Ceza Genel Kurulu 2011/3-220 E. , 2011/274 K.
İtirazname : 2011/230773
Yargıtay Dairesi : 3. Ceza Dairesi
Mahkemesi : GAZİANTEP Çocuk
Günü : 16.04.2009
Sayısı : 362-420
Nitelikli yaralama suçundan sanık U.A.’ın, 765 sayılı TCY'nın 456/2, 457/1, 59 ve 2253 sayılı Yasanın 12/2. maddeleri uyarınca 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Gaziantep Çocuk Mahkemesince verilen 16.04.2009 gün ve 362-420 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 11.07.2011 gün ve 16507-10410 sayı ile;
“Suç tarihinde 12-15 yaş grubu içerinde bulunan çocuk sanığın soruşturma ve kovuşturma aşamasında alınan ifadelerinde suçunu ikrar ederek pişman olduğunu bildirme¬sine, adli sicil kaydında da sabıkasının bulunmadığının anlaşılmasına göre, mahkemece ‘...sanığın sabıka kaydından gözlemlenen geçmişteki hali, suç işleme konusundaki eğilimleri ve yargılama aşamasında işlediği suçtan duyduğu pişmanlığı gösteren herhangi bir beyanın bulunmayışına göre’ denilmek suretiyle sanığın görmeden dosya içeriği ile çelişen gerekçeyle sanık hakkında cezanın ertelenmesine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 18.08.2011 gün ve 230733 sayı ile;
“Ceza hukukunda asıl olan fiilin işlendiği zamandaki kanunlara göre hüküm kurulmasıdır. Lehe kanun uygulaması istisna niteliğindedir. Yasal dayanağını Anayasanın 38, 765 sayılı TCK’nun 2, 5237 sayılı TCK’nun 7/2 ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunun yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanununun 9/3. maddesinden alır. Dosyada dava zamanaşımının hesaplanmasında hangi kanunun lehe olduğunun belirlenmesi gerekmektedir.
Suçun işlendiği 03.03.2005 tarihi itibariyle sanık 15 yaşından küçük 12 yaşından büyüktür. Sanığın, atılı suçu işlediği tarih ile inceleme tarihi arasında, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren ve sanık lehine olan 5237 sayılı TCK’nun 66/2, 67/1-4. maddelerinde zamanaşımı için öngörülen 4+2 yıllık süre geçmiştir. Hükmün bu gerekçe ile bozulmasına, sanık hakkında açılan kamu davasının 5237 sayılı TCK’nun 66/2, 67/1-4. maddeleri ve 5271 sayılı CMK’nun 223/8. maddesi uyarınca düşürülmesine karar verilmesi gerekirken zamanaşımının hesaplanması bakımından hataya düşülmüştür” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün bozulmasına ve kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; Özel Daire inceleme tarihi itibarıyla dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Sanık hakkında 03.03.2005 tarihinde işlenen nitelikli yaralama suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı,
02.11.2005 tarihli adli raporda, “meydana gelen yaralanma nedeniyle mağdurun hayati tehlike geçirmediği, 7 günde iyileşeceği, mutad iştigaline mani olmadığı, yaranın çehrede sabit eser niteliğinde olup basit tıbbi müdahale ile iyileşebileceği” tespitlerinin yer aldığı,
Yerel mahkemece yapılan yargılama sonucunda, 27.08.1990 doğumlu sanık hakkında 765 sayılı TCY hükümleri lehe kabul edilerek mahkûmiyet kararı verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Kasten yaralama suçu, suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK’nın 456-460. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Anılan Yasanın 456. maddesinin 1. fıkrasında basit yaralama, 2 ve 3. fıkralarında suçun nitelikli halleri 4. fıkrada ise suçun daha az cezayı gerektiren basit hali düzenlenmiş, aynı Yasanın 457. maddesinde ise 449 ve 450. maddelerine yollama yapılarak ağırlaştırıcı nedenlerine yer verilmiştir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY’nda ise kasten yaralama suçu 86 ila 88. maddeleri arasında düzenlenmiştir.
Anılan Yasanın “Kasten Yaralama” başlıklı 86. maddesinde; “(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
…e) Silâhla,
İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır”
“Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” başlıklı 87. maddesinde ise; “(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
…c) Yüzünde sabit ize,
…Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hâllerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hâllerde beş yıldan az olamaz…”
Şeklinde düzenlemeler yer almaktadır.
Buna göre, 86. maddesinin 1. fıkrasında suçun temel şekli düzenlenerek bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülmüş, 3. fıkrasında ise nitelikli haller sıralandıktan sonra, bu fıkrada sayılan nitelikli hal veya haller gerçekleştiğinde, “cezanın yarı oranında” artırılacağı, 87. maddenin 1 ve 2. fıkralarında ise, belirtilen hallerin gerçekleşmesi halinde, 86. maddeye göre belirlenen cezaların bir ila iki kat artırılacağı, ancak bu cezaların belirli miktarlardan az olamayacağı hükmüne yer verilmiştir.
Diğer taraftan, aynı Yasanın “Dava zamanaşımı” başlıklı 66. maddesi; “(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan hâller dışında kamu davası;
a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,
b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmibeş yıl,
c) Yirmi yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıl,
d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl,
e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl,
Geçmesiyle düşer.
(2) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle kamu davası düşer.
(3) Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller itibarıyla suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri de göz önünde bulundurulur.
(4) Yukarıdaki fıkralarda yer alan sürelerin belirlenmesinde suçun kanunda yer alan cezasının yukarı sınırı göz önünde bulundurulur; seçimlik cezaları gerektiren suçlarda zamanaşımı bakımından hapis cezası esas alınır…” şeklinde düzenlenmiştir.
Buna göre, 5237 sayılı TCY’nın 66. maddesinde 765 sayılı TCY’nın zamanaşımını düzenleyen 102. maddesine göre daha uzun dava zamanaşımı sürelerinin öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Soyut olarak 765 sayılı TCY ile kıyaslandığında, 5237 sayılı TCY düzenlemesinin sanığın aleyhine olduğu ve yasakoyucunun yeni düzenleme ile kamu davalarının zamanaşımına uğramasının önüne geçmeyi amaçladığı, buna karşın çocuklar hakkında yaş gruplarına göre kademeli olarak daha kısa zamanaşımı sürelerini öngördüğü görülmektedir.
5237 sayılı TCY'nın 66. maddesinin 3. fıkrasında zamanaşımı süresinin belirlenmesinde suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hallerinin de göz önünde bulundurulacağı belirtildiğinden, uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir çözüme ulaşılabilmesi açısından, 5237 sayılı TCY’nın 86. maddesinin 3. fıkrası ile 87. maddesindeki düzenlemelerin suçun nitelikli halini mi, yoksa ağırlatıcı nedenini mi oluşturduğu ve zamanaşımı hükümlerinin uygulanmasında süre hesabının temel ceza üzerinden mi, yoksa söz konusu artırım maddeleri de dikkate alınarak tespit edilecek ceza üzerinden mi yapılacağı hususunun öncelikle belirlenmesi gerekmektedir.
5237 sayılı TCY’nın 86. maddenin 3. fıkrasındaki ve 87. maddesindeki düzenlemelerin nitelikli hali mi, yoksa artırım nedenini mi oluşturduğu konusuna ilişkin olarak kasten yaralama suçuna ilişkin 86. maddesinin gerekçesinde;
“Maddenin birinci fıkrasında kasten yaralama suçunun temel şekli tanımlanmıştır.
…İkinci fıkrada ise, kasten yaralama suçunun nitelikli şekilleri gösterilmiştir. Söz konusu suçun seçimlik olarak belirlenen bu nitelikli şekilleri, bentler hâlinde sıralanmıştır.
…Fıkranın (e) bendinde, kasten yaralama suçunun silâhla işlenmesi, bir nitelikli hâl olarak kabul edilmiştir. Silâh deyimi için, Tanımlar başlıklı madde hükmüne bakılmalıdır” biçimindeki açıklama ile maddenin 5328 sayılı Yasa ile değişiklik yapılmadan önceki ilk halindeki ikinci fıkrasının (5328 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle halen yürürlükteki Yasa maddesinin 3. fıkrasının) suçun nitelikli halini oluşturduğu açıkça belirtilmiştir.
5237 sayılı TCY’nın 87. maddesinin gerekçesinde ise; “…Fıkranın (c) bendine göre, kasten yaralama suçunun yüzde sabit ize neden olması, bu suçtan dolayı daha ağır bir ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir. Burada geçen yüz deyimi, çehre karşılığında kullanılmıştır ve kişinin boyun ve kulakları dâhil, başın ön kısmını ifade eder…” açıklamaları yer almakta olup, “Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” başlıklı bu maddenin de suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hallerini içerdiği kabul edilmelidir.
Görüldüğü gibi, 5237 sayılı TCY’nın bazı maddelerinde suçun nitelikli hali için, bağımsız yaptırım öngörülmüş iken (örneğin; 94/2-3, 102/2, 103/2, 106/2, 109/2, 149/1. maddeleri), bazı maddelerinde suçun temel şekli için belirlenen cezanın belli oranlarda artırılması yöntemi tercih edilmiş (örneğin; 86/3, 102/3, 103/3-4, 109/3. maddeleri) bazı maddelerinde ise suçun nitelikli halleri için hem bağımsız bir ceza öngörülmüş (örneğin; 102/2, 103/2, 109/2. maddeleri), hem de aynı maddenin müteakip fıkralarında yer alan nitelikli haller için cezanın belirli bir oranda artırılması esası kabul edilmiştir. (örneğin; 102/3, 103/3-4, 109/3. maddeleri)
Yasada, suçun nitelikli halleri için bazı maddelerde bağımsız bir ceza öngörülmesi, bazı maddelerde ise cezanın belirli bir oranda artırılması esasının kabulü, uygulamada bir takım zorluklara neden olsa da, bu tercih bütünüyle yasakoyucunun takdiridir. Ancak yasakoyucunun bu tercihi, benzer konularda farklı bir uygulamaya ve bu bağlamda adaletsiz sonuçların doğmasına yol açmamalıdır. Bağımsız yaptırım öngören nitelikli haller yönünden, nitelikli halin cezasının üst sınırının dikkate alınıp, belirli bir oranda artırım öngören maddelerde ise bu artırımın dikkate alınmaksızın, suçun temel şeklinin cezasının nazara alınması eşitsizlik ve adaletsizliğe yol açabilecektir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 30.03.2010 gün ve 43-71 sayılı kararında da benzer hususlara işaret edilmiştir.
Bu nedenle, nitelikli haller açısından yasakoyucunun, tercih ettiği yaptırım sistemi dikkate alınmaksızın, ister bağımsız bir yaptırım öngörülmüş olsun, isterse belirli bir oran dahilinde artırım yöntemi tercih edilmiş olsun, zamanaşımı yönünden daha ağır cezayı gerektiren tüm nitelikli haller dikkate alınarak belirlenmelidir.
Öte yandan, lehe yasanın belirlenmesinde başvurulacak yöntemi belirleyen 23.02.1938 gün ve 23-9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile bu karara koşut olarak düzenlenen 5252 sayılı Yasanın 9. maddesinin 3. fıkrası uyarınca; lehe olan hüküm; “önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir”.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın 03.03.2005 tarihinde mağduru basit tıbbi müdahale ile giderilebilir ve yüzde sabit ize neden olacak şekilde silahla yaraladığı, yerel mahkemece lehe yasanın belirlenmesine yönelik olarak karşılaştırma yapılırken sanığın eylemine uyan hükümlerin 765 sayılı TCY’nın 456/2 ve 457/1. maddeleri ile 5237 sayılı TCY’nın 86/2, 3-e ve 87/1-c maddeleri olduğunun kabul edildiği, sonuç olarak 765 sayılı TCY’nın lehe hükümler içerdiği saptanarak anılan yasa hükümlerine göre mahkûmiyet hükmü kurulduğu ve temyiz incelemesi yapan Özel Dairece, lehe yasanın belirlenmesi yönünden yapılan karşılaştırmada uygulanan maddelerle ilgili olarak bir eleştiride bulunulmadığı görülmektedir. Bununla birlikte her ne kadar adli raporda mağdur¬da meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği ancak yüzde sabit ize neden olacağı belirtilmiş ise de, yüzde sabit ize neden olma yaralama suçunun nitelikli hali olduğundan, temel ceza TCY’nın 86. maddesinin 2. fıkrasına göre değil 1. fıkra hükmüne göre belirlenmelidir. Nitekim Özel Daire uygulamaları da bu yönde istikrar kazanmıştır.
Bu nedenle, sanığın eylemine 765 sayılı TCY’nın 456/2, 457/1 ve 5237 sayılı TCY’nın 86/1,3-e, 87/1-c maddelerinin uyduğu ve lehe yasa karşılaştırmasının buna göre yapılması gerektiği kabul edilmelidir.
Özel Daire inceleme tarihi itibarıyla dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği hususuna gelince;
765 sayılı Türk Ceza Yasası hükümlerine göre yapılan değerlendirmede;
Sanığın eylemine uyan ve suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Yasasının 456/2. maddesinde düzenlenen suç için 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. Aynı Yasanın 102. maddesinin 4. fıkrası uyarınca, beş seneden fazla olmamak üzere ağır hapis veya hapis cezalarını gerektiren suçlarda dava zamanaşımı süresi 5 yıl olup, kesen nedenlerin varlığı halinde ise bu süre 104/2. maddesi uyarınca en fazla 7 yıl 6 ay olabilecektir. Dolayısıyla, 765 sayılı Yasa hükümlerine göre, suç tarihi olan 03.03.2005 tarihinden itibaren inceleme tarihine kadar 7 yıl 6 aylık zamanaşımının gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Yasası hükümlerine göre yapılan değerlendirmede ise;
Sanığın eylemine uyan ve suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY’nın 86/1 maddesinde düzenlenen suç için 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. Anılan Yasanın 66. maddesinin 4. fıkrası uyarınca suçun kanunda yer alan cezasının yukarı sınırı göz önünde bulundurulacağından, aynı Yasanın 86/3-e maddesi uyarınca cezanın yarı oranında artırılması sonucunda 4 yıl 6 ay hapis cezasına ulaşılacak, mağdurun yüzünde sabit ize neden olmasına göre cezanın 1 kat daha artırılması gerekeceğinden eylemin karşılığını oluşturabilecek cezanın üst sınırı “8 yıl 12 ay hapis” olacaktır. Suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri de göz önünde bulundurularak cezanın yukarı sınırı bu şekilde tespit edildikten sonra, aynı Yasanın 66. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendi uyarınca, beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda dava zamanaşımı süresinin 15 yıl olup, kesen nedenlerin varlığı halinde bu sürenin 66/4. maddesi uyarınca en fazla 22 yıl 6 ay olabilecektir. Ancak, TCY’nın 66/2. maddesinde, fiili işlediği sırada 12-15 yaş grubunda bulunan sanıklar hakkında sürenin yarısının geçmesiyle dava zamanaşımının gerçekleşeceği belirtildiğinden, suç tarihi itibarıyla 12-15 yaş grubunda bulunan sanık hakkında, 5237 sayılı TCY hükümlerine göre atılı suçun 7 yıl 6 aylık olağan ve 67/4. maddesine göre de, 11 yıl 3 aylık kesintili zamanaşımı süresine tabi olduğu ve Özel Daire inceleme tarihi itibarıyla zamanaşımının gerçekleşmediği görülmektedir.
Buna göre, hem 765 sayılı TCY, hem de 5237 sayılı TCY hükümleri uyarınca suç tarihi olan 03.03.2005 ten itibaren olağan ve kesintili zamanaşımının gerçekleşmediği anlaşıldığından, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Genel Kurul Üyesi, “Özel Daire inceleme tarihi itibarıyla 5237 sayılı TCY hükümlerine göre dava zamanaşımı gerçekleştiğinden, itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 20.12.2011 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.