Hukuk Genel Kurulu 2017/526 E. , 2020/656 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Edirne 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen feragat edilen bölüm yönünden esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve sair talepler yönünden davanın esastan reddine ilişkin karar, davacının temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesince onanmış; davacı tarafça karar düzeltme yoluna başvurulması üzerine Özel Dairece yapılan incelemede bu kez karar düzeltme isteminin kabulü ve onama kararının kaldırılması suretiyle karar bozulmuş; Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı 04.08.2004 havale tarihli dava dilekçesinde özetle, 26.03.1999 ve 26.08.2002 tarihli vekâletnameler uyarınca davalı bankanın avukatlığını yaptığını, çok sayıda icra ve dava dosyasını takip etmesine rağmen davalı tarafından 17.03.2004 tarihinde haksız olarak azledilmek suretiyle vekâlet ücretinin ödenmediğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 20.000,00TL alacağın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş; ıslah ile talebini 95.001,39TL’ye yükseltmiştir.
Davalı cevabı:
5. Davalı vekili 27.10.2004 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle, davacının görevini özenle yerine getirmediğini, azlin haklı olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. Edirne 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.06.2012 tarihli ve 2006/33 E., 2012/194 K. sayılı kararı ile, davacının 37.455,00TL yönünden davasından feragat etmesi nedeniyle bu bölüm yönünden esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına; azlin haklı olduğunun kabulü ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 174/2. maddesi gereğince haklı azil durumunda avukatın vekâlet ücreti talep edemeyeceği gerekçesiyle feragat edilen bölüm haricinde bakiye kalan bölüm yönünden davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Yerel Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacının temyiz isteminde bulunması üzerine Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 21.03.2013 tarihli ve 2012/23674 E., 2013/7149 K. sayılı kararı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.
8. Özel Dairenin yukarıda belirtilen onama kararına karşı süresi içinde davacının karar düzeltme isteminde bulunması üzerine Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 07.11.2013 tarihli ve 2013/17464 E., 2013/27564K. sayılı kararı ile;
“…1-Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre davacının sair karar düzeltme taleplerinin reddi gerekir.
2-Avukatın, vekil olarak borçları Borçlar Kanununun 389 ve devamı maddelerinde gösterilmiş olup, vekil, adı geçen Kanunun 390. maddesine göre müvekkiline karşı vekaleti sadakat ve özenle ifa etmekte yükümlüdür. Vekil, sadakat borcu gereği olarak müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak, ona zarar verecek davranışlardan kaçınmak zorunluluğundadır. “Özen borcu” ile ilgili Avukatlık Kanununun 34. maddesinde mevcut olan, “Avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık ünvanının gerektirdiği saygı ve güvene yakışır bir şekilde hareket etmekle yükümlüdürler.” şeklindeki hüküm ise, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olması nedeniyle, Borçlar Kanununun 390. maddesinde düzenlenen vekilin özen borcuna göre çok daha kapsamlı ve özel bir düzenlemedir. Buna göre avukat, üzerine aldığı işi özenle ve müvekkili yararına yürütüp sonuçlandırmakla görevli olduğu gibi, müvekkilinin kendisi hakkındaki güveninin sarsılmasına neden olacak tutum ve davranışlardan da titizlikle kaçınmak zorundadır. Aksi halde avukatına güveni kalmayan müvekkilin avukatını azletmesi halinde azlin haklı olduğunun kabulü gerekir.
Gerçekten de avukat, görevini yerine getirirken gerekli özen ve dikkati göstermemiş, sadakatle vekaleti ifa etmemiş ise, müvekkilinin vekilini azli haklıdır. Avukatlık Kanunu’nun, 174. maddesinde, “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.” hükmü mevcut olup, bu hükme göre azil işleminin haklı nedene dayandığının kanıtlanması halinde müvekkil avukata vekalet ücreti ödemekle yükümlü değildir. Dairemizin kökleşmiş içtihatlarına göre haklı azil halinde ancak azil tarihi itibariyle sonuçlanıp, kesinleşen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edilebilir. Zira vekalet ilişkisi bir bütün olup azil, taraflar arasındaki tüm dava ve takiplere sirayet edeceğinden, azlin haklı olduğunun kabul edilmesi halinde, davacının azil tarihi itibariyle sonuçlanıp kesinleşmeyen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edebilmesi mümkün değildir. Buna karşılık haksız azil halinde ise avukat, hangi aşamada olursa olsun, üstlendiği işin tüm vekalet ücretini talep etme hakkına sahiptir.
Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa; yukarıda açıklandığı üzere haklı azil halinde avukat ancak azil tarihi itibariyle sonuçlanıp, kesinleşen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edilebilir. Mahkemece aldırılan bilirkişi raporundan azil tarihi itibariyle davacı tarafından sonuçlandırılıp kesinleşen işlerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacının bu işler nedeniyle vekalet ücreti talep edebileceği gözetilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, haklı azil nedeniyle davanın tümden reddedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde Dairemizce verilen bu hususa ilişkin onama ilamı zuhule dayalı olup, mahkeme kararının bozulması gerekirken, sehven onandığı bu kez yapılan inceleme ile anlaşılmış olmakla, davacının karar düzeltme talebinin kabulüne, Dairemizin 21.03.2013 tarih ve 2012/23674 esas 2013/7149 karar sayılı “onama” ilamının kaldırılmasına, davacının bu yöndeki temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının açıklanan nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir…”gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Edirne 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 05.03.2014 tarihli ve 2014/64 E., 2014/98 K. sayılı kararı ile, önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; muhtelif dava ve icra takip dosyalarında davalıyı avukat olarak temsil eden davacının azlinin haklı olduğunun tespit edildiği somut olayda, azil tarihine kadar kesinleşmiş işlerden dolayı davacının vekâlet ücretine hak kazanıp kazanmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. ÖN SORUN
12. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, temyize konu direnme kararında, Özel Dairenin haklı azil hâlinde dahi avukatın azil tarihi itibariyle sonuçlanıp kesinleşen işlerden dolayı vekâlet ücreti talep edebileceği yönündeki bozma kararına karşı, bozma kararının hangi nedenle doğru bulunmadığına ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmemesi karşısında, direnme kararının 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 141/3 ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 297. maddeleri anlamında gerekçe ihtiva edip etmediği hususu ön sorun olarak ele alınıp incelenmiştir.
IV. GEREKÇE
13. Ön sorunun çözümünde mahkeme kararlarının niteliği ile hangi hususları kapsayacağına ilişkin yasal düzenlemenin değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
14. Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK’nın 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre;
“(1) Hüküm 'Türk Milleti Adına' verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a)Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
b)Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini
c)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri
ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini
d)Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını
e)Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi
(2)Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
15. Anılan düzenlemeye göre bir mahkeme kararında, tarafların iddia ve savunmalarının özetlerinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
16. Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuki sebepleri) kendiliğinden araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
17. Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları tatmin etmez (Kuru, B./ Arslan, R./ Yılmaz, E.: Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).
18. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 141. maddesi gereğince mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
19. Kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
20. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
21. Hukuk Genel Kurulunun 08.11.2017 tarihli ve 2017/13-1699 E., 2017/1300 K.; 04.04.2018 tarihli ve 2015/9-2883 E., 2018/675 K.; 08.07.2020 tarihli ve 2017/4-1445 E., 2020/552 K. sayılı kararlarında da bu hususlar benimsenmiştir.
22. Nitekim 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
23. Mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141. maddesinin 3. fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
24. Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
25. Ayrıca, yerel mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün son kararlardan olup; mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
26. Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur. Mahkeme, bozma nedenlerinden her birine, hangi sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymalıdır.
27. Zira, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine yerel mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.
28. Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.
29. Direnme kararları yapıları gereği Kanun’un hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararı).
30. Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi kanun ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
31. Genel açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde; mahkemece direnme kararında, Özel Dairenin haklı azil hâlinde dahi avukatın azil tarihi itibariyle sonuçlanıp kesinleşen işlerden dolayı vekâlet ücreti talep edebileceği yönündeki bozma kararına karşı, bozma kararının hangi nedenle doğru bulunmadığına ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmediği anlaşılmaktadır.
32. Bu hâliyle anılan direnme kararının Anayasa’nın ve Yasanın aradığı anlamda gerekçe içerdiğinden söz edilemez.
33. O hâlde, mahkemece yapılacak iş; özellikle Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesi gözetilerek ve özellikle bozma kararında yer verilen bozma gerekçelerine karşı, direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişletilerek) açıkça kaleme alarak kararda göstermek olmalıdır.
34. Bu nedenle, yasal düzenleme ve ilkeler çerçevesinde anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere salt bu usuli eksikliğe dayalı olarak direnme kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
V. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı, HMK’nın geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Bozma sebebine göre tarafların işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 22.09.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.