Ceza Genel Kurulu 2018/487 E. , 2018/671 K.
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 323-3
Kasten öldürme suçundan sanık ...'ın TCK'nın 81/1, 29, 62, 53, 63 ve 54. maddeleri uyarınca 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve müsadereye ilişkin İstanbul Anadolu 10. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 04.06.2014 tarihli ve 248-182 sayılı resen temyize tabi hükmün, sanık müdafisi tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 01.02.2016 tarih, 5169-337 sayı ve oy çokluğu ile onanmasına karar verilmiş,
Daire üyeleri D. Kahveci ve C. Topaktaş ise; 'Yerel Mahkeme sanığın kasten öldürme suçunu işlediğini kabul ederek TCK'nın 81, 29 ve 62. maddelerini uygulamak suretiyle sanığın 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
Yerel Mahkemenin kararı temyiz üzerine Dairemize gelmiş olup sayın Dairemizin çoğunluğu tarafından hükmün onanmasına karar verilmiştir.
Dairemizin sayın çoğunluğu ile aramızdaki uyuşmazlık, onama kararında kabul edildiği gibi eylemin kasten öldürme suçunu mu yoksa kastın aşılması suretiyle öldürme suçunu mu oluşturduğu noktasında toplanmaktadır.
Sanıkla maktul bir otelde çalışmakta ve otelin çalışanları için ayrılmış olan yerde diğer çalışanlar da olmak üzere birlikte kalmaktadırlar. Dinlenme için ayrılan zamanlarda sanığın demlediği çayın daha demini almadan maktul tarafından açılması yüzünden aralarında değişik zamanlarda 3-4 kez tartışma çıkmıştır. Yine olay günü gündüz saat 12.30 sıralarında bu yüzden tartışmışlar küfürleşmişler ve birbirlerini basitçe tehdit etmişlerdir. Olay saati olan gece saat 22.30 sıralarında kaldıkları yerde yine gündüz olan olay nedeniyle tartışmışlar, sanık iki bıçak darbesi vurarak ölüme sebebiyet vermiştir.
Maktulün ölü muayene ve otopsi tutanağında bacakta iki bıçak darbesi tarif edilmekle beraber, maktulün boğaz kısmında gırtlak ön yüzde 2 adet 2x3 cm ebadında muhtemelen kavga sonucu oluşmuş erozyon sıyrık olduğu belirtilmiştir.
Adli Tıp Kurumu Başkanlığı tarafından yapılan klasik otopside ise maktulün bacağında 2 adet bıçak darbesi olduğu bunlardan birisinin ölüme neden olacak nitelikte olduğu belirtilmiştir. Bu raporda ayrıca 'Cervikal vertebra 4'te deplase kırık, servikal kanal açıldı. Medulla spinalis sağlam bulundu.' denilmek suretiyle gırtlak kısmındaki darbenin erozyonu açıklanmış, ancak bu durum ölüm nedeni olarak gösterilmemiştir.
Mahkemece Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulundan kesin ölüm sebebi ile ilgili 19.02.2014 tarihli rapor alınmış, bu raporun 8. sayfasında 'Kesici delici alet yaraları dışındaki travmatik lezyonların tek başına ölüm meydana getirir nitelikte olmadıkları dikkate alındığında, kişinin kesici delici alet yaralanması dışında travmatik bir tesirle öldüğünün tıbbi delilleri bulunmadığı' denilmiş, 10. sayfasında ise 'Kişinin ölümünün boyun omur kırığı ile birlikte kesici delici alet yaralanmasına bağlı büyük damar yaralanmasından gelişen dış kanama sonucu meydana geldiği,' şeklinde tanımlama yapılmıştır.
Mahkemece boyun omur kırığı ile ilgili durumun açıklığa kavuşturulması için yeniden rapor tanzimi istendiğinde Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulundan kesin ölüm sebebi ile ilgili olarak verilen 09.04.2014 tarihli raporda, 'Kesici delici alet yaraları dışındaki travmatik lezyonların tek başına ölüm meydana getirir nitelikte olmadıkları dikkate alındığında, kişinin kesici delici alet yaralanması dışında travmatik bir tesirle öldüğünün tıbbi delilleri bulunmadığı oy birliği ile mütalaa olunur.' denilmiştir.
Adli Tıp Kurumundan aldırılan raporlar gözetildiğinde, maktuldeki boyun omur kırığının ölüm neticesini doğurmadığı, bacaktaki bir bıçak darbesinin ölüm neticesini doğurduğu anlaşılmaktadır.
Sanık, maktulün bacak kısmına iki bıçak darbesi vurmuş, bunun dışında vücudun başka hayati bölgelerine herhangi bir bıçak darbesi vurmamıştır. Bacağa vurulan bıçak darbelerinden birisi ölüme neden olmuştur. Maktulün boğaz kısmında meydana gelen yaralanma ölüm neticesini doğurmadığı gibi, boğazdaki bu yaranın tekme veya yumrukla vurma sonucu oluştuğu anlaşılmaktadır. Zira maktulün boğaz kısmında bir kesi tarif edilmemiş, aksine ilk bulgular erozyon sıyrık olarak tarif edilmiştir.
Sanık olayı gerçekleştirdiğinde, arkadaşlarından ambulans çağırmalarını istemiş, eyleme devam etme imkânı varken devam etmemiştir. Sanığın bacağa vurduğu bir bıçak darbesinin ölüm neticesini doğurduğu, vücudun doğrudan ölüm sonucunu doğuracak bölgelerine vurmadığı da gözetildiğinde, sanığın yaralama kastıyla hareket ettiği ancak ölüm neticesinin meydana geldiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle sanığın eylemini doğrudan kastla öldürme sayan Mahkemenin kararının onanması isabetli değildir.
Yukarıda açıklanan gerekçelere binaen, Dairemizin sayın çoğunluğunun kasten öldürme suçundan Yerel Mahkemenin verdiği kararın onanmasına dair kararına eylemin kasten öldürme suçunu oluşturmayıp kastın aşılması suretiyle öldürme suçunu oluşturduğu düşüncesinde olduğumuz için karşıyız.' düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 18.05.2016 tarih ve 304374 sayı ile;
“...Sanık ...'in aşçı yardımcısı, maktul ...'nın da kat görevlisi olarak yaklaşık bir aydır beraber çalıştıkları otelde sanığın yaptığı ve demlenmesini beklediği çaydan maktulün zamansız çay alması nedeniyle aralarında birkaç kez tartışma çıkmıştır. Son olarak öğle saatlerinde Musa'nın bu konuda tekrar kendisini uyaran Metin'e küfretmesi ve eliyle göğsüne vurması nedeniyle akşam saatlerinde yatakhanede yeniden başlayan tartışma sırasında sanık eline geçirdiği ekmek bıçağı ile maktule iki veya üç kez vurmuş, yere düştüğünü görünce de hemen diğer otel çalışanlarına haber vererek ambulans çağırmalarını istemiştir. Otel çalışanları tarafından temin edilen araçla hastaneye götürülen ve yapılan resusitasyona cevap vermeyerek hayatını kaybeden maktul, 'Hipovolemik şoka bağlı eks duhul' kabul edilmiştir. Yapılan otopsi sonuçlarına göre maktulde bir adet kesik, iki adet de kesi yarası tespit edilmiş, kesilerden sol subkostal bölgede ön aksiler hatta 3 cm'lik kuyruğu bulunan cilt altı yumuşak seyirli yaranın öldürücü olmadığı, sol uyluk arka alt 1/3'te 3,5 cm'lik popliteal arteri tam kat komplet kesen yaranın ise öldürücü nitelikte olduğu, ayrıca boyun omur kırığı bulunduğu belirtilmiştir. Adli Tıp 1. İhtisas Kurulunun 19.02.2014 tarihli raporunda kişinin ölümünün, 'Boyun omur kırığı ile birlikte kesici delici alet yaralanmasına bağlı büyük damar yaralanmasından gelişen dış kanama sonucu meydana geldiği' belirtilmiştir. Ölüm sebebi ile ilgili olarak Adli Tıp 1. İhtisas Kurulu raporunda ilk otopsi raporunda bulunmayan boyun omur kırığından da bahsedilmesi nedeniyle Mahkemece bu durumun ölüm sonucuna etkisinin bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması istenilmiş, 1. İhtisas Kurulu düzenlediği 09.04.2014 tarihli nihai raporunda tüm bulguları yeniden tartışarak 'Boyun yumuşak dokularında ekimoz, cervikal vertebra 4'te deplase kırık' tespit edilmekle beraber 'Medullar kanalda ve medulla spinaliste patoloji saptanmadığı' dikkate alınarak, 'Kesici delici alet yaraları dışındaki travmatik lezyonların tek başına ölüm meydana getirir nitelikte olmadığı, kişinin kesici delici alet yaralanması dışında travmatik bir tesirle öldüğünün tıbbi delilleri bulunmadığı' mütalaasında bulunmuştur. Buna göre ...'in, 'Sol uyluk arka alt 1/3'te 3,5 cm'lik popliteal arteri tam kat komplet kesen yara sonucu bacak atardamarı kesisiyle oluşan dış kanama sonucu öldüğü' anlaşılmıştır.
Olayın açıklanan cereyan tarzı, ...'in belirlenen ölüm sebebi, sanık ile maktulün arkadaş olmaları, aralarında öldürmeyi gerektirir husumet olmaması, sanığın imkânı varken maktulün hayati organlarının bulunduğu bölgeyi hedef almaması, ciddi bir engel olmamasına rağmen kendiliğinden eylemine son vermesi dikkate alındığında; öldürme kastını açığa çıkaran kesin ve inandırıcı delil bulunmayan sanık hakkında kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan, 5237 sayılı TCK'nın 61. maddesi dikkate alınarak, aynı Yasa'nın 87/4. maddesinin son cümlesi gereğince alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle hüküm kurulması yerine, yazılı şekilde kasten öldürme suçundan cezalandırılmasına karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu ve hükmün bozulması gerektiği,” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 17.10.2016 tarih ve 3843-3602 sayı ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne ve onama kararının kaldırılmasına karar verildikten sonra Yerel Mahkeme hükmünün,
'Oluşa, tüm dosya kapsamına göre; aynı iş yerinde çalışan sanık ve maktul arasında olaydan önce çay demleme meselesi yüzünden tartışma yaşandığı, sonrasında karşılaşmaları üzerine bu tartışmadan dolayı maktulün kendisini uyaran sanığa küfretmesi, eliyle göğsüne vurmasıyla tekrar tartışma çıktığı ve sanığın eline geçirdiği bıçakla maktulü sol uyluk arkada müstakilen öldürücü ve sol subkostal bölgede ön aksiller hatta müstakilen öldürücü olmayacak şekilde yaraladığı, yere düştüğünü görünce eylemini bırakıp otelin diğer çalışanlarını çağırdığı ve ambulansı çağırmalarını istediği, ambulansla hastaneye götürülen maktulün vefat ettiği, Adli Tıp Kurumunun nihai raporuyla boyun yumuşak dokularında ekimoz, cervikal vertebra 4'te deplase kırık tespit edilmekle beraber medullar kanalda ve medulla spinaliste patoloji saptanmadığı dikkate alınarak kesici delici alet yaraları dışındaki travmatik lezyonların tek başına ölüm meydana getirir nitelikte olmadığı, kişinin kesici delici alet yaralanması dışında travmatik bir tesirle öldüğünün tıbbi delilleri bulunmadığı mütaalasının bulunması, sol uyluk arka alt 1/3'te 3,5 cm'lik popliteal arteri tam kat komple kesen yara sonucu bacak atardamarı kesisiyle oluşan dış kanama sonucu öldüğü, sanığın maktulün yaralanması üzerine eylemlerine devam etmeyerek olay yerinden uzaklaştığı, yara sayısı ve yaralardan sadece bir tanesinin hayati tehlikeye yol açması hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın eyleme bağlı olarak ortaya çıkan kastının yaralamaya yönelik olduğu ve sanığın neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama eyleminden ötürü 5237 sayılı TCK'nın 87/4. madde 2. cümlesi uyarınca yaraların niteliği de dikkate alınarak, temel cezada alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle cezalandırılması gerektiği gözetilmeden, suç niteliğinde hataya düşülerek kasten öldürme suçundan hüküm kurulması,' isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
İstanbul Anadolu 10. Ağır Ceza Mahkemesi ise 12.01.2017 tarih ve 323-3 sayı ile bozmaya direnerek önceki hüküm gibi sanığın kasten öldürme suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir.
Direnme kararına konu resen temyize tabi bu hükmün de sanık ve müdafisi ile Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 13.04.2018 tarihli ve 27176 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, 6763 sayılı Kanun'un 36. maddesiyle değişik CMK'nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 02.10.2018 tarih ve 2431-3832 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin kasten öldürme suçunu mu yoksa kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliği'nin 27. maddesi uyarınca öncelikle hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden direnme kararı verilmesinin, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından; bozmadan sonra yapılan yargılamada, direnme kararına konu hükmün verildiği 12.01.2017 tarihli oturumda, sırasıyla sanık müdafisi ve sanıktan bozmaya karşı diyecekleri sorulduktan sonra, son olarak Cumhuriyet savcısının bozmaya karşı beyanı alınıp yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edildiği anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK'nın 251. maddesine benzer hükümler içeren 5271 sayılı CMK'nın 'Delillerin tartışılması' başlıklı 216. maddesinin üçüncü fıkrasında; 'Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir' düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma hakkı olup hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik arz eden çok sayıdaki kararlarında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.
Bununla birlikte, yürürlükten kaldırılmış bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 251. maddesinin son fıkrasındaki; “Sanık namına müdafii tarafından müdafaada bulunulsa dahi müdafaaya ilave edecek bir şeyi olup olmadığı sanığa sorulur” şeklindeki düzenlemenin yeni usul kanununda yer almamasının nedeni, aynı yöntemin yeni yasada kabul edilmemesi değil, 216. maddenin son fıkrasındaki “Hükümden önce son söz hazır bulunan sanığa verilir” ibaresinin bu anlamı da kapsamasıdır.
Temyiz mercisince verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken 'Son sözün sanığa verilmesi' kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da 'Kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği' ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken 'Son sözün sanığa verilmesi' kuralına uyulmaması hâli, gerek 'Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı' ilkesine, gerekse CMK'nın 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.
Öğretide; 'Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır.' (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484.); 'Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.' (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146–149.) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin yapılan değerlendirmede;
Yerel Mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılamada sanık müdafisi ve sanıktan bozmaya karşı diyecekleri sorulduktan sonra, Cumhuriyet savcısının bozmaya karşı beyanı alınıp son olarak söz hakkı hazır bulunan sanığa tanınmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK'nın 216. maddesinin 3. fıkrasına açıkça aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık nedeniyle Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- İstanbul Anadolu 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.01.2017 tarihli ve 323-3 sayılı direnme kararına konu hükmünün, hükümden önce son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün bozulması, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre ve suç vasfının sanık lehine değişme ihtimali göz önüne alınarak ileride telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açılmaması bakımından sanık ...'ın TAHLİYESİNE, başka bir suçtan tutuklu ya da hükümlü değil ise derhâl salıverilmesi için YAZI YAZILMASINA,
3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 20.12.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.