Hukuk Genel Kurulu 2017/3097 E. , 2021/1050 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ordu 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar her iki taraf vekilince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı her iki taraf vekilince temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili; müvekkiline ait Atatürk Kapalı Spor Salonunun elektrik sayacının eski model olması nedeniyle davalı tarafça değiştirildiğini, davalı tarafından “20” çarpanlı olarak işlenmesi gereken akım trafo oranının müşteri kusuru dışında sehven “1” olarak işlenmesi nedeniyle yapılan tahakkukların yirmi kat eksik olduğu belirtilerek 01.01.1983 olan ilk abonelik tarihinden mekanik sayacın söküldüğü 10.03.2009 tarihine kadar 210.243 kwh karşılığı 26.175,90TL eksik tahakkuk faturası düzenlendiğini, kusurları olmaksızın oluşan eksiklik nedeniyle tahakkuk yapılmasının hukuka aykırı olduğunu, bunun yanı sıra davaya konu alacağın zamanaşımına uğradığını ileri sürerek davalıya 26.175,90TL borçlu olunmadığının tespiti ile faturanın iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı cevabı:
5. Davalı vekili; uyuşmazlığın tüketici mahkemelerinde görülmesi gerektiğini, sayaç değişimi sırasında aboneliğin başından beri davacıya yapılan tahakkukların müşteri kusuru dışında yirmi kat eksik olarak faturalandırıldığının tespit edildiğini, ilk abone tarihinden mekanik sayacın söküldüğü 10.03.2009 tarihine kadar 210243 kwh eksik tahakkuk karşılığı geçmiş dönemlere ait birim fiyatlar dikkate alınarak hiçbir gecikme cezası da eklenmeksizin 26.175,90TL eksik fatura alacağı hesaplandığını, gönderilen faturanın tebliğini izleyen yedi gün içerisinde dava konusu faturaya itiraz edilmediği gibi ödeme de yapılmadığını, alacağın zamanaşımına uğradığı iddiasının da yerinde olmadığını belirterek davanın öncelikle görev yönünden, aksi hâlde esas yönünden reddine karar verilmesini savunmuştur.
Direnmeye Kadar Olan Yargılama Süreci:
6. Ordu 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.05.2011 tarihli ve 2009/196 E., 2011/209 K. sayılı kararı ile; yanlış çarpım faktörü uygulanması neticesinde hatalı sayaç okunduğu ve dolayısıyla davalının kullanılan elektrik bedelini eksik tahakkuk ettirdiği, tahsilatın bu şekilde yapılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hükmün davacı vekilince temyiz edilmesiyle, Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 09.02.2012 tarihli ve 2011/17626 E., 2012/2464 K. sayılı kararı ile; davacının zamanaşımı def’î hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmemiş olması usul ve yasaya aykırı bulunarak sair temyiz itirazları incelenmeksizin karar bozulmuştur.
7. Mahkemenin 24.01.2013 tarihli ve 2012/275 E., 2013/43 K. sayılı kararı ile; bozma kararına uyulmasıyla birlikte davalı tarafın sunduğu hizmet karşılığı kâr yaparak hizmet veren bir şirket olduğu ve bu nedenle eksik veya yanlış yaptığı işlemlerin sonuçlarına kendisinin katlanması gerektiği, tüketicinin her ay sonunda borcunu ödediğinde başka borcunun olmadığını düşündüğü, davalı tarafın elektrik tüketicisinin kusurundan değil tamamen kendisinden kaynaklanan kusur nedeniyle seneler sonra borç çıkaramayacağı, bu nedenlerle davacı vekilinin zamanaşımı hususundaki itirazının yerinde olduğu, davalı kurumun alacağının zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş; hükmün davalı vekilince temyiz edilmesiyle, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 12.09.2013 tarihli ve 2013/9962 E., 2013/12570 K. sayılı kararı ile; taraflar arasında sözleşme ilişkisi bulunması nedeniyle zamanaşımının on yıl olduğu, buna göre elektrik hesabı konusunda uzman kişiler arasından seçilecek bilirkişi görevlendirilmesi suretiyle gerekçeli ve denetime elverişli rapor aldırılması, sonuç olarak toplanan ve toplanacak tüm delillerin birlikte değerlendirilmesiyle hüküm verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle davanın tümden reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin Direnmeye Esas Kararı:
8. Mahkemenin 27.03.2014 tarihli ve 2013/392 E., 2014/295 K. sayılı kararı ile; bozma kararına uyularak bozma kararı gereği dosyanın tevdî edildiği bilirkişi kurulu raporunda, elektrik faturalarının aylık dönemler hâlinde tahakkuk ettirilmesi nedeniyle geçmiş dönemler için toplu tahakkuk ettirilen 18.03.2009 tarih ve 74483 nolu faturanın içeriğinde on yıllık zamanaşımına giren aylarının fatura bedelinden mahsup edildiği, davalı ...Ş. tarafından 01.01.1983 ilk abonelik tarihinden sayaç değişim tarihi olan 14.07.2008 tarihleri arasında eksik tahakkuk ettirilen elektrik bedelinden on yıllık zamanaşımı dönemine ait 01.01.1983-01.07.1999 tarihleri arası yüz doksan sekiz ay elektrik bedeli tutarı olan 6.244,31TL'nin zamanaşımına uğramış olduğunun, 02.07.1999-09.06.2005 tarihleri arası olan yetmiş bir ay eksik tahakkuk ettirilen elektrik bedeli olan 2.239,12TL, 09.06.2005-10.03.2009 tarihleri arasında eksik tahakkuk ettirilen elektrik bedeli olan 17.692,40TL olmak üzere toplam 19.931,52TL'nin davacı adına eksik tahakkuk yapılmış olması nedeniyle davalının 19.931,52TL eksik tahakkuktan dolayı alacaklı olduğunun tespit edildiği şeklinde beyanda bulunulduğu, davacının resmi devlet kurumu olduğu, taraflar arasında elektrik enerjisi satışına ilişkin sözleşme yapılırken davacının yasada belirtilen tüm belge ve bilgileri davalı kuruma sunduğu, bu durumda başvuru sahibinin resmi kuruluş olduğunun davalı yanca bilindiğinin veya bilinmesi gerektiğinin kabulünün gerektiği, davalı kurum tarafından yanlış tarife üzerinden davacı kuruma fatura düzenlendiğinin ortada olduğu, bilirkişi raporunun yerinde ve yeterli görüldüğü, yanlış tarife uygulamasından dolayı davalının davacı kurumdan 19.931,52TL fazla tahsilat yaptığının belirlendiği gerekçesiyle davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Direnilen Bozma Kararı :
9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde her iki taraf vekilince temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 12.02.2015 tarihli ve 2014/20900 E., 2015/2173 K. sayılı kararı ile;
“…Mahkeme kararının gerekçe bölümünde, davalının 19.931,52 TL eksik tahakkuktan dolayı alacaklı olduğunun tespit edildiği açıklanmasına yer verilmiş iken; hüküm kısmında ise, davacının davalıya 19.931,52 TL borçlu olmadığının tespitine karar verilmiştir. Gerekçeli kararın, gerekçe ve hüküm bölümlerinin çelişkili olduğu kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca, kararın gerekçe ve hüküm bölümlerinin çelişik bulunması hali bozma nedeni oluşturduğundan tarafların temyiz itirazının bu yönden kabulüne karar vermek gerekmiş, bozma sebep ve şekline göre tarafların sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. Mahkemenin 03.11.2015 tarihli ve 2015/260 E., 2015/628 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçelerinin yanında, verilen kararın hükmü ile gerekçesi arasında uyumsuzluk olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde her iki taraf vekilince temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eldeki davada, mahkemece verilen hükmün gerekçesi ile çelişkili olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre;
“(1) Hüküm 'Türk Milleti Adına' verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a)Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
b)Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini
c)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri
ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini
d)Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını
e)Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi
(2)Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
15. Anılan düzenlemeye göre bir mahkeme kararında, tarafların iddia ve savunmalarının özetlerinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukukî sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir. Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür.
16. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi görür. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukukî esaslar açıklanır. Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukukî niteliğini (hukukî sebepleri) kendiliğinden araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
17. Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları tatmin etmez (Kuru, Baki/ Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejde.: Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).
18. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 141. maddesi gereğince mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
19. Kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
20. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay'ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur. Aksi hâlde, kararın gerekçeli olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Yeri gelmişken maddi olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı açıklamayan sadece yapılan yargılamayı özetleyen gerekçenin de yeterli olmadığı ve doktrinde zahiri gerekçe (görünürde gerekçe) olarak adlandırıldığı unutulmamalıdır.
21. Hukuk Genel Kurulunun 04.04.2018 tarihli ve 2015/9-2883 E., 2018/675 K.; 08.07.2020 tarihli ve 2017/4-1445 E., 2020/552 K.; 06.10.2020 tarihli ve 2017/3-1514 E., 2020/730 K. sayılı kararlarında da bu hususlar benimsenmiştir.
22. Nitekim 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
23. Mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141. maddesinin 3. fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297. maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
24. Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukukî ihtilâflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
25. Ayrıca, direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün son kararlardan olup mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
26. Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay'ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur. Mahkeme, bozma nedenlerinden her birine, hangi sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymalıdır.
27. Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine yerel mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
28. Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup gözetilmesi kanun ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
29. Ayrıca Yargıtayca bozulan yerel mahkeme kararı ortadan kalkar ve hukukî geçerliliğini yitirir. Bozulan karar sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur (Hukuk Genel Kurulunun 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E., 2011/436 K. ile 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
30. Tarafların tüm delilleri toplanıp tetkik edildikten son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hâkimin, HMK’nın 298. maddesi uyarınca kararlarını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu HMK’nın 297/2. maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur.
31. Ne var ki, uygulamada HMK’nın 294. maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.
32. İşte bu gibi hâllerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukukî varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın 141. maddesi ile HMK'nın yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 10.4.1992 tarihli ve 1991/7 E., 1992/4 K. sayılı kararı).
33. Yukarıda da açıklandığı üzere, ilamın tefhim edilen kısa karara uygun yazılması ve gerekçe taşıması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup, bu kurala kanun koyucu HMK’nın 294 ve 298. maddeleriyle varlık kazandırmıştır.
34. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, menfi tespit talep edilen eldeki davada, yerinde ve yeterli görüldüğü belirtilmek suretiyle benimsenen bilirkişi raporunda davalının 19.931,52TL eksik tahakkuktan dolayı alacaklı olduğunun tespit edildiği belirtilmesine karşın davalının davacı kurumdan 19.931,52TL fazla tahsilat yaptığı gerekçesiyle “davanın kısmen kabul, kısmen reddine, davalının 19.931,52 TL'yi davacıdan fazla tahsil etmesi nedeni ile; davacının davalıya 19.931,52TL borçlu olmadığının tespitine, fazlaya ilişkin talebin reddine,” şeklinde hüküm tesis edilmiştir. Şu hâlde, gerekçeli karar kendi içinde ve hükümle çelişkili vaziyettedir.
35. Açıklanan nedenle mahkemece yapılacak iş, dava türünün “menfi tespit” olduğu da gözden kaçırılmamak suretiyle gerekçe içindeki çelişki giderilerek gerekçeye uyumlu hüküm tesisinden ibarettir.
36. Bu nedenle, yasal düzenleme ve ilkeler çerçevesinde anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere salt bu usuli eksikliğe dayalı olarak direnme kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı, HMK’nın “Geçici Madde 3” hükmü gereği uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,
Bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 21.09. 2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.