Ceza Genel Kurulu 2007/1-269 E., 2008/1 K.
Ceza Genel Kurulu 2007/1-269 E., 2008/1 K.
KASTEN ADAM ÖLDÜRME
KASTIN AŞILMASI SURETİYLE ADAM ÖLDÜRME
5320 S. CEZA MUHAKEMESİ KANUNUNUN YÜRÜRLÜK VE UYGULAMA ... [ Madde 8 ]
1412 S. CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (MÜLGA) [ Madde 326 ]
"İçtihat Metni"
Kasten adam öldürme suçundan sanık Ö.... C....’ın 765 sayılı TCY’nın 448. maddesi yollamasıyla 452/1, 51/1, 59/2. maddeleri uyarınca 7 yıl 6 ay ağır hapis ile cezalandırılmasına, hakkında TCY’nın 31, 33 ve 40. maddelerinin uygulanmasına, suç eşyalarının TCY’nın 36. maddesi gereğince zoralımına, yargılama giderinin tahsiline ilişkin Antalya 3.Ağır Ceza Mahkemesince verilen 24.12.2004 gün ve 86-72 sayılı hüküm sanık müdafileri ve müştekiler vekili tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 26.12.2005 gün ve 1218-4708 sayı ile;
“İlk derece mahkemesinde usulen müdahil sıfatını almamış bulunan müştekiler vekilinin 05.05.2005 havale tarihli temyiz isteminin reddine, incelemenin sanık müdafiinin temyiz istemine hasren yapılmasına karar verildi.
Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçunun sübutunda isabetsizlik bulunmadığından sanık müdafilerinin temyiz dilekçesi ve duruşmalı inceleme sırasında eksik incelemeye, sübuta, vasfa teşdiden ceza tayin edilmesinin yersiz olduğuna, tahrike vesaireye yönelen temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
1-Sanık ile maktulün birbirleriyle kavralaşıp kavga ettikleri sırada sanığın elindeki ucu sivri ve kesici bir alet olduğu ifade edilen mıhlama bıçağı veya mıhlama kalemi olarak adlandırılan aletle maktulün göğsüne vurarak, kalp kesisi sonucunda ölüm husule getirmesinde öldürme kastının mevcudiyetinin kabulü gerekirken, bu oluş karşısında geçerli olmayan bazı düşüncelerle yazılı şekilde suç vasfı tayini,
Hükümden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK. uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması...”
” isabetsizliklerinden kazanılmış hakka riayet koşuluyla bozulmuştur.
Yerel Mahkemece 18.09.2006 gün ve 73-339 sayı ile;
“...olayımızda sanık maktule doğrudan doğruya göğüs bölgesini hedef alarak mıhlamayı göğsüne saplamamıştır. Böyle bir hareket ortaya çıktığı delillerle belirlenmemiştir. Sanığın elindeki mıhlama aleti düşerken maktulün göğsüne mobil halde iken, hareketli halde iken saplanması muhtemeldir. Sanık müessir fiili kastı ile hareket ettiği intibaını vermektedir. Amacı, kendisine kavrayan ayaklarını yerden kesen, kaldırıp yere çalan maktulün saldırısından kurtulmak için belki de elindeki mıhlama aletini gelişi güzel bir kez sallamış veya elinde iken gayrı ihtiyari dürtmüş ve bu esnada maktul ucu sivri aletin üzerine gövdesini (güçlü olması hesabıyla) batırmış olabilir, tüm bu ihtimaller düşünülmek durumundadır. Sanığın olayın özelliği itibariyle kesinlikle hedef seçme olanağı olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Vurgulanan sebeplerle başa dönüldüğünde C.savcısının iddianamesinde dosyadaki vaka ile uyumlu olmayacak şekilde sanığın, maktulün göğüs bölgesine vurmak suretiyle onu kasten öldürdüğü biçimindeki cümle dosyadaki delillerle örtüşmemektedir. Böyle bir durumu gören de yoktur. Olmayan bir olgu olmuş gibi iddianameye yazılmıştır. Var olan basit vaka vurgulandığı gibi boğuşan iki insan elinde kesici alet olan sanığın aletinin bir kez mobil haldeki maktulün göğüs nahiyesine isabet etmesidir. Göğüs özellikle ‘
‘seçilmiş bir bölge’ değildir. Çünkü hedef durağan değildir. İddianamenin bu hatalı durumu açıklandıktan sonra Yargıtay 1.Ceza Dairesinin bozma ilamında (aletle maktulün göğsüne vurarak ölüm husule gelmesinde öldürme kastının mevcudiyetinin kabulü... ) biçimindeki cümle dosyadaki delillerle örtüşmemekte ve iddianamedeki nitelendirmeye paralel bir nitelendirmedir. Göğsüne vurarak sözcüğü dosyadaki delillerle tespit edilmemiştir. Vaka maktulün göğsünden yaralanmış olduğu ve sonuçta hayati organ olan kalbin yaralanması sonucu ölümün meydana gelmesidir.
Toplanan ve takdir edilen kanıtların içeriğine göre mahkememiz hak ve nesafet kuralları ceza adaleti ilkesinden hareketle sanığın işlemediği, işlediği kuşkulu halin kasten insan öldürmek suçundan değil kastın aşılması suretiyle adam öldürmek suçundan cezalandırılması yönüne gidilmiştir...”
”gerekçeleriyle ilk hükümde direnilmiştir.
Bu hükmün de katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C.Başsavcılığının “
“bozma”
” istekli 02.07.2007 gün ve 311237 sayılı tebliğnamesiyle, Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın kastın aşılması suretiyle adam öldürme suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanığın eyleminin kasten adam öldürme suçunu mu, yoksa kastın aşılması suretiyle adam öldürme suçunu mu oluşturduğuna, dolayısıyla suç vasfının belirlenmesine ilişkindir.
Kastın aşılması suretiyle adam öldürme ile kasten adam öldürme arasındaki ayırıcı ölçüt, manevi unsurun farklılığına dayanır. Birinci durumda sadece daha hafif netice olan yaralama istenilmiş ancak yapılan eylem sonucunda daha ağır netice olan ölüm meydana gelmiştir. Bununla birlikte ölümle failin hareketi arasında illiyet bağı bulunmaktadır. Yani neticenin meydana gelmesinde eklenen veya etkin olan başka bir neden yoktur. Buna karşılık failin, hareketinin sonucunda daha ağır netice olan ölümün gerçekleşebileceğini bilmesi ve istemesi durumunda kasten öldürme suçunun oluştuğu kabul edilmelidir.
Failin iç dünyasını ilgilendiren kastının, dış dünyaya yansıyan davranışlarından sonuç çıkarmak suretiyle belirlenmesi olanaklıdır. Bu bağlamda yerleşik içtihatlara göre, aralarında husumet bulunup bulunmadığı, failin olay öncesi, sırası ve sonrasındaki davranışları, kullanılan aletin özelliği ve kullanılma şekli, vücutta hedef olarak seçilen bölge, yara sayısı ve yaranın özellikleri gibi hususlar, kastının belirlenmesinde ölçüt olarak kullanılabilir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde;
M...... Ü..... adlı kişinin kuyumcu tamir atölyesinde, sanık Ö.... C....’ın mıhlama ustası, maktul S.... G......’in ise mıhlama kalfası olarak çalışmakta olduğu, usta konumunda bulunan sanığın tezgâhını, kalfa olan maktulün temizlememesi nedeniyle aralarında anlaşmazlık bulunduğu, olaydan bir gece önce sanık, maktul ve tanık M..... A....’in birlikte atölyede sabah saatlerine kadar çalıştıkları, tartışma çıkmamakla beraber aralarında gerginliğin arttığı, sabahleyin maktulden yarım saat kadar sonra işe gelen sanığın tezgâhının yine temizlenmediğini görmesi üzerine maktul ile aralarında kısa bir tartışmanın meydana geldiği, sanık ile maktulün arasının gittikçe bozulduğunu fark eden tanık M..... ’ün işyeri sahibi M......’yı evinden arabayla almaya gittiğinde taraflarla konuşarak çözüm bulmasını istediği, öğle sıralarında maktulün tuvalette olduğu sırada sanığın tanık M..... ’e kendisinin usta olması nedeniyle maktulün yaptığı işten bir miktar pay alması gerektiği halde maktulün paraya ihtiyacı olması nedeniyle almadığını buna karşılık ise maktulün tezgâhını bile temizlemediğini söylediği, bu konuşmaları tuvaletteyken duyan maktulün çıkınca sanığa sinkaflı küfür etmesi üzerine elinde mıhlama bıçağı olan sanığın vurmak için maktule saldırdığı ancak aralarında bulunan tanık M..... ’ün birbirlerine vurmalarına engel olduğu, gürültüler üzerine bürodan çıkan M......’nın sanığı konuşmak için yanına çağırdığı, M......’nın yanına gitmekte olan sanığa maktulün yine küfürlü konuşması üzerine sanığın elindeki mıhlama bıçağı olduğu halde vurmak için maktule saldırdığı, aralarında kavganın başladığı, birbirlerine sarılarak kucaklaştıkları, vücudu sanığa göre daha iri olan maktulün sanığın ayaklarını yerden kestiği, sanığın bu sırada maktulün kalbine elindeki mıhlama bıçağını batırdığı, sanık üstte olacak şekilde birlikte yere düştükleri, tanıklar M..... ile M......’nın kendilerini ayırdıkları sırada maktulün tişörtünde kan lekesi fark ettikleri, açıp baktıklarında kalp üzerindeki küçük bir delikten aşırı miktarda kan geldiğini gördükleri, bu sırada maktulün yere yığıldığı, hastaneye götürüldüyse de yapılan tüm müdahalelere rağmen öldüğü, otopsi tutanağına göre maktulün ölüm nedeninin “
“göğsünde olan kesici, delici alet yarası nedeniyle kalp zarı ve kalp dokusundaki (duvarındaki) delinme, (kesi) sonucu kan kaybına bağlı kalp durması”
” olduğu, olayın olduğu kuyumcu tamir atölyesinde sanığın olayda kullandığı avuç içine sığacak büyüklükte, sap kısmı ağaçtan olup namlu kısmı 4 cm uzunluğunda kesici-delici özelliğe sahip mıhlama bıçağının ucu kanlı ve iki parçaya kırılmış vaziyette bulunduğu anlaşılmaktadır.
Sanık her ne kadar savunmalarında, elinde mıhlama kalemi bulunmadığını ve maktule vurmadığını savunmakta ise de, tanık olarak beyanları saptanan M..... A.... ve M...... Ü.....’nın aşamalardaki sanığın elinde mıhlama bıçağı olduğu ve olay sırasında sanık ile maktulün yumruklaştıklarına ilişkin anlatımları, sanığın savunmaları, maktuldeki yaralanmanın yeri ve niteliği, olayda kullanılan mıhlama bıçağının iki parçaya kırılmış ve ucu kanlı bir şekilde olması, ölene ait raporlar ve otopsi tutanağı birlikte değerlendirildiğinde, sanığın öldürme kastıyla hareket ettiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
Yerel Mahkemece, olay öncesinde sanık ile maktul arasında öldürmeyi gerektirecek bir husumetin bulunmayışı gerekçe gösterilmek suretiyle sanığın kastının öldürme olmadığı sonucuna varılmış ise de; uzun bir sürece yayılmamış olmakla birlikte süregelen anlaşmazlıkların etkisiyle, olay sırasında maktulün sanığa söylediği küfürlü sözler ve birbirlerine saldırmaları sonucu doruğa ulaşan gerginlik ortamı, sanıkta öldürme kastının oluşması için yeterli görüldüğünden bu gerekçeye katılmak olanaklı değildir. Nitekim sanıkla maktul arasında, olay öncesine ait bir husumetin bulunması kastın belirlenebilmesi açısından kullanılabilecek tek ölçüt olmayıp, gözetilmesi gereken ölçütlerden birisidir. Bu durumda arada husumet bulunmasa bile diğer ölçütlerden yararlanarak kastın belirlenmesi mümkündür. Kaldı ki, kasten öldürme suçları ani gelişen kastla da işlenebilmektedir.
Bunun gibi, maktuldeki yaranın tek olması ve hedefin hareketli olması nedeniyle sanıkta öldürme kastının bulunmadığı gerekçesi de aynı nedenlerle yerinde değildir. Kuyumcu tamir atölyelerinde uzun yıllardır çalışan ve bu işte ustalığa yükselen sanığın mücevherlere değerli taşların takılmasında kullanılan ve kendisinin de ustalıkla kullandığında kuşku bulunmayan 4 cm uzunluğunda delici ve kesici namluya sahip mıhlama bıçağı ile maktulün göğüs bölgesine kalbe nafiz olacak derece ve şiddette vurmasında ölüm beklenir bir sonuçtur. Maktulün göğüs bölgesinde bulunan ve kalbe nafiz olmasından ötürü de ölüme neden olan tek yara, bu açıdan da sanığın olaydaki kastının yaralama değil öldürme olduğunu göstermektedir. Bu itibarla, Özel Dairenin bozma kararı doğrultusunda lehe yasa değerlendirmesi de yapılarak kasten adam öldürme suçundan hüküm kurulması gerekirken Yerel Mahkemece eski hükümde direnilmesinde isabet bulunmamaktadır.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Başkanı; “
“ Ceza Genel Kurulunun 22.03.2005 gün ve 219-35 sayılı kararında da belirtildiği gibi, failin iç dünyasını ilgilendiren kastın niteliğinin belirlenebilmesi için dış dünyaya yansıyan davranışlarından hareketle sonuç çıkarmak olanaklıdır. Başka bir deyişle, failin olay öncesi, sırası ve sonrasındaki davranışları kastının belirlenmesinde ölçü olarak alınmalıdır.
Bu durumda;
a) Fail ile ölen arasında olay öncesine dayalı, ciddi bir husumet bulunup bulunmadığı,
b) Failin olayda kullandığı aracın öldürmeye elverişli olup olmadığı,
c) Ölendeki darbe sayısı ve şiddeti,
d) Darbelerin vurulduğu bölgelerin hayati bakımdan önemi,
e) Failin davranışlarına kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenin etkisiyle mi son verdiği,
f) Failin suç aletini kullanış biçimi,
g) Olay öncesi, esnası ve sonrasında failin ölene (veya mağdura) yönelik davranışları ve sarfettiği sözleri gözetilmeli, tüm bu kıstaslar birlikte değerlendirilerek sanığın saklıda kalan “
“derunî”
” nitelikteki kastı ortaya çıkarılmalıdır.
Somut olayda, sanık ile maktul arasında önceye dayalı bir düşmanlık bulunmamaktadır. Aralarında tezgâhın temizlenmesi hususundan başlayan tartışmanın kavgaya dönüşmesi sonucu birbirlerinin üzerine yürüyüp kucaklaşmışlar, sanığa göre iriyarı bir cüsseye sahip olan maktul sanığın ayaklarını yerden keserek havaya kaldırmış ve birlikte yere düşmüşlerdir. Bu oluş sırasında sanık, özellikle eline almadığı ancak yaptığı iş nedeniyle sürekli elinde bulundurduğu mıhlama bıçağını maktulün elinden kurtulmak amacıyla rasgele sallamış ve sonucunda ölümle neticelenen yaralanma oluşmuştur. Olayın meydana geldiği kuyumcu tamir atölyesinde bulunan iki tanıktan hiç birisi sanığın maktule mıhlama bıçağıyla vurduğunu gördüklerine ilişkin bir beyanda bulunmamıştır. Sanığın olayda maktulün göğüs bölgesini bilerek hedef seçtiğine ilişkin her türlü kuşkudan uzak kanıtlar bulunmamaktadır. Aksine, sanığın, görmekte olduğu işin gereği olarak mıhlama isimli sivri uçlu alet elinde bulunduğu sırada beklenmedik bir hamleyle kendisine maktulün sarılması ve sanık altta maktul üstte olmak üzere yere düşmeleri nedeniyle aletin maktulün göğsüne saplanması ile ölümün vuku bulduğu yönünde ciddi kanıtlar bulunmaktadır.
Ölümü bir tek yara meydana getirmiş, sanık, imkanı olduğu halde başka darbe vurmayarak hareketine kendiliğinden son vermiş ve maktulün yaralandığını görünce onu hastaneye götürüp tedavi ettirmek için diğer tanıklarla birlikte samimi ve ciddi çaba göstermiştir.
Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde sanığın olay sırasında öldürme kastıyla hareket ettiği sonucuna ulaşılamamaktadır. Öldürme kastı yönünden oluşan bu kuşku sanık lehine yorumlanarak, sanığın, olayda yaralama kastıyla hareket ettiği ahvelde kastın aşılması suretiyle ölümün meydana geldiğinin kabulü gerekir. Bu nedenle Yerel Mahkemenin direnme kararı isabetli olup onanmasına karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum”
” düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Kurul Üyesi de, “
“benzer düşüncelerle sanığın eyleminin kastın aşılması suretiyle adam öldürme suçunu oluşturduğu”
” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
Öte yandan, Yerel Mahkeme tarafından verilen ilk hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmiş olması nedeniyle Özel Dairenin bozma kararında da belirtildiği üzere, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesine göre halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 326/son madde ve fıkrası uyarınca ceza miktarı açısından oluşan kazanılmış hakkın gözetilmesi zorunludur. Bu nedenle sanığa verilecek sonuç ceza 7 yıl 6 aydan fazla olamayacağından tutuklu kaldığı süre de gözönüne alındığında sanığın tahliyesine karar verilmesi gerekmektedir.
SONUÇ:Açıklanan nedenlerle;
1- Antalya 3.Ağır Ceza Mahkemesinin 18.09.2006 gün ve 73-339 sayılı direnme hükmünün, ceza miktarı yönünden 5320 sayılı Yasanın 8. maddesine göre halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 326/son madde ve fıkrası uyarınca kazanılmış hak saklı kalmak koşuluyla BOZULMASINA,
2- Sanığın tutuklu bulunduğu bu suçtan TAHLİYESİNE, başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu bulunmadığı takdirde derhal salıverilmesinin temini için Yargıtay C.Başsavcılığına yazı yazılmasına,
3- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, suç vasfı yönünden 25.12.2007 günü yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 22.01.2008 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğu, tahliye kararı verilmesine ilişkin olarak ise oybirliğiyle, tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak karar verildi.