1. Hukuk Dairesi 2020/1267 E. , 2021/2476 K.
MAHKEMESİ : ...BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL - TAZMİNAT
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil- tazminat davası sonunda, ilk derece mahkemesince davanın reddine dair verilen kararın davacı vasisi ... tarafından istinafı üzerine ...Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vasisi ... ile ... vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ...’un raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dava, tapu iptali ve tescil, olmazsa tazminat isteğine ilişkindir.
Davacı ...’a vesayeten hareket ettiğini beyan eden kızı ..., henüz vesayet kararı alınmadan eldeki davayı açmak zorunda kaldığını, davacı annesi ...’in, maliki olduğu 788 ada 29 parsel sayılı taşınmazda bulunan 5 no’lu bağımsız bölümün satışı konusunda davalı kızı ...’ya 14.11.2017 tarihinde vekaletname verdiğini, adı geçen davalının da taşınmazı 20.11.2017 tarihinde eşinin kız kardeşi olan diğer davalı ... ...’a satış yoluyla devrettiğini, annesine herhangi bir ödeme yapılmadığını, davalıların el ve işbirliği içinde hareket ederek annesini zarara uğrattıklarını, annesinin yatalak olması ve alzheimer hastalığı nedeniyle akli melekelerinin zayıflamasından faydalanan davalı ...’nın annesini kandırarak satış vekaleti aldığını ve taşınmazı diğer davalıya danışıklı olarak devrettiğini, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını, davalı ... ...’ın da iyiniyetli olmadığını ileri sürerek dava konusu 788 ada 29 parsel sayılı taşınmazda bulunan 5 no’lu bağımsız bölümün tapu kaydının iptali ile davacı annesi adına tescilini, olmazsa fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla taşınmazın gerçek değerinden şimdilik 75.000 TL’nin davalı vekilden tahsilini istemiş; yargılama sırasında ...Anadolu 13. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2018/525 Esas 2018/1273 Karar sayılı 12.10.2018 tarihli kararına göre, davacı ...’ın TMK’nin 406. maddesi uyarınca kısıtlanmasına, ...’ın vasi olarak atanmasına karar verilmiş; davacı vasisi ... 21.11.2018 tarihli dilekçe ile, davacıya vasi olarak atandığını belirterek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile kısıtlı adına tescilini, olmazsa tazminatın davalı vekilden tahsilini istemiştir.
Davalı ..., 2009 yılından beri davacı annesine baktığını, yatalak annesinin tüm iş ve işlemleriyle vekaleten ilgilendiğini, evde sağlık hizmetini karşılayamadıklarından annesini bir bakım evine yatırdığını, annesinin bakım giderlerinin karşılanması, satış bedelinin geri ödendiği taktirde taşınmazın tekrar kendisine iade edilmesi konusunda diğer davalı ile protokol yaptıklarını beyan etmiş; davalı ... ... ise davaya cevap vermemiştir.
İlk derece mahkemesince, husumete izin kararı için başvuru yapmak üzere davacıya tensip zaptı ile kesin süre verildiği ve sonuçları ihtar edildiği, davacı tarafça vasi değişikliğine ilişkin kararın ibraz edildiği halde husumete izin kararının sunulmadığı gerekçesiyle aktif husumet yokluğundan davanın reddine karar verilmiş; anılan kararın davacı vasisi ... tarafından istinafı üzerine ...Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, sağ olan davacının kısıtlandığı konusunda kesinlik bulunmadığı, eldeki davanın yetkili vasi tarafından husumete izin kararı alınmak suretiyle açılmadığı gibi, bilahare davacıya başka birinin vasi olarak atanmış olması nedeniyle davada yasal temsil eksikliğinin giderildiğinden de söz edilemeyeceği gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava tarihi itibariyle sağ olan ve kısıtlı da olmayan davacı ...’a vesayeten hareket ettiğini beyan eden kızı ..., annesine henüz vasi atanmadığını ancak davayı açmak zorunda kaldığını belirterek eldeki davayı 19.04.2018 tarihinde açmıştır. Mahkemece tensip zaptında, “davacı ... adına dava açılması için TMK’nin 462/8. maddesi uyarınca vesayet makamından izin almak üzere başvuruda bulunması için davacı vekiline 2 haftalık kesin süre verilmesine, verilen kesin süre içinde gerekli işlemler yapılmadığı taktirde HMK’nin 54/3. maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verileceğinin ihtarına” şeklinde ara karar kurulduğu, tensip zaptının davacı tarafa 07.05.2018 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine davacının kısıtlanması için kızı ... tarafından 15.05.2018 tarihinde vesayet makamına başvuruda bulunulduğu, ...Anadolu 13. Sulh Hukuk Mahkemesinin 12.10.2018 tarih 2018/525 Esas 2018/1273 Karar sayılı kararı ile davacı ...’ın TMK’nin 406. maddesi uyarınca kısıtlanmasına ve ...’ın vasi olarak atanmasına karar verildiği, anılan kararın istinaf edilmeyip, vesayet görevinin hüküm tarihinden itibaren devam ettiğinin anlaşıldığı, kısıtlı ...’ın eldeki davada avukatla temsil olunabilmesi için vasi ...’a 15.01.2019 tarihinde vesayet dosyasından husumete izin verildiği, vasi ...’ın yargılamaya katılarak eldeki davanın kabulünü talep ettiği, ilk derece mahkemesince dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, davacı tarafça vasi değişikliğine ilişkin kararın ibraz edildiği halde husumete izin kararı sunulmadığı, davacı tarafın aktif husumetinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın aktif husumet yokluğundan reddine karar verildiği; anılan kararın davacı vasisi ... tarafından istinafı üzerine bölge adliye mahkemesince, sağ olan davacının kısıtlandığı konusunda kesinlik bulunmadığı, eldeki davanın yetkili vasi tarafından husumete izin kararı alınmak suretiyle açılmadığı gibi, bilahare davacıya başka birinin vasi olarak atanmış olması nedeniyle davada yasal temsil eksikliğinin giderildiğinden de söz edilemeyeceği gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 137. maddesi uyarınca ön inceleme aşamasında sırasıyla dava şartlarını (m.114) ve ilk itirazları (m.116) inceleme yükümlülüğü bulunan mahkeme; anılan Kanunun 138. maddesi uyarınca dava şartları ve ilk itirazları duruşma yapmaya gerek kalmadan dosya üzerinden karara bağlayabileceği gibi, gerek gördüğü takdirde tarafları duruşmaya çağırıp dinledikten sonra da karar verebilir.
Yine aynı yasada, mahkemece yapılacak ön inceleme aşamasında duruşmalı ya da duruşmasız olarak sonuca bağlanması yetkisi mahkemeye bırakılmış olan dava şartları bağımsız bir kurum olarak düzenlenmiş ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. maddesinde,
“Dava şartları şunlardır:
a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.
b) Yargı yolunun caiz olması.
c) Mahkemenin görevli olması.
ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.
d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.
e) Dava takip yetkisine sahip olunması.
f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.
g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.
ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.
h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.
ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.
i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması…”
hükmü ile; dava şartlarına mahkemeye, taraflara ve dava konusuna ilişkin olmak üzere ayrıca yer verilmiştir.
Ön inceleme aşamasında yine duruşma yapılmaksızın karar verilebilecek olan “ilk itirazlar” ise aynı Kanunun 116. maddesinde,
“İlk itirazlar aşağıdakilerden ibarettir:
a) Kesin yetki kuralının bulunmadığı hâllerde yetki itirazı.
b) Uyuşmazlığın tahkim yoluyla çözümlenmesi gerektiği itirazı.
c) İş bölümü itirazı.”
İfadeleriyle vücut bulmuştur.
Öyleyse sorunun çözümü, dava konusu sübjektif hak ile taraflar arasındaki ilişkiyi ilgilendiren ve maddi hukuka göre belirlenen taraf sıfatının (husumet ehliyetinin) bulunması şartının, ön inceleme aşamasında duruşma zarureti olmadan karar verilebilen ve yukarıda sınırlı olarak sayılan dava şartları ve ilk itirazlardan olup olmadığının tespitine bağlıdır.
Bir sübjektif hakkın sahibinin ve o hakka uymakla yükümlü kişinin kimler olduğu, eş söyleyişle bir davada davacı ve davalı sıfatının kimlere ait olduğu tamamen maddi hukuka göre belirlenir. Dolayısıyla, bir sübjektif hakka ilişkin davada davacı olma sıfatı o hakkın sahibine (aktif husumet) ait olup, bir sübjektif hak kendisinden istenebilecek olan kişi o hakka uymakla yükümlü olan kişidir (pasif husumet).
Taraf sıfatının (husumetin) usul hukukunu ilgilendiren yönü ise, taraflardan birinin taraf sıfatına (husumet ehliyetine) sahip olmaması durumunda mahkemece dava konusu hakkın esasına ilişkin inceleme yapılıp karar verilememesi ve davanın sıfat (husumet) yokluğundan reddi yönünde verilen kararın, şüphesiz o davada taraf olarak gösterilmiş bulunan kişiler arasında kesin hüküm teşkil etmesidir.
Bu haliyle taraf sıfatının (husumetin); medeni haklardan istifade (hak) ehliyeti bulunan her gerçek ve tüzel kişinin taraf olma ehliyetine sahip bulunduğu ilkesini barındıran ve maddi hukuktaki medeni haklardan istifade ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekil olan taraf ehliyeti ve bunun yanında, usul hukuku yönünden işlemlerde bulunmak ve usul haklarını bizatihi ya da yetkili bir temsilci aracılığıyla kullanabilme yeteneği olarak adlandırılan dava ehliyeti ile örtüşmediği, her birinin farklılık arz eden müesseseler olduğu açıktır.
Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler karşısında, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile getirilen ön inceleme aşamasında, duruşma zarureti olmadan karar verilebilen hallerden olan ilk itirazlar (m.116) arasında taraf sıfatına (husumet) yer verilmediği belirgindir. Eş söyleyişle; ön inceleme aşamasında duruşma yapılmadan karar verilebilen dava şartları arasında taraf ve dava ehliyeti sınırlı olarak sayılmış olmasına karşın (m.114), taraf sıfatının (husumet) yer almadığı açıkça görülmektedir.
Sonuç itibariyle; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda, bir davada taraf olarak gösterilenlerin, talep edilen sübjektif hakla bağlantılı olarak gerçekten taraf sıfatının (aktif ve pasif husumet ehliyetinin) bulunup bulunmadığına dair incelemenin duruşma yapılmadan ve taraflar usulüne uygun biçimde duruşmaya çağrılmadan yapılması ve evrak üzerinde karar verilmesine dair istisnai bir hüküm bulunmadığı kuşkusuzdur. Kanunda açıklık olmayan böyle bir durumda aslolan, duruşma ve yargılama yapılarak karar verilmesidir.
Diğer yandan; iddia ve savunma hakkı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun hukuki dinlenilme hakkı başlıklı 27. maddesi ile usul hukukumuza yansıtılmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında davanın taraflarının kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip oldukları belirtildikten sonra maddenin ikinci fıkrasında bu hakkın 'açıklama ve ispat hakkı'nı da içerdiği vurgulanmıştır. Davanın taraflarının usul hukuku hükümlerine aykırı olarak açıklama ve ispat hakkını kullanmalarının kısıtlanması, iddia ve savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurur. Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır.
Bilindiği üzere; 6100 sayılı HMK'nin 51. maddesinde düzenlenen dava ehliyeti ile 52. maddesinde düzenlenen davada kanuni temsil, dava şartı olarak benimsenmiştir. HMK’nin 115. maddesine göre, dava şartlarının mevcut olup olmadığını davanın her aşamasında mahkemenin kendiliğinden araştırması gerektiği, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verileceği, bu süre içerisinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verileceği, 3.3.1993 tarih 773/82 sayılı Hukuk Genel Kurulu Kararında da, dava şartlarının davanın açıldığı tarihten, hükmün kurulduğu tarihe kadar varlığını devam ettirmesinin temel kural olduğu açıkça vurgulanmıştır. Hakim, davanın başında dava şartlarının mevcut olup olmadığını kendiliğinden araştırmak zorundadır. Ne var ki, dava açılırken bulunmayan dava şartının yargılama sırasında tamamlanması halinde dava ekonomisi yönünden davanın esasına girilerek sonuçlandırılması gerekeceği Yargıtay'ın istikrar kazanmış içtihatlarıyla kabul edilmiştir. Diğer bir deyişle; yargılama sırasında dava şartı noksanlığı ortadan kalkarsa 6100 sayılı HMK'nin 30. maddesindeki usul ekonomisine ilişkin düzenleme karşısında davanın reddedilemeyeceği kuşkusuzdur.
Aynı yasanın 54/1. maddesinde, kanuni temsilcilerin, davanın açılıp yürütülmesinin belli bir makamın iznine bağlı olduğu hallerde izin belgelerini mahkemeye vermek zorunda oldukları, aksi taktirde dava açamayacakları ve yargılamayla ilgili hiçbir işlem yapamayacakları, ancak gecikmesinde sakınca olan hallerde bu eksikliği gidermeleri şartıyla dava açmalarına yahut davayla ilgili işlem yapmalarına izin verilebileceği, izin belgesinin alınması için mahkemeye müracaat edilmesi gerekiyorsa ilgiliye müracaatı için kesin süre verileceği, bu süre içinde mahkemeye başvurulması halinde bu konuda karar verilinceye kadar bekleneceği, süresi içinde belgelerin ibraz edilmemesi veya mahkemeye başvurulmaması halinde davanın açılmamış sayılmasına veya gerçekleştirilen işlemlerin yapılmamış sayılmasına karar verileceği düzenlenmiştir.
Hemen belirtmek gerekir ki; kesin süreye ilişkin ara kararı her türlü yanlış anlaşılmayı önleyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılmalı, yapılacak işler teker teker belirtilmelidir. Bunun yanında verilen süre yeterli, emredilen işler, gerekli ve yapılabilir nitelik taşımalı, ayrıca hakim süreye uyulmamanın sonuçlarını açıkça anlatmalı, tarafları uyarmalıdır.
Somut olaya gelince; dava tarihi itibariyle sağ olan ve henüz kısıtlı da olmayan davacı ... adına yasal temsilcisi olmayan kızı ... tarafından vasi adayı olarak eldeki davanın açılması üzerine mahkemece, davacının kısıtlanmasına yönelik ve kısıtlanması halinde vesayet kararı ile husumete izin kararının sunulması yönünde kesin süre verilmesi gerekirken, henüz vasisi olmadığı kişi ile ilgili husumete izin kararı sunulması yönünde tensiple birlikte ara kararı kurulması doğru olmadığı gibi, kesin süreye rağmen husumete izin kararı sunulmadığı gerekçesiyle dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda hatalı değerlendirme ile davanın aktif husumet yokluğundan reddine karar verilmesi de doğru değildir.
Öte yandan; mahkemece verilen kesin süre içerisinde vesayet makamına başvurulması üzerine davacı ...’ın TMK’nin 406. maddesi uyarınca kısıtlanması, davacıya atanan vasinin usulünce yargılamaya katılması, vesayet kararı ile husumete izin kararlarının sunulması, vesayet kararının sonuç doğurucu nitelikte olduğunun anlaşılması karşısında, dava şartlarından olan ve HMK’nin 52. maddesinde düzenlenen kanuni temsil noksanlığının yargılama sırasında tamamlandığı gözetilerek ve HMK’nin 30. maddesinde düzenlenen usul ekonomisi ilkesi de nazara alınarak, işin esası hakkında araştırma ve inceleme yapılıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yasal olmayan gerekçe ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.
Davacı vasisi ... ile ... vekilinin değinilen yönlerden yerinde bulunan temyiz itirazının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373/1. maddesi uyarınca ...Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı nedenden dolayı 6100 sayılı HMK’nin 371. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren ...Anadolu 27. Asliye Hukuk Mahkemesine, kararın bir örneğinin ...Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21/04/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.