4. Hukuk Dairesi 2019/2067 E. , 2020/237 K.
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi
İLK DERECE
MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 18. Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı ... vekili Avukat ... tarafından, davalı Türkiye Cumhuriyeti Devleti ... (İsrail Devletine izafeten) aleyhine 29/05/2018 gününde verilen dilekçe ile haksız eylem nedeniyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın yargı yolu nedeniyle reddine dair verilen 22/11/2018 günlü karara karşı davacı tarafın istinaf başvurusu üzerine yapılan incelemede; istinaf başvurusunun esastan reddine dair verilen 17/04/2019 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, haksız fiil nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin yardım gönüllülerini taşıyan ... isimli gemi ile Gazze'ye insani yardım götürmek amacıyla uluslararası sularda seyrederken İsrail Devleti silahlı güçleri tarafından uygulanan saldırı nedeniyle yaralandığını, kötü muameleye ve psikolojik işkenceye maruz kaldığını belirterek, davacının maddi ve manevi zararının tazminini, saldırının kınanmasını ve kararın yayınlanmasını talep etmiştir.
Davalı vekili, davanın idari yargıda görülmesi gerektiğini, manevi tazminat istemlerinde fazlaya ilişkin hakların saklı tutulamayacağını, manevi tazminat isteminin sebepsiz zenginleşmeye yol açmaması gerektiğini belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
İlk derece mahkemesince; davanın idari yargı mercinde açılması gerektiğinden yargı yolu bakımından davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Hükme karşı davacı vekili istinaf talebinde bulunmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince; 01/09/2016 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan 6743 sayılı Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşması uyarınca ... olayı ile ilgili tazminatın ödeneceği kişileri, tazminat miktarını ve ödeme biçimini belirleme yetkisinin münhasıran Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine ait olduğu, idarenin bu yöndeki işlemlerine karşı menfaati ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları ile kişilik hakları ihlal edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu’nun 2. maddesi gereğince idari yargıda görülmesi gerektiği gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK'nın 353/1-b,1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir. Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
./..
-2-
Kamuoyunda '...' yahut 'Konvoy Hadisesi' olarak bilinen olay 31/05/2010 tarihinde meydana gelmiş olup Gazze'ye yardım götürmek amacıyla uluslararası sularda seyir halinde olan ... isimli gemiye İsrail Devleti'nin silahlı güçleri tarafından saldırı gerçekleştirilmiştir. Bu saldırı nedeniyle on kişi yaşamını yitirmiş, çok sayıda kişi de yaralanmıştır. Davacı da olay sırasında haksız olarak özgürlüğünden alıkonulduğunu ve insanlık dışı kötü muameleye maruz kaldığını belirterek İsrail Devleti aleyhine eldeki davayı ikame etmiştir.
Dava konusu uyuşmazlık, hangi yargı yolunun caiz olduğu noktasında toplanmaktadır. Konunun çözüme kavuşturulması için Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşmasının ve ilgili mevzuat hükümlerinin incenmesinde yarar vardır.
28/6/2016 tarihinde imzalanan ve Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşması uyarınca; Türkiye ve İsrail Devletleri aşağıdaki hususlarda mutabık kalmışlardır;
“1-İsrail Hükümeti 31 Mayıs 2010 tarihinde yaşanan konvoy (...) hadisesi sırasında yakınlarını kaybeden ailelere tazminat olarak, Türk Hükümeti tarafından açılacak bir hesaba ex gratia 20 milyon Amerikan Doları ödeme yapacaktır.
2-Yukarıdaki meblağ defaten ödenecektir. Türk Hükümeti bu meblağın havale edileceği banka hesabını İsrail Hükümetine diplomatik kanallardan bildirecektir. İsrail, işbu Anlaşma'nın yürürlüğe giriş tarihini takip eden yirmi beş işgünü içinde parayı bu hesaba havale edecektir.
3-Yukarıdaki meblağın dağıtımı, benimsenebilecek dağıtım yöntemlerine uygun olarak, münhasıran Türk Hükümetinin yetkisindedir ve bu konuda İsrail Hükümeti için herhangi bir sorumluluk doğmayacaktır.
4-Türkiye ve İsrail, diğer tarafa veya diğer taraf adına hareket edenlere hukuki veya başka bir sorumluluk yüklemeyecekleri ve bu anlayışın, taraflardan herhangi birinin veya taraflar adına hareket edenlerin cezai veya hukuki sorumluluğu kabul ettiği veya üstlendiği şeklinde yorumlanmayacağı hususunda mutabıktır. Her halükarda, bu anlaşma, İsrail'in, İsrail adına hareket edenlerin ve İsrail vatandaşlarının, Türkiye Cumhuriyeti veya Türk gerçek veya tüzel kişileri tarafından konvoy hadisesiyle ilgili olarak kendilerine yönelik doğrudan ya da dolaylı olarak Türkiye'de yapılmış veya yapılacak her türlü hukuki ya da cezai talebe ilişkin her türlü sorumluluktan tamamen muaf tutulmalarını sağlayacaktır.
5-Herhangi bir Türk gerçek veya tüzel kişisi tarafından veya bu kişiler adına, İsrail Hükümeti veya gerçek veya tüzel kişilerine karşı herhangi bir para talebi öne sürülmesi veya taleplerin sürdürülmesi halinde, yukarıdaki hükümlere bakılmaksızın, İsrail Hükümeti onun adına hareket edenler ve/veya İsrail vatandaşlarının kayıpları, masrafları, hasarları ve/veya harcamaları Türk Hükümeti tarafından karşılanacaktır.
6-Bu Anlaşma, Tarafların, yürürlük için gerekli iç hukuk usullerinin tamamlandığına dair birbirlerine diplomatik kanallardan yaptıkları yazılı bildirimlerden sonuncusunun alındığı tarihte yürürlüğe girecektir...'
Anlaşmanın onaylanmasının uygun bulunduğuna dair 6743 sayılı Kanun 20/08/2016 tarihinde kabul edilerek 01/09/2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmış, aynı anlaşma Bakanlar Kurulu tarafından 07/09/2016 tarihinde onaylanarak 09/09/2016 tarihinde bu kararın Resmi Gazete’de yayımlanması ile yürürlüğe girmiştir.
Anayasanın 90. Maddesi uyarınca; Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./7.mad).
./..
-3-
Anayasanın 142. ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 1. maddesi mahkemelerin görevinin kanunla düzenleneceği hükmüne amirdir.
HMK’nun 2/1 maddesi gereğince, dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın mal varlığı haklarına ve şahıs varlığı haklarına ilişkin davalarda görevli mahkeme aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesine göre idari dava türleri ise;
“a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” olarak sayılabilir.
2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun'un 'İdare Mahkemelerinin Görevleri' başlıklı 5 inci maddesi uyarınca; İdare mahkemeleri, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştayda çözümlenecek olanlar dışındaki: a) İptal davalarını, b) Tam yargı davalarını, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaları, d) Diğer kanunlarla verilen işleri, çözümler.
Bu yasal düzenlemeler ışığında somut uyuşmazlığa bakıldığında,
a-Öncelikle hemen belirtilmelidir ki 28/06/2016 tarihinde imzalanan Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşmasında yargı yoluna veya göreve ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Bu itibarla, yargı yolunun genel hükümler çerçevesinde tespit edilmesi gerekmektedir.
b-Dava dilekçesindeki açıklamalardan, davacının, İsrail Devletinin haksız fiili sonucunda maddi ve manevi olarak vücut bütünlüğünün bozulduğu iddiasına dayandığı anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere, haksız fiil sorumluluğu, TBK 49 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan maddeler uyarınca şahıs varlığının zarar gördüğünü iddia edenlerce açılacak tazminat davalarının HMK’nın 2.maddesi uyarınca adli yargı yerinde görülmesi gerektiği izahtan varestedir. Egemenlik hakkının kullanılması sebebiyle yargı bağışıklığının bulunduğu kabul edilen haller dışında yabancı devletlerin de haksız fiillerinden sorumlu olması gerektiği genel olarak kabul edilmektedir (Yılmaz Altuğ, Devletler Hususi Hukukunda Yargı Yetkisi, İstanbul 1973, s. 55-56; Selçuk Öztek, somut olaya ilişkin olarak hazırladığı hukuki mütalaa, s. 4-7). Görevli yargı yerinin belirlenmesinde, haksız fiili gerçekleştirenin yabancı bir devlet olmasının sonuca bir etkisi bulunmadığına göre aynı nedenle yabancı devlet(ler) aleyhine açılacak davaların da adli yargı yerinde çözümlenmesi lazım geldiği benimsenmelidir. Zira, yabancı devletlerin haksız fiilden ve genel olarak özel hukuk ilişkilerinden doğan borçları bakımından kural olarak adli yargı görevlidir (Selçuk Öztek, aynı mütalaa, s. 25).
c-Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail devleti arasında tazminata ilişkin usul anlaşması gereğince Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, İsrail Devleti adına hareket edenler ve/veya İsrail vatandaşlarının ... (... hadisesi) olayından kaynaklanan tazminatları ifa sorumluluğunu üstlenen üçüncü kişi konumundadır. Anlaşma ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin davaya konu olaydan kaynaklı sorumluluğu üstlenmesi borcun kaynağının ./..
-4-
niteliğini dolayısıyla görevli yargı yolunu değiştirmez. Buna göre, hem İsrail Devletinin haksız fiil faili olarak doğrudan hem de tazminat sorumluluğunu üstlenmesi boyutu itibari ile İsrail Devletine izafeten Türkiye Cumhuriyeti Devleti Maliye Hazinesinin hasım olarak gösterilmesi ve bu çerçevede davanın sonuçlandırılması gerekir.
d-İdari yargının görevli olacağını ilişkin görüşlerin irdelenmesine gelince, idari yargının görev alanı 2577 sayılı İYUK’un 2 maddesi ile 2576 sayılı Kanunun 5 maddesi ile belirlenmiştir. Bu davalar idari yargının görev alanını belirlemektedir. Bir başka deyişle idari yargının görev alanı bu dava türleri ile sınırlıdır. Aksi halde açılan davaya idari yargı yerlerinde bakılamaz. Dava konusu alacağın kaynağı ne Türkiye Cumhuriyeti Devleti idaresinin bir idari eylemi, ne de bir idari işlemidir. Öte yandan, dava konusu uyuşmazlık tazminatın ödeneceği kişiler, tazminat miktarı ve ödeme biçimini belirleme yetkisine ve idarenin bu yöndeki işlemlerine ilişkin de değildir. Her ne kadar, gerek davalı idarenin savunmalarında gerekse mahkeme kararlarının gerekçelerinde olay ile ilgili tazminatın ödeneceği kişileri, tazminat miktarını ve ödeme biçimini belirleme yetkisinin münhasıran Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine ait olduğu, idarenin bu yöndeki işlemlerine karşı menfaati ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları ile kişilik hakları ihlal edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesi gereğince idari yargıda görülmesi gerektiği belirtilmiş ise de, olayda yaralananlar ve/veya kötü muameleye maruz kalanlar için anılan anlaşmada bu yönde herhangi bir düzenleme bulunmadığı açıktır.
e-Herhangi bir kanunda, tereddütsüz bir şekilde idari tasarruflara karşı zorunlu bir idari başvuru yolu (İYUK m. 10, m.11) öngörülmüş değilse, ilgililerin idareye veya yargı yoluna başvuru konusunda seçimlik hakka sahip olduğu kabul edilmelidir. (Cengizhan Hatipoğlu, İdari Merci Tecavüzü ve Dört Gri Alan, TAAD, Yıl:6, Sayı 21 Nisan 2015,sf 359 vd) Diğer bir deyişle, idareye başvurulması kural olarak zorunlu değildir, isteğe bağlıdır. Somut olayda, idarenin şu aşamada tesis ettiği bir idari işlem ve eylem olmadığı gibi, idareyi işlem yapmaya zorlamaya yönelik karar tesisi de doğru değildir. Uyuşmazlık, İsrail devleti, İsrail devleti adına hareket edenler veya İsrail vatandaşları tarafından yapılan haksız fiillerden kaynaklı bir tazminat istemine ilişkin olduğundan bu aşamada tazminat istemine yönelik idareye başvurulması ve daha sonra tesis edilen işleme göre idari yargı yerlerinde dava açılması söz konusu değildir.
f-Son olarak ifade edilmelidir ki, aynı olaya ilişkin olarak başka bir davacı tarafından açılan davada, Uyuşmazlık Mahkemesi 25/11/2019 gün, 2019/529-2019/767 sayılı kararında; ‘‘Olayda, uyuşmazlığın tazminatın ödeneceği kişiler, tazminat miktarı ve ödeme biçimini belirleme yetkisine ve idarenin bu yöndeki işlemlerine ilişkin olmadığı, nitekim dosya içindeki bilgi ve belgelerde de idarenin bu yönde yapılmış bir işleminin yer almadığı gözetilerek, Türkiye Cumhuriyeti'nin yalnızca tazminat davasında belirlenen miktarın İsrail Devletine izafeten ifa edilmesi sorumluluğunu üstlendiği açıktır. Bu durumda, İsrail Devletinin haksız fiilinden kaynaklı tazminat isteminin kaynağının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 2. Maddesinde belirtilen idarenin eylem ve işlemlerinden kaynaklanmaması nedeniyle, uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargı yerlerine ait olduğu görülmektedir.’’gerekçesi ile adli yargı yerinin görevli olduğunu benimsemiştir. Hiç şüphesiz, Uyuşmazlık Mahkemesi kararları sadece ilişkin oldukları dava bakımından bağlayıcıdır. Ancak aynı uyuşmazlık bakımından farklı yargı kollarının görevli kılınmasının meydana getireceği sakıncanın giderilmesi, ülke çapında yeknesak uygulamanın sağlanması ve aynı olaydan kaynaklanan davaların Uyuşmazlık Mahkemesine taşınarak yargılamaların uzamasına sebebiyet verilmemesi ve bu suretle adil yargılanma hakkının örselenmemesi de son derece önemlidir.
./..
-5-
Açıklanan tüm bu sebeplerle; davacının, İsrail Devletinin haksız fiil sebebiyle sorumluluğuna dayandığı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin özel hukuktan kaynaklanan bu haksız fiil bakımından 3. kişi durumunda bulunduğu, tazminat isteğinin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde belirtildiği şekliyle idarenin herhangi bir işlem ve eyleminden kaynaklanmadığı gibi tazminatın ödeneceği kişiler, tazminat miktarı ve ödeme biçiminin belirlenmesi yetkisine ve idarenin bu yöndeki işlemlerine yönelik de olmadığı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yalnızca tazminat davasında belirlenen miktarın İsrail Devletine izafeten ifa edilmesi sorumluluğunu üstlendiği, somut olay bakımından kanunlarla düzenlenmiş ve miktarı belli, idarece kendiliğinden ödenmesi gereken bir alacaktan henüz bahsedilemeyeceği, alacakların miktarının ancak tazminat davalarının sonuçlanmasına göre tespit edilebileceği, hukuki istikrar ve içtihat birliği bakımından da adli yargının görevli olmasının benimsenmesi gerektiği gözetilerek işin esasının incelenmesi gerekirken, bu yön nazara alınmaksızın yargı yolu caiz olmadığından bahisle görevsizlik kararı verilmiş olması doğru değildir. Bu sebeple bölge adliye mahkemesi kararının kaldırılması ve ilk derece mahkemesi kararının bozulması gerekir.
SONUÇ: Temyiz edilen Bölge Adliye Mahkemesi kararının yukarıda açıklanan nedenlerle HMK 373/1. maddesi gereğince kaldırılmasına ve İlk Derece Mahkemesi kararının HMK 371. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 23/01/2020 gününde oy çokluğuyla karar verildi.
(M)
KARŞI OY YAZISI
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve istinaf incelemesinin, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılıp karar verilmiş olmasına, dava şartları, delillerin toplanması ve hukukun uygulanması bakamından da hükmün bozulmasını gerektirir bir neden bulunmamasına göre yerinde olmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün HMK'nun 370/1. maddesi gereğince onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum. 23/01/2020