;
“Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 27.11.2007 tarih ve 248/251 sayılı kararı ile uyum gösteren Genel Kurul ve daire kararlarında açıklandığı üzere; mahkemeye gelmemiş sanık hakkında duruşma yapılamayacağına ilişkin temel kuralın istisnalarından biri olarak öngörülen ve 1412 sayılı CMUK'nun 223/son maddesine paralel bir hüküm içeren 5271 sayılı CMK'nun 193/2. maddesinin ilk bakışta eylemin suç oluşturmayacağı ve derhal beraat kararı verilebilecek hallerle sınırlı olarak uygulanabileceği, iddianamede tarif edildiği şekli ile fiilin suç teşkil etmemesi ve fiilin suç olmaktan çıkarılması halleri dışında dosyadaki deliller takdir edilerek beraat kararı verilebilmesi için mutlaka sanığın sorgusunun yapılması gerektiği gözetilmeden, sanığın sorgusu yapılmadan toplanan deliller takdir edilerek sanıklar hakkında beraat kararı verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Konya 2. Ağır Ceza Mahkemesi ise 02.02.2016 gün ve 421-30 sayı ile;
'...Direnilen hükmün gerekçesinde neden beraat kararı verilmesi gerektiği hususunun ayrıntılı şekilde tartışılıp sonuca bağlandığı, sanıkların sorgusu yapılmadan karar verilmesinin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.10.2009 tarih ve 89-243 sayılı kararına uygun olduğu, yeniden yargılama yapılmasının sanıkların sorgusunun yapılmasının hükümde herhangi bir değişikliğe yol açmayacağı sonuç ve kanısıyla Yargıtay Ceza Genel Kurulunun belirtilen kararı doğrultusunda önceki hükümde direnildiği' gerekçesiyle sanıkların önceki hükümlerdeki gibi beraatlerine karar vermiştir.
Bu hükümlerin de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 06.04.2016 gün ve 117167 sayılı 'bozma' istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 gün ve 561-1599 sayı ile; 6763 sayılı Kanunun 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 15. Ceza Dairesince 28.03.2017 gün ve 3851-8287 sayı ile, direnme hükümlerinin yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın sorgusu yapılmadan beraat kararı verilmesinin isabetli olup olmadığının tespitine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, aleyhe olan bozma kararına karşı sanıkların beyanı alınmadan direnme hükmü verilip verilemeyeceğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Yerel mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılamada, sanıklar adına çıkarılan duruşma gün ve saatini bildirir davetiyenin bilâ tebliğ iade edildiği, mahkemece sanıklardan aleyhe olan bozma kararına karşı diyecekleri sorulmadan, önceki hükümlerde direnilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK'nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/2. maddesine göre, hükmün aleyhe bozulması halinde davaya yeniden bakacak mahkemece, sanıktan bozmaya karşı diyeceğinin sorulması zorunlu olup müdafiin dinlenilmesi ile de yetinilemez. Aynı kurala 5271 sayılı CMK'nun 307/2. maddesinde de yer verilmiş olup anılan bu kanun hükümleri uyarınca sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhinde sonuç doğurabilecek olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bu konudaki delillerini sunma imkânı tanınmalıdır. Bu düzenleme, savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayandığından, uyulmasında zorunluluk bulunan emredici kurallardandır.
Bu zorunluluk beraat hükmünde direnilmesi halinde de geçerlidir. Zira Ceza Genel Kurulunca yapılacak inceleme sonucunda Özel Dairenin aleyhe bozması isabetli bulunup yerel mahkeme hükmünün bozulması mümkündür. 1412 sayılı CMUK'nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/3. maddesine göre ısrar üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara uymak mecburidir. Bu durumda sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyeceği sorulmadan beraat hükmünde direnilebileceğinin kabulü savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurabilecektir. Savunma hakkı, sanığın en önemli hakkı olup bu hakkın sınırlanması 1412 sayılı CMUK'nun 308/8. maddesi uyarınca mutlak bozma nedenidir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun duraksamasız uygulamaları da ısrar edilen önceki hüküm beraat dahi olsa sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan direnme kararı verilemeyeceği yönündedir.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükümlerinin, aleyhe olan bozmaya karşı sanıkların beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
Ön soruna ilişkin olarak çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...;
'5271 sayılı CMK'nun 193/2. maddesi hükmünün nasıl yorumlanması ve uygulanması gerektiği hususunda doktrin ve uygulamada iki ayrı görüşün ortaya çıktığı söylenebilir.
5353 sayılı Kanunla değişik mezkûr fıkra hükmüne göre, 'Sanık hakkında toplanan delillere göre, mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir.'
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 1412 sayılı CMUK (m.223/son) döneminde oluşturduğu içtihatlarında ortaya koyduğu ve 15. Ceza Dairesinin uyuşmazlık konusu bozma kararında ifadesini bulan birinci görüşe göre; CMK'nun 193. maddesinin 2. fıkrası ancak; 'eylemin ilk bakışta suç oluşturmayacağının' anlaşılması hâli ile sınırlı olarak uygulanabilir.
Doktrin (Örneğin; Prof. Dr. C. Şahin, Adalet Dergisi'nin Ocak-2013 tarihli, 45. sayısında yayımlanan makalesinde, benzer bir olay nedeniyle, birinci görüşe uygun olarak verilen 03.07.2012 tarihli, 2012/11-526 ve 260 esas ve sayılı Yargıtay Ceza Genel Kararını eleştirmiş ve aşağıda izah edilen ikinci görüşü benimsediğini ifade etmiştir.) tarafından da büyük bir çoğunlukla kabul edilen diğer görüşe göre ise; CMK'nun 193. maddesinin 2. fıkrasında mevcut olmayan koşulların ihdâs edilmesi suretiyle, maddenin uygulama alanı daraltılamaz. İ.H.A.S. 6 ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36. ve 38. maddelerinde vurgulanan 'Adil Yargılanma Hakkı' ile 'Masumiyet Karinesi' ve 'Lekelenmeme Hakkı' gibi ceza muhakemesine egemen olan ilkeler ışığında, anılan maddenin dar yorumlanması ve uygulanması doğru değildir. Eğer mahkemece, sanık hakkında toplanan delillere mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa sanığın sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir.
Aşağıda açıklayacağımız gerekçeler ışığında birinci görüşün; kanunun lafzına da, ruhuna da uygun olmadığını düşünmekteyiz.
Bilindiği üzere, 5271 sayılı CMK’nun yazılı bir gerekçesi yoktur. Mezkûr madde metninde ise; 'fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediğinin anlaşılması' ya da 'delil takdiri gerektirmeyen durumlar' ve benzeri sınırlayıcı kavramlar mevcut değildir. Bu nedenle, belirtilen hususları 5271 sayılı CMK’nun 193/2. maddesinin uygulama koşulu olarak kabul etmek mümkün değildir.
Değil mahkeme ve hâkim, gerektiğinde Cumhuriyet savcısı ve kolluk amiri (Örneğin; CMK'nun 119. maddesi hükmü uyarınca aramada ...), kolluk ve hatta üçüncü kişiler (CMK.'nın 90. maddesi hükmü uyarınca, suçüstü halinde 'herkes' tarafından geçici olarak yakalama yapılabilir) bile, 'delil takdiri' yapabilirken, işi bu olan hâkimin, delil takdirine girişemiyeceği görüşü kabul edilemez. Mahkeme ve hâkimin, 5271 sayılı CMK'nun 193/2. maddesi bağlamında da delilleri serbestçe takdir edip, değerlendirmesi son derece doğaldır.
Esasen fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediği durumlarda iddianame düzenlenemez. Düzenlenirse; bu iddianame, iadeye mahkûmdur. Her nasılsa böyle bir iddianame kabul edilmiş ise, o taktirde öncelikle beraat kararı verilmesini gerektiren bir durum söz konusudur.
Kanun değişikliği ile fiilin suç olmaktan çıkartılması durumunda da, hiç kuşkusuz savunma alınmadan beraat kararı verilebilir.
CMK'nun 193/2. maddesi hükmünün uygulanabilmesi için, beraat kararının hangi nedenden dolayı verileceği önemli değildir. Yani, beraat hükmü, söz konusu maddenin ikinci fıkrasında yer alan beş nedenden (1- Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması, 2- Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması, 3- Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması, 4- Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması ve 5- Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması) herhangi birisine dayanılarak verilebilir. Toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir kararın verilebilecek olması CMK'nun 193/2. maddesinin uygulanabilmesinin yegâne koşuludur.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu bu düşüncelerden hareketle, 20.10.2009 günlü, esas ve karar sayılı içtihadında, 5271 sayılı CMK'nun 193/2. maddesi hükmünü 'eylemin ilk bakışta suç teşkil etmediğinin anlaşılması' hâli ile sınırlamanın kanun koyucunun amacına uygun düşmediği tespitini yaparak bu içtihadı yumuşatmıştır.
Somut olayda, katılan-şikayetçinin, sanıklardan ... ile aralarında mevcut ticari ilişki nedeniyle, sanık ...'in eşi Habibe adına imzalamak suretiyle, 30.06.2006 tarihinde dava konusu 2.000 liralık çeki verdiğini, çekin karşılıksız çıktığını, hâlen de borcun ödenmediğini beyan ve iddia etmesi üzerine, tam anlamıyla varsayıma dayalı bir şekilde sanığın yetkisi olmadığı belirtilerek, bu çeki düzenleyip şikayetçiye vermek suretiyle, her iki sanığın sahte resmi belge(çek) düzenlenmesi ve nitelikli dolandırıcılık suçlarını işlediklerinden bahisle Konya Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 14.10.2008 tarihli iddianameyle işbu dava açılmış ise de; sanık ...'in Fethiye Ağır Ceza Mahkemesince 08.01.2010 tarihinde talimatla savunması alınmıştır.
Sanık bu savunmasında özetle; atılı suçları işlemediğini, katılan ile aralarında önceden mevcut ticari ilişki nedeniyle, noterden almış olduğu vekaletnamenin verdiği yetkiye istinaden ve eşine ait çek hesabından çek düzenleyip verdiğini, borcu en kısa zamanda ödeyeceklerini, eşiyle aynı adreste oturduklarını, işi nedeniyle geçici olarak İzmir'e gittiğini ve an itibariyle İzmir'de olduğunu belirtmiş, Antalya 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 2006/807-1117 esas ve karar sayılı 07,01.2010 tarihli ek kararın aslını ibraz etmiştir.
Talimat mahkemesince bu kararın yapılan incelenmesinde ise, sanık ... hakkında, çekte karşılıksızdır işlemi yapılmasına sebebiyet verme suçu ile ilgili olarak verilen cezanın, 'Antalya 7. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen dava konusu olan çeki, eşi olan Habibe'nin Muğla 3. Noterliği'nden verilen 20.09.2004 tarih ve 16626 yevmiye no.'lu vekaletnameye istinaden düzenlediği anlaşıldığından kaldırılmasına' karar verildiği anlaşılmıştır. (Vekaletname örneği Antalya 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 2006/807-1117 esas ve karar sayılı dosyasında mevcuttur.)
Anlaşılacağı üzere, sanık ...’in savunması alınmış olup, yalnızca eşi olan diğer sanık ...'nin ifadesi alınamamıştır.
Ancak; iddia, sanık ...'in yukarıda özetlenen savunması ve toplanan delillere göre, sanık ..., eşi adına açılan çek hesabından ve O’nun noterden vermiş olduğu vekaletnamedeki yetkiye istinaden bir ticari ilişki nedeniyle çek düzenleyip katılana verdiği ve bilâhare bu çekin karşılığı bankada bulundurulmamış olduğu, sahte çek düzenlenmesi söz konusu olmadığı gibi dolandırıcılık ta yoktur, dava konusu olaylar tam anlamıyla hukuki bir ihtilaftan ibarettir.
Sanık ...'nin savunmasının alınması bu gerçeği değiştirmeyecektir.
Somut olayda, usul ve yasaya uygun olan 15.11.2011 günlü beraat hükmü onanmalıydı.
Esasen, leh ve aleyhe bütün deliller toplandıktan sonra takipsizlik kararı vermek yerine, bu denli eksik bir soruşturma sonucunda düzenlenen iddianamenin iade edilmesi gerekirdi.
Yargıtay'ımızın istikrar bulmuş içtihatları uyarınca, aleyhe olan bozma kararı üzerine sanığın (sanıkların) bozma sonrası diyeceklerinin sorulması gerektiği bizce de bilinen bir husustur.
Fakat, her kuralın bazı istisnaları olabilir, bazen olması da gerekir. Aleyhe olan bozma kararı hukuka açıkça aykırı ise, işbu bozmaya karşı sanığa diyeceklerini sormaya gerek olmadan direnme kararı verilebileceğini düşünmekteyiz. Örneğin; aldatıcılık yeteneği bulunmadığı açıkça anlaşılan bir belgede sahtecilik suçundan savunma alınmadan verilen beraat kararının CMK'nun 193/2. maddesinin dar yorumlanması suretiyle bozulması hukuka açıkça aykırı olduğundan, bu sebeple verilen bozma kararından sonra sanığa diyecekleri sorulmadan direnme kararı verilebileceğini kabul etmek gerekir.
Aynı şekilde somut olayımızda sanıklara bozma kararına karşı diyeceklerinin sorulması da, olayın hukuki ihtilaf olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir. Üstelik uzayan yargılama dolayısıyla sanıkların mâkul sürede adil yargılanma ve lekelenmeme haklarının ihlâlinin boyutları daha da ağırlaştıracaktır.
Açıklanan nedenlerle, ilk derece mahkemesinin beraate ilişkin direnme hükmünün onanması gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne karşıyım' açıklamasıyla,
Ceza Genel Kurulu Üyesi ... ise;
'A) TARTIŞMANIN KONUSU:
Sanıklar hakkında yerel mahkeme tarafından verilen beraat hükümlerinin, davaya katılma hakkı bulunan şikâyetçi vekili tarafından temyiz edilmesi ve Yargıtay tarafından hükmün bozulması üzerine, yerel mahkeme tarafından, bozmaya karşı sanıklardan diyecekleri sorulmadan direnme kararı verip veremeyeceği ve buna bağlı olarak, direnme hükümlerinin sadece bu nedenle bozulmasının mümkün olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmıştır.
B) İDDİA VE DAVANIN GEÇİRDİĞİ AŞAMA:
Saniklar hakkında, resmi belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarından kamu davası açılmış; yerel mahkemece, yakalanamadıkları için sorgularının yapılmasına gerek görülmeden, sanıklar hakkında her iki suçtan beraat hükümleri kurulmuştur.
Hükümler şikâyetçi vekili tarafından temyiz edilmiş; Yargıtay 15. Ceza Dairesi'nce, şikâyetçi adına şikâyet dilekçesi veren şikâyetçi vekiline duruşma tarihinin tebliği edilmemesi nedeniyle davaya katılma imkânı sağlanmadığı için, hükmü temyiz etme hakkının bulunduğu kabul edilerek; derhal beraat kararı verilebilecek hallerin olmadığı, bu nedenle sanıkların sorguları yapılmadan beraatlerine karar verilmesinin yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle, hükümlerin bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkeme, bozma kararını tebliğ etmeden ve bozmaya karşı diyeceklerini sormadan, Yargıtay'ın bozma kararına direnerek sanıkların her iki suçtan yeniden beraatine hükmetmiştir. Bu hükümler de katılan vekili tarafından temyiz edilmiştir.
C) TARTIŞMA KONUSUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ:
CMK'nın 290. maddesinde, 'Sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılık, sanık aleyhine hükmün bozdurulması için Cumhuriyet savcısına bir hak vermez' hükmü öngörülmüştür.
Madde metninde, katılanın temyizi üzerine, sanık yararına olan hukuk kuralına aykırılık nedeniyle hükmün bozulmasının mümkün olup olmadığına ilişkin bir açıklık bulunmamakta ise de, belirtilen kuralın 'Sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılık nedeniyle hüküm sanık aleyhine bozulamaz.' şeklinde anlaşılması gerekir.
Yargıtay'ın bozma kararına karşı sanıklardan diyeceklerinin sorulması, sanıklar lehine konulmuş bir hukuk kuralıdır. Sanıklar hakkında, en lehlerine olan beraat hükümleri verilmiştir.
Bu durum karşısında, Ceza Genel Kurulu tarafından, hükümlerin esasının incelenmesi gerekirken, bozmaya karşı sanıklardan diyeceklerinin sorulmadığı gerekçesiyle ve sadece bu nedenle direnme hükümlerinin bozulması CMK'nın 290. maddesine aykırıdır.
D) SONUÇ:
Açıkladığım nedenlerle; hükümlerin esasının incelenmesi gerekirken, bozmaya karşı sanıklardan diyeceklerinin sorulmadığı gerekçesiyle ve sadece bu nedenle direnme hükümlerinin bozulmasına ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyorum' düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Konya 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 02.02.2016 gün ve 421-30 sayılı direnme hükümlerinin, aleyhe olan bozmaya karşı sanıkların beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 19.12.2017 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.