8. Hukuk Dairesi 2013/2559 E. , 2013/9609 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil
... ve müşterekleri ile ... ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve tescili davasının kısmen kabulüne, kısmen reddine dair ... . Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 26.06.2012 gün ve 21/335 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacılar ... ile ... vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR
Davacılar vekili, davacıların 4794 ada 9 parsel sayılı taşınmazın 02.04.1986 tarihinde ... .Noterliğinin aynı tarih ... yevmiye sayılı sözleşmesi ile ... ve ... ... da aynı taşınmazı 27.08.1971 tarihli harici satış sözleşmesi ile ... satın aldığını, kayıt maliki ... ... 1974 tarihinde vefat ettiğini açıklayarak davacıların zilyetliği altında bulunan taşınmazın davalı üzerindeki tapu kaydının iptali ile davacılar adına tesciline karar verilmesini istemiş, taşınmazın yargılama sırasında ...'a devredilmesi üzerine HUMk 186. maddesi gereğince davacılar vekili seçimlik hakkını yeni malike karşı tapu iptali ve tescil davası olarak kullanmıştır.
Davalı ... vekili, ... tarafından haricen satılan taşınmazın dava konusu taşınmaz olmadığını, ... Mirasçıları ise kendilerine husumet yöneltilemeyeceğini bildirmiş ve davanın reddine karar verilmesini savunmuş, ... vekili ise taşınmazı tapu kaydına güvenerek iyiniyetle satın aldığından davanın reddine karar verilmesini savunmuş ve 10.02.2011 tarihli dilekçesiyle tapu kaydına dayanarak davacıların taşınmaza yönelik müdahalelerinin menine ve ecrimisil bedelinin tahsiline karar verilmesi isteği ile dava açmış mahkemece 2011/ 121 E sayılı dava dosyasının aralarındaki hukuki ve fiili bağlantı nedeniyle eldeki dava ile birleştirilmesine karar verilmiştir.
Mahkemece, ... dışındaki davalılar yönünden kayıt maliki olmadıklarından husumet nedeniyle, ... yönünden malikinin kim olduğu tapu kütüğünden anlaşılamayan ve maliki 20 yıl önce ölmüş nedenleri gerçekleşmediğinden davacıların davasının reddine, ... tarafından açılan birleşen meni müdahale davasının kabulüne ve ecrimisil isteğinin reddine karar verilmesi üzerine; Hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava konusu taşınmaz 4753 sayılı yasa sonucu oluşan 7.3.1955 tarih 282 nolu tapu kaydı uyarınca 14.08.1964 tarihinde ... adına tespit edilmiş ve tutanağın 13.02.1968 tarihinde kesinleşmesi ile tapuya tescil edilmiştir. 2382 parsel olarak ... adına tapuda kayıtlı iken imar uygulaması ile 06.03.1989 da ... adına 4794 ada 9 parsel olarak revizyon görmüş ve 15.05.2001 tarihinde ... mirasçıları adına tapuda intikali yapılmıştır. Taşınmaz ... mirasçıları adına intikal gördükten sonra 17.07.2003 tarihinde ... adına, 04.10.2007 de ... adına, 26.10.2007 de ... adına ve 05.02.2010 tarihinde ... adına ve yargılama sırasında da son kayıt maliki ... adına satıştan tescil edilmiştir. Davacı TMK.nun 713/2.maddesinde yazılı ölüm sebebine dayanarak iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Davada çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK.nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.
Davaya dayanak oluşturan TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesinin 17.3.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.3.2011 tarihinde karar verilmiştir.”
Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesinin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.
Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.
Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.
Anayasa Mahkemesinin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu” vurgulamaktadır. Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.
Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.
Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK.nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK.nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.
Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur. TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi
getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM.nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.
İşte TMK.nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.
TMK.nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir.
Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK.nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.03.2011 tarihinden önce hak sahipleri
yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.
Bu açıklamalardan sonra kazanılmış hakkın olduğu gözetilerek TMK.nun 713/2. maddesi bakımından dosya incelendiğinde; Davacılar vekili, miras, intikal ve eklemeli kazanmayı sağlayan zilyetliğe dayanarak TMK.nun 713/2. Maddesi gereği 139 parsele ait tapu kaydının iptali ile davacı adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.
Asıl dava TMK.nun 713/2. maddesinde yazılı ölüm sebebine dayanılarak açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davası, Birleşen dava ise tapu kaydına dayalı müdahalenin meni ve ecrimisil isteğine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine ve birleşen davanın meni müdahale isteğine ilişkin bölümünün kabulüne karar verilmiş ise de yapılan araştırma ve inceleme hüküm vermeye yeterli bulunmamaktadır. Dosyadaki ... ile ... arsında düzenlenen 27.08.1971 tarihli senet, ... ile davacılar ... ve ... arasındaki 02.04.1986 tarihli noter satış senedi ve tanık beyanlarından, dava konusu taşınmazın 1972 yılında o tarihteki kayıt maliki ... tarafından ...'na haricen satılarak zilyetliğinin devredildiği ve bu şahsında aynı taşınmazı 1986 tarihinde haricen davacılara satarak zilyetliğini devrettiği, taşınmazın kadastro tespitlerinin kesinleştiği 1968 yılından mirasçılar adına intikalin yapıldığı 2001 yılına kadar 12.04.1974 tarihinde ölen ... adına kayıtlı olduğu saptanmıştır. Davacıların zilyetliği taşınmazı haricen satın aldıkları 1986 yılında başlamış ise de 4721 sayılı TMK' nun 996. maddesi ''Kazandırıcı zamanaşımından yararlanma hakkına sahip olan zilyet, zilyetliği kendisine devreden aynı yetkiye sahip idiyse onun zilyetlik süresini kendi süresine ekleyebilir.'' hükmünü içermekte olup madde uyarınca taşınmazı kendilerine devreden Perihan'ın zilyetliğini kendi zilyetliklerine ekleyebileceklerdir. Bu halde kayıt malikinin ölüm tarihi olan 12.04.1974 tarihinden tapuda mirasçılar adına intikalin yapıldığı 15.05.2001 tarihine kadar davacılar lehine kazanmayı sağlayan 20 yıllık zilyetliğin gerçekleştiğinin kabulü gereklidir.
Ne var ki taşınmaz 15.5.2001 tarihinde ... mirasçılarına yapılan intikalden sonra tapuda bir çok kez el değiştirmiş olup, davalılar tapu kaydına güvenerek iyiniyetli olarak hak iktisap ettiklerini iddia ettiklerinden davalı ...'ın taşınmazın davacılara ait olduğunu, bilen ya da bilmesi gereken kimselerden olup olmadığı tarafların bildirdiği tanıklar ile yerel bilirkişiden sorulmalı, 14.02.1951 tarih ve 7/ 1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtilen ilke ve karineler gereğince davalının iyiniyet iddiasına değer verilip verilemeyeceği üzerinde durulmalı ve sonucuna göre bir karar vermek gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
Öte yandan meni müdahale talebinde bulunan ... dava konusu taşınmazı yargılama sırasında 09.06.2010 tarihinde ...'a devretmiştir. HUMK'nun 186. maddesine göre davanın devamı sırasında dava konusunun el değiştirmesi durumunda taşınmazın yeni malikinin davacının yerine geçerek gelip davayı, kaldığı yerden takip etmesi mümkün olup bu isteğe davalının karşı çıkması sonucu etkilemeyecektir. Ancak, yeni malik ... ve birleşen davanın davalıları olan asıl davanın davacıları ... ve ...'nın bu yönde bir istemleri olmamıştır. Bu durumda davacı ...'ın mülkiyet hakkını devretmesi nedeni ile aktif husumet ehliyeti ( davacı sıfatı) sona erdiğinden el atmanın önlenmesi davasının reddine karar vermek gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması da doğru değildir.
Davacı karşı davalı ... ve ... vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle ve 6100 sayılı ...nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, HUMK.nun 388/4., HMK m.297/ç) ve 440/I. maddeleri gereğince Yargıtay Daire İlamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunabileceğine, 21,15 TL peşin harcın istek halinde davacılara iadesine 20.06.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.