19. Ceza Dairesi 2015/10749 E. , 2016/13743 K.
MAHKEMESİ :Sulh Ceza Mahkemesi
SUÇ : 7201 Sayılı Kanuna Aykırılık
HÜKÜM : Mahkumiyet
Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Sanığın yokluğunda verilen hükmün daha önceden usulüne uygun olarak yapılmış bir tebligat bulunmayan adreste 7201 sayılı Kanun'un 35.maddesine göre tebliğ edildiği ve tebligatın usulsüz olduğu cihetle, temyiz talebinin reddine ilişkin aynı mahkemenin 25.04.2012 gün ve aynı sayılı ek kararı kaldırlarak, 09.12.2011 tarihli asıl karara yönelik temyiz isteminin incelenmesinde;
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Bildirilen adrese gönderilen tebligatın kime tebliğ edildiğinin belirlenmesine yönelik tebligat evrakının aslı yada onaylı suretinin temin edilerek sanığın hukuki durumunun takdir edilmesinin gerektiğine dair eksik kovuşturma yapıldığına ilişkin, Üye ...'ın karşı oyu ve oyçokluğuyla belirlendikten sonra uyuşmazlığın esasına girilerek yapılan incelemede;
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre,
Yükletilen suçun sanık tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,
Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanun'da öngörülen suç tipine uyduğu,
Cezanın kanuni bağlamda uygulandığı,
Anlaşıldığından, sanık ve müdafinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görülmediğinden, tebliğnameye aykırı olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKMÜN ONANMASINA, 23/03/2016 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Sayın Çoğunluk ile aramızdaki uyuşmazlık; katılanın MERNİS adresi olan fakat fiilen oturmadığı adresin sanık tarafından tebligat adresi olarak bildirilmesinin atılı Tebligat Kanunu’na aykırılık fiilini oluşturup oluşturmayacağına ilişkindir.
Hukuk devleti denilince ilk olarak hukuk güvenliği ilkesi akla gelmektedir. Bilindiği üzere hukuk güvenliği ilkesi vatandaşların hukuki güvenlik ortamı içinde yaşadığı yönetim biçimlerini ifade etmektedir. Bireyler hakkındaki hukuki sonuçlar doğurucu işlemlerinin ilgilisine bildiriminin gerekliliği hukuk devleti ilkesinin açık bir zorunluluğudur. Bu anlamda Anayasa’nın (AY) 40. maddesinde “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” ilkesine yer verilmiştir. Devletin belirtilen anayasal yükümlülüğünü yerine getirmesinin yegane aracı ise tebligattır.
Bireylerin yapılan hukuki işleme karşı kanuni başvuru haklarının kullanılmasına imkân sağlanması, hukuki güvenlik ilkesinin hayata geçirilmesi bakımından hayati bir öneme sahiptir. Bu bağlamda AY’nın 40. maddesindeki “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” hükmü temel bir güvence olarak dikkat çekmektedir. Diğer taraftan, bireylerin yürütülen hukuki işleme karşı gerekçelerini ileri sürerek kanuni başvuruda bulunması, AY’nın 36. maddesi ile teminat altına alınmış olan hak arama özgürlüğünün kullanılmasıdır. Hak arama özgürlüğünün hayata geçirilmesinin vazgeçilmez unsuru da bireylerin kendilerini ilgilendiren hukuki işlemlerden zamanında ve doğru bilgilendirilmelerinin sağlanarak hak aramaya elverişli hukuki iklimin yaratılmasıdır. İşte bu iklimi oluşturabilmenin ilk ve vazgeçilmez şartının sağlıklı bir tebligat sisteminin varlığı olduğu kuşkusuzdur.
Yüklenen önem sebebiyle anayasal olarak da güvence altına alınmış olan tebligatın muhatabına (doğru kişiye) ve zamanında ulaştırılamaması sebebiyle telafisi güç hatta imkânsız denilebilecek hak kayıpları ortaya çıkabilecektir. Öte yandan, davaların mümkün olan süratle ve en az giderle sonuçlandırılması, anayasal bir yükümlülük olduğu (AY md. 141/4) gibi adil yargılanma hakkının da bir gereğidir. Konuya bu yönüyle bakıldığında ülkemizde adalet sistemi tebligatların zamanında ve muhataplarına ulaştırılamaması sebebiyle ciddi sorunlar yaşamaktadır. Bu bağlamda, bir taraftan bireyler yönünden ciddi hak kayıpları ortaya çıkabilmekte, diğer yandan tebligatların süratli gerçekleştirilememesi nedeniyle davaların sürüncemede kalmasına yol açılabilmektedir.
Tebligatın zamanında yapılması, kişilerin hak arama özgürlüğünün hayata geçirilmesi için gerekli süreye ve araçlara sahip kılınması anlamında da önemlidir. Adalet Sistemimizde sanıklara, mağdurlara, davalılara, tanıklara ulaşmakta maalesef güçlük çekilmektedir. Özellikle Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi (MERNİS) ve Adres Kayıt Sistemi (AKS) projeleri hayata geçirilmeden önce Adalet Sistemimizde davaların taraflarına ulaşmak konusunda ciddi problemler yaşandığı acı bir gerçekliktir. Gerçekten, ülkemizde muhakemenin uzamasının temel sebeplerinden birisinin de kişilere fiziki tebligat sistemiyle ulaşılamamasıdır. Bu bağlamda, davaların süratle sonuçlandırılmasında tebligat işleminin önemi gözetildiğinde, MERNİS sisteminin benimsenmesinin davaların makul sürede bitirilmesine ve adil yargılanma ilkesinin hayata geçirilmesine önemli katkılar sağlayabileceği kuşkusuzdur.
Tebligatın, teslim, bilgilendirme ve belgelendirme fonksiyonları bulunmaktadır.1 Tebliğe konu oluşturan hukuki işleme ilişkin evrakın muhataba veya onun adına tebliği almaya yetkili olan kimselere fiziken teslim edilmesi; böylelikle bu hukuki işlemle ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve nihayet bu hususların belgelendirilmesi ile belirtilen fonksiyonlar yerine getirilmiş olmaktadır. Bir tebliğ işleminin hukuka uygunluğu ve güvenceli olup olmadığı söz edilen fonksiyonları gerçekleştirmesi itibariyle değerlendirilir. Belirtilen üç fonksiyon da kuşkusuz hukuk güvenliğinin sağlanmasına ve adil yargılanma hakkının gerçekleşmesine hizmet etmektedir.
Somut uyuşmazlık, katılanın gerçekte oturmadığını belirttiği ancak MERNİS sisteminde kayıtlı adrese yapılan tebliğin sanık tarafından kötüniyetle bu adrese yapıldığı iddiasına dayanmaktadır. Katılan 15.03.2010 tarihinde ...Nüfus Müdürlüğüne müracaatla, adresini tebliğin yapıldığı yere naklettirmiştir. Bu adresteki taşınmaz katılan tarafından satın alınmış ancak sanığın babası oturmaktadır. MERNİS sistemine yapılan adres beyanı hukuk düzeninde özünde bir “irade beyanı” olup; bu beyanda bulunan kişi bildirdiği adreste oturduğunu, bu adrese yapılacak tebligatların kendisine ulaşacağını bizzat bildirmektedir. Hukuk güvenliği ilkesi gereği, sağlıklı irade beyanlarına itibar edilmesi bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Kendi bildirdiği ve MERNİS sistemine bizzat kaydettirdiği adresin gerçekte kendi adresi olmadığını iddia eden katılanın iddiası hakkın kötüye kullanılması yasağı kapsamındadır. Hukuk düzeninin böyle bir iddiayı koruması da tabii ki düşünülemez. Bu itibarla, katılanın hukukça korunan bir hak iddiasına dayanmayan ve dürüstlük kuralına da aykırı olan iddiasına hukuken koruma sağlanamaz.
Açıklanan nedenlerle Sayın Çoğunluğun mahkumiyet hükmünün onanmasına dair görüşüne katılamıyorum.
KARŞI OY
Sanık ... hakkında; ...(...) Sulh Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda; 09/12/2011 gün, 2011/66 E-2011/1168 K sayılı karar ile 7201 sayılı Kanunun 53/1, 5237 sayılı TCK'nın 62, 50/1-a ve 52 Maddeleri uyarınca 3.000 TL Adli Para Cezasına hükmedilmiştir.
Bu karara karşı sanık ve müdafi tarafından süresinde açılan temyiz davası üzerine, Yargıtay Yüksek 19. Ceza Dairesi tarafından yapılan inceleme sonucunda, 23/03/3016 gün, 2015/10749 E sayılı ilam ile yerel mahkeme tarafından verilen mahkumiyet kararının ONANMASINA karar verilmiştir.
Yargıtay Yüksek 19.Ceza Dairesinin 23/03/2016 tarihli kararına konu edilen eylemde maddi gerçeğin daha iyi anlaşılabilmesi için incelemeye konu ... (...) ... Sulh Ceza Mahkemesinin 2011/66 E sayılı dosyasının ana hatlarıyla belirlenmesi gerekmektedir.
1-)Katılan ..., 15/03/2010 tarihinde ... Nüfus Müdürlüğüne müracaat ederek, adresini kendisi tarafından satın alınan ancak sanığın babasının oturduğu evin bulunduğu adrese naklettirdiği tespit edilmiştir.
2-)Sanığın kardeşine ait daireyi vekaleten katılana sattıktan sonra, katılan ile aralarında imzalanan sözlemeye aykırı davranıldığından bahisle katılan hakkında başlattığı icra takibinin; katılan tarafından satın alınan ancak sanığın babasının oturduğu evin bulunduğu adrese tebligat çıkarılarak; takibin kesinleştirildiği anlaşılmıştır.
Temyiz incelemesine konu eylemin ana hatlarıyla belirlenmesinden sonra; yerel mahkeme tarafından verilen mahkumiyet hükmünün temyiz incelemesi yapan Yargıtay Yüksek 19. Ceza Dairesinin “ ONAMA” kararına aşağıda arz ve izah edilecek sebeplerle iştirak edilmemiştir.
İtiraza konu uyuşmazlığın daha iyi anlaşılabilmesi için 7201 sayılı Tebligat Kanunun amacının Yargıtay Hukuk Dairelerinin kararlarından yararlanılarak belirlenmesinden sonra, Türk Ceza Kanununun amacı ve kanunilik ile irtibatlandırılarak somut olayın irdelenmesi gerekmektedir.
Tebligat “hukuksal bir işlemin ilgili kimsenin bilgisine sunulması için yetkili makamın yasaya ve usule uygun bir biçimde yazı ile veya ilan yoluyla yaptığı belgeleme işlemi” şeklinde tanımlanabilir. Tebliğ mazbatası,tebliğin ne zaman,nerede ve kime yapıldığını ispatlayan belgedir.
(Yargıtay Yüksek 1.HD 15.09.1998 T. E.1998/6407 K.1998/9124 ) sayılı ilamında;
Tebligat,bilgilendirme yanında,belgelendirme özelliği ile bulunan bir usul işlemidir. Bu nedenle tebligat ile ilgili 7201 sayılı tebligat kanunu ve tebligat tüzüğü hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve tüzüğün amacı,tebliğin muhatabına ulaşması,konusu ile ilgili olarak kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususun belgeye bağlanmasıdır., hal böyle olunca kanun ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntısına kadar uygulanması zorunludur.
(Yargıtay Yüksek Hukuk Genel Kurulu 28.05.2003 T. E.2003/1-388 K.2003/372)” sayılı ilamında;
“Tebligat, kendisine tebligat yapılacak kimsenin bilinen en son adresinde yapılacaktır.(m.10) Genel olarak adres, bir kişinin oturduğu veya çalıştığı yeri göstermeye yarayan bilgilerin tamamı olarak tarif edilebilir. Adres kavramına, ikametgah,mesken,işyeri de girer. Buna göre, kanun “adreste tebligat” ilkesini benimsemiştir. Bilinen en son adresin tespit edilmesi ise çeşitli şekillerde olabilir. Örneğin, tebligatı alacak kişi memursa ve esnaf ise adreslerini mensubu oldukları teşkilatlardan,avukatların adreslerini barodan, Adliye Bakanlığından,askerse Askerlik şubesinden sorarak öğrenilebilir. (Teb.Tüz.m.13)
Tebligat Kanunun 53 maddesinde, tebligat yapılması gereken hallerde bir kimsenin kendisine veya başkasına ait isim veya adresi yanlış olarak bildirmesinden söz edilmesine karşın, katılan tarafından bizzat resmen nakledilen adrese tebligat yaptırılmasından bahsedilmemiştir. Bu nedenle yukarıda özet olarak açıklanan sorunun “Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz” kuralının sınırları içerisinde kalmak kaydıyla Ceza Hukukunun izin verdiği ölçüde yorum kuralları ile bağdaştırmak suretiyle çözümü gerekmektedir.
5237 Sayılı TCK.nun 2. maddesinde: Özet olarak “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez. Kanunda yazılı cezalardan başka bir ceza ile de kimse cezalandırılamaz” denilerek kanunilik ilkesi özelikle vurgulanmak istenmiştir.
“Kanunsuz suç ve ceza olmaz” kuralı Türk Ceza Hukukunda, Devlet ve Yargıç karşısında bireylerin “Kamu Hakları”nın güvencesidir.
Öğretide değerini koruyan bu kural, Anayasamızın (Mad.38) ilkeleri arasına girmiş ve 5237 sayılı TCK.nun 2. Maddesinde de açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu hükmün 2. Maddede yer alması bile, kurala verilen önemi gösterir.
Kanunun 2 maddesindeki “açıkça” kelimesi Türk Ceza Hukukunda “kıyaslama”nın yasaklandığını gösterir.
Kanunsuz ceza olamayacağından, suçun cezasının belirlenmiş olması suçluların cezalandırılmasında şarttır.
Bir fiili suç saymak ve cezalandırmak yetkisinin yalnız kanuna tanınması bireylere özgürlüklerinin sınırı hakkında bilgi verir. Bireyin, nelerin ne kadar yasak olduğunu bilmeye hakkı vardır. Bu hakkını kullanan birey yasak olanı yapmaktan çekinmek, yasak olmayanı yaparken de korkusuz hareket etmek imkanını kazanır. Kanun Kuralına gerçek anlamını kanun koyucunun iradesi verir. Kanunun iradesi kanun koyucunun subjektif iradesi değildir. Yazılı formül içinde ifade edilmiş objektif irade, kanunun iradesini oluşturur. Kanunun iradesini gösteren formül zorunlu olarak genel ve soyut olacağından, kuralın önce içeriğini ve anlamını belirtmeden, iradenin somut olaylara uygulanmasına imkân yoktur. Pozitif hukuk, yorum faaliyetlerinin sınırını oluşturur.
Somut olayımızda ise sanık tarafından yanlış adres bildirilmediği gibi bizzat katılanın, adresini kendisinin satın aldığı ancak sanığın babasının oturduğunu bildiği evin bulunduğu adrese naklettiği konusunda herhangi bir uyuşmazlık mevcut değildir. Tebligat Kanunun 53 maddesinde, tebligat yapılması gereken hallerde bir kimsenin kendisine veya başkasına ait isim veya adresi yanlış olarak bildirmesine yer verilmesine karşın, katılan tarafından bizzat resmi olarak nakledilen adrese tebligat yapıtırılmasını da dahil etmek Türk Ceza Hukukunun kabul etmediği kıyas yöntemini Ceza Hukukuna dahil etmek olur ki, bunun kanun koyucunun iradesine aykırı olacağı açıktır. Zira Kanun koyucu, genel gerekçede iradesini açıkça ortaya koymuştur. Özellikle sanık aleyhine getirilen hükümlerin hiç bir tereddüde yer vermeyecek şekilde kanunda açıkça belirtilmesi gerekir. Bu kural Türk Ceza Kanunun 2. Maddesi ile hüküm altına alınan ve Anayasa hükümleri arasında da yer bulan suçların kanuniliği prensibinin doğal bir sonucudur.
Tebligat kanunun yukarıda içtihatlarda benimsenen amacının belirlenmesinden sonra, şimdi de ceza kanunun amacı ile irtibatlandırılması gerekmektedir.
Çağdaş ceza hukukunun ve bunun ifadesini oluşturan ceza kanununun amacı; hukuk devleti, kusur ve hümanizm gibi evrensel ilkelere dayalı olarak, insan onurunu, bireyin hak ve özgürlüklerini korumak, suçluyu sosyalleştirip tekrar topluma kazandırmak ve aynı zamanda bireyi ve toplumu suça karşı korumaktır.
5237 sayılı TCK'nın 1. maddesinde Ceza Kanununun amacı; “Kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir” şeklinde açıklanmıştır. Görüldüğü gibi suç işlenmesini önlemek Ceza Kanunu’nun en önemli amaçlarından biridir. Tebligat kanunun amacının özet olarak bilgilendirmek ve belgelendirmek olarak belirlenmesinden sonra Tebligat Kanunun 53 maddesi bağımsız bir suç olarak düzenlenirken, usulsüz tebligat ile hukuki açıdan sonuç doğuran işlemlerin tesisi engellenmek istenmiştir. Zira bazen kasıtlı bazende yanlışlık sonucu usulsüz olarak yapılan tebligatlarla çok önemli hukuki işlemlerin tesis edildiği bilinen bir gerçektir. Somut olayımızda usulsüz tebligatın önlenmesi için hiç bir çabası olmayan katılanın, bizzat sanığın babasının oturduğu eve adresini resmen nakletmek suretiyle usulsüz tebligatın gerçekleşmesine katkıda bulunduğu (adres değişikliğini bildirmeme, oturmadığı adrese kendi adresini nakletme gibi) tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Ayrıca katılan tarafından; bildirilen adrese yapılan tebligatın geçersiz olacağını sanığın bildiğine dair savunmasının aksini ispatlayan şüpheden arındırılmış kesin kanıtlar da elde olunamamıştır.
Yukarıda arz ve izah edilen gerekçelerle yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükmünün ONANMASINA; ilişkin Yargıtay Yüksek 19. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğunun görüşüne iştirak edilmemiştir.