Hukuk Genel Kurulu 2019/749 E. , 2022/364 K.
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
1. Taraflar arasındaki “Kurum işleminin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 2006 yılında eşi ...'den boşandığını ve babasından ölüm aylığı bağlandığını ancak davacının boşandığı eşiyle beraber yaşadığı iddiasıyla aldığı aylığın 2015 yılı Ağustos ayından itibaren kesildiğini, müvekkilinin eski eşinin boşandıktan sonra memleketi ... İli ... İlçesi ... Köyüne taşındığını, nüfus kaydını da oraya aldığını, tarafların ortak çocuklarının ölümlü ve yaralanmalı trafik kazasına sebebiyet vermesi nedeniyle hapis cezasına çarptırıldığını, müvekkilinin eski eşinin ortak çocuklarının kaza yaptığı sıralarda İzmir'e geldiğini, onun dışında ... gelmiş olsa dahi davacının yanına değil, kendi akraba ve hemşehrilerinin yanında kaldığını, tarafların bir arada yaşamasının söz konusu olmadığını ileri sürerek kesilen aylığın 2015 yılı Ağustos ayından itibaren ödenmesinin devamına, geç ödemelerle ilgili yasal faiz uygulamasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı ... (Kurum/SGK) vekili cevap dilekçesinde; 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinde belirtildiği şekilde tarafların boşanmalarının muvazaalı olduğunu, boşandıktan sonra ayrılmamış gibi birlikte yaşamın devam ettiğinin anlaşıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Kararı:
6. Karşıyaka 1. İş Mahkemesinin 26.05.2017 tarihli ve 2015/504 E., 2017/250 K. sayılı kararı ile; 26.04.2017 tarihli bilirkişi raporundaki tespitlere aynen yer verilerek dosyadaki resmî ve yazılı belgelere göre Kurum denetim memuru tarafından tutulan tutanağın aksinin davacı tarafından geçerli ve inandırıcı delillerle ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesinin Kararı:
7. Karşıyaka 1. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
8. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 12.10.2017 tarihli ve 2017/1766 E., 2017/1234 K. sayılı kararı ile; denetim raporu kapsamında fiilen birlikte yaşama olgusunu ortaya koyan herhangi bir veriye, tanık anlatımı ve kayda ulaşılamadığı, anlatımlardaki çelişkinin gerekçe gösterildiği denetim raporunun, yasanın tanımladığı anlamda aksinin eşdeğer nitelikte kanıtlarla ortaya konulması gereken bir denetim raporu olarak kabulüne olanak bulunmadığı, Kurum denetim elemanı tarafından yapılan inceleme ve yargılama sürecinde yapılan araştırma sonucu elde edilen bilgilerde fiilen birlikte yaşama olgusunu kabule olanak veren bir bilgiye ulaşılamadığı, davacı tarafından sunulan ...'in çiftçilik belgesi, hukuk ve ceza mahkemelerindeki dava dosyalarına ilişkin bilgilerin ayrı yaşama olgusunu destekler nitelikte olduğu, davacının boşandığı eşinin aynı semtteki farklı adres nedeniyle davacıyla aynı aile hekimliğinde kaydının bulunması ve yılın belirli dönemlerinde Karşıyaka'daki hastanelerde muayene olmasının fiilen birlikte yaşama olgusunu kabule dayanak oluşturamadığı gibi önceleri kendi adına kiraladığı evlerde oturduğuna yönelik beyan ve kira ödeme bilgileri yanında bu beyanı destekleyen, elektrikli ev aleti ve mobilya servis fişlerindeki adres bilgileri ile daha sonra da zaman zaman İzmir'e geldiğine ilişkin beyanı ve yanında kaldığı kişinin denetim memuruna verdiği bilgi ve tanık anlatımları ile zabıta araştırması sonucu düzenlenen tutanak kapsamındaki tespitler ışığında değerlendirme yapıldığında, yılın genellikle kış aylarında gerçekleşen ve belirli sayıdaki muayene kayıtlarının fiilen birlikte yaşama durumunu kabule yeter kanıt oluşturduğundan söz etmeye olanak bulunmadığı, davacı lehine yer alan tüm kanıtlara karşın, bilirkişi raporunda da temel alınan ve mahkeme hükmüne dayanak oluşturan davacı aleyhine değerlendirilip davanın reddi yönünde hüküm kurulmasına yol açan kanıtın ise, ...'in 06.09.2010 tarihinde açılan banka hesabında yer alan ve daha sonra davacı tarafından kullanılan '... 5 Mah. 8927 Sk. No:1/5 ... ' adresi olduğu ancak, nüfus kayıtları incelendiğinde, davacının öncesinde farklı adreste ikamet ederken 14.08.2011 tarihinde bu adrese taşındığı; ...'in ise nüfus kayıtlarında bu adresin yer almadığı gibi, 2011 yılında farklı adreste ikamet ettiğine ilişkin kayıt ve belgelerin dosyaya sunulduğu; aynı biçimde davacı yönünden de 2010 yılında başka bir evle ilgili kira ödeme belgeleri bulunurken 2011 yılında tespite konu adresteki ev için kira ödemesi yaptığı ve tarihsiz kira kontratı da bulunduğu, ...'in bankaya beyan ettiği adreste 2011 yılı ve sonrasında ikamet etmediğini gösteren tüm kanıtlar karşısında davanın kabulü gerekirken reddine karar verilmiş olmasının usul ve yasaya aykırı olduğu, dosya kapsamındaki kanıtların değerlendirilmesinde düşülen hatanın giderilmesinin yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin Bozma Kararı:
9. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
10. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 10.12.2018 tarihli ve 2017/6097 E., 2018/10408 K. sayılı kararı ile; “..IV-TEMYİZ KANUN YOLUNA BAŞVURU VE NEDENLERİ:
Davalı SGK vekili tarafından sunulan temyiz dilekçesinde özetle; “davacı ile boşandığı eşinin boşandıktan sonra fiilen birlikte yaşamaya devam ettiklerini, inceleme raporuna yansıyan delil ve durumlar birlikte değerlendirildiğinde, davacının yetim aylığı almak için muvazaalı boşandığı, boşandıktan sonra müşterek hayatlarının devam ettiğinin anlaşıldığı, davacının bu yönde oluşan kanaatin aksini ispatlayan bir delil sunmamış olması sonucu davasının reddi gerekirken istinaf mahkemesinin davanın kabulüne karar vermesinin hukuka aykırı olduğu, istinaf kararının davanın reddini teminen bozulması gerektiği belirtilmiştir.
V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME:
Dava; 5510 sayılı Yasa'nın 56/2. fıkrası uyarınca boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edilmesi nedeni ile ölüm aylığının kesilmesine ilişkin davalı Kurum işleminin iptali ile aylıkların kesildiği tarihten itibaren yasal faizi ile birlikte ödenmesi gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir.
Davanın, yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır. Fıkrada: “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesine yer verilmiştir. Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 59/2. maddesinde: “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmü yer almaktadır.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 56'ncı maddesinin ikinci fıkrasına dayalı açılan bu tür davalarda eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve özellikle taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz etmektedir. Bu nedenle Anayasanın 20'nci maddesi ile 5510 sayılı Kanun, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, 4857 sayılı İş Kanunu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ve diğer ilgili mevzuat hükümleri göz önünde bulundurulmak suretiyle yöntemince araştırma yapılmalı, tarafların göstereceği tüm kanıtlar toplanmalı, bildirilen ve dinlenilmesi istenilen tanıkların ifadeleri alınmalı, davacının ve boşandığı eşinin su, elektrik, telefon aboneliklerinin hangi adreste kimin adına tesis edildiğini saptanmalı, varsa çalışmaları nedeniyle resmi/özel kurum ve kuruluşlara verilen belgelerde yer alan adresler dikkate alınmalı, boşanan eşler 4857 sayılı Kanun hükümleri kapsamında yer almakta iseler adlarına ödeme yapılabilecek özel olarak açılan banka hesabı bulunup bulunmadığı belirlenmeli, davacının ve boşandığı eşinin kayıtlı olduğu adreslerde kapsamlı Emniyet Müdürlüğü/Jandarma Komutanlığı araştırması yapılmalı, tanık sıfatıyla bilgi ve görgülerine başvurulmalı, boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığı altında değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre karar verilmelidir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden; davacının 15.12.2006 tarihinde eşi ...’den boşandığı, 21.06 2006 tarihinde vefat eden sigortalı babası üzerinden, hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla kendisine bağlanan ölüm aylıklarının, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından düzenlenen 14.04.2015 tarih, 2015/ÜA/038 sayılı Araştırma - İnceleme raporu uyarınca boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığının tespit edildiği gerekçesiyle kurumca kesilerek, 21.10.2008 - 20.08.2015 süresinde borç çıkartıldığı anlaşılmaktadır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında; bu tür davalarda eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz ettiğinden; dosya kapsamında her ne kadar davacı yanın komşusu olduğunu beyan eden davacı tanıkları dinlenilmiş ise de, belirlenen adreslerde, davacı yanın eski eşiyle birlikte yaşayıp yaşamadığının tespiti açısından gizli olarak yapılması istenen tahkikatlara ilişkin olarak, davacının eski eşi ...’in, vaki müdahalesinin söz konusu olması nedeniyle, yapılan tahkikatlar, Yerel Mahkemece şüpheli bulunarak değerlendirme dışı bırakılmış olduğundan, boşanan eşlerin tespit edilen adreslerinde birlikte yaşama olgusu yönünden re’sen belirlenecek komşu tanıklar ile ilgili muhtar ve azaların da dinlenilmesi suretiyle, “boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama” olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediğinin, toplanan kanıtlar ışığı altında değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre karar verilmelidir.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurum vekilinin temyiz başvurusunun kabulü ile temyiz olunan İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı bozulmalıdır..” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 15.05.2019 tarihli ve 2019/524 E., 2019/738 K. sayılı kararı ile; Anayasa Mahkemesinin 2017/29896 Başvuru numaralı kararında içtihat farklılığının adil yargılanma hakkı üzerindeki etkisinin irdelendiği belirtilerek ayrıca maddi vaka değerlendirmesi ve hukuka uygunluk denetimine yönelik öğreti görüşlerine yer verildikten sonra; taraflarca sunulan kanıtlar, konuya ilişkin Yargıtay içtihatlarının öngördüğü kurum ve kuruluş kayıtları, abonelik bilgileri ve zabıta araştırması yapılmış olduğu ve temyiz itirazında dahi toplanan kanıtlar ışığında davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilip eksik inceleme ve kanıt toplama itirazına yer verilmediği hâlde ek kanıt toplanması gereğiyle hükmün bozulmasının, hukuka uygunluk incelemesi kapsamına ilişkin yasal düzenleme ve öğreti görüşleri ışığında kabulüne olanak bulunmadığı belirtilerek ve önceki gerekçe de tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla ölüm aylığı alan davacının boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşayıp yaşamadığının tespitine yönelik mahkemece yapılan araştırmanın hüküm kurmaya yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 56. maddesinin 2. fıkrasıdır.
15. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” kenar başlıklı 56. maddesinde: “Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesi yer almaktadır.
16. 01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'da yer almıştır.
17. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin 2. fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, “boşandığı eşiyle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama” olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
18. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hak sahipliğine son verilmesi ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
19. Gerçekten de ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, Tankut: “Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi,” MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
20. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda (Anayasa) öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de, sosyal görevlerini, malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin Anayasa’nın 65. maddesindeki hüküm uyarınca Devlet, sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi, boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte, bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakabilir.
21. Bilindiği üzere, 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesinin Anayasa’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
22. Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 E., 2011/70 K. sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez. Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz. Ölüm aylığı yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” şeklindeki gerekçeyle hükmün Anayasa’nın 2, 10 ve 60. maddelerine aykırı olmadığına; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisi bulunmadığına karar verilmiş ve hükmün iptali yönündeki başvurular oy çokluğuyla reddedilmiştir.
23. Sonuç olarak davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması, Anayasa Mahkemesince düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmesi ve yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organları tarafından uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi usul ve yasaya uygundur.
24. Gelinen bu noktada sözü edilen hükmün zaman bakımından uygulanması konusu üzerinde durulmalıdır.
25. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik geçici 1. maddesinde: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” düzenlemesi bulunmaktadır.
26. Kanun koyucu tarafından geçici 1. madde ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylıkların durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
27. Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu ilke ile güdülen amaç; hukukî güvenliği temin etmek, kişileri ancak işlemi yaptıkları sırada yürürlükte olan kurallara göre sorumlu tutmak, böylece kazanılmış haklara saygıyı ve kazanılmış hakların korunmasını sağlamaktır. Zira hukukî güvenlik; hukuk devletinin temel taşlarındandır.
28. “Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması)” kuralının bazı istisnaları olup bu kapsamda yeni düzenleme kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin ise geçmişe etki eder şekilde uygulanması gerekir. Yine beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Bunlardan başka yargılama hukukuna ilişkin kurallar da ilke olarak geçmişe etkilidir.
29. Bu durumda 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki hükmün zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisnai durumun söz konusu olmaması nedeniyle madde ile getirilen düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dâhi maddenin yürürlük tarihi öncesine ilişkin işlem yapılarak borç tahakkuk ettirilmesi mümkün değildir. Ancak 01.10.2008 tarihinden itibaren boşanılan eşle fiili birliktelik söz konusu ise bağlanan aylığın kesilerek borç çıkarılması ve yersiz ödemeye ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun’un 96. maddesine göre uygulama yapılması gerekmektedir.
30. Ayrıca belirtilmek gerekir ki, Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, Ali Naim: “Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme,” Journal of Yaşar University, Cilt 8, Sayı Özel, Ocak 2013, s.2529).
31. Bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesi uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının veya gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı veya geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinde bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
32. Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
33 Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine göre; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
34. Bu maddedeki hüküm uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” ilkesi de gözetilmek suretiyle 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililerin her ne amaçla boşanmış olursa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemenin yürürlüğünden itibaren belirtilen nitelikte bir beraberliğe başlandığının tespiti hâlinde TMK’nın 2. maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir. Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı durumunda yeniden gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
35. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşama” unsurunun diğer bir ifade ile boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
36. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. Aynı yöndeki düzenleme 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesinin 1. fıkrasında “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde ifade edilmiştir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir (HMK m.190/2).
37. Bu noktada 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddelerindeki hükümlerine kısaca değinmekte fayda vardır.
38. 5510 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 59. maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi düzenlenmiş, maddenin 2. fıkrasında “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. 5510 sayılı Kanun’un 100. maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlere göre Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 13.02.2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun’un 78. maddesi ile değişik 92. maddesinin son fıkrasında da çalışma hayatını izleme, denetleme ve teftişe yetkili iş müfettişleri ile işçi şikayetlerini incelemekle görevli bölge müdürlüğü memurları tarafından tutulan tutanakların aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olduğu hükme bağlanmıştır.
39. Somut olayda; davacının eşi ...’den 15.12.2006 tarihinde kesinleşen karar ile boşandığı, babası ...’ın 21.06.2006 tarihinde vefat ettiği, kendisine 15.01.2007 tarihinden itibaren babasından dolayı ölüm aylığı bağlandığı, sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen 14.04.2015 tarihli araştırma ve inceleme raporunda ...’ın boşandığı eski eşi ... ile birlikte fiilen birlikte yaşadığının tespit edildiği belirtilmiş olup rapor ekindeki imzalı tutanakta ...’in 2006 yılında boşandıklarını, işçi olarak çalıştığını, 2010 yılında emekli olduktan sonra emekli ikramiyesinin tamamını eşine verdiğini, boşandıktan sonra Giresun’a gittiğini ve İzmir’e geçici olarak gelip gittiğini, geldiğinde Kadir Baş’ın evinde kaldığını belirttiği, ...’ın ise eşinin devamlı olarak Giresun’da kalmadığını, oğlunun trafik kazası yapması nedeniyle İzmir’e gelip gittiği yönünde beyanda bulunduğu, davalı Kurum tarafından denetmen raporundaki tespit doğrultusunda ödenen aylıkların borç çıkarılması üzerine eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır.
40. Her ne kadar ilk derece mahkemesince seçim kayıtları, abonelik bilgileri, banka kayıtları, adres bilgileri, medula kayıtları ve emniyet araştırması yapılmış ise de toplanan kanıtların birlikte yaşama olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği hususunu açıklığa kavuşturmadığı anlaşıldığından eksik inceleme ve araştırma sonucunda karar verilmesi doğru bulunmamıştır.
41. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ortaya konulması önem arz ettiğinden davacının komşusu olduğunu beyan eden davacı tanıkları dinlenilmiş ise de, belirlenen adreslerde davacının eski eşiyle birlikte yaşayıp yaşamadığının tespiti açısından gizli olarak yapılması istenen tahkikata davacının eski eşi ...’in vaki müdahalesinin söz konusu olması nedeniyle ilk derece mahkemesince değerlendirme dışı bırakılmış olduğundan boşanan eşlerin tespit edilen adreslerinde birlikte yaşama olgusu yönünden re’sen belirlenecek komşu tanıkları ile ilgili muhtar ve azaların da dinlenilerek toplanan deliller değerlendirildikten sonra karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
42. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüşse de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
43. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
44. O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371. maddesi gereğince BOZULMASINA
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/2. maddesi uyarınca dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine 22.03.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.