Hukuk Genel Kurulu 2022/64 E. , 2022/963 K.
MAHKEMESİ : Konya Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi
1. Taraflar arasındaki “ortak olunmadığının tespiti ve tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Konya Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi tarafından ilk derece mahkemesi kararına yönelik davalılar...Holding A.Ş., ... ve ... vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin kararı kaldırılarak tüm davalılar yönünden karar verilmesine yer olmadığına dair verilen karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili; davalı şirketin yurt dışında yaşayan vatandaşlardan haksız ve usulsüz Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) kararlarına aykırı para topladığını ve haklarında birçok soruşturma olduğunu, müvekkilinin davalı şirkete yüksek faiz getireceği vaadiyle biriktirdiği parayı daha sonra verilecek hisse senedine karşılık olarak yatırdığını, geri verileceğinin taahhüt edilmesine rağmen paranın geri verilmediğini, davalıların Bankacılık Kanunu, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK), Sermaye Piyasası Kanunu ve diğer kanunlara aykırı para topladığını, dolayısıyla müvekkilinin davalı şirkette geçerli bir ortaklığının bulunmadığını ileri sürerek müvekkilinin davalı şirketin ortağı olmadığının tespitine ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 2.007Euro’nun ödeme tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiş; yargılama sırasında talebini 46.779Euro olarak ıslah etmiştir.
Davalılar Cevabı:
5.1. Davalı ...Ş., ... ve ... vekili; davacının müvekkili şirketin ortağı olduğunu, bu ortaklığın mevzuata uygun geçerli bir ortaklık niteliğinde bulunduğunu, müvekkili şirketin SPK kaydında olan, bu kurul ve diğer ilgili tüm resmî makamlar ile özel denetçiler tarafından faaliyetleri denetlenen çok ortaklı halka açık anonim şirket olduğunu, ayrıca müvekkili şirketin 23.11.2012 tarihinden itibaren payları borsada işlem gören şirket statüsüne kavuştuğunu, 6762 sayılı TTK'nın 329. ve 405. maddeleri gereğince anonim şirket ortaklarının sermaye olarak şirkete verdiklerini geri isteyemeyeceklerini, ayrıca zamanaşımı süresinin dolduğunu ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
5.2. Davalı ... vasisi ...; usulüne uygun yapılan tebligata rağmen davaya cevap vermemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 29.04.2019 tarihli ve 2018/406 E., 2019/315 K. sayılı kararı ile; davalıların istenildiğinde derhâl ve işlemiş kâr payı ile birlikte iade edileceği taahhüdü ile para topladıkları, ortağın sermaye olarak verdiğini isteyemeyeceğine dair yasal düzenlemeyi kullanarak para yatıran kişileri grup şirketlerden herhangi birinde veya birkaçında düşük nominal bedellerle şeklen ortak gibi gösterdikleri, ancak taraflar arasında sahih bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı, davalılar tarafından zamanaşımı def’înin ileri sürülmesinin dürüstlük kurallarına aykırı olduğu, ayrıca davalı yöneticilerin Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 50. maddesi ve 6762 sayılı TTK’nın 321/son maddesi gereğince de oluşan zarardan sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile davacının davalı şirketin ortağı olmadığının tespitine, 46.779Euro'nun davalılar...Holding A.Ş., ..., ... ve ...’dan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. İlk derece mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar...Holding A.Ş., ... ve ... vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
8. Konya Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 16.07.2020 tarihli ve 2019/1539 E., 2020/809 K. sayılı kararı ile; istinaf yoluna başvurulmasından sonra 7194 sayılı Kanun'un 41. maddesi ile 3332 sayılı Kanun’a geçici 4. madde eklendiği, davalı şirketin anılan Kanun’un geçici 4. maddesi gereğince pay sahibi sayısı nedeniyle payları halka arz olunmuş sayılan ve payları borsada işlem gören şirketlerden olduğu, davalı gerçek kişilerin sadece davalı şirketin yöneticileri olmaları sıfatıyla şirket ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu tutuldukları, bu nedenle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılması gerektiği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve yeniden hüküm kurulmak suretiyle tüm davalılar yönünden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
10. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 15.03.2021 tarihli ve 2021/776 E., 2021/2417 K. sayılı kararı ile; “…1-Dava, davacı ile davalı şirket arasında geçerli bir ortaklık ilişkisi kurulmadığının tespiti ve bu amaçla verilen paranın iadesi istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararı taraflara tebliğ edilmiş olup davalılardan ... vasisi tarafından İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunda bulunulmamıştır. Davada davalı şirket ile davalı gerçek kişiler arasında mecburi dava arkadaşlığı da bulunmamaktadır. Bu itibarla İlk Derece Mahkemesi kararına karşı davalı ... tarafından süresinde istinaf başvurusunda bulunulmaması nedeniyle ... hakkında verilen İlk Derece Mahkemesi kararı kesinleşmiş bulunmaktadır. 6100 sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf incelemesi, kamu düzenine aykırılık halleri dışında, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Somut olayda kamu düzenine aykırılık da söz konusu olmadığından bölge adliye mahkemesince istinaf kanun yoluna başvuran davalı şirket hakkında inceleme yapılması ve bir karar verilmesi gerekirken, davalı ... hakkında verilen hükmün kesinleşmiş olduğu gözetilmeksizin İlk Derece Mahkemesi kararının tamamen kaldırılarak dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş olması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle re’sen bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
2-Bozma sebep ve şekline göre, davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. Konya Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 25.05.2021 tarihli ve 2021/862 E., 2021/1098 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ek olarak, ilk derece mahkemesi kararının 7194 sayılı Kanun’un 41. maddesiyle 3332 sayılı Kanun’a eklenen geçici 4. madde gereğince kaldırılmasına karar verildiği, ilk derece mahkemesince davalı ...'ın şirket yöneticisi olması nedeniyle davalı şirkete yatırılan paralardan sorumlu olduğuna karar verildiği, dolayısıyla davalı ...'ın sorumluluğunun, şirkete bağlı bir sorumluluk olduğu, davalı ...'ın davalı şirketten daha ağır bir yükümlülük ile sorumlu tutulamayacağı, ayrıca aynı dosyada davacıya hem yatırdığı parayı davalı ...'dan tahsiline imkân tanımanın, hem de aynı para nedeniyle 3332 sayılı Kanun’a eklenen geçici 4. madde gereğince davalı şirket ortağı olduğunu kabul etmenin hukuka ve hakkaniyete uygun düşmeyeceği, bu nedenle ilk derece mahkemesi kararının kaldırma nedenlerinin davalı ...'a da sirayet edeceği, bu nedenle usulî müktesep hakkın istisnalarından olan yeni yasal düzenleme gereğince TMK’nın 50. maddesi ve 6762 sayılı TTK'nın 7/1 ile 371/5 maddelerindeki düzenlemeler doğrultusunda davalılar arasında ayrım yapılmaması gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 7194 sayılı Kanun'un 41. maddesi ile 3332 sayılı Kanun’a eklenen geçici 4. madde gereğince davacının davalı şirkete ortak kabul edilmesi nedeniyle eldeki davada karar verilmesine yer olmadığı kararı verilecek olması ve davalı ... vasisinin aleyhine olan ilk derece mahkemesi kararını istinaf etmemesi karşısında ilk derece mahkemesi kararının kaldırma nedenlerinin davalı ...'a da sirayet edip etmeyeceği hususunda toplanmaktadır.
III. ÖN SORUN
14. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce; direnme kararın temyizinde davacı vekilinin, Özel Daire ve direnme kararına konu olan 7194 sayılı Kanun'un 41. maddesi ile 3332 sayılı Kanun’a eklenen geçici 4. maddenin Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasını talep etmesi karşısında iptal başvurusunun Anayasa’nın 152. maddesi çerçevesinde ciddi görülüp görülmeyeceği ön sorun olarak tartışılmış; yapılan görüşmelerde davacı vekilince ileri sürülen Anayasa’ya aykırılık iddialarının ciddi bulunmaması nedeniyle anılan Kanun maddelerinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına dair talebin oy birliğiyle reddine karar verildikten sonra işin esasının değerlendirilmesine geçilmiştir.
IV. GEREKÇE
15. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “ihtiyarî dava arkadaşlığı” kavramı üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
16. İhtiyarî dava arkadaşlığı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 57. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; davacılar veya davalılar arasında dava konusu olan hak veya borcun, elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak olması; ortak bir işlemle hepsinin yararına bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde yükümlülük altına girmeleri ve davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukukî sebeplerin aynı veya birbirine benzer olması hâllerinde birden çok kişi birlikte dava açabileceği gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir.
17. Birlikte dava açma hakkına sahip olanlar, davalarını birlikte açmak zorunda değildirler. Bu kişilerden her biri ayrı ayrı dava açabilecekleri gibi, dilerlerse (isterlerse) birlikte de dava açabilirler. Birlikte dava açılması durumunda, davacılar arasında dava arkadaşlığı doğar; fakat bu, ihtiyarî (isteğe bağlı) bir dava arkadaşlığıdır. Davalılar arasındaki ihtiyarî dava arkadaşlığı bakımından da durum böyledir. Meselâ, alacaklı, müteselsil borçlulardan (BK m.162 vd) her birine karşı ayrı ayrı dava açabileceği gibi, isterse, müteselsil borçluların bir kaçına veya tümüne karşı birlikte dava açabilir. Bu durumda, davalı tarafta bulunan müteselsil borçlular ihtiyarî dava arkadaşı durumundadır; yani, bunlara karşı birlikte dava açılması zorunlu değildir. Dolayısıyla davacılar arasında ihtiyarî dava arkadaşlığı hâlinde, ihtiyarî dava arkadaşları davalarını bir dilekçe ile açabilirler. Aynı şekilde davalılar arasında ihtiyarî dava arkadaşlığı hâlinde, bu kişilere karşı tek bir dilekçe ile dava açılabilecektir.
18. İhtiyarî dava arkadaşlığında, dava arkadaşları sadece davanın yürütülmesi noktasında birlikte hareket ederler. Bu durum, zaman, emek ve masraftan tasarruf sağlar, tahkikat ve yargılamayı kolaylaştırır, basitleştirir ve nihayet çelişik hükümler verilmesini önler. Buna karşılık esas bakımından dava arkadaşlarının davaları birbirinden bağımsızdır. Başka bir deyişle mecburi dava arkadaşlığının aksine ihtiyarî dava arkadaşlığında dava arkadaşı kadar dava söz konusudur. Bu davalar sadece biçimsel bakımdan birlikte açılmıştır. Bu husus HMK’nin 58. maddesinde “İhtiyari dava arkadaşlığında, davalar birbirinden bağımsızdır. Dava arkadaşlarından her biri, diğerinden bağımsız olarak hareket eder.” şeklinde ifade edilmiştir. Dolayısıyla ihtiyarî dava arkadaşlığında her dava arkadaşı kendi davası hakkında diğer dava arkadaşlarından farklı biçimde hareket edebilir.
19. İhtiyarî dava arkadaşlığında, davalar birbirinden bağımsız olduğundan ihtiyarî dava arkadaşlarından her biri yalnız kendisi yönünden verilen karar için kanun yoluna başvurabilir. Süresinde kanun yoluna başvurmamış olan ihtiyarî dava arkadaşları hakkında hüküm kesinleşir ve şekli anlamda kesin hüküm ortaya çıkar. Diğer dava arkadaşlarının kanun yoluna başvurması üzerine karar bozulursa, bu bozmadan kanun yoluna başvurmamış, bu nedenle hakkında verilen hüküm kesinleşmiş olan ihtiyarî dava arkadaşları yararlanamaz.
20. Şekli anlamda kesin hüküm kanunlarda ayrı bir müessese olarak düzenlenmemiş olup bir nihai kararın şekli anlamda kesin hüküm ifade etmesinden o karara karşı artık kanun yollarına başvurulamayacağı anlaşılır. Şekli anlamda kesinleşmenin amacı, hükmün olağan kanun yollarına başvurularak değiştirilememesi ve davanın sona ermesidir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.04.2003 tarihli ve 2003/20-266 E, 2003/285 K. sayılı kararı).
21. Bir nihai karar şekli anlamda kesinleşince tarafların o davada takip ettikleri amaç gerçekleşmiş olur. Fakat bu, taraflar arasındaki uyuşmazlığın değil ancak görülmekte olan davanın sona ermesi anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle bundan sonra taraflar arasında aynı uyuşmazlığın yeni bir dava konusu yapılamaması için nihai kararın maddi anlamda da kesinleşmiş olması gerekir.
22. Şekli anlamda kesin hüküm kanunlarda düzenlenmemiş olmasına rağmen maddi anlamda kesin hüküm ve sonuçları HMK’nın 303. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre bir davada maddi anlamda kesin hükümden söz edilebilmesinin ilk şartı o hükmün şekli anlamda kesinleşmiş olmasıdır. Şekli anlamda kesinlik maddi anlamda kesinliğin ön ve temel şartını oluşturur. Bundan başka her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. Hemen belirtmek gerekir ki kesin hüküm kamu düzenindendir ve dava şartı olarak kabul edilmiştir (HMK m.114/1-i).
23. Bir nihai kararın şekli anlamda kesin hüküm ifade etmesi için o karara karşı kanun yollarının kapalı olması veya kanun yoluna başvurulduktan sonra artık başka kanun yolunun bulunmaması gerekir. Başka bir deyişle mahkemenin nihai kararına karşı başvurulacak bir kanun yolunun artık kalmaması veya baştan itibaren zaten hiç bulunmaması hâlinde bu karar şekli anlamda kesinleşir. Bir nihai karara karşı başvurulacak kanun yolunun olmayışı iki şekilde karşımıza çıkar. Bunlardan birincisi, mahkemece verilen karara karşı kanun yoluna başvuru imkânı yoktur ve bu nedenle nihai kararın verilmesiyle şekli anlamda kesinlik ortaya çıkar. Örneğin miktar ve değeri kesinlik sınırını geçmeyen mal varlığı davalarına ilişkin kararlar bu şekildedir. Yine özel kanun hükümleri gereğince kesin olduğu belirtilen kararlarda verildikleri anda şekli anlamda kesin hüküm ifade eder (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü C. V, İstanbul, 2001, s. 4981 vd.).
24. İkincisi ise mahkeme kararına karşı kanun yoluna başvuru imkânı varken ya süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak yahut da kanun yoluna başvurmaktan açıkça feragat edilerek hüküm şekli anlamda kesinleşir. Ayrıca karara karşı kanun yoluna başvurulduğu durumlarda başvuru üzerine verilen karardan sonra başvurulacak kanun yolu kalmamış ise karar şekli anlamda kesin hüküm ifade eder. Dolayısıyla bir mahkeme kararına karşı kanun yoluna başvuru imkânının hiç bulunmaması veya kanun yoluna başvuru imkânı bulunmakla birlikte, bu yola hiç başvurulmaması ya da öngörülen bütün olağan kanun yollarının tüketilmesi ile karar şekli anlamda kesinleşmiş olur (Atalı, Murat: Pekcanıtez Usûl Medenî Usûl Hukuku, İstanbul, 2017, s. 2055 vd.).
25. Şekli anlamda kesinlik kural olarak ortadan kaldırılamaz. Bunun tek istisnası, olağan kanun yolu süresinin geçirilmiş olmasına karşı eski hâle getirme talebinde bulunulması (HMK m. 95-101) ve bu talebin yerinde görülerek kabul edilmesidir. Başka bir deyişle sadece eski hâle getirme talebinin kabul edilmesi şekli anlamda kesinliği ortadan kaldırır. Dolayısıyla eski hâle getirme talebinin kabul edilmesi haricinde kamu düzeni iddiası da dâhil olmak üzere hiçbir şekilde şekli anlamda kesin hüküm ortadan kaldırılamaz.
26. Kesin hüküm öncelikle hükmü veren mahkeme de dahil diğer bütün mahkemeleri bağlar. Mahkemeler aynı konuda, aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında verilmiş olan kesin hüküm ile bağlıdır; aynı davayı yeniden inceleyemezler. Yasama ve yürütme organları ile idare de kesin hükme uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını (kesin hükmü) hiçbir surette değiştiremezler (Anayasa m. 138/5). Dolayısıyla kesin hüküm, sonradan çıkarılan bir kanunla da değiştirilemez ve ortadan kaldırılamaz. Yine sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararı da kesinleşmiş hükümleri etkilemez.
27. Hemen belirtilmelidir ki; şekli anlamda kesin hüküm ile usulî kazanılmış hak kavramları birbirinden tamamen farklı hususlardır. Zira usulî müktesep hak, mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen ve bozma gereğince işlem yapılarak taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuran bir durumdur. Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usulî kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usulî kazanılmış hak gerçekleşebilir. Özellikle davadaki taleplerden biri hakkındaki kararın bozma kararı kapsamı dışında kalması ile doğan usulî kazanılmış hak ile kesin hükmü birbirine karıştırmamak gerekir. Kesin hükümde mahkeme (ve Yargıtay), davanın kesin olarak sonuçlanmış olması nedeniyle davadan elini tamamen çekmiş durumdadır. Oysa davadaki taleplerden biri hakkındaki kararın bozma kapsamı dışında kalması nedeniyle mahkeme davadan elini henüz çekmiş durumda değildir. Zira mahkeme, hakkındaki karar bozulan taleple ilgili olarak davaya devam edecek; ancak bozma kapsamı dışında kalan taleple ilgili olarak, kesin hüküm nedeniyle değil, usulî kazanılmış hak nedeniyle inceleme yapamayacaktır. Usulî kazanılmış hakkın istisnalarından birinin varlığı hâlinde ise bozma kapsamı dışında kalan taleple ilgili olarak da inceleme yapılabilecek ve yeni bir karar verilebilecektir (Kuru, s. 4770).
28. Bununla birlikte şekli anlamda kesin hüküm yukarıda bahsedildiği üzere mahkemenin nihai kararına karşı başvurulacak bir kanun yolunun artık kalmaması veya baştan itibaren zaten hiç bulunmamasını ifade etmektedir. Dolayısıyla şekli anlamda kesin hüküm eski hâle getirme talebinin kabul edilmesi haricinde hiçbir şekilde ortadan kaldırılamaz iken usulî kazanılmış hak; mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir. Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usulî kazanılmış haktan söz edilemeyecektir. Hatta uyulan bozma kararının her türlü hukukî değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya dayanması hâlinde de usulî kazanılmış hak kuralı hukukî sonuç doğurmayacaktır.
29. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı vekili tarafından davalı şirketin müvekkilinden haksız ve usulsüz olarak yüksek gelir getireceği vaadiyle para alındığı, istenildiği an geri verileceğinin taahhüt edilmesine rağmen paranın geri verilmediği, müvekkili ile davalı şirket arasında geçerli bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı ileri sürülerek haksız fiile dayalı olarak davalı şirket ve şirketin eski ve yeni yöneticileri aleyhine eldeki dava açılmıştır. Davalılar arasında HMK’nin 57. maddesi gereğince ihtiyarî dava arkadaşlığı bulunduğu dosya kapsamıyla sabittir. Başka bir deyişle davacı, her davalı aleyhine ayrı ayrı dava açabilecekken tek bir dava dilekçesiyle hepsi aleyhine dava açma yolunu seçmiştir.
30. İlk derece mahkemesi tarafından tüm davalılar yönünden davanın kabulüne karar verilmiş; karar davalılar...Holding A.Ş., ... ve ... vekili ile davalı ... vasisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmiştir. Davalılar...Holding A.Ş., ... ve ... vekili tarafından süresi içerisinde istinaf yoluna başvurulmasına rağmen davalı ... vasisi tarafından istinaf yoluna başvurulmamıştır. Dolayısıyla davalı ... aleyhine açılan davada verilen karar, kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içerisinde istinaf yoluna başvurulmaması nedeniyle bu süre sonunda şekli anlamda kesin hüküm niteliği kazanmıştır.
31. İstinaf yoluna başvurulmasından sonra 7194 sayılı Kanun'un 41. maddesi ile 3332 sayılı Kanun’a geçici 4. madde eklenmiştir. Anılan madde;
“31/12/2014 tarihine kadar, pay sahibi sayısı nedeniyle payları halka arz olunmuş sayılan ve payları borsada işlem gören anonim ortaklıklar tarafından doğrudan veya dolaylı olarak nominal ya da primli değer üzerinden pay veya pay adı altında satışı yapılmış olan her türlü araç, 6/12/2012 tarihli ve 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun kaydileştirmeye ilişkin şartlarına tabi olmaksızın 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu ile 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu kapsamında pay addolunur, bu ortaklıklara yapılan ödemeler pay karşılığı yapılmış kabul edilir ve ortaklık ilişkisi kurulmuş sayılır. Bu payların kaydileştirilmemiş olması ortaklık haklarına halel getirmeyeceği gibi ortaklık ilişkisinin kurulmadığı da iddia edilemez.
Birinci fıkra kapsamında kurulmuş olan ortaklık ilişkileri hakkında; geçerli bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı veya primli pay satışı yapıldığı ileri sürülerek sebepsiz zenginleşme, haksız fiil, sözleşme öncesi görüşmelere aykırılık veya sözleşmeye aykırılık nedenlerine dayalı olarak açılan ve kanun yolu incelemesindekiler dahil görülmekte olan menfi tespit, tazminat veya alacak davalarında, karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilir ve yargılama gideri ile maktu vekalet ücreti ortaklık üzerinde bırakılır.” hükmünü haizdir. Bu madde gereğince Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesince, davalı ... vasisi tarafından istinaf yoluna başvurulmamasına rağmen tüm davalılar yönünden ilk derece mahkemesinin kararı tamamen kaldırılarak dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Oysa 7194 sayılı Kanun'un 41. maddesi ile 3332 sayılı Kanun’a eklenen geçici 4. madde, kanun yolu incelemesindekiler dâhil görülmekte olan davalara uygulanacak ise de anılan maddenin şekli anlamda kesin hüküm niteliğinde olan kararları etkilemesi mümkün değildir. Ancak anılan madde usulî kazanılmış haklar yönünden etkili olacaktır. Zira yukarıda da bahsedildiği üzere kesin hüküm, sonradan çıkarılan bir kanunla değiştirilemez ve ortadan kaldırılamaz.
32. Bu durumda Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesince, sadece istinaf yoluna başvuran davalılar hakkında karar verilmesi gerekirken, davalı ... yönünden de istinaf yoluna başvurulmaması nedeniyle şekli anlamda kesin hüküm hâline gelen kararı da ortadan kaldıracak şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.
33. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davalı ...'ın sorumluluğunun davalı şirkete bağlı bir sorumluluk olduğu, davalı ...'ın davalı şirketten daha ağır bir yükümlülük ile sorumlu tutulamayacağı, ayrıca 7194 sayılı Kanun'un 41. maddesi ile 3332 sayılı Kanun’a eklenen geçici 4. madde gereğince davacının davalı şirket ortağı olduğu, buna karşılık davacının şirkete verdiği parayı davalı ...’dan tahsiline imkân tanımanın kamu düzenine aykırılık oluşturacağı, bu nedenle diğer davalıların istinaf başvurusundan davalı ...’ın da yararlanmasının mümkün olduğu, bu itibarla direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
34. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
V. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 373/2. maddesi gereğince Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 21.06.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.