Ceza Genel Kurulu 2014/223 E. , 2014/388 K.
Mahkemesi : BAKIRKÖY 7. Ağır Ceza
Günü : 17.10.2012
Sayısı : 314-342
Kasten yaralama suçundan sanık Ö.. L..'nin eyleminin kasten öldürme suçuna teşebbüs oluşturabileceğinden bahisle Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesince 10.06.2010 gün ve 705-1119 sayı ile verilen görevsizlik kararı ile dosyanın gönderildiği Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesince 10.12.2010 gün ve 278-342 sayı ile verilen, sanığın kasten öldürme suçuna teşebbüsten 5237 sayılı TCK'nun 81/1, 35/2, 29, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin hükmün sanık müdafii ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 07.06.2012 gün ve 4738 - 4716 sayı ile;
“..Yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Oluşa ve dosya kapsamına göre, sanık ile mağdurun tanışık oldukları, olay günü sanığın, mağdurun kaldığı çadırın yanında ateş yakıp içki içtiği sırada mağdurun, sanığa yangın çıkabileceğini söyleyerek ateş yakmaması için uyarıda bulunduğu, bir süre sonra sanığın mağdurdan borç para istediği, mağdurun veremeyeceğini söylemesi üzerine bıçakla birden fazla vurarak öldürmeye teşebbüs ettiği olayda, mağdurdan kaynaklanan ve haksız tahrik oluşturan söz ve davranış bulunmadığı halde, olaydan sonra beş ay firar edip, suçu işlemediğini belirten sanığın, yargılama aşamasında mağdurun taş atması nedeniyle tahrik altında eylemi gerçekleştirdiği yönündeki savunmasının inandırıcı olmadığı ve cezadan kurtulmaya yönelik olduğu anlaşılmakla, haksız tahrik hükümleri uygulanmak suretiyle eksik ceza tayin edilmesi' isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 17.10.2012 gün ve 314-342 sayı ile;
“...Mahkememizce, sanığın kasten öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılmasına yol açan olaya ilişkin olarak, sanığın mağdurun kendisine taşla vurduğu ve suça konu eylemi bu haksız fiilin etkisi altında işlediği yolundaki savunmasına itibar olunarak olaya dair değerlendirme yapılmıştır.
... Toplanan deliller ve tüm dosya kapsamı itibarıyla; olay yerinde sanık ve mağdurdan başka kimsenin olmamasına, dolayısıyla bir görgü tanığı bulunmamasına nazaran mahkemece olayın gerçekleşme biçimine ilişkin kabul oluşturulurken mağdurun ya da sanığın olayı anlatım biçiminin diğer yan delillerle birlikte değerlendirilerek bir sonuca ulaşılması gerektiği şüphesizdir.
Olay 01.12.2009 tarihinde gerçekleşmiştir ve aynı gün mağdur hastahaneye kaldırılmıştır. İfadesini almak için mağdurun bulunduğu Bakırköy Devlet Hastanesine giden güvenlik görevlilerince, '...tedavi süreci devam ettiğinden, şahsın alkollü olduğundan ifadesinin tam ve sağlıklı alınamadığına...' dair 01.12.2009 tarihli saat 03.20 ibareli tutanak tutulmuş; yine, dosya içinde mevcut Küçükçekmece Emniyet Müdürlüğünce Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan 02.05.2010 tarih ve no.2691 sayılı yazı içeriği ile mağdurun 08.01.2010 tarihli ifadesine göre, mağdurun olaya ilişkin ilk ifadesi olaydan yaklaşık 13 gün sonra 14.12.2009 tarihinde Sefaköy Polis Merkezinde alınmıştır. Dolayısıyla mağdurun da olayın hemen sonrasında sıcağı sıcağına alınmış bir beyanı bulunmamaktadır.
Sanık C.. Y.. 01.05.2010 tarihinde yakalanmış, olayı tamamen inkar ettiği soruşturmaya safhasında vermiş olduğu ifadesinden sonra Küçükçekmece 1. Asliye Ceza Mahkemesinde ve mahkemiz huzurunda alınan savunmasında mağdurun kendisine taş ile vurduğuna ilişkin savunmada bulunmuştur.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, ceza yargılaması hukukunda geçerli olan ve mevzuatımızda yazılı olarak hükme bağlanmamış bulunmakla birlikte öğretide ve uygulamada tartışmasız kabul edilmiş bir ilkedir. Birçok durumda uygulanma kabiliyeti olan ve uygulaması bulunan bu ilkenin suçun ispatına, manevi unsura, suçun indirim sebeplerine, hukuka uygunluk sebeplerine, haksız tahrike ilişkin olarak bütün bu ve benzeri durumlarda şüphenin varlığı halinde eğer mahkeme kesin bir kanaate varamıyor ise uygulanması mümkün bulunmaktadır. Tüm bu durumlarda şüphenin sanık lehine yorumlanması ve buna bağlı olarak hüküm kurması gerekmekte olup;
Mahkememizce yargılanma konusu yapılan olayda, sanığın 'mağdurun kendisine taş ile vurduğu ve kendisinin de bundan sonra suça konu eylemi gerçekleştirdiği' yolundaki savunması, her ne kadar mağdur tarafından doğrulanmasa da, sanığın olaydan beş ay sonra ele geçmesi ve ilk önce suçunu kabul etmemesi, duruşma sırasında bu iddiada bulunması nedeniyle bu savunmanın inandırıcı bulunmaması gerekçesinin, olaydan dolayı ağır bir şekilde yaralanması nedeniyle duyabileceği kızgınlıktan ötürü veya kendisinin de zarar görebileceği düşüncesiyle ya da sair sebeplerle olaydan yaklaşık 13 gün sonra ifadesi alınan mağdurun kendisi tarafından gerçekleştirilen ve haksız fiil niteliğinde olan eylemini söylemeyebileceği gözetilerek değerlendirilmesi halinde ortada şüpheli bir durumun bulunduğu, bu noktada ise tüm dosya kapsamına göre sanığın eylemi sonucu yaralanan mağdurun soyut iddiası dışında aksini gösterir dosya kapsamına yansıyan herhangi bir delil bulunmadığı dikkate alınarak sanık savunmasına mı yoksa mağdurun iddiasına mı itibar edileceği hususunun önem kazandığı düşünülmekle;
Hiç bir görgü tanığı olmayan olayda, yargılamanın başından hüküm verinceye kadar dinlenilen sanık, mağdur ile olayın meydana gelişi ve gelişime etki eden olgular, mahkememizce görülmüş, gözlenlenmiş ve bu hususta yerel mahkeme olarak yargılama yapmanın getirdiği avantaj da kullanılarak, takdiren aksi ispat olunamayan sanık savunmasına itibar olunmak suretiyle haksız tahrikin konusu olan eylemin mevcudiyeti hakkında kanaat ve sonuca ulaşılmıştır...” gerekçesi ile ilk hükümde direnilmesine karar vermiştir.
Bu hükmün de Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istekli 28.03.2014 gün ve 161428 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Suçun sübutu ve nitelendirilmesine ilişkin bir uyuşmazlık ve bu kabulde dosya kapsamı itibarıyla da bir isabetsizlik bulunmayan somut olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında 5237 sayılı TCK'nun 29. maddesi uyarınca haksız tahrik hükümlerinin uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
01.12.2009 tarihinde saat 02.30 da düzenlenen olay tutanağına göre; bıçakla yaralama olayı olduğu yönünde bilgi edinilmesi üzerine olay yerine gidildiğinde, Menekşe Sokak 55 numaralı ikamet önünde kaldırımda oturan ve aşırı kanaması olan katılan Cemal'in görüldüğü, kendisini yaralayan şahsın 'Ömer' olduğunu belirttikten kısa bir süre sonra bilincinin kapandığı ve 112 acil ekip görevlileri ile hastaneye sevkinin sağlandığı, çevredeki sakinler tarafından katılanın yaklaşık 100 metre ileride yeralan boş arazideki metruk bir mekanda kaldığı, her akşam birkaç kişi ile birlikte alkol aldığı belirtilince, kan izleri de takip edilerek olay yerine ulaşıldığında, yerde birkaç kişinin oturabileceği şekilde taşlardan oluşan oturma yeri, sönmek üzere bulunan ateş ve dört bira kutusu olduğunun görüldüğü,
Aynı gün Bakırköy Devlet Hastanesi güvenlik görevlilerince; ''...tedavi süreci devam ettiğinden, şahsın alkollü olduğundan ifadesinin tam ve sağlıklı alınamadığına...'' dair tutanak tutulduğu, olay günü alkollü olduğu belirlenen katılanın ondan fazla bıçak darbesi ile göğüs bölgesinden yaralanması nedeniyle 13 gün yoğun bakımda kaldığı, ilk ifadesinin 14.12.2009 günü alınabildiği,
Katılanın adını verdiği sanık Ö.. L..'nin yakalanması için çalışmalara başlandığı, olaydan 7 gün sonra mahalle muhtarlığındaki kaydını Kocaeli'ye naklettirdiğinin belirlendiği, hakkında yakalama emri çıkarıldıktan sonra suç tarihinden 5 ay sonra olacak şekilde 1 Mayıs 2010 günü yakalandığı,
Anlaşılmaktadır.
Katılan aşamalarda tutarlılık gösterecek şekilde; sokaklarda üç tekerlekli arabası ile çöp ve kağıt toplayarak geçimini sağladığını, ikameti olan .... Sokak no: 36 adresindeki evini belediye yıktığından dolayı aynı yerde çadır kurduğunu, suç tarihinde de kağıt topladıktan sonra saat 20.00 sıralarında çadırın olduğu yere geldiğini, mahalleden tanıdığı ve zaman zaman bir araya gelip alkol aldığı sanık Ömer'i çadırının yanında ateş yakmış ve bira içerken gördüğünü, selam verdikten sonra 'Ateş yakma, polis kızıyor' diye söylediğini, onun da polislere küfrettiğini, ardından '1.000-1.500 Lira para bulacaksın, taze mal geldi' dediğini, esrardan bahsettiğini anlayıp para bulma ihtimalinin olmadığını söyleyince; 'Git, Yaşaroğlu Kuyumcuya git, ondan alamazsan başkasından al' dediğini, Yaşaroğlu Kuyumcunun sahibinin dayısının oğlu olduğunu, yeniden 'Ömer, bu parayı benim kimseden bulma imkanım yok' şeklinde söylemesi üzerine sanığın ayağa kalkarak cebinden çıkardığı bıçak ile üç dört kere kalbinden olmak üzere vücudunun çeşitli yerlerinden kendisini yaraladığını, sanığın savunmasında iddia ettiği gibi olay günü elinde bıçak olmadığını ve sanığın kafasına taşla vurmasının da söz konusu olmadığını beyan etmiş,
Sanık Ö.. L.. kolluk görevlilerince ve sorgu hakimliğince alınan ifadelerinde; mahalleden tanıdığı katılanla ara sıra alkol aldıklarını, ancak 2008 yılında evlendikten sonra pek görüşmediklerini, sadece selamlaştıklarını, olay tarihinde nerede olduğunu hatırlamadığını, ancak kesinlikle katılanı bıçaklamadığını belirtmiş, buna karşın Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesinde; olay günü işten eve dönerken katılanla karşılaştığını, alkollü olan katılanın içki parası istediğini, parasının olmadığını söyleyince kolundan çekip elinde bulunan bıçakla üzerine hamle yaptığını, eline vurup bıçağı düşürdüğünü, fakat bıçağı almak için yere eğildiği sırada katılanın bu kez eline geçirdiği bir taşla kafasına vurduğunu, darbenin etkisiyle yere düştüğünü, ardından üzerine çıkıp boğazını sıkmaya başladığı sırada kendisini korumak için yerden aldığı bıçakla katılanı yaraladığını, öldürme kastının olmadığını beyan etmiş, yerel mahkemede ise; saat 20.00 sularında eve giderken alkollü olan katılanın önüne geçerek kendisinden şarap parası istediğini, para veremeyince kolundan tutup çektiğini, elinde ufak bir çakı olduğunu görünce katılana tekme ile vurduğunu, çakının yere düşmesi nedeniyle almak için eğildiğinde, katılanın yerden taş alıp kafasına vurduğunu, başının üst tarafından yaralanarak yere düştüğünü, katılanın bu defa üzerine çıkıp boğazını sıkmaya başladığını, yerden eline geçirdiği çakıyı rastgele salladığını, neresine değdiğini bilemediğini, canı yanan katılanın üzerinden kalkıp kaçtığını, kendisinin de olayın şoku ile oradan ayrıldığını savunmuştur.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun Birinci Kitap, İkinci Kısımda, “Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler” başlıklı İkinci Bölümde yer alan 'Haksız tahrik' 29. maddede;
“Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir” şeklinde, ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak hüküm altına alınmıştır.
5237 sayılı TCK'nda tahrikle ilgili olarak, 765 sayılı TCK’nda yer alan ağır tahrik-hafif tahrik ayırımına son verilmiş ve tahriki oluşturan fiilin, somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından değerlendirilmesi ve sanığın iradesi üzerindeki etkisi göz önüne alınarak maddede gösterilen iki sınır arasında belirlenen oranda indirim yapılması şeklinde bir düzenlemeye gidilmiştir.
Ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik; kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi durumunda kusur yeteneğindeki azalmayı ifade etmektedir. Bu halde fail suç işleme yönünde önceden bir karar vermeksizin, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısında meydana getirdiği karışıklığın bir sonucu olarak suç işlemeye yönelmektedir. Bu yönüyle haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan bir nedendir. Başka bir anlatımla haksız tahrik halinde failin iradesi üzerinde bir zayıflama meydana gelmekte, böylece haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altındaki kişinin suç işlemekten kendisini alıkoyma yeteneği önemli ölçüde azalmış bulunmaktadır.
Yerleşmiş yargısal kararlar ve doktrinde yer alan baskın görüşlere göre, 5237 sayılı TCK’nun 29. maddesinde yer alan haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi için şu şartların birlikte gerçekleşmesi gereklidir:
a) Tahriki oluşturan haksız bir fiil bulunmalı,
b) Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı,
c) Failin işlediği suç, bu ruhi durumun tepkisi olmalı,
d) Haksız tahrik teşkil eden eylem, mağdurdan sadır olmalıdır.
Öte yandan, 5271 sayılı CMK'nun 'Delilleri takdir yetkisi' başlıklı 217. maddesi;
'(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir' hükmünü içermektedir.
Ceza Genel Kurulunun 18.06.2013 gün 59-302 ve 16.05.2006 gün 137-142 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, ceza muhakemesi hukukunda vicdani delil sistemi benimsenmiştir. Bu sistemle ifade edilmek istenen, hem delil serbestliği, hem de delillerin değerlendirilmesi serbestliğidir. Ceza muhakemesinde somut gerçek arandığından, hakimi bu gerçeğe götürebilecek her şey delil olabilir. Ancak, hükme dayanak alınan delillerin gerçekçi, akılcı, olayı temsil edici, kanıtlayıcı ve hukuka uygun bulunmaları gerekir. Bu belirlemeler ceza muhakemesinde şekli duruma değil, somut gerçeğe itibar edileceğini ortaya koymaktadır. Aksinin kabulü hak ve adalet duygularını yaralayacaktır.
Bu bağlamda, beyan delili olarak kabul edilen sanığın mahkeme huzurundaki sorgusunda yaptığı açıklamalar ve özgür iradeyle yapılmış dahi olsa özellikle isnadın kabulüne ilişkin ikrar beyanlarının, ayrıntılar itibarıyla gerçeğe uygunluğu, olayı temsil edici ve akılcı olup olmadığı vicdani kanaatle serbestçe denetlenmelidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Kolluk ve sorgudaki ifadelerinde eylemi gerçekleştirmediğini savunarak inkara yönelen sanığın sonraki savunmalarında belirttiği katılan tarafından başına taş ile vurulması ve boğazının sıkılması sonrasında suçu işlediğine yönelik ikrar beyanının aşamalarda tutarsızlık göstermesi, buna karşın katılanın tüm aşamalarda istikrarlı şekilde çadırının bulunduğu yerde ateş yakan ve kendisinden para bulmasını isteyen sanık Ömer tarafından bıçaklandığını belirtmesi ve anlatımlarının maddi bulgularla desteklenmesine göre, görgü tanığı bulunmayan olayda suç tarihinden birkaç gün sonra bulunduğu şehri terk etmesi nedeniyle hakkında yakalama emri çıkarılması sonucu 5 ay sonra yakalanan sanığın, eylemin gerçekleştiriliş şekli ve sebebine ilişkin maddi bulgularla desteklenmeyen, kendisini suçtan kurtarmak amacıyla meşru müdafaa şartlarını oluşturmaya yönelik savunmasının samimi ve inandırıcı bulunmadığı, böylelikle katılandan sanığa yönelen haksız bir fiil sözkonusu olmadığı anlaşıldığından, olayda sanık lehine haksız tahrik hükümlerinin uygulanma şartlarının oluşmadığının kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün 5237 sayılı TCK'nun 29. maddesi uyarınca haksız tahrik hükümlerinin uygulanma şartları bulunmadığının gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 17.10.2012 gün ve 314-342 sayılı direnme hükmünün, 5237 sayılı TCK'nun 29. maddesi uyarınca haksız tahrik hükümlerinin uygulanma şartları bulunmadığının gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 23.09.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.