Hukuk Genel Kurulu 2014/371 E. , 2014/675 K.HAKİMLERİN HUKUKİ SORUMLULUĞUNA DAYALI TAZMİNAT İSTEMİ YARGISAL FAALİYETTEN DOLAYI DEVLET ALEYHİNE AÇILAN TAZMİNAT DAVASIKİŞİ ÖZGÜRLÜĞÜNÜN YASAYA AYKIRI OLARAK KISITLANMASIAÇIK VE KESİN KANUN HÜKMÜNE AYKIRILIK USULSÜZ TEBLİGATHUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 46HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 47HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 48HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 49HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 573HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 575HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 574HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 576TEBLİGAT KANUNU (7201) Madde 11
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4.Hukuk Dairesince;
“DAVA: Dava dilekçesinde, davacının İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi'nin 14/05/2008 gün ve 2007/68-2008/115 sayılı kararı ile 10 ay hapis cezasına mahkum edildiği ve kararın usulsüz olarak kesinleştirildiği; mahkumiyet hükmünden, yakalama kararı çıkarılması üzerine haberdar olunduğu; kararın, infazın durdurulması istemli olarak temyiz edildiği;ancak, mahkemece infazın durdurulmadığı ve davacının 4 ay sonra şartla tahliye edildiği; Yargıtay 9.Ceza Dairesi tarafından kararın usulsüz olarak kesinleştirildiğinin tespit edildiği ve zamanaşımı nedeniyle de davanın ortadan kaldırılmasına karar verildiği; usulsüz kesinleştirme işlemine dayalı olarak cezanın infaz edilmesinin hukuka aykırı olduğu ve sorumluluğu gerektirdiği ileri sürülerek; 1.908,72-TL maddi ve 20.000,00-TL manevi tazminata hükmolunması, talep olunmuştur.
CEVAP: Cevap dilekçesinde, istemin CMK'nun 141. ve devamı maddeleri kapsamında bulunduğu ve ağır ceza mahkemesinin görevli olduğu; hak düşümü süresinin geçirildiği; esası yönünden ise, sorumluluk koşullarının oluşmadığı savunulmuştur.
GEREKÇE: Dava, hakimlerin hukuki sorumluluğuna dayalı olarak maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.
Hakimlerin yargısal faaliyetleri nedeniyle sorumlulukları,olay sırasında yürürlükte bulunan HUMK'nun 573-576.maddelerinde ve dava tarihinde yürürlükte olan HMK'nun 46-49.maddelerinde düzenlenmiş bulunmaktadır. Her iki Yasa'da da gösterilen sorumluluk nedenleri, örnek niteliğinde olmayıp; sınırlı ve sayılı durumları ifade etmektedir.
Somut olayda, sorumluluğa dayanak yapılan olgular; mahkumiyet kararının usulsüz tebliğ işlemine dayalı olarak kesinleştirilmesi; infazın durdurulması isteminin reddedilmesi ve kesinleşmemiş bir kararın uygulanması sonucunda, kişi özgürlüğünün yasaya aykırı olarak kısıtlanmış bulunmasıdır.
Dosya kapsamından; davacının, sanık sıfatı ile yargılandığı İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi'nin 14/05/2008 gün ve 2007/68-2008/115 sayılı dosyasında 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği; karara, 17/07/2008 tarihinde temyiz edilmeksizin kesinleştiği şerhinin düşüldüğü; hükmün infaza verildiği ve bu aşamada sanık müdafii sıfatı ile Av.E.. A..tarafından sunulan 23/01/2009 havale tarihli dilekçede; kararın tebliğinin usulsüz olduğunun belirtildiği, infazın durdurulmasının talep ve hükmün de temyiz edildiği; İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi'nin 27/01/2009 günlü ek kararı ile istemlerin reddedildiği; bu kararın da temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 9.Ceza Dairesi'nin 22/09/2011 gün ve 2010/9593-2011/27183 sayılı ilamı ile; müdafii ile temsil edilen sanığın yokluğunda verilen kararın vekil yerine sanığa tebliğinin usulsüz olduğu belirtilerek, ek kararın kaldırılmasına ve zamanaşımı nedeniyle de kamu davasının düşürülmesine karar verildiği; ancak, süreç içerisinde ve 22/01/2009-22/05/2009 tarihleri arasında davacı hakkındaki hükmün, usulsüz kesinleştirme kararına dayalı olarak infaz edildiği, anlaşılmaktadır.
Ön sorun olarak, davanın 6110 sayılı Yasa'nın 12.maddesi ile düzenlenen 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Yasası'nın 93/A maddesinde öngörülen, bir yıllık hak düşümü süresinde açılıp açılmadığı irdelenmelidir.
Dava konusu edilen işlemlerle ilgili ceza yargılaması, Yargıtay 9.Ceza Dairesi'nin 22/09/2011 günlü kararı ile sonuçlanmış; eldeki dava ise, 24/09/2012 tarihinde açılmıştır. Sürenin, Yargıtay 9.Ceza Dairesi'nin taraflara tebliğ edildiği dosya kapsamından belirlenemeyen 22/09/2011 günlü kararından başlatılması halinde, sorumluluk davasının en geç 22/09/2012 tarihinde açılması gerekir. Bu tarih ise, cumartesi gününü denk gelmekte olup; takip eden ilk iş günü olan 24/09/2012 tarihinde açılan davanın, süresinde olduğu kabul edilmiştir.
Uyuşmazlığın esası bakımından ise; ceza yargılaması sırasında müdafii ile temsil edilen davacının yokluğunda verilen kararın, vekil yerine asile tebliğ edilmesi; bu şekilde, usulsüz tebligata dayalı olarak hükmün kesinleştirilmesi; durumun, müdafii tarafından verilen 23/01/2009 havale tarihli dilekçe ile bildirilmesine rağmen, 27/01/2009 tarihli ek karar ile infazın durdurulması ve temyiz istemlerinin reddedilmesi; 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 11.maddesi hükmüne aykırıdır. Bu yön, Yargıtay 9.Ceza Dairesi'nin 22/09/2011 tarihli ve 2010/9593-2011/27183 sayılı kararında da tespit olunmuştur.
Diğer yandan, hukuken kesinleşmiş sayılamayacak nitelikteki bir mahkumiyet kararı infaz edilmiş ve davacı özgürlüğünden yoksun bırakılmış olup; zararlı sonuç da meydana gelmiştir.
Dava, olay tarihinde yürürlükte bulunan HUMK'nun 573/2.bendi ile dava tarihinde yürürlüğe giren HMK'nun 46/c bendi hükümlerine dayalı olarak açılmış olup; yasa hükmüne açık aykırılık gerekçesiyle sorumlu bulunulduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu olayda, davacının sanık sıfatı ile cezalandırıldığı eylem ile ilgili iddianamenin 13/12/2000 tarihinde düzenlendiği; dava konusu yazının yer aldığı gazetenin künyesindeki yönetim yeri ve yazışma adresinin:(T...Cad. No:...Beyoğlu/İstanbul) iddianamede yazılı bulunduğu; yargılama aşamasında görevsizlik ve birleştirme kararları verildiği; sanık ve müdafiinin uzun süre yargılamalara katılmadığı; sanık müdafii Av.E.. A.. tarafından sunulan 05/12/2005 havale tarihli dilekçe ile dosyanın fotokopisinin talep edildiği ve vekaletname örneğinin sunulduğu; sonrasında, 07/05/2008 günlü oturumda sanığın sorgusunun yapıldığı ve Y.. Mah. ... Sok. E.. Apt. ../Blok No: ../.S../Adana adresinde ikamet ettiğinin tutanaklara geçirildiği; karar örneğinin, iddianamede yazılı adrese 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 35.maddesi uyarınca tebliğ edildiği; infazın durdurulması ve temyiz isteminin reddine ilişkin 27/01/2009 günlü ek kararın da, dava konusu yazının yer aldığı gazetenin yönetim adresine tebliğ edildiği gerekçesiyle reddedildiği anlaşılmaktadır.
5187 sayılı Basın Kanunu'nun 29.maddesi gereğince: 'Süreli yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılır.'
Mahkemenin, kararın tebliği işlemi ile infazın durdurulması ve temyiz istemlerinin reddine ilişkin ek kararı, yukarıda yazılı Yasa hükmüne dayandırılmıştır.
Tüm bu açıklamalardan, sanığın vekil ile temsil edildiğinin mahkemece gözden kaçırıldığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Sorun, bu durumun: 'Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin kanun hükmüne aykırılık' olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceğine ilişkindir.
Öncelikle mahkemenin, 7201 sayılı Yasa'nın 11.maddesine ilişkin bir tespiti ve buna bağlı olarak da değerlendirmesi bulunmamaktadır. Aksine, sanığın vekil ile temsil edildiği olgusu gözden kaçırılmış; bu durum, sanık müdafii tarafından verilen 23/01/2009 havale tarihli dilekçe ile bildirilmiş; ancak, mahkemece yine gözardı edilmiş ve zararlı sonuç ortaya çıkmıştır.
Dosyada mevcut vekaletnamenin gözden kaçırılması, maddi bir olgu olup; insani hata niteliğindedir.Hemen tüm yargılama işlemleri bakımından,eş veya benzer yanılgılara düşülmesi mümkün ve muhtemel olup; bu durum, nispi değer hükmü taşıyan yargısal faaliyetlerin doğasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle olağan yasa yolları düzenlenmiş; yetinilmemiş, olağanüstü yasa yolları öngörülmüş; ötesinde, uluslararası yargı yolu da benimsenmiştir. Şu durumda, hakimin hukuki sorumluluğuna ilişkin koşulların gerçekleştiğinden söz edilemez. Davanın, açıklanan bu nedenlerle reddine karar verilmek gerekmiştir.
Diğer yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 49.maddesi uyarınca, davanın esastan reddi halinde disiplin para cezasının takdir edilerek hüküm altına alınması gerekir. Bu konuda, para cezasında yeniden değerleme oranında yapılması gereken arttırım miktarı ile dava konusu olayın gelişim biçimi ve dosyaya yansıyan olgular göz önünde tutulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
1-Davanın REDDİNE,
2-HMK'nun 49.maddesi uyarınca takdiren 600,00-TL disiplin para cezasının davacıdan alınarak Hazine'ye gelir kaydedilmesine,
3-Davanın reddi nedeniyle alınması gereken 24,30.-TL maktu karar ve ilam harcının peşin alınan 325,34.-TL'den düşümü ile kalan 301,04.-TL'nin istek halinde davacıya iadesine,
4-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Ücret Tarifesi uyarınca reddedilen maddi ve manevi tazminat istemleri itibariyle davalı yararına takdir olunan (3.080,00)-TL maktu avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Davacı tarafından yapılan giderlerin üzerinde bırakılmasına…”
Dair oyçokluğu ile verilen 01.10.2013 gün ve 2012/58-2013/69 sayılı kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine kararın süresinde temyiz edildiğinin anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kâğıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Davacı vekili 6100 sayılı HMK 46.maddesine dayanarak yargısal faaliyetten dolayı devlet aleyhine tazminat davası açmıştır.
Mahkemece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hakimlerin hukuki sorumluluk halleri 1086 s. HUMK m.573(olay tarihi) ve 6100 s. HMK m. 46’da(dava tarihi) düzenlenmiştir. HMK m. 46 uyarınca Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı hukuki sorumluluk halleri şunlardır:
i.Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
ii.Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
iii.Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.
iv.Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
v.Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
iv.Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.
Görüldüğü üzere, Kanunda sorumluluk halleri sınırlı(tahdidi) olarak düzenlenmiştir. Eş söyleyişle hakimlerin hukuki sorumluluğu için Kanun’da sayılan hallerden birisinin mevcut olması gerekir.
Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi'nce 10 ay hapis cezasına mahkum edildiği ve kararın usulsüz olarak kesinleştirildiğini, zira tebligatın müdafii yerine asile tebliğ edildiğini, bu tebligatın dahi usulsüz olduğunu iddia ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
Somut olayda davacının İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2007/68-2008/115 sayılı kararı ile 10 ay hapis cezasına mahkûm edildiği, bu kararın tebliğinde 7201 sayılı Tebligat Kanun’a (7201 s.T.K.) aykırı davranıldığı, zira davacının müdafii bulunduğu halde aynı Kanun’un 11.maddesine aykırı olarak mahkûmiyetine ilişkin kararın müdafii yerine asile tebliğ edilerek kesinleştirildiği anlaşılmaktadır. Esasen davacıya yapılan bu tebligatın dahi usulsüz olduğu belirgindir. Zira davacının en son, sorgusunun yapıldığı celsede adresini, “Y.. Mah. ... Sok. E.. Apt. ../Blok No: ../..- S../Adana” olarak bildirmiştir. Buna rağmen kendisine karar tebliği bilinen en son adresi yerine, iddianamedeki adres olan sahibi bulunduğu gazetenin künyesindeki “T.. Cad. no...2/. Beyoğlu/İstanbul” adresine 7201 s. T.K. m. 35’e göre yapılmıştır. Oysa Tebligat Kanunu 10/1.maddesinde; “tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır” hükmüne yer verilmiştir. Olayda davacının bilinen en son adresine dahi tebligat yapılmadan karar kesinleştirilmiştir. Şu halde açık kanun hükmüne aykırı bir karar verildiğinin kabulü gerekir.
Eldeki olayda 7201 s. T.K.’nın 11.maddesine aykırı olarak karar kesinleştirilmiştir. Bir an için sanığın vekil ile temsil edildiğinin mahkemece gözden kaçırıldığı düşünülse bile, belirtmek gerekir ki davacı(sanık) hakkındaki mahkumiyet hükmünün kesinleştirilmesi üzerine cezanın infazı için yakalandığında bu durumu müdafii açıkça dile getirerek, kendisinin sanık müdafii olduğunu, dosyada vekaletnamesinin bulunduğunu, tebligatın kendisine yapılması gerektiğini, kaldı ki dosyada sanığın bilinen son adresine de tebligat yapılmadığını hatırlatarak, infazın durdurulmasını istemesine rağmen, bu talebi ve temyiz talebi mahkemece ret edilmiştir. Bu nedenle hakimin sorumluğunun koşullarının oluştuğu tartışmasızdır. Sanık hakkındaki ceza hükmünün temyizen incelenmesi, temyiz dilekçesinin reddinin temyizi üzerine mümkün olmuş, bu durum Yargıtay 9.Ceza Dairesi’nin “müdafii yerine karar tebliğinin sanığa yapılmasının usulsüz olduğunu tespit ve sanık hakkındaki cezanın zamanaşımının gerçekleştiğinden bahisle düşmesine” dair verdiği, 22.09.2011 gün ve 2010/9593-2011/27183 sayılı karar ile de tespit edilmiştir.
Cezanın infazına 22.01.2009 tarihinde başlanmış olup, Yargıtay 9.Ceza Dairesi’nce düşme karar verildiği 22.09.2011 tarihinden çok önce, 22.05.2009 tarihinde ceza infaz edilmiştir. Böylece zarar da meydana gelmiştir.
Açıklanan tüm bu nedenlerle HMK 46/c maddesi uyarınca farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar verilmiş olması karşısında, hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı davalının sorumluluğu koşulları oluştuğundan davacı yararına uygun bir tazminata hükmedilmesi gerektiği sonucuna varıldığından bidayet mahkemesi sıfatıyla karar veren Özel Dairenin yazılı şekilde davanın reddine karar vermesi doğru görülmemiş ve hükmün bozulması gerekmiştir.
Görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce, Özel Daire kararının yerinde olduğu, verilen hükmün onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın, yukarıda açıklanan nedenle 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun'un 440.maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 21.05.2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.