Ceza Genel Kurulu 2006/9-54 E., 2006/48 K.
Ceza Genel Kurulu 2006/9-54 E., 2006/48 K.
ÖLENİN YAKINLARININ USULÜNCE BAŞVURUDA BULUNUP KATILAN SIFATINI ALMADIKLARI GEREKÇESİYLE TEMYİZ İSTEMLERİNİN REDDİNE KARAR VERİLMESİ
TAKSİRLE ÖLÜME SEBEBİYET VERME
USUL İŞLEMLERİ MUTLAKA YÜRÜRLÜKTEKİ YASAYA GÖRE YAPILMASI
5271 S. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU [ Madde 233 ]
647 S. CEZALARIN İNFAZI HAKKINDA KANUN (MÜLGA) [ Madde 6 ]
647 S. CEZALARIN İNFAZI HAKKINDA KANUN (MÜLGA) [ Madde 4 ]
765 S. TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) [ Madde 455 ]
1412 S. CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (MÜLGA) [ Madde 207 ]
"İçtihat Metni"
Taksirle ölüme neden olma suçundan sanık R…
….. Özbay'ın 765 sayılı TCY'nın 455/2, 647 sayılı Yasanın 4 ve 6. maddeleri uyarınca 22.126.616.000 lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına, cezasının ertelenmesine ilişkin Afyonkarahisar 1. Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 30.12.2004 gün ve 594-2062 sayılı hükme karşı küçük çocukları R...., D..... ve J...'ye velayeten kendisine asaleten olmak üzere ölenin eşi Ç…
…… Demirtaş ile ölenin çocukları Ş…
…. Demirtaş (Gültekin) ve Y…
….. Demirtaş vekili tarafından temyiz başvurusunda bulunulması üzerine Yerel Mahkeme 28.03.2005 gün ve 594-2062 sayı ile, ölenin yakınlarının usulünce başvuruda bulunup katılan sıfatını almadıkları gerekçesiyle temyiz istemlerinin reddine karar vermiştir.
Ölenin mirasçıları Ç…
….. Demirtaş, Ş…
….. Demirtaş (Gültekin) ve Y…
….. Demirtaş vekilinin bu karara karşı süresi içinde başvuruda bulunması üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesi 12.12.2005 gün ve 6079-9427 sayı ile;
'Ölenin mirasçılarının hükmü temyiz etmeleri şikayet mahiyetinde olup, CMK 237 ve 238. maddeleri uyarınca kamu davasına katılma hakları da bulunduğundan 28.03.2005 tarihli temyiz talebinin reddine ilişkin karar kaldırılarak yapılan incelemede;
Ölenin mirasçıları olan ve davaya katılma hakları bulunan Ş…
…. Gültekin, Y…
….. Demirtaş ve Ç…
….. Demirtaş'ın bu olayın zarar görenleri olmaları sebebiyle duruşmadan haberdar edilmelerinin gerekmesi' gerekçesiyle sair yönleri incelenmeksizin hükmün bozulmasına karar vermiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 06.03.2006 gün ve 139161 sayı ile;
'Yüksek Daire ile Cumhuriyet Başsavcılığımız arasındaki uyuşmazlık; 1412 sayılı CMUK'nun yürürlükte olduğu dönemde yapılan yargılama sırasında, olayda ölenin eşi ve çocukları olmaları nedeniyle suçtan zarar gören durumunda olan müştekilerin duruşmadan haberdar edilmelerinin gerekip gerekmediği, bozma ilamındaki gerekçe dikkate alındığında da, katılma ile ilgili olarak 1412 sayılı CMUK'nun mu yoksa hükümden sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CMUK'nun hükümlerinin mi uygulanacağı noktasındadır.
Sorun iki aşamada incelenmelidir.
1- 1412 sayılı CMUK ve 5271 sayılı CMK açısından müşteki ve mağdurların duruşmadan haberdar edilmelerinin gerekip gerekmediği;
5271 sayılı CMK.nun 233. maddesinde mağdur ile şikayetçinin çağrı kağıdı ile çağrılıp dinlenilecekleri hüküm altına alınmıştır.
1412 sayılı CMUK'da ise; kimlerin duruşma gününden haberdar edileceği 207 vd. maddelerde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler içerisinde duruşmaya kimlerin çağrılacağı hususu hakimin takdirine bırakılmış olup, suçtan zarar görenin mutlaka duruşmaya çağrılmasını öngören bir düzenleme bulunmamaktadır. Nitekim Ceza Genel Kurulu; 09.02.1976 tarih ve 3-12/45 sayılı kararında '... CMUK'nun 207. maddesinde, duruşmaya kimlerin çağrılacağı hususunda hakime takdir hakkı tanımakta olup, suçtan zarar gören idarenin, mutlaka duruşmaya çağrılması zorunluluğunu yüklememiştir. Mahkemenin, bu koşullara uygun olarak, müdahale talebinde bulunmayan idareyi duruşmaya davet etmeden hüküm tesisinde usul ve yasaya aykırılık görülmemiştir.' (1. Ceza Dairesinin 30.09.1992 tarih ve 1890-2012 sayılı içtihadı da aynı yöndedir.)
10.11.1986 tarih ve 502-54 sayılı kararında da 'Eğer müşteki, duruşmada hazır bulunmak veya davaya müdahil olarak katılmak ve şahsi hukukunu korumak isteseydi, dava açıldığını öğrenip, müdahale dilekçesi vererek duruşma gününün kendisine tebliğini zorunlu hale getirebilirdi.
CMUK'da müştekinin mahkemeye celbini veya duruşma gününün müştekiye bildirilmesini zorunlu kılan bir hüküm yoktur.'
Demek suretiyle konuyu açıklığa kavuşturmuştur.
Bu genel bir kuraldır. Ancak, her ne kadar müşteki ya da mağdura duruşma gününü bildirme zorunluluğu yoksa da, bu kişilere davaya katılabilme olanağı da tanınmalı, yargılama müşteki veya mağdurun bu olanaklarını kullanabilmeleri için makul süre içerisinde yapılmalıdır. Bu durumun ceza adaleti açısından sıkıntılar yaratabileceğini dikkate alan Yüksek Mahkeme içtihatları ile duruma müdahale etmiştir. Ceza Genel Kurulu'nun 24.06.1997 tarih ve 2/118-181 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, ceza mahkemesinde yargılamaya başlama ile yargılamanın bitirilmesi arasında, mağdur veya müştekilerin davaya katılmalarını sağlayacak makul bir sürenin geçmesi gerekir. Makul bir süre geçmeden yargılama bitirilmiş ise, bu takdirde müştekinin isteği yerinde görülecektir.
2- Bir diğer önemli nokta da, 1412 sayılı CMUK'nun yürürlükte olduğu dönemde yapılan işlemlere 5271 sayılı CMK hükümlerinin uygulanıp uygulanamayacağı, başka bir deyişle yargılama yasalarının zaman bakımından uygulanması sorunudur.
Yargılama yasalarının zaman bakımından uygulanmasında genel ilke derhal uygulama, hemen uygulama ilkesidir. Bunun istisnası yasada aksi uygulamanın belirtilmiş olması halidir. Derhal uygulama ilkesi uyarınca, usuli işlemler, usuli işlemin yapıldığı sırada yürürlükte bulunan yargılama yasası hükümlerine tabidir ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 4/2. maddesinde de belirtildiği üzere, 5271 sayılı CMK.nun yürürlüğe girmesinden önce soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yapılmış işlem ve kararlar hukuki geçerliliklerini sürdürürler, yapılmış işlemler de sonradan yürürlüğe giren yasa nedeniyle geçerliliğini yitirmeyecektir. Yürürlüğe giren yeni yasa yargılaması devam eden davalarda hemen uygulanacaktır. Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30.09.2003 tarih 2003/1-226 Esas, 2003/229 Karar ve 24.05.2005 tarih, 2005/7-24 Esas, 2005/56 sayılı kararları da aynı doğrultudadır. Yargıtay 11. Ceza Dairesi de 18.10.2005 tarih 2005/6145-10032 sayılı kararında 'Sanık hakkında açılan kamu davasına karar tarihinde uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nun 366. maddesi uyarınca usulüne uygun şekilde katılma isteminde bulunup bu sıfatı kazanmayan şikayetçinin temyize yetkisi bulunmadığı cihetle, vaki temyiz isteminin reddine...' karar vermiştir.
Olayımızda, sanık hakkında 22.04.2004 tarih ve 2004/1237 Esas sayılı iddianame ile kamu davası açılmış 26.4.2004 tarihli duruşmaya hazırlık tutanağında sanık ile mağdurun savunma, şikayet ve delillerini bildirmeleri için talimat yazılmasına karar verilerek duruşma 30.09.2004 tarihine talik edilmiş, 30.09.2004 günlü oturumda keşif kararı verilerek duruşma 30.12.2004 tarihine talik edilmiş ve 01.10.2004 tarihinde olay yerinde keşifte yapıldıktan sonra duruşmanın talik edildiği 30.12.2004 tarihinde karar verilmiştir. Yargılamaya başlama ve yargılamanın bitirilmesi arasında sekiz ayı aşkın bir süre geçmiştir. Bu süre müştekilerin davaya katılmalarına olanak sağlayacak makul bir süre olup, müştekiler bu süre içerisinde davaya katılma haklarını kullanmamışlar, davaya katılmadıklarından, yokluklarında verilen karar kendilerine tebliğ edilmemiş ve hüküm yasal süresi içerisinde sanık veya C.Savcısı tarafından temyiz edilmediğinden kesinleşmiştir. Yargılama aşamasında yürürlükte olan 1412 sayılı CMUK'nun 365 ve devamı maddeleri hükümleri doğrultusunda davaya katılma talebinde bulunmayan müştekilerin hükmü temyize yetkisi yoktur ve buna dayalı olarak verilen temyiz istemlerinin reddine ilişkin karar yerindedir.' görüşü ile itiraz yasayoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılarak, Yerel Mahkeme'nin temyiz isteminin reddine ilişkin kararının onanmasına karar verilmesini istemiştir.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle Yargıtay Ceza Genel Kurulunda okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Sanığın taksirle ölüme neden olma suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, ölenin yargılama sırasında davaya katılma isteminde bulunmayan eş ve çocuklarının hükmü temyiz etmelerine yasal olanak bulunup bulunmadığına ilişkindir.
Olağan yasa yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasanın 8/1. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY'nın 310. maddesine göre iki koşulun varlığı gereklidir. Bunlardan ilki süre koşuludur. Anılan maddede, tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süre, hükmün tefhiminden, tefhim edilmemişse tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlenmiştir.
Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli olan ve uyuşmazlık konusunu da ilgilendiren ikinci koşul ise istek koşuludur. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan 'Davasız yargılama olmaz.' ilkesine uygun olarak temyiz davası kendiliğinden açılmaz, bu konuda bir isteğin bulunması gereklidir. İstek koşulunun ise bu konuda hak ve yetkisi olan kişilerce yerine getirilebileceği yasa gereğidir. CYUY'nın halen yürürlükte bulunan 305. maddesinin 1. fıkrasında bu kuraldan uzaklaşılmış ve bazı ağır mahkûmiyetlerde istek şartından sanık lehine vazgeçilerek, temyiz incelemesinin kendiliğinden (re'sen) yapılması kabul edilmiş ise de, onbeş yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezalara ilişkin olanlar dışında kalan hükümlerde, süre ve istek koşullarına uygun temyiz davası açılmamışsa hükmün Yargıtay'ca incelenmesi olanaksızdır.
Öte yandan, gerek öğretide gerekse yerleşmiş yargısal kararlarda, yeni yürürlüğe giren yargılama kurallarına ilişkin değişikliklerin, yapılacak yargılama işlemlerinde derhal uygulanması ilkesi benimsenmiştir. Bu ilke, usule ilişkin yeni Yasanın eskisinden daha yeterli ve daha yararlı olduğu ön kabulüne ve ülkede aynı anda birden çok yargılama yasasının geçerli olmaması ilkesine, yasaların yürürlükte kalış süreleri içerisinde ve düzenledikleri alanlarda uygulanacağı görüşüne dayanmaktadır. Açıklanan ilkenin istisnası da ancak yeni yürürlüğe konulan yasada geçici maddeler ile yapılan düzenlemelerle ayrık tutulan hallerde ortaya çıkmaktadır.
Usul işlemleri, derhal uygulanırlık ilkesinin doğal sonucu olarak, yapıldığı sırada yürürlükte bulunan yargılama yasası hükümlerine tâbi olacak ve ceza yargılaması sırasında, yasada değişiklik olduğunda yeni yasa hemen uygulanacak, ancak bu durum, önceki yasanın yürürlükte bulunduğu dönemde, o yasaya uygun biçimde yapılmış işlemlerin geçersizliği sonucunu doğurmayacağı gibi yenilenmesini de gerektirmeyecektir.
Bu ilkenin sonucu olarak;
1- Usul işlemleri mutlaka yürürlükteki yasaya göre yapılacaktır.
2-Yürürlükteki yasaya göre yapılmış işlemler, sonradan yürürlüğe giren yasa nedeniyle geçerliliğini yitirmeyecektir.
3- Yeni yasanın yürürlüğünden sonra yapılması gereken usul işlemleri yeni yasaya tâbi olacaktır.
4- Yeni yasanın uygulanmasında, sanığın leh veya aleyhinde sonuç doğurmasına bakılmayacaktır.
Nitekim 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasa'nın 4. maddesinin 1. fıkrasında; 5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının yürürlüğe girdiği tarihten itibaren, yasada öngörülen istisnalar dışında, görülmekte olan bütün soruşturma ve kovuşturmalarda uygulanacağı belirtilmiş, 2. fıkrasında da; Ceza Yargılaması Yasasının yürürlüğe girmesinden önceki soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yapılmış işlem ve kararların hukuki geçerliliklerini sürdürdükleri vurgulanmıştır.
Açıklanan bu ilkeler, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza Yargılamaları Usulü Yasası'nın kamu davasına katılmayı düzenleyen hükümlerinin incelenmesini ve somut olayda uygulanmasını gerekli kılmaktadır.
1412 sayılı CYUY'nın 365. maddesi gereğince, suçtan zarar gören herkesin davaya katılması olanaklıdır. Davaya katılma hakkı olan kişiler bu haklarını aynı Yasanın 366. maddesi uyarınca ya dilekçeyle ya da tutanak tutulmak üzere zabıt katibine yapacakları bir beyanla kullanabileceklerdir.
Öte yandan, 1412 sayılı CYUY'nın 206 vd. maddeleri hükümleri, duruşmaya kimin çağırılacağı hususunu hakimin takdirine bırakmış olup, Yasada, suçtan zarar görenlerin duruşmaya çağrılmasını zorunlu kılan bir düzenleme bulunmamaktadır.
Buna karşın çeşitli yargısal kararlarda, yargılamanın, suçtan zarar görenlerin davaya katılma isteğinde bulunabilmelerine olanak sağlayacak makul bir süre içinde yapılması gerektiği vurgulanmıştır. (Ceza Genel Kurulu'nun 24.06.1997 gün ve 188-181 sayılı, 11.03.2003 gün ve 42-33 sayılı kararları.) Yargısal içtihatlarla getirilen ve uygulamada benimsenen bu prensibe göre, ceza mahkemelerinde yargılamanın başlaması ile bitirilmesi arasında suçtan zarar görenlerin davadan haberdar olmalarına ve katılma başvurusunda bulunmalarına olanak sağlayacak makul bir sürenin geçmesi gerekir. Böyle bir süre geçmeden, örneğin; davanın açılmasından bir kaç gün sonra yargılamanın bitirilmiş olması halinde, suçtan zarar gören kişi davaya katılma hakkını kullanamayacağı için, esasen katılan sıfatını almadıkça hükmü temyiz etme hakları bulunmayan suçtan zarar görenlerin ancak böyle bir durumda hükmü temyiz edebilecekleri kabul edilmiştir.
Hükümden ve temyiz isteminin reddine ilişkin Yerel Mahkeme kararından sonra 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasasının 237. maddesinde ise, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların davaya katılabilecekleri kabul edilmiş, ancak yasa yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Anılan Yasanın 238. maddesi uyarınca; davaya katılma hakkının kullanılması için dilekçe ile başvurma yönteminin yanı sıra, sözlü olarak yapılan istemin duruşma tutanağına geçirilmesi de yeterli görülmüş, hatta mahkemelere, şikayetçi olduğunu bildiren kişiye davaya katılmak isteyip istemediğini sorma zorunluluğu getirilmiştir.
Yapılan açıklamalar ve belirtilen yasal düzenlemeler nazara alındığında: 1 Haziran 2005 tarihinden önce sonuçlandırılan yargılamalarda kamu davasına katılma konusunda 1412 sayılı CYUY'nın 365 ve devam eden maddelerine uygun olarak işlem yapılmış olması yeterli ve gereklidir. Bu süreçte anılan yasal düzenlemeye uygun olarak son soruşturma (kovuşturma) aşamasında katılan sıfatını almayan bir kimsenin, hükmü temyize ve olağan yasa yollarından olan temyiz davasında kamu davasına katılmasına yasal olanak bulunmamaktadır. 5271 sayılı CYY'nın yürürlüğe girmiş olması, daha önce yürürlükte olan yargılama yasasına uygun olarak sonuçlandırılan davalar yönünden, yakınana yeni bir hak bahşetmeyecektir. Ancak, 5271 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra, yöntemine uygun bir temyiz başvurusu üzerine hükmün bir başka hukuka aykırılık nedeniyle bozulması sonucu kovuşturma aşamasına dönüleceğinden, yeniden yapılacak yargılamanın da artık yürürlükte olan 5271 sayılı Yasa hükümlerine göre yapılması gerektiği gözetilmelidir. Bu nedenle, diğer yargılama kurallarının yanında 238. madde uyarınca yakınana, kamu davasına katılma hakkının bulunduğunun hatırlatılmasının gerektiği de açıktır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde;
Sanık hakkında taksirle ölüme neden olmak suçundan dolayı 22.04.2004 tarihli iddianame ile açılan davanın duruşma evresinde dört oturum gerçekleştirilmiş ve 30.12.2004 tarihli oturumda hüküm verilerek yargılama sonlandırılmıştır. Ölenin yakınları, yargılama sürecinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY'nın 365 vd. maddelerinde açıklanan yönteme uygun olarak davaya katılma isteminde bulunmamış, sanık ile C.savcısının temyiz başvurusunda bulunmamaları üzerine hüküm 11.02.2005 tarihinde kesinleştirilmiştir. Ölenin yakınları, vekilleri marifetiyle verdikleri 21.02.2005 havale tarihli dilekçe ile hükmü temyiz etmişler; Yerel Mahkeme ise, usulüne uygun biçimde başvuru ile katılan sıfatını almadıkları gerekçesiyle temyiz isteminin reddine karar vermiştir.
Görüldüğü gibi, somut olayda kamu davasının açıldığı tarih ile hükmün verildiği tarih arasında 8 ay 8 günlük bir süre geçmiş olup, bu sürenin ölenin suçtan zarar gören yakınlarının davadan haberdar olmalarını ve katılma talebinde bulunmalarını sağlamaya yeterli ve makul bir süre olduğu, suçtan zarar görenlerin bu süre içinde davaya katılma başvurusunda bulunmamaları ve katılan sıfatını almamaları nedeniyle hükmü temyize hak ve yetkilerinin bulunmadığı açıktır. O halde, Yerel Mahkemenin red kararı isabetlidir.
Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire kararının kaldırılarak, Yerel Mahkemenin temyiz isteminin reddine dair kararının onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 12.12.2005 gün ve 6079-9427 sayılı bozma ilamının KALDIRILMASINA,
3- Yerel Mahkemenin temyiz isteminin reddine ilişkin 28.03.2005 gün ve 594-2062 sayılı kararının ONANMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 21.03.2006 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.