Ceza Genel Kurulu 2011/2-363 E. , 2011/286 K.
İtirazname : 2008/80244
Yargıtay Dairesi : 2. Ceza Dairesi
Mahkemesi : TERME Asliye Ceza
Günü : 29.11.2007
Sayısı : 178-304
Hırsızlık suçundan sanık Ö.K.’nın 5237 sayılı TCY’nın 142/1-f, 143, 168/2 ve 62. maddeleri uyarınca 7 ay 6 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve ertelemeye ilişkin, Terme Asliye Ceza Mahkemesince verilen 29.11.2007 gün ve 178-304 sayılı hükmün, sanık ve lehe olarak üst Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 12.09.2011 gün ve 55381 -33455 sayı ile;
“…1-Elektrik hırsızlığı suçunun niteliği gereği 5237 sayılı TCK'nın 143. maddesinin uygulanması olanağı bulunmadığı gözetilmeden suçun gece vakti işlendiğinden bahisle sanık hakkında tayin olunan cezanın arttırılması suretiyle fazla ceza tayini,
2-Katılan kurum vekilinin oturumlarda hazır bulunmadığı, sadece katılma istemini içeren dilekçeyi mahkemeye verdiğinin anlaşılması karşısında; katılan lehine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre dilekçe yazım ücretine hükmedilmesi gerektiği gözetilmeyerek yazılı şekilde maktu vekalet ücretine hükmolunması,
3-Kararda başvurulacak yasa yoluna müracaat şekli gösterilmeyerek 5271 sayılı CMK'nın 232/6 ve 34/2. maddelerine aykırı davranılması” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 20.10.2011 gün ve 80244 sayı ile;
“A- ...katılan yararına maktu vekalet ücreti yerine dilekçe yazma ücretine hükmedilmesi gerektiğine ilişkin görüş ve bu görüşe dayanılarak bozma kararının verilmesi hukuka aykırıdır.
B- Somut davada sanık taraf temyiz başvurusunda bulunmuştur. Katılan vekiline ise gerekçeli kararın tebliğ ettirilmesine gerek bulunmamaktadır. Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2010/5-244 esas ve 2011/14 karar sayılı kararlarında da açıkça işaret edildiği üzere, vekilin temyiz işlemini bilmesi gerektiği açıktır.
Bu durumuyla son bozma gerekçesinin hukuksal bir yararı mevcut değildir. Dolayısıyla;
1-Sanık hakkında TCK’nun 143. maddesinin uygulanmasından ortaya çıkan fazla cezanın düzeltilerek, sonuç olarak 6 ay 20 gün hapis cezası biçiminde belirlenmesi,
2-Katılan yararına avukatlık ücretine karar verilmesi gerektiğine ilişkin mahkeme kararının aynen korunması,
3-Üçüncü bozma nedeninin ilamdan çıkarılması durumunda hükmün düzeltilerek onanmasının mümkün olacağı” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak “bozma kararının son iki maddesinin kaldırılmasına, ortaya çıkan sonuç itibariyle de hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmesi” isteminde bulunmuştur.
Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Yerel mahkeme hükmünde yasa yolu bildiriminin yasal ve yeterli olup olmadığı,
2- Vekili duruşmalara iştirak etmeyen katılan lehine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca maktu vekâlet ücretine hükmedilmesinin gerekip gerekmediği,
3- Özel Dairenin ilamındaki 1 nolu bozma nedeni göz önüne alınarak hükmün düzeltilerek onanması olanağının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Sanık hakkında kamu davasının açılması üzerine yapılacak ilk duruşmanın 24.07.2007 tarihinde Terme TEDAŞ İşletme Şefliğine tebliğ edildiği,
Şikayetçi vekili Av. Ş.Ş.in 10.09.2007 havale tarihli dilekçe ile davaya katılma isteminde bulunduğu, yerel mahkemece bu dilekçe üzerine 18.10.2007 günlü Av. Ş. Ş.’in hazır olmadığı oturumda Terme TEDAŞ idaresinin katılma isteminin kabulüne karar verildiği,
Katılan vekilinin yargılama boyunca yapılan oturumlara ve keşfe katılmadığı, yokluğunda verilen kararın 18.12.2007 tarihinde katılan vekiline usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, ancak katılan vekilinin hükmü temyiz etmediği,
Anlaşılmaktadır.
1- Yerel mahkeme kararındaki yasa yolu bildiriminin yasal ve yeterli olup olmadığı:
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı Yasanın 310. maddesinde, temyiz isteminin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu takdirde, beyanın tutanağa geçirilerek hâkime tasdik ettirileceği, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz süresinin tebliğle başlayacağı belirtilmiştir.
5271 sayılı CYY’nın 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde ise, hüküm ve kararlarda, başvurulacak yasa yolu, başvurunun yapılacağı merci, yöntemi ve başvuru süresinin hiçbir duraksamaya yer vermeksizin açıkça belirtileceği hükümlerine yer verilmiş olup, bu hükümlere aykırılık anılan Yasanın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni oluşturacaktır. Bu bildirimlerdeki temel amaç sujelerin başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması, bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilecek veya eski hale getirme nedeni oluşturacak husus, eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.
5271 sayılı CYY’nın 264. maddesinde de kabul edilebilir bir yasa yolu başvuru¬sunda yasa yolunun veya mercide yanılgının, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı, bu hâlde başvurunun yapıldığı merciince, başvurunun derhâl görevli ve yetkili mercie gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir.
Bu hükümler, birlikte değerlendirildiğinde, kural olarak temyiz istemi süresinde verilen bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak bir beyanla hükmü veren mahkemeye yapılacaktır. Ancak süresinde olması koşuluyla, dilekçenin hükmü veren mahkeme dışındaki bir mahkemeye verilmesi veya istemde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı halinde C.Savcılığına ya da bir başka merciye istemde bulunulması temyiz istemini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlendirilebilecek, dilekçenin verildiği veya istemin yapıldığı merciince, istem veya dilekçe mahkemesine gönderilecektir. Yine aynı şekilde istemin temyiz yerine itiraz olarak belirtilmiş olması da bu kapsamda değerlendirilerek, başvuru sahibinin hakları korunacak, sürenin bildirilmemesi veya yanılgılı bildirilmesi halinde bunun ilgili taraf açısından bir yanılgı oluşturarak bir hakkın kullanılmasını engellemesi durumunda açıklamalı davetiye ile bu hususun tebliğinden sonra süreler başlayacak, böylece hak kayıpları engellenecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Yerel mahkeme hükmünde yasa yolu bildirimi, “...sanığın, katılanın ve katılan vekilinin yokluğunda... tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde temyiz yolu açık olmak üzere” şeklinde belirtilmiş olup, yoklukta verilen karar usulüne uygun olarak katılan vekiline 18.12.2007 sanığa ise 27.12.2007 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine, sanık aynı gün hükmü temyiz etmiş, katılan vekili ise temyiz isteminde bulunmamıştır.
Her ne kadar kararda başvurulacak kanun yollarına ilişkin bildirimde başvuru şeklinin belirtilmemiş olması nedeniyle bildirimin eksik olduğu, bu durumun eski hale getirme nedeni olarak kabulü gerektiği ileri sürülebilirse de, sadece başvuru şeklinin gösterilmemiş olması “yasa yolu süresinin” işlemeye başlamasını engellemez. Bu durumda, başvuru şekli gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa dahi temyiz süreleri işler ve süreden sonra yapılan temyiz başvurusu kabul edilemez.
Zira, belirtilen sürede yanlış mercie, yanlış şekilde bir başvuruda bulunulması halinde bu yanılma, 5271 sayılı CYY’nın 264. maddesi kapsamında değerlendirileceğinden başvuranın hakları ortadan kalkmayacaktır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 05.10.2010 gün ve 169-188 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Dolayısıyla, “Kararda başvurulacak yasa yoluna müracaat şekli gösterilmeyerek 5271 sayılı CMK'nın 232/6 ve 34/2. maddelerine aykırı davranılması” isabetsizliğine dayalı olan Özel Daire bozma kararı yerinde değildir.
Kaldı ki, yasa yolu bildiriminin katılan vekili açısından yasal ve yeterli olmadığının kabulü halinde, Özel Daire tarafından, katılan vekiline açıklamalı davetiye tebliğ edilerek, verdiği takdirde temyiz dilekçesini de kapsayacak şekilde temyiz incelemesi yapılması gerekirken, bu hususu bozma nedenleri arasına alınmasında isabet bulunmamaktadır.
2- Vekili duruşmalara iştirak etmeyen katılan idare lehine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca maktu vekâlet ücretine mi, yoksa dilekçe yazım ücretine mi hükmedilmesinin gerektiği:
Avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan avukatlık ücreti ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre karşı tarafa yüklenen avukatlık ücreti olarak ikiye ayrılan avukatlık ücreti, 1136 sayılı Avukatlık Yasasının 164. maddenin 1. fıkrasında; “avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade eder” şeklinde tanımlanmıştır. Hukuki yardımın ne şekilde yerine getirileceği maddede sayılmamış ve tarafların aralarında yapacakları anlaşmaya bırakılmıştır.
Avukatlık Yasasının 168. maddesi uyarınca hazırlanıp 13.12.2006 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve yerel mahkemenin karar tarihinde geçerli olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin “Ceza davalarında ücret” başlıklı 13/1. maddesindeki; “Kamu davasına katılma üzerine, mahkûmiyete karar verilmiş ise vekili bulunan katılan lehine Tarifenin ikinci kısım ikinci bölümünde belirlenen avukatlık ücreti sanığa yükletilir” şeklindeki hükmüne göre, sanığın mahkûm olması halinde, kendisini vekille temsil ettiren katılan lehine, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin ikinci kısım ikinci bölümüne göre vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmelidir. Katılan lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi için ceza davasının mahkûmiyetle sonuçlanması ve katılanın kendisini hukuki yardımından yararlandığı bir vekille temsil ettirmesi yeterli olup ayrıca vekilin duruşmaları takip etmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Zira tarifeye göre hükmedilmesi gereken vekâlet ücreti, katılana vekili tarafından sunulan hukuksal yardımın şekli ve kalitesiyle ilintili olmayıp katılanın kendisini vekil ile temsil ettirmesinin bir sonucudur. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 04.10.2011 gün ve 167-194 ile 14.06.2005 gün ve 66-65 sayılı kararları da aynı doğrultudadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Katılan, elektrik hırsızlığı suçundan sanığın mahkûmiyetiyle sonuçlanan ceza davasında kendisini vekille temsil ettirdiğinden, lehine karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca vekâlet ücretine hükmedilmesi zorunlu olup yerel mahkemece katılan lehine maktu vekalet ücretine hükmedilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Bu nedenle Özel Dairece, yerel mahkeme hükmünün; “Katılan kurum vekilinin oturumlarda hazır bulunmadığı, sadece katılma istemini içeren dilekçeyi mahkemeye verdiğinin anlaşılması karşısında; katılan lehine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre dilekçe yazım ücretine hükmedilmesi gerektiği gözetilmeyerek yazılı şekilde maktu vekalet ücretine hükmolunması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmesi yerinde değildir.
3- Sanık hakkında 5237 sayılı TCY’nın 143. maddesinin uygulanmasından ortaya çıkan fazla cezanın düzeltilerek onanmasının mümkün olup olmayacağı hususuna gelince:
Temyiz makamı olan Yargıtayın hukuksal denetimini yaptığı davanın esasına karar vermesi ve davayı bu aşamada bitirmesi, 1412 sayılı CYUY’nın 322. maddesinde dokuz bent halinde sayılan hallerle sınırlı ve istisnai bir durumdur. Yargıtayın bu yetkisini kullanması, işi yeniden mahkemeye göndermeye gerek olmadığını gösteren iki temel koşulun bulunmasına bağlıdır. Buna göre:
a- Maddi sorunun daha ziyade aydınlatılması için bir soruşturma gerekmemelidir.
b- Maddi sorun bakımından mahkemeye bırakılmış serbest değerlendirme yetkisi söz konusu olmamalıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15.06.2004 gün ve 115-138 sayılı kararında da belirtildiği üzere; bu düzenleme ile temyiz aşamasında saptanan hukuka aykırılıkların doğrudan Yargıtayca giderilmesi, yeni bir karar verilmek üzere dosyanın esas mahkemesine gönderil¬mesine ihtiyaç duyulmadığı durumlarda, yargılamanın gereksiz yere uzamasına engel olmayı ve işin temyiz denetimi aşamasında bitirilmesi amaçlanmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Somut olayda, 5237 sayılı TCY'nın 143. maddesinin uygulama koşulları bulunmadığı halde yerel mahkemece anılan madde ile uygulama yapılması usul ve yasaya aykırı olup, Özel Daire tarafından bu hususun bozma nedeni yapılmasında bir isabetsizlik yoktur.
Ancak, Özel Dairece diğer iki nedenle birlikte bozma nedeni yapılan bu hukuka aykırılıktan ötürü, yeni bir karar verilebilmesi için bir araştırmaya gerek olmadığı gibi, mahkemeye bırakılmış serbest bir değerlendirme yetkisi de bulunmadığından, diğer bozma nedenlerinin kaldırılmasından sonra yerel mahkeme hükmünün bozulmasına gerek olmayıp, 1412 sayılı CYUY’nın 322. maddesinin amacı da dikkate alındığında, bozma nedeni sayılan bu aykırılığın Yargıtayca verilecek bir kararla düzeltilmesi olanaklı ve gereklidir.
Bu itibarla, Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün, somut olayda uygulanma koşulları bulunmayan 5237 sayılı TCY'nın 143. maddesi ile uygulama yapılması isabetsizliğinden bozulmasına, bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 1412 sayılı CYUY’nın 322. maddesi uyarınca yerel mahkeme hükmündeki; “Sanığın hırsızlık suçunu geceleyin işlediği anlaşılmakla cezasının 5237 sayılı TCK’nun 143. maddesi uyarınca takdiren 1/12 oranında arttırılarak 2 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına” bölümünün çıkartılması ve cezanın 5237 sayılı TCY'nın 142/1-f, 168/2 ve 62. maddeleri uyarınca sonuç olarak 6 ay 20 gün hapis cezası şeklinde belirlenmesi suretiyle, Özel Dairece eleştiri konusu yapılan hususlar dışında sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 12.09.2011 gün ve 55381 -33455 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Terme Asliye Ceza Mahkemesinin 29.11.2007 gün ve 178-304 sayılı hükmünün; “somut olayda uygulanma koşulları bulunmayan 5237 sayılı TCY'nın 143. maddesi ile uygulama yapılması” isabetsizliğinden BOZULMASINA,
Ancak bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden 1412 sayılı CYUY'nın, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak yerel mahkeme hükmündeki; “Sanığın hırsızlık suçunu geceleyin işlediği anlaşılmakla cezasının 5237 sayılı TCK’nun 143. maddesi uyarınca takdiren 1/12 oranında arttırılarak 2 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına” bölümünün çıkartılması ve cezanın 5237 sayılı TCY'nın 142/1-f, 168/2 ve 62. maddeleri uyarınca sonuç olarak 6 ay 20 gün hapis cezası şeklinde belirlenmesi suretiyle, Özel Dairece eleştiri konusu yapılan hususlar dışında sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 20.12.2011 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.