Hukuk Genel Kurulu 2013/1131 E. , 2014/809 K.
MAHKEMESİ : Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 07/03/2013
NUMARASI : 2013/10-2013/94
Taraflar arasındaki “kişilik hakkına saldırı nedeni dayalı manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 07.12.2010 gün ve 2010/172 E. 425 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 29.03.2012 gün ve 2011/2755 E. 5266 K. sayılı ilamıyla;
(...Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istemin davalı A.. Y.. yönünden reddine, davalılardan A.. M.. yönünden sıfat yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiş, karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, 17.12.2009 tarihinde yapılacak olan alevilik çalıştayına davet edildiğini, davalı A.. Y..’ın 15.12.2009 tarihli Akşam Gazetesi nüshasında A.. M.. Başkanı sıfatıyla “Hüseyin ile Yezit’i bir araya getiriyorlar” başlığı altında demeçte bulunduğunu, bu ifadeyle davacıyı Hüseyin’i katleden katil olarak nitelendirildiğini, bu beyanıyla kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu belirterek uğradığı manevi zararın tazminini istemiştir.
Davalı A.. Y..; alevi çalıştayı hakkında değerlendirme yaptığını, alevi sorunlarının görüşüleceği bir toplantıya Maraş katliamı davasının bir numaralı sanığının çağrılmış olmasının da yapılacak çalıştayın sonuç doğurmayacağının göstergesi olduğunu belirttiğini, açıklamanın muhatabının davacı değil hükümet olduğunu, söz konusu cümlenin açıklamanın bir parçası olduğunu, davacıya katil denilmediğini belirterek istemin reddini savunmuştur.
Yerel mahkeme; beraat etmesine karşın Maraş olaylarında sanık olarak bulunan davacının, alevi çalıştayına davet edilmesi yönünde hükümet politikalarının eleştiri konusu yapıldığı, tarihsel bir olaya atıfta bulunarak davacıya Yezit benzetmesi yapılmasının, sövme olarak kabul edilemeyeceği gibi katil sözcüğü ile de eşleştirilemeyeceği, yazının bir bütün olarak değerlendirildiğinde eleştiri niteliğinde bulunduğu ve manevi tazminatı gerektirir koşulların oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
Dosya kapsamına göre; “Hüseyin ile Yezit’i bir araya getiriyorlar” cümlesi hükümetin alevi çalıştayına ilişkin politikalarını eleştirmek maksadıyla söylendiği belirtilmiş olsa da bu cümle 17.12.2009 alevi çalıştayına davet edilen Ö.. Ş..’in davet edilmesi üzerine 15.12.2009 tarihli Akşam gazetesi nüshasında yayınlamıştır. Davalı bu cümleyi yapmış olduğu açıklamanın bir cümlesi olarak kabul etmiş, Yezit’in bir İslam halifesi olduğunu, katil ya da hakaret niteliğinde olmadığını ifade etmiştir. Davacı, İslami İnanç Grupları tarafından ittifakla katil olarak kabul edilen Yezit’e benzetilmiş olup, bu kelimeyle kişilik haklarına saldırı gerçekleşmiştir. Şu halde davacı yararına uygun bir manevi tazminata karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle bu yöndeki istemin tümden reddine karar verilmiş olması doğru değildir. Bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kişilik hakkına saldırı nedenine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Davacı Ö.. Ş.. vekili “Kahramanmaraş'ta 19-25 Aralık 1978 tarihinde meydana gelen olayların akabinde müvekkilinin tutuklandığını, “çiçek sinemasına patlayıcı madde atmak, izinsiz gösteri yürüyüşü yapan topluluk içinde yer almak, binaları taşlayıp tahrip etmek halkı birbirine kışkırtarak kitale sebebiyet vermek ve 6136 sayılı yasaya muhalefet etmek iddiaları” ile aleyhine kamu davası açıldığını ve Sıkıyönetim Komutanlığı Adana 1 nolu Askeri Mahkemesinde açılan davada beraatine karar verildiğini, kararın Askeri Yargıtay tarafından onandığını ve kesinleştiğini, müvekkilinin hükümet tarafından alevilik çalıştayı adı altında organize edilen toplantılardan 17.12.2009 tarihinde yapılan 6. toplantıya davet edildiğini, ancak Akşam Gazetesinin 15.12.2009 tarihli nüshasında 'Hüseyin ile Yezit'i bir araya getiriyorlar' başlığı altında davalılardan A.. M.. Başkanı sıfatıyla diğer davalı A.. Y..'ın verdiği demeçte müvekkilinin katil olarak nitelendirildiğini, karalanmak ve küçük düşürülmek istendiğini, kişilik haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, 10.000 TL manevi tazminatın yayın tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline” karar verilmesini istemiştir.
Davalı A.. Y.. cevap dilekçesinde özetle “… yazıda hükümetçe yürütülen alevi çalıştaylarının 15.12.2009 tarihinde yapılacak olanla ilgili tarafınca bir değerlendirme yapıldığını, alevi sorunlarının müzakere edileceği bir toplantıya Maraş Katliamı davasının 1 numaralı sanığının çağrılmış olmasının da bir sonuç vermeyeceğine kanıt olacağını söylediğini, açıklamalarının muhatabının hükümet olduğunu, açıklamada davacıdan sanık diye söz edildiğini, hakaret, sövme gibi unsurlara asla yer verilmediğini, 'Hüseyin ile Yezit'i bir araya getiriyorlar' sözünün yapılan değerlendirmenin yalnızca bir cümlesi olduğunu, söylenmek istenilenin tarihsel bir olaya gönderme yapılarak, birbiriyle temelde sorunlu olan insanların aynı masaya çağrılmasının yanlışlığına dikkat çekmek olduğunu, A.. M.. bir platform olup dernek gibi bir tüzel kişiliği olmadığını belirterek, haksız davanın reddine” karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı A.. M..ne ise böyle bir tüzel kişiliği olmaması nedeni ile tebligat yapılamamıştır.
Mahkeme, “ yargılama sonunda delil yetersizliğinden beraat etmesine karşın Maraş olaylarında sanık olarak bulunan davacının, alevi çalıştayına davet edilmesi yönünde Hükemet politikalarının eleştiri konusu yapıldığı, tarihsel bir olaya atıfta bulunularak davacıya “Yezit” benzetmesinin yapılmasının, sövme olarak kabul edilemeyeceği gibi katil sözcüğü ile de eşleştirilemeyeceği, yazının bir bütün olarak değerlendirildiğinde eleştiri niteliğinde bulunduğu ve manevi tazminatı gerektirir koşulların oluşmadığı anlaşılmakla, diğer davalı A.. Y.. hakkındaki davanın esas yönünden reddine diğer davalı A.. M.. hakkında açtığı davanın ise sıfat yokluğundan reddine,” karar vermiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Mahkeme, önceki gerekçeleri tekrar ederek direnmiş; hükmü davacı vekili temyize getirmiştir.
1982 Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrasına göre usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmünde olduğuna göre, mahkemelerin önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
Hal böyle olunca, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) somut uyuşmazlığın nasıl düzenlendiğini ve sözleşmenin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi gerekmektedir.
“ İfade özgürlüğü” başlıklı AİHS’nin 10/1. maddesi; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup, hangi hallerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenmektedir.
İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS'nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran 'bilgiler' ya da 'düşünceler' için de geçerlidir: çoğulculuk, hoşgörü ve açık düşünce bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın 'demokratik bir toplum' olamaz. (Handyside-Birleşik Krallık, §49). 10. maddede benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de bu, dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli v. Türkiye kararı).
İfade özgürlüğüne yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmelidir.
1.Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHS'nin 10/2. maddesinde yer alan 'yasayla öngörülme' ifadesi ilk olarak, itiraz konusu tedbirin iç hukukta bir dayanağı olmasını gerektirir. Ancak, söz konusu ifade, hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, no. 39288/98; Ürper ve diğerleri Türkiye kararı).
2.Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği konusu:
Sözleşmenin 10/2. maddesine göre, bu özgürlüklerin kullanılması “…demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Açıkça görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup, ancak burada sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. Sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli v. Türkiye kararı). Ancak kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda, bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku yoktur. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin “kişilik hakları”, diğer yanda “ifade özgürlüğü” bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Osman Doğru, Atilla Nalbant; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
3.Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı konusu:
İfade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğu hatırlatılmalıdır. (Lingens/Avusturya, A Serisi no. 103). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no. 216).
1982 Anayasası’na göre “herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir ve her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz. Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir ve bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.
Anayasa’nın 26. Maddesinin 2. fıkrasında bu hürriyetlerin kullanılması, sınırlandırılması düzenlenmiş; millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabileceği ifade edilmiştir.
Düşünce ve kanaat özgürlüğü sınırının aşılması ve kişilik hakkına saldırı seviyesine ulaşması halinde 6098 s. TBK 58. ve 4721 s. TMK 24. maddeleri gereğince manevi tazminat istenebilecektir.
Somut olaya bu kapsamda bakıldığında; 03-04 Haziran 2009 tarihinde başlayan alevi çalıştaylarının 17.12.2009 tarihindeki son oturumuna davacı Ö.. Ş..’in de davet edildiği, gelen tepkiler üzerine Ö.. Ş..’in çalıştaya katılmama kararı aldığı konusunda tartışma bulunmamaktadır.
Yine Maraş olayları olarak bilinen ve 19 Aralık ile 26 Aralık 1978'de Kahramanmaraş'ta meydana gelen ve yedi gün süren olaylar sırasında, 150’ye yakın vatandaşın öldürüldüğü, yirmi üç yıl süren davalar sonunda 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1–24 yıl arasında ceza aldığı, söz konusu olaylar nedeni ile davacı hakkında da kamu davası açıldığı ve yapılan yargılama sonunda “davacı hakkında Çiçek sinemasına patlayıcı madde atılması” iddiası hakkında mahkumiyetine yeter nitelikte delil elde edilemediğinden beraatine karar verildiği ve kararın Askeri Yargıtay tarafından onanarak kesinleştiği sabittir.
Davacı her ne kadar bir dönem siyaset yapmış ise de, halihazırda davacının siyasetçi olarak kabul edilmesini gerektirir elde veriler bulunmamaktadır. Sorunu davacının şöhret ve haklarının korunması kapsamında değerlendirmek gereklidir.
Yukarıda belirtilen çalıştaya davacının davet edilmesi üzerine bu durum davalıya sorulmuş, davalı tepki göstererek “bu durumun alevi toplumuna yapılan açık bir hakaret olduğunu, alevi toplumunun yas ayı olan Hz. Hüseyin’in Yezit tarafından katledildiği Muharrem ayının 1. gününe denk getirilen bu planın, Hüseyin ile Yezit’in aynı masaya çağırmaktan başka bir anlam taşımadığı” ifade edilmiş, davacı “yezit” ifadesinin kişilik haklarına saldırı teşkil ettiğini iddia etmiştir.
Davalı, alevi sorunlarının tartışıldığı bir çalıştaya bir dönem hakkında kamu davası açılan davacının çağrılmasını tarihsel süreç içinde yer alan bir karakter ile eleştirmiştir. Dava konusu ifadelerin davacının kişiliğini hedef almaktan ziyade, böyle bir davetli listesi hazırlayanlara yönelik sitem şeklinde anlaşılması gerekli olup, ifade özgürlüğü hakkını kısıtlama ihtiyacının gerekliliğinin ikna edici bir biçimde ortaya konulması imkanı bulunmamaktadır. Bu nedenle, Daire bozma kararının davacının şöhret ve haklarının korunması meşru amacını izlediği konusunda da bir tereddüt bulunmamakta ise de, davalının ifadelerine müdahale edilmesi demokratik bir toplumda gerekli bir zorunluluk olmadığı kabul edilmiştir.
Görüşmeler sırasında bir kısım üyeler “yezit” ifadesinin ifade özgürlüğü kapsamında kalamayacağını, Anadolu’da “yezit” isminin çağrıştırdığı anlam itibari ile toplum tarafından isim olarak dahi kullanılmadığını, toplum içinde kabul edilen anlamı dikkate alındığında, kişilik hakkına saldırı oluşturacağını, mahkeme kararı ile beraat etmiş bir kişinin herkesin görüşlerini açıklamaya davet edildiği bir çalıştaya davet edilmesinin eleştirisinin davacının kişilik hakkına saldırılmadan da yapılabileceğini, bu nedenle davanın kişilik hakkına saldırıldığını savunmuşlar ise de, bu görüş kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 22.10.2014 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.