Ceza Genel Kurulu 2021/135 E. , 2021/655 K.
Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
Sanık ...'ın hırsızlık suçundan üç kez olmak üzere TCK'nın 142/2-b, 168/1 ve 62. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına; resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan TCK'nın 206/1 ve 62. maddeleri uyarınca 2 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına; her iki suç yönünden aynı Kanun'un 53. maddesi uyarınca hak yoksunluklarına ilişkin ... 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 05.02.2013 tarihli ve 509-56 sayılı hükümlerin sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 13. Ceza Dairesince 26.02.2015 tarih ve 13271-3150 sayı ile;
'Sanıklar 1984 doğumlu ... ve 1993 doğumlu ... ile 1999 doğumlu yaşı küçük diğer sanık ...'ın, olay günü yakalandıklarında üzerlerinde kimlikleri olmadığından, kendi beyanlarına göre soyadlarını söylemeden, isimlerini ..., ... ve ... olarak beyan ettikten sonra sanıkların ... Şen ve Yeter kızı 1984 doğumlu ...; ... ve ... kızı 1993 doğumlu ... ile ...ve ... kızı 1999 doğumlu ... olduklarının tespit edilip, parmak izlerinin alınarak fotoğraflarının çekildiği, alınan parmak izlerinin AFİS veri tabanında yapılan sorgulamasında, 1984 doğumlu ...'ın 12.10.2011 tarihinde ... ili...ilçesi Emniyet Amirliğince hakkında işlem yapılarak on parmak izi alınan TC kimlik numaralı, F... kızı 1986 doğumlu ... parmak izleri ile aynı, kimlik bilgilerinin ise ayrı olduğu; 1999 doğumlu yaşı küçük ...'ın ise 05.11.2009 tarihinde ... Emniyet Müdürlüğünce hakkında işlem yapılarak on parmak izi alınan .. ...ve ...kızı 1997 doğumlu Derya Mayalı'nın parmak izlerinin aynı, kimlik bilgilerinin ayrı olduğunun tespit edildiği, bu durum karşısında, sanıkların gerçek kimliklerinin tespiti amacıyla sanıklarla akraba olan ... ... isimli şahsa sanıkların fotoğrafları gösterildiğinde, üzerinde 17.09.2012 gün ve 1245 ibaresi yazılı 1984 doğumlu ...'a ait fotoğraftaki şahsın öz oğlu olan Emrah...'ın resmi nikahlı eşi olan ... nüfusunda kayıtlı ...ve ...kızı, 1983 doğumlu ... olduğunu, üzerinde 18.09.2012 gün ve 1246 ibaresi yazılı yaşı küçük ...'a ait fotoğraftaki şahsın, öz oğlu .. ile gelini ... ...'ın kızı olan 1999 doğumlu ... olduğunu kesin olarak tanıyıp teşhis ettiği, parmak izi raporları, mevcut fotoğraflar, 11.10.2012 günlü teşhis tutanağı ve 12.10.2012 – 01.11.2012 günlü yazılardan anlaşılıp, bu durumun sanıklar hakkında atılı suçlardan dava açıldıktan sonra dosyaya intikal ettiği,
Ayrıca mağdurlar ... ve ... aşamalarda ... yerlerine gelerek alışveriş yaparken kendilerinden para çalan kişinin tek bir bayan olduğunu, diğer iki bayanı görmediklerini, mağdur ... bu bayanın Emniyette kendini ... adıyla tanıtan kişi olduğunu, mağdur ... ise parasını çalanın, Emniyette kendini ... adıyla tanıtan bayan olduğunu, mağdur ... ise kendilerini Emniyette ... ve ... olarak tanıtan iki bayanın ... yerlerine geldiklerini, bunlardan ... isimli bayanın sigara almak suretiyle alışveriş yapan ve sonrasında parasını çalan şahıs olduğunu ifade ettiği ancak 17.09.2012 günlü tutanakta her bir mağdurun üç şüpheli bayanı da teşhis etmişler gibi gösterildiğinin anlaşılması karşısında; öncelikle sanıklar 1984 doğumlu ... ile 1993 doğumlu ... ve 1999 doğumlu diğer sanık ...'ın gerçek kimliklerinin araştırılıp kesin olarak saptanması, buna göre ..., ... ve ... lakaplarını kullanan ve mağdurların parasını çalan kişilerin kim olduklarının tereddüte yer vermeyecek şekilde belirlenmesi, mağdurlarla alışveriş yapıp paralarını çalan sanık haricinde diğer sanıkların eylemlere ne surette iştirak ettikleri ve buna ilişkin kanıtların nelerden ibaret olduğunun açıkça belirtilmesi gerektiği gözetilmeden her iki sanık hakkında eksik araştırma ve inceleme sonucu her üç mağdura karşı iştirak hâlinde hırsızlık ve resmi belge düzenlenmesinde yalan beyan suçlarından mahkûmiyet hükümleri kurulması,' isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozma ilamına uyan ... 2. Asliye Ceza Mahkemesince 25.06.2020 tarih ve 189-186 sayı ile önceki hükümler gibi sanığın mahkûmiyetine ilişkin hükümlerin sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, 23.07.2016 tarihli ve 29779-2 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6723 sayılı Kanun'la 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'na eklenen Geçici 15. maddenin 12. fıkrasına dayanılarak, 05.11.2020 tarihli ve 31295 sayılı Resmî Gazete'de yayımı tarihinden 10 gün sonra yürürlüğe giren Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 03.11.2020 tarihli ve 245 sayılı kararı ile Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 01.12.2020 tarihinden geçerli olmak üzere kapatılmasına ve arşivinde bulunan tüm işlerin Yargıtay 6. Ceza Dairesine devrine karar verilmesi nedeniyle dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 01.03.2021 tarih ve 6871-3537 sayı ile, sanık müdafisinin temyiz dilekçesini 15 günlük süre içerisinde vermesi nedeniyle temyiz talebinin süresinde olduğu kabul edilerek hükümlerin bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 17.03.2021 tarih ve 78464 sayı ile;
'...Sanık ... müdafisinin, usulüne uygun şekilde tefhim edilen ve kanun yolu bildirimi de yasaya uygun şekilde yapılan karara yönelik 7. günden sonra gerçekleştirdiği temyiz isteminin süresinden sonra olduğu ve bu nedenle temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerektiği,' düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 05.04.2021 tarih ve 11550-6630 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İtirazın kapsamına göre inceleme sanık ... hakkında kurulan hükümlerle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın hırsızlık ve resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçlarından cezalandırılmasına dair 05.02.2013 tarihli hükümlerin, Özel Dairenin 26.02.2015 tarihli ilamı ile bozulması sonrasında, Yerel Mahkemece, sanığın yüzüne karşı 25.06.2020 tarihinde verilen kararların, sanık müdafisi tarafından 06.07.2020 tarihinde temyiz edildiği anlaşılan dosyada; temyiz süresinin 1412 sayılı CMUK'nın 310 ve 311. maddeleri uyarınca 'bir hafta' mı, yoksa 05.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK'nın 291. maddesinin 1. fıkrası uyarınca 'on beş' gün mü olduğunun belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Sanığın, inceleme dışı sanık ... ile birlikte 17.09.2012 tarihinde işlediği iddia olunan hırsızlık ve resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçlarından cezalandırılması talebiyle açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, sanık ve inceleme dışı sanığın atılı suçlardan mahkûmiyetlerine karar verildiği,
Hükümlerin sanık ve inceleme dışı sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Daire tarafından bozulmasının ardından bozmaya uyan Yerel Mahkemece devam olunan yargılama sonucunda sanık ve inceleme dışı sanığın, önceki hükümler gibi cezalandırılmasına dair 25.06.2020 tarihli kısa kararın hazır bulunan sanığa tefhim edildiği, kısa karar ile gerekçeli kararın birbiriyle uyumlu olduğu, kısa ve gerekçeli kararların son paragrafında; “Sanık ...'ün yüzüne karşı, diğer sanıkların ve sanık ... müdafisinin yokluğunda, sanık ... yönünden kararın tefhiminden, diğer sanıklar yönünden kararın tebliğinden itibaren 7 gün içinde (bulunduğu Ceza İnfaz Kurumu aracılığı ile göndereceği istinaf dilekçesi veya istinaf beyanlarını tutanağa geçirerek yine Ceza İnfaz Kurumu aracılığı ile Mahkememize göndermek suretiyle) Mahkememize istinaf dilekçesini göndermek suretiyle veya Mahkememize verilecek dilekçe veya zabıt katibine beyanda bulunularak beyanını tutanağa geçirilmesi sureti ile ... Bölge Adliye Mahkemesinde istinaf yasa yolu açık olmak üzere,' şeklinde açıklamalara yer verildiği,
Kısa kararın tefhim edildiği 25.06.2020 tarihinin perşembe gününe denk geldiği, tefhimden itibaren bir hafta olan 02.07.2020 tarihinin de perşembe gününe tekabül edip temyiz süresi içinde herhangi bir tatil günü bulunmadığı,
Sanık ve inceleme dışı sanık müdafisi Avukat ...’in, 06.07.2020 havale tarihli dilekçesi ile temyiz talebinde bulunduğu,
Anlaşılmaktadır.
07.10.2004 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un 25 ve geçici 2. maddeleri uyarınca kurulan bölge adliye mahkemeleri, 07.11.2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazete'de ilan edildiği üzere 20.07.2016 tarihinde tüm yurtta göreve başlamıştır. Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle birlikte istinaf kanun yolu uygulamaya girmiş, böylece ülkemizde fiilen üç dereceli yargı sistemine geçilmiştir.
1412 sayılı CMUK'da olağan kanun yolları olarak itiraz ve temyize yer verilmişken, 5271 sayılı CMK'da itiraz, istinaf ve temyiz olağan kanun yolları olarak düzenlenmiştir.
5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun'un 18. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca 5271 sayılı CMK’nın 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesi üzerine, 1412 sayılı CMUK yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak yeni usul yasası sisteminde, yasa yolları içinde istinafa yer verilmesi ve bölge adliye mahkemelerinin 20.07.2016 tarihinden sonra göreve başlaması nedeniyle 5320 sayılı Kanun'un “Temyiz ve karar düzeltme” başlıklı 8. maddesinin birinci fıkrasında; “Bölge adliye mahkemelerinin, 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazete'de ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326. maddeleri uygulanır.” hükmüne yer verilmek suretiyle bölge adliye mahkemelerinin göreve başlamasından önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında 1412 sayılı CMUK’nın 305 ila 326. maddelerinin uygulanacağı öngörülmüştür. Başka bir anlatımla, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 8. maddesi uyarınca, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar hakkında kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK'nın, bu tarihten sonra verilen kararlar hakkında ise 5271 sayılı CMK'nın temyize ilişkin hükümleri uygulanacaktır.
Bu genel açıklamalardan sonra temyiz başvuru usulünün ayrıntılı bir şekilde irdelenmesi gerekmektedir.
Yargılama makamlarının verdikleri kararlarda bir aykırılık veya yanılma olması durumunda bu hataları giderme yetkisi 'kanun yolu' adı verilen denetim ile sadece yargılama makamları tarafından yapılabilir. Kanun yolu, aykırılıkları gidermek ve isabetli karar verilmesini sağlamak bakımından, sanık için olduğu kadar toplum için de büyük bir teminat olduğundan, bir insan hakkıdır (Feridun Yenisey - ... Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 5. Baskı, Seçkin Yayınevi, ... 2017, s. 859, 860).
Bu anlayışa paralel olarak, Anayasanın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, 'Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.',
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 'Adil yargılanma hakkı' başlıklı 6. maddesinde ise;
“1. Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir...”
Hükümlerine yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere Anayasanın 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu vurgulanmış, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde yargılamada sanığa tanınması gereken asgari haklar belirtilerek adil yargılanma hakkının kapsamı belirlenmiştir.
Aynı şekilde, 25.03.2016 tarihi itibarıyla iç hukukumuzun bir parçası hâline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) Ek 7 numaralı Protokolünün 'Cezai Konularda Temyiz Hakkı' başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasında;
'Mahkeme tarafından ceza gerektiren bir suç nedeniyle mahkûm edilen herkes, mahkûmiyetinin veya hükmolunan cezanın yüksek bir mahkeme tarafından yeniden incelenmesini sağlama hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanımı, kullanımın dayanakları dâhil kanunla düzenlenir.' hükmüyle ilgili kişinin hakkında kurulan hükmü daha yüksek bir mahkemeye inceletme hakkının bulunduğunun belirtilmiştir.
Olağan kanun yollarından sayılan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesinin birinci fıkrası uyarınca suç ve bozmadan önceki ilk karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 310. maddesine göre iki şartın varlığı gereklidir.
Bunlardan ilki istek şartıdır. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan 'davasız yargılama olmaz' ilkesine uygun olarak temyiz davasının kendiliğinden açılması mümkün olmayıp, bu konuda bir talebin bulunması gereklidir.
Kural olarak temyiz başvurusunun yazılı şekilde olması yani hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile yapılması gerekir. Ancak zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle sözlü başvuruda bulunmak da mümkündür. Bu durumda beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkim tarafından onaylanır.
Uyuşmazlık konusu olayda istek şartının gerçekleştiği konusunda bir tereddüt bulunmadığından temyiz davasının açılabilmesi için gerekli ikinci şart olan süre şartının gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durulmalıdır.
1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 310. maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süre, hükmün tefhiminden, tefhim edilmemiş ise tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlenmiştir. Temyiz süresi, anılan maddenin üçüncü fıkrasındaki farklı durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar bakımından bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlayacaktır.
5271 sayılı CMK'nın 291. maddesi uyarınca da temyiz davası açılması için yedi günlük bir süre öngörülmüş iken 05.08.2017 tarihli ve 30145 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanun'un 21. maddesiyle 5271 sayılı CMK'nın 291. maddesinin birinci fıkrasında yer alan 'yedi' ibaresi 'on beş' şeklinde değiştirilerek temyiz süresi on beş güne çıkarılmış, anılan madde gerekçesinde; “Madde ile 5271 sayılı CMK'nın 291. maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle tarafların temyiz haklarını daha etkin kullanabilmeleri amacıyla temyiz isteminde bulunma süresi yedi günden on beş güne çıkarılmaktadır.” açıklamalarına yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi, 05.08.2017 tarihinde ve sonrasında verilip istinaf sonrası temyiz denetimine tabi olan kararlara yönelik temyiz süresinin on beş gün olacağı hususunda her herhangi bir kuşku bulunmamakla birlikte, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce Yargıtayın temyiz incelemesinden geçen ve bozma üzerine 05.08.2017 tarihinde ve sonrasında yeniden verilen kararların temyiz süresinin ne olacağı hususunda Kanunda açıkça bir düzenleme bulunmamaktadır.
Bilindiği üzere, usul kanunlarının zaman bakımından uygulanmasında asıl olan, aksi kanunda açıkça düzenlenmiş bulunmadıkça 'hemen ve derhal uygulanma' ilkesidir. Anılan ilke uyarınca usul işlemleri yapıldıkları sırada yürürlükte olan muhakeme kanunu hükümlerine tâbi olacaktır. Usul Kanunlarında yapılan değişiklikler, yasa yürürlüğe girdikten sonra yapılacak işlemler hakkında uygulanacak olup maddi ceza hukuku kurallarının aksine geçmişe yürümezler. O hâlde ceza yargılaması sırasında, kanunlarda değişiklik yapılması veyahut dayanılan bir usul kuralına ilişkin kanun hükmünün Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi hâlinde, yeni kanun veya iptal sonucu ortaya çıkan usul prosedürü, devam etmekte olan işlemlere uygulanmalıdır. Ancak 5320 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ikinci fıkrasında ifade edilen bu durum önceki kanunun yürürlükte bulunduğu dönemde o kanuna uygun olarak gerçekleştirilen işlemlerin geçersizliği neticesini doğurmayacağı gibi, yenilenmesini de gerektirmeyecektir.
Bununla birlikte, 5271 sayılı CMK’nın 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesi üzerine, 1412 sayılı CMUK'nın yürürlükten kaldırılmasına rağmen 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesinin birinci fıkrası ile, bölge adliye mahkemelerinin Resmî Gazete'de ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK'nın 322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326. maddelerinin uygulanacağına ilişkin istisnai bir düzenlemeye yer verilmesi karşısında, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar bakımından hemen ve derhal uygulama ilkesi geçerli olmayacak, bu kararlar kesinleşinceye kadar Kanun'daki açık ve emredici düzenleme uyarınca 1412 sayılı CMUK'nın temyize ilişkin hükümleri uygulanmaya devam edecektir.
Gelinen aşamada ifade etmek gerekir ki, istinaf mahkemelerinin Türk yargı sistemine dahil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucu, istinaf başvurusunda Cumhuriyet savcısı dışındaki diğer kişiler bakımından sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken, temyiz kanun yolunda, mülga 1412 sayılı CMUK’dan farklı şekilde, re’sen temyiz tercihinden vazgeçerek, temyiz davasını açan ve sınırlayan temyiz dilekçesinde temyiz edenin, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini, temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu ve temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren ek bir dilekçe vermesini öngörmüştür. Bu bağlamda, temyiz denetiminin kapsamının belirlenmesi bakımından hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığının anlaşılır bir şekilde gösterilmesi gerekmekte olup dilekçenin herhangi bir temyiz sebebi içermemesi durumunda temyiz isteminin reddi sonucu doğacağından madde gerekçesinde de ifade edildiği gibi tarafların temyiz haklarını daha etkin kullanabilmeleri amacıyla temyiz isteminde bulunma süresi yedi günden on beş güne çıkarılmıştır. Başka bir anlatımla, kanun koyucunun, bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlama tarihinden sonra 5271 sayılı CMK'nın temyize ilişkin hükümlerinin uygulanacağı hâllerde, temyizde sebep gösterme zorunluluğunu da dikkate alarak temyiz süresini yedi günden on beş güne çıkardığı anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan, 7035 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin birinci fıkrası ile; “Bu Kanunla, 5271 sayılı Kanun'un 291. maddesi ile 6100 sayılı Kanun'un 361. maddesinde temyiz sürelerine ilişkin olarak yapılan değişiklikler, bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihte ve sonrasında verilen kararlar hakkında uygulanır.” hükmü öngörülmüş olup 1412 sayılı CMUK'nın temyiz süresine ilişkin hükümlerine de atıf yapma imkanı bulunan kanun koyucunun bilinçli bir tercih göstererek bu yönde bir düzenlemeye yer vermemesi dikkate alındığında, istinaf öncesi veya sonrası ayrımı yapılmaksızın 05.08.2017 tarihinden sonra verilen tüm kararların on beş günlük temyiz süresine tabi olduğu sonucuna ulaşılması da mümkün görünmemektedir.
Öte yandan, ayrıntılarına Ceza Genel Kurulunun 04.06.1984 tarihli ve 2-196 sayılı kararında yer verildiği üzere, ilgili kişinin yüzüne karşı verilen bir hükme yönelik yasal temyiz süresi, tefhimle birlikte başlamakta olup sonradan yapılan karar tebliği, temyiz süresini yeniden başlatmayacaktır. Ancak, tefhim ile birlikte temyiz süresinin işlemeye başlaması için kanun yolu bildiriminin Kanun'un öngördüğü şekilde ve ilgiliyi yanıltmayacak biçimde yapılması gerekmektedir. Anayasanın 40/2. maddesi ile 5271 sayılı CMK'nın 34/2, 231/2 ve 232/6. maddeleri uyarınca gerek yüze karşı, gerekse yoklukta verilen hüküm ve kararlarda, başvurulacak kanun yolu süresi, başvuru yapılacak merci ile başvuru şeklinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıkça belirtilmesi zorunludur. Yanılgılı bildirim nedeniyle temyiz hakkının etkin kullanılmasının engellendiği hâllerde temyiz isteminde bulunan bu yanılgısından faydalanması gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Örneğin, yasal temyiz süresi yedi gün olduğu hâlde Yerel Mahkemece, kanun yolu süresinin on beş gün şeklinde hatalı olarak gösterildiği durumlarda temyiz edenin yedinci günden sonra verdiği dilekçesinin kabul edilerek temyiz incelemesi yapılması gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın, hırsızlık ve resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçlarından cezalandırılmasına ilişkin 05.02.2013 tarihli ve 509-56 sayılı hükümlerin sanık müdafisi tarafından bir haftalık yasal süresi içinde temyiz edildiği,
Sanığın temyiz talebi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 13. Ceza Dairesince 26.02.2015 tarih ve 13271-3150 sayı ile bozulmasının ardından yargılamaya devam edildiği,
Yargılama aşamasında 05.08.2017 tarihli ve 30145 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanun'un 21. maddesiyle 5271 sayılı CMK'nın 291. maddesinin birinci fıkrasında yer alan 'yedi' ibaresinin 'on beş' şeklinde değiştirilerek temyiz süresinin on beş güne çıkarıldığı,
Yerel Mahkemece, 25.06.2020 tarihli kısa kararın hazır bulunan sanığa tefhim edildiği,
Kanun yolu bildiriminde “Sanık ...'ün yüzüne karşı, diğer sanıkların ve sanık ... müdafisinin yokluğunda, sanık ... yönünden kararın tefhiminden, diğer sanıklar yönünden kararın tebliğinden itibaren 7 gün içinde (bulunduğu Ceza İnfaz Kurumu aracılığı ile göndereceği istinaf dilekçesi veya istinaf beyanlarını tutanağa geçirerek yine Ceza İnfaz Kurumu aracılığı ile Mahkememize göndermek suretiyle) Mahkememize istinaf dilekçesini göndermek suretiyle veya Mahkememize verilecek dilekçe veya zabıt katibine beyanda bulunularak beyanını tutanağa geçirilmesi sureti ile ... Bölge Adliye Mahkemesinde istinaf yasa yolu açık olmak üzere,' şeklinde açıklamalara yer verildiği,
Sanık müdafisinin 06.07.2020 tarihli dilekçesi ile temyiz talebinde bulunduğu olayda;
Ceza muhakemesi sistemimizde hükümlerin temyiz edilebilmelerinin kural, temyiz edilememelerinin ise istisna oluşu, hukuk normlarının yorumlanmasında, Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen 'Hak arama hürriyeti' ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde hüküm altına alınan mahkemelere erişim hakkının gözetilmesi gerekliliği, Sözleşmeye ilişkin Ek 7 numaralı Protokolünün 'Cezai Konularda Temyiz Hakkı' başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasında; ilgili kişinin hakkında kurulan hükmü daha yüksek bir mahkemeye inceletme hakkının bulunduğuna ilişkin düzenlemeler birlikte dikkate alındığında, kamu davasının asli bir süjesi olan katılanın, adil yargılanma ilkesi çerçevesinde etkin bir şekilde temyiz kanun yoluna başvurma hakkı olduğunda herhangi bir tereddüt bulunmamakla birlikte, 5271 sayılı CMK’nın 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesi üzerine, 1412 sayılı CMUK'nın yürürlükten kaldırılmasına rağmen 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesinin birinci fıkrası ile, bölge adliye mahkemelerinin Resmî Gazete'de ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK'nın 322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326. maddelerinin uygulanacağına ilişkin istisnai bir düzenlemeye yer verilmesi nedeniyle, somut olayda, 5271 sayılı CMK'nın temyize ilişkin hükümlerinin uygulanma imkanının bulunmadığı, temyiz süresinin 1412 sayılı CMUK'nın 310. maddesine göre bir hafta olduğu, ayrıca, bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlama tarihinden sonra 5271 sayılı CMK'nın temyize ilişkin hükümlerinin uygulanacağı hâllerde, temyizde sebep gösterme zorunluluğunu da dikkate alan kanun koyucu, 7035 sayılı Kanun'un 21. maddesiyle 5271 sayılı CMK'nın 291. maddesinde değişiklik yaparak 05.08.2017 tarihinde ve sonrasında verilen kararlar bakımından temyiz süresini yedi günden on beş güne çıkarmış ise de, 1412 sayılı CMUK'nın temyiz süresine ilişkin hükümlerine de atıf yapma imkanı bulunduğu hâlde bilinçli bir şekilde bu yönde bir düzenlemeye yer verilmediğinin anlaşılması karşısında, her ne kadar gerekçeli kararın son bölümünde başvuru yapılacak merci Yargıtay yerine Bölge Adliye Mahkemesi şeklinde hatalı olarak gösterilmiş ise de, başvurulacak kanun yolu süresinin “7 gün” şeklinde açıkça belirtilmiş olması ve sanık müdafisinin de hükümleri temyiz etmiş olması hususları dikkate alınarak, incelemeye konu son karar tarihi 25.06.2020 olmakla birlikte bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce dosyanın Yargıtay denetiminden geçmesi nedeniyle sanığın, yüzüne karşı tefhim edilen ve kanun yolu süresine ilişkin bildirimi de yasaya uygun şekilde yapılan karara yönelik on birinci günde gerçekleştirdiği temyiz isteminin süresinden sonra olduğu, bununla birlikte Özel Dairenin 01.03.2021 tarihli ve 6871-3537 sayılı ilamında yer alan hırsızlık suçundan yapılan lehe bozma nedeninin, temyiz istemi reddedilen sanığa sirayet ettirilmesinin mahallinde gözetilmesi gerektiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi; itirazın reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 01.03.2021 tarihli ve 6871-3537 sayılı bozma kararlarının sanık ... yönünden KALDIRILMASINA,
3- Sanık müdafisinin ... 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 25.06.2020 tarihli ve 189-186 sayılı, hırsızlık ve resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunma suçlarından kurulan hükümlerine yönelik temyiz isteminin süre yönünden REDDİNE,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 21.12.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.