10. Hukuk Dairesi 2017/1158 E. , 2019/4610 K.
Mahkemesi :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
Dava, rücuan alacak istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Davanın yasal dayanağı 5510 sayılı Yasanın 21. ve 76. maddeleridir.
İnceleme konusu davada; 20.07.2010 tarihinde geçirdiği iş kazasında yaralanan sigortalıya ödenen gelir, geçici iş göremezlik, tedavi giderinin tahsilinin talep edildiği, dosyada alınan 02.11.2015 tarihli kusur raporunda davalı işverenin %65, sigortalının %35 oranında kusurlu bulunduğu, mahkemece kusur raporu esas alınarak davanın kısmen kabulü yönünde hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
Dosyada bulunan bilgi ve belgelerden sigortalının iş kazası geçirmesi nedeniyle sigortalıya bağlanan gelirin 25.02.2013 onay tarihli ve 5.209.01 TL olduğu, dava dilekçesinde bu gelirin % 25'ne tekabül eden 1.302.25 TL'nin talep edildiği, sigortalının 03.10.2014 tarihinde vefat etmesi nedeniyle hak sahiplerine bağlanan gelirin yeniden hesaplandığı ve 10.11.2014 onay tarihli 45.357.44 TL gelir ile sigortalıya ölüm tarihine kadar 3.505.69 TL fiili ödeme yapıldığı belirlenerek, bu tutarlar üzerinden davanın 16.06.2016 tarihinde ıslah edildiği, mahkemece ıslah talebi değerlendirilerek hüküm kurulduğu görülmektedir.
Dava konusu uyuşmazlık, dava dilekçesi ile dile getirilmemiş bir alacak kaleminin yargılama sırasında ıslah ile birlikte istenip istenemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında öncelikle hukuk yargılamasında ıslah kurumunun esasları irdelenmelidir (HGK 29.6.211 t. 2011/364-453; HGK 15.2.2017 t. 2015/917 E, 2017/265 K.).
Amacının “adaletli karar vermek” olarak tanımlanabileceği hukuk yargılamasında (Yılmaz, E., Medeni Yargılama Hukukunda Islah, 2. Bası, Ankara-2010, s.30) kararın adaletli olması, taraflar arasındaki uyuşmazlığı tarafları tatmin eder biçimde ortadan kaldırmasının (diğer deyişle, uyuşmazlığa bir daha ortaya çıkmamak üzere son vermesinin) yanı sıra ve ondan çok daha önemli olarak, toplumsal barışı sağlamaya yönelik olması demektir. Bunun için kararın maddî gerçeği yansıtması ve yapılmış olan yargılamanın basit, hızlı ve ucuz bir yargılama olması gerekir (Yılmaz, E., Usul Ekonomisi, AÜHFD, 2008, s.248).
Bu noktada, iki önemli kavram üzerinde kısaca durmak yerinde olacaktır: Biçimsellik ilkesi ve usul ekonomisi ilkesi.
Usul hukuku biçimsellik (şekilcilik, formalizim) üzerine kurulmuştur ve bu nedenle “şeklî (biçimsel) hukuk” olarak adlandırılır. Davalarda biçimsellik tarafların yargılamanın sonucunu hesaplayabilmesi, yasa yolları ile bunu denetleyebilmesi, keyfilikten korunma, eşit davranılma gibi güvenceler sağlamakla birlikte; sıkı sıkıya şekle bağlılık olarak görülmemeli, maddi gerçeği bulmak ve adaletli karar vermek adına hakkaniyete uygun olarak değerlendirilmelidir.
Biçimselliğin bu doğrultuda yorumlanmasında usul ekonomisi ilkesi devreye girmektedir. Usul ekonomisi, medenî yargılama hukukuna egemen olan ilkelerden biridir. Anayasanın 141. maddesinin dördüncü fıkrasında ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 77. maddesinde ifade edilen emredici nitelikteki bu ilke, yargılamanın amacına hizmet eden araçlardan biridir. Usul ekonomisi, yasalarda öngörülen düzenleme çerçevesinde yargılamanın kolaylaştırılmasını, yargılamada öngörülen olağan zaman süresinin asılmamasını ve gereksiz gider yapılmamasını amaçlar ve bunu hâkime bir görev olarak yükler (Yılmaz, E., Usul Ekonomisi, s.243). Yargıtaya göre de usul ekonomisi adaletin ucuz, çabuk ve isabetli olarak sağlanmasının temel kurallarındandır (HGK 10.4.1991, 15-91/202).
Ne var ki; temelini basitlik, hızlılık ve ucuzluk kavramlarının oluşturduğu ve her davada uygulanma kabiliyeti bulunan emredici nitelikteki usul ekonomisi ilkesi mahkemeye ve taraflara acelecilik ve yargılamayı basite indirgeme sonucunu doğuracak şekilde sınırsız özgürlük tanımaz. Zira yukarıda açıklanan usul hukukunun taraflara öngörülebilirlik koruması sağlayan şekilciliği ve bu ilkeden vücut bulan iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağının usul ekonomisi ilkesi ile birlikte dengede tutulması “adaletli karar vermek” amacının sağlanması için zorunludur. Bu dengenin kendisini en çok hissettirdiği kavramlardan biri ise hukukumuzdaki ıslah kurumudur.
Bilindiği üzere, 6100 sayılı HMK’nın 176 vd. maddelerinde (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu m. 83 vd.) düzenlenmiş olan ıslah; taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan bir yöntem olup; iddia ile savunmanın genişletilmesi yasağının istisnaların biridir (HUMK. m.83; Prof.Dr.Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, B.6.C.IV, İstanbul 2001, s.3965). Islah müessesesi, dava değiştirme, başka deyişle iddia ve müdafaanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkan olmakla; bu suretle, aslında yasal itiraz ile karşılaşabilecek olan her hangi bir taraf muamelesi, ıslah kurumunun yardımı ile artık bu itirazı davet etmeksizin yapabilmektedir (Prof.Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, C.I.II.B,5, İstanbul 1992 s.534). Eş söyleyişle ıslah, iyiniyetli tarafın davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksiklikleri tamamlamasına, bu çerçevede yeni deliller sunabilmesine olanak sağlayan bir kurumdur. (YİBK’nin 04.02.1948 gün, 1944/10 E.-1948/3 K., HGK’nın 16.03.2005 gün, 2005/13-97 E.-2005/150 K. s. İlamları)
Uygulamada gözetilmesi gereken ve yukarıda izah edilen denge olgusu, bazı hallerde ıslah yoluna başvurulmasına engel oluşturur.
Bu noktada istem sonucu kavramını açıklamak gerekir. İstem sonucu, dava konusunu belirleyen tek ve asıl öğedir. Öğretide istem sonucu, mahkemeden istenilen şey olup davanın mevzuunu teşkil eder (Postacıoğlu, İ. E., Medeni Usul Hukuku Dersleri, 6.Bası, İstanbul 1975) ve mahkemenin davayı kabul etmesi halinde kararında neyi hüküm altına alacağı hususunun açıkça beyan edilmesi keyfiyeti olarak anlaşılmaktadır (Bilge N./Önen E., Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3. Baskı, Ankara 1978). Davadaki uyuşmazlık konusu, HMK 137. maddede düzenlenen ön inceleme duruşmasında belirlenen taleptir.
Dava konusunun ne olduğu istem sonucu ile belirleneceğine göre, istem konusu ile dava sonucu iddianın ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı ve bu nedenle de ıslah kurumu açısından bir özdeşlik göstermektedir (Yılmaz, E., Medeni Yargılama Hukukunda Islah, Değiştirilmiş 2. Bası, Ankara-2010, s.190). Dava konusunda yapılacak değişiklik, iddianın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı kapsamında kalmakla birlikte, ıslah yolunun işletilmesi ile sağlanabilmektedir. Bu halde dava konusunun veya istem sonucunun değiştirilmesi yönünde yapılabilecek değişiklik tamamen ıslah veya kısmen ıslah şeklinde gerçekleşebilir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun davanın tamamen ıslahını düzenleyen 180. maddesinde “Davasını tamamen ıslah ettiğini bildiren taraf, bu bildirimden itibaren bir hafta içinde yeni bir dava dilekçesi vermek zorundadır. Aksi hâlde, ıslah hakkı kullanılmış sayılır ve ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir.” şeklinde düzenleme mevcut iken kısmen ıslah 181. maddede kısmen ıslaha başvuran tarafa, ıslah ettiği usul işlemini yapması için bir haftalık süre verileceği, bu süre içinde ıslah edilen işlem yapılmazsa, ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edileceği kabul edilmiştir.
Tamamen ıslahta dava sebebi veya istem konusu tümüyle değiştirilmektedir. Böylece dava dilekçesindeki talepler artık hükme konu olamaz. Kısmen ıslahta ise önceden yapılan usuli bir işlemin düzeltilmesi, örneğin talep sonucunun arttırılması söz konusu olur. Uygulamada, istem sonucuna ilişkin fazlaya dair haklarını saklı tutan davacının dava değerini ıslah yolu ile arttırabileceği tartışmasız kabul edilmektedir. Bununla birlikte başından beri dava konusu edilmeyen bir şeyin ıslah yoluyla davaya ithaline ve dava konusu edilmesine yasal açıdan olanak bulunmamaktadır. (HGK’nın 29.06.2011 gün, 2011/1-364 E.-2011/453 K., 15.06.2016 gün, 2014/4-1193 E.-2016/800 sayılı İlâmları) Vurgulamakta yarar vardır ki, kısmi bir dava açılmışsa, bu davanın kalan kısmı yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde ıslaha konu olabilecektir. Ancak bir dava konusu bizatihi kendisi davayı oluşturuyor ise, burada kısmi dava bulunmadığından ıslah edilebilecek bir dava da bulunmamaktadır. Eğer bir davanın konusunu teşkil eden taleplerden sadece bir bölümü istenmiş ve kısmi davaya konu edilmişse daha sonra kalan bölümü için ıslah söz konusu olabilecektir.
Şu hale göre kural olarak; dava açıldıktan sonra sebebinde, konusunda, delillerde ve diğer hususlarda usulüne ilişkin işlemlerin ıslah yoluyla düzeltilmesi mümkün olduğu gibi davanın konusunda da ıslah mümkündür. Nitekim HUMK’ nun 185. maddesinin 2. bendinde de davacının karşı tarafın rızası olmaksızın ıslah yoluyla davasının mahiyetini tebdil edebileceği kabul edilmiştir.
Açıklanan tüm hükümler göstermektedir ki, ıslahla kastedilen dava konusu edilen hususların genişletilmesi veya değiştirilmesidir. Dava konusu edilmeyen bir şeyin ıslah yoluyla davaya ithaline ve dava konusu haline getirilmesine yasal açıdan olanak bulunmamaktadır.
Somut olayda davacı Kurum vekili dava dilekçesinde sigortalının iş kazasında yaralanması nedeniyle ödenen gelirin tahsilini talep etmiş olup, sigortalının vefatından sonra hak sahiplerine bağlanan gelirin de ayrıca tahsiline ilişkin bir istemde bulunmamıştır. Dosyada alınan hesap bilirkişi raporunun ibrazından sonra sunulan ıslah dilekçesinde vefat üzerine hak sahiplerine bağlanan gelir üzerinden talep miktarı arttırılmıştır. Dava tümden ıslah edilmediği gibi sadece dava ile istenen miktar ıslah ile arttırıldığından, dava dilekçesinde talep edilen alacak yönünden hüküm kurulması gerekirken usulsüz ıslah dilekçesine değer verilerek ıslah edilen alacak hakkında hüküm kurulması yerinde değildir.
Mahkemece yukarıda belirtilen maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, taraf vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, Üye ...'ün muhalefetine karşı Başkan ... ile Üyeler ..., ... ve ...'nın oylarıyla ve oyçokluğuyla, 22/05/2019 gününde karar verildi.
(M)
KARŞI OY
Davacı Kurum 12.02.2015 tarihli iş bu davayla; 20.07.2010 tarihli iş kazası sonucu 01.12.2010 tarihi itibarıyla %21,20 oranında sürekli iş göremezliğe maruz kalan sigortalıya bağlanan gelir ile yapılan tedavi gideri ve geçici iş göremezlik ödemesinden oluşan kurum zararının rücuan tahsilini istemiştir.
Davacı Kurum bilahare 16.06.2016 günlü ıslah dilekçesiyle; 20.07.2010 tarihli iş kazası sonucu sürekli iş göremezliğe giren sigortalının aynı iş kazasına bağlı olarak 03.10.2014 tarihinde vefat etmiş olması ve giderek sigortalıya bağlanan gelirin hak sahiplerine bağlanan ölüm gelirine dönüşmüş olması nedeniyle, istemini, hak sahiplerine bağlanan gelir üzerinden ıslah etmek suretiyle arttırmış; Mahkemece, ıslah gözetilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Anılan hükmün davalı Kurum tarafından temyizi üzerine Dairemizce “…Tümüyle ıslah edilmeyen davada, sadece talebe konu miktarın ıslah edilmiş olması, dava konusu edilmeyen bir hususun ıslah yoluyla dava konusu haline getirilemeyeceğinden..” verilen bozma kararına aşağıdaki nedenlerle iştirak etmiyorum.
Taraflardan birinin yapmış olduğu bir usul işlemini tamamen veya kısmen düzeltilmesi olarak tanımlanan ıslah müessesi; dava değiştirme, başka deyişle iddia ve müdafaanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkan olmakla, bu suretle, aslında yasal itiraz ile karşılaşabilecek olan her hangi bir taraf muamelesi, ıslah kurumunun yardımıyla artık bu itirazı davet etmeksizin yapabilmektedir.(Prof.Dr.Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku C.I.II.B,5, İstanbul 1992, s.534)
İnceleme konusu somut olayda; 20.07.2010 tarihli iş kazası sonucu sigortalı Hasan Iremet 01.12.2010 tarihi itibarıyla %21,20 oranında sürekli iş göremezliğe maruz kalmış, aynı iş kazasına dayalı olarak bilahare 03.10.2014 tarihinde vefat etmiştir. Sigortalıya 01.12.2010 tarihi itibarıyla %21,20 iş göremezlik oranı üzerinden bağlanmış olan sürekli iş göremezlik geliri, sigortalının aynı iş kazasına dayalı olarak 03.10.2014 tarihinde vefatı üzerine sigortalının hak sahiplerine bağlanan ölüm gelirine dönüşmüştür.
Davacı Kurum 12.02.2015 tarihinde açtığı iş bu davayla, sigortalıya bağlanan gelir ile yapılan masrafların 5510 sayılı yasanın 21.ve devamı maddeleri uyarınca rücuan tahsilini istemiş ise de; sigortalının dava açılmadan önce vefat ettiği ve hak sahiplerine gelir bağlandığının anlaşılması karşısında usulünce yapılan ıslah ile; istemini, hak sahiplerine bağlanan gelir ve sigortalıya yapılan masraflar üzerinden düzelterek arttırmıştır.
Mahkemece, ölümlü iş kazası nedeniyle esasen hak sahiplerine bağlanan gelir üzerinden talepte bulunulması gerekirken, sigortalıya bağlanan gelir üzerinden talepte bulunularak dava açılmış olması, giderek, bağlanan gelirin niteliği üzerinden yapılan bu hatanın ıslah müessesi ile değiştirilmesi mümkün olduğu varsayımından hareketle ıslahen davanın kabulüne karar verilmiştir.
Yukarıdaki maddi ve hukuki olgular çerçevesinde; dava dilekçesiyle başlangıçta dile getirilmeyip yargılama sırasında ilk kez ıslahla getirilen yeni bir alacak kalemi mevcut değildir. Dava konusu yapılan husus, iş kazası nedeniyle sigortalıya veya sigortalının vefatı halinde onun hak sahiplerine bağlanan gelirdir.
Nitekim, sigortalıya bağlanan gelir ile yapılan masrafların 5510 sayılı Yasanın 21. ve devamı maddeleri uyarınca rücuan tahsilini isteyen davacı kurum; sigortalının, dava açılmadan önce aynı iş kazasına bağlı olarak bilahare vefat etmiş olması ve giderek, sigortalıya bağlanan iş göremezlik gelirinin, hak sahiplerine bağlanan gelire dönüşmüş olması nedeniyle usulünce yaptığı ıslahla; istemini, aynı iş kazası ve gelir kavramları üzerinden hareketle düzelterek arttırmış olması karşısında; Dairece işin esasına girilerek yapılacak temyiz inceleme ve değerlendirmesi sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yapılan usul bozmasının yerinde olmadığı görüşündeyim.