Hukuk Genel Kurulu 2014/118 E. , 2015/2357 K.
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesince, davanın reddine dair verilen 03.11.2010 gün ve 2009/652-2010/581 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 16.01.2012 gün ve 2011/6169 E. 2012/116 K. sayılı ilamı ile;
(…Davacı vekili müvekkilinin dava dışı Behiye Ceyda Erginer'in davalı bankadan kullandığı krediye kefil olduğunu, kefalet ettiği sözleşme ile verilen kredinin ödendiğini ve sorumluluğunun sona erdiğini, ayrıca teminat olarak asıl borçludan ipotek alındığını, hem ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile hem de müvekkili aleyhine mükerrer icra takibi yapıldığını iddia ederek 2009/11244 esas sayılı icra takibi ile borçlu olmadıklarının tespitini ve haksız yere tahsil edilen 33.600 TL'nin istirdadını talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili savunmasında davacının 19.04.2005 tarihli sözleşme uyarınca borca 150.000 TL. limit ile kefil olduğunu, ipotek tesis edilmesinin davacı aleyhinde takip yapılmasına engel olmadığını beyan ederek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece davacının borca 150.000 TL. limit ile kefil olduğu ve takip tutarının 144.105.53 TL. olması nedeniyle kefalet limitinin altında bulunduğu, asıl borçlunun teminat ipoteği tesis etmiş olmasının ve ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile ayrıca takip yapılmasının kefil hakkında icra takibi yapılmasına engel teşkil etmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Davacı iddiasında kefalet ettiği sözleşmenin 19.04.2005 tarihli olup kullanılan kredinin ödendiğini, bankanın daha sonra başka kredi sözleşmeleri ile borçluya yeni kredi verdiğini bu borçtan sorumlu olmadığını ileri sürmüştür.
Yapılan bilirkişi incelemesi denetime elverişli değildir. Bankaca talep edilen kredi alacağının hangi tarihte verildiği ve hangi sözleşmeye dayalı olduğunun belirlenerek, şayet davacının kefalet ettiği sözleşmeler ile kullandırılan kredi ödenmiş ve borç doğuran kredi yeni sözleşmeler kapsamında verilmiş ise davacının bu yeni borçtan sorumluluğunun bulunmadığı dikkate alınmalıdır.
Mahkemece, açıklanan hususlar dikkate alınarak yeni bir bilirkişi kurulundan denetime elverişli rapor alınarak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; davalı banka tarafından davacı kefil aleyhine girişilen icra takibi nedeniyle borçsuzluğun tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin kefaleti ile davalı bankanın, dava dışı Behiye Ceyda Eriginer'e kredi kullandırdığını; kredinin teminatı olarak da dava dışı üçüncü şahıs tarafından kredi asıl borçlusu lehine ipotek tesis edildiğini, davalı bankanın kredi borcunun ödenmemesi üzerine alacağın tahsili için ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibine giriştiğini, takibin sonucuna göre kefil olan müvekkiline müracaat edilmesi gerekirken,aynı gün müvekkili aleyhine de takibe girişilerek davalı bankadaki hesabına haciz tatbik edildiğini, davalı bankanın ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla giriştiği takibi sonuçlandırmadan müvekkiline müracaat edemeyeceğini belirterek müvekkilinin borçlu olmadığının tespitine ve haczedilen bedelin istirdadına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, dava dışı kredi borçlusu ile 19.04.2005 tarihli genel kredi sözleşmesi imzalandığını, davacının bu sözleşmede kefil sıfatıyla imzası bulunduğunu, kredi borcunun ödenmemesi üzerine ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla girişilen takipten sonra tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla davacı kefil aleyhine genel haciz yoluyla takip yapıldığını, girişilen takipte bir usulsüzlük bulunmadığını bildirerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Yerel Mahkemece; asıl kredi borçlusunun borcunun teminatı olarak tesis edilen ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takibin yanı sıra, genel haciz yoluyla da tahsilde tekerrür etmemek kaydıyla icra takibine girişilmesinde usulsüzlük bulunmadığı gibi benimsenen bilirkişi raporuna göre de; davacı kefilin davalı bankaya 144.105,53TL borçlu bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Bozmadan sonra mahkemece; davanın 1086 sayılı HUMK zamanında açıldığı, bu Kanuna göre dava konusunun dava dilekçesinde ileri sürülen ihtilaf olduğu, davacının sadece takip hukukuna ilişkin olarak itirazda bulunup, ipoteğin paraya çevrilmesi suretiyle yapılan takip sonuçlanmadan hakkında takip yapılamayacağını iddia ettiği, davacının sonraki dilekçelerinde iddiayı genişleterek imzaladığı sözleşmenin sonlandığı, sonradan kullanılan kredilerin daha sonra düzenlenen kredi sözleşmelerine istinaden kullanıldığı, imzalanan sözleşmenin kapsamına girmediğini iddia ettiği, davalı tarafından da süresinde itiraz edildiği, bu nedenle davacının iddiasını genişletmesinin yerinde görülmediği gerekçeleriyle davanın reddine dair önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararı davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunun önüne gelen uyuşmazlık; dava dilekçesinde talep: ipoteğin paraya çevrilmesi suretiyle takip sonuçlanmadan kefil aleyhine genel haciz yolu ile takip yapılamayacağı iddiasına dayalı olarak aleyhe girişilen icra takibi nedeniyle borçsuzluğun tespiti istemine yöneltilmişken daha sonra replik layihası ile, davacının kefalet ettiği kredi borcunun ödenmesinden sonra kullanılan kredilere kefil olunmadığı maddi vakasına dayanılmasının iddianın genişletilmesi olarak kabul edilip edilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere gerçekte var olmayan bir borç ya da geçersiz bir hukuki ilişki nedeniyle icra takibine maruz kalması muhtemel olan veya icra takibine maruz kalan bir kimsenin (borçlunun) gerçekte borçlu bulunmadığını ispat için açacağı dava, menfi tespit olarak adlandırılmaktadır.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu(İİK)'nun “Menfi tespit ve istirdat davaları” başlıklı 72. maddesi:
“Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir.” düzenlemesini içermektedir.
Anılan maddeden anlaşıldığı üzere borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir ve takip konusu alacağın borçlusu olmadığının tespiti isteyebilir.
Borçlu, belirtilen şekilde takipten önce veya sonra alacaklıya karşı bir menfi tespit davası açar ve bu davayı kazanırsa, hakkındaki icra takibi iptal edilir ve borcu ödemekten kurtulur.
Somut uyuşmazlığın incelenmesinde, davacının takibe dayanak yapılan kredi sözleşmesinden kaynaklanan borcun ödenmesi ve imzalanan yeni sözleşmelerde kefil sıfatıyla yer almadığı ve takibe konu borcun yeni sözleşmeler kapsamında bulunduğu yönündeki iddiasının, mahkemece iddianın genişletilmesi olarak nitelendirilerek araştırılmamasının yerinde olup olmadığı noktasındadır.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 185 maddesi (6100 sayılı HMK 141) hükmüne göre; iddia dava dilekçesi ile sınırlandırılmıştır. Davacı vekilince verilecek cevaba cevap (replik) dilekçesinde dava dilekçesinde yazılı olmayan yeni bir vakıa ileri sürülerek iddia genişletilemez. Ancak dava dilekçesinde ileri sürülen iddianın açıklaması ve delili niteliğinde açıklamalar yapılabilir.
Dava dilekçesindeki ''talep sonucu'' nun artırılması veya buna ilaveler yapılması iddianın genişletilmesi niteliğindedir. Dava dilekçesinde açıklanmayan yeni bir maddi vakıanın davaya sokulması; dava dilekçesinde dayanılan vakıalar terk edilerek onların yerine yeni maddi vakıalara dayanılması da iddianın genişletilmesi niteliğindedir. Ancak maddi vakıalar aynı kalmakla beraber bu maddi vakıalardan çıkarılacak hukuki sebebin değiştirilmesi iddianın genişletilmesi niteliğinde değildir. Çünkü maddi olayları açıklamak taraflara bu maddi olaylara uygulanacak hukuk kaidesini bulup uygulamak hakime aittir. Dava dilekçesinde kısaca sözü edilen maddi vakıaların açıklanması ve delillerin bildirilmesi niteliğindeki açıklamalar da iddianın genişletilmesi sayılamaz.
Buna göre; hakim davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıalarla bağlı olup, dava dilekçesinde bildirilmeyen vakıaları kendiliğinden gözetemez. Ancak somut olayda, davacı tarafça dava dilekçesinde ve sonraki beyanlarında ısrarla aleyhine girişilen icra takibi nedeniyle borçlu olmadığını ileri sürdüğüne ve iddianın ileri sürülüş şekline göre mahkemece davanın İcra İflas Kanunu'nun 72 nci maddesi anlamında menfi tespit davası olarak nitelendirilmesi ve bu yönde araştırma yapılması gerekirken, taraflar arasındaki ihtilafın sadece takip hukukuna yönelik itirazda bulunulup ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla girişilen takip sonuçlanmadan hakkında takip yapılamayacağı iddiasına özgülenerek davanın reddi doğru değildir.
Alacaklı davalı banka takip talebinde, takibe dayanak kredi sözleşmesini belirtmemiştir. Takibe ve davaya dayanak yapılan kredi sözleşmesi cevap dilekçesinde açıklanmıştır. Davacı kefil bunun üzerine kredi sözleşmesinin ödenerek kapatıldığı davalı banka ile kredi asıl borçlusu arasında yeni sözleşmeler imzalandığını belirterek borçsuzluğunun tespitini istemiştir. Bunun üzerine mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmış ise de davanın dayandığı maddi vakıanın nitelendirilmesinde yanılgıya düşmüştür.
Görüldüğü üzere, davalı banka ile dava dışı kredi borçlusu arasında, süresiz ve borçlu cari hesabı şeklinde işleyen bir kredi ilişkisi kurulmuştur. Davacı bu ilişkinin kurulduğu sözleşmede müteselsil kefil sıfatıyla yer almaktadır. Bilirkişi incelemesinin banka kayıt ve defterleri üzerinde yapılması ve dava konusu borcun hangi sözleşme kapsamında kullandırılan krediden kaynaklandığının açıkça belirlenmesi uyuşmazlığın çözümü açısından büyük önem taşımaktadır. Zira dava konusu borcu doğuran kredinin davacının müteselsil kefil sıfatıyla imzaladığı 19.04.2005 tarihli genel kredi sözleşmesine dayalı olarak kullanıldığının saptanması halinde davacının kefalet limiti ve kendi temerrütlerinin hukuki sonuçlarıyla sınırlı olarak sorumlu olacağının kabulü gerekir. Aksi takdirde ise, yani dava konusu borcu doğuran kredinin davacının imzasının bulunmadığı sonraki genel kredi sözleşmeleri kapsamında kullandırıldığının belirlenmesi durumunda davacının sorumlu tutulamayacağı kuşkusuzdur. Bu durumda mahkemece bankaca talep edilen alacağın hangi tarihte verildiği ve hangi sözleşmeye dayalı olduğunun belirlenmesi, davacının kefil olduğu sözleşme ile kullandırılan kredinin ödenmiş ve borç doğuran kredi yeni sözleşmeler kapsamında verilmiş ise davacının bu yeni borçtan sorumluluğunun bulunmadığının dikkate alınarak konusunda uzman yeni bir bilirkişi heyetince anılan ilkeler çerçevesinde davalı banka kayıtları üzerinde inceleme yapılarak rapor alınıp, deliller hep birlikte değerlendirilmek suretiyle varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce davacının dava dilekçesindeki talebinin ipoteğin paraya çevrilmesi suretiyle takip sonuçlanmadan kefil aleyhine genel haciz yolu ile takip yapılamayacağı iddiasına dayalı olarak aleyhe girişilen icra takibi nedeniyle borçsuzluğun tespiti istemine yöneltilmişken daha sonra replik layihası ile, davacının kefalet ettiği kredi borcunun ödenmesinden sonra kullanılan kredilere kefil olunmadığı maddi vakasına dayanılmasının iddianın genişletilmesi olduğu bu nedenle yerel mahkeme direnme kararının onanmasının gerektiği belirtilmiş ise de çoğunluk tarafından bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle benimsenmemiştir.
Hal böyle olunca; yerel mahkemece, aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 23.10.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
K A R Ş I O Y
Davacı vekili dava dilekçesinde, asıl borçluya müvekkilinin kefaleti ile kredi kullandırıldığını, kredinin teminatı olarak ayrıca ipotek tesis edildiğini, kredi borcunun tahsili için alacaklı banka vekili tarafından ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip başlatıldığını, davalı bankanın bu takibin sonucuna göre müvekkili aleyhine icra takibi başlatması gerekirken, aynı gün müvekkili aleyhine de ilamsız takip başlattığını davalı bankanın bu tutumunun iyi niyet ile bağdaşmadığını, ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takip kesinleşmeden müvekkili aleyhine takip başlatılmasının, kanun ve hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek, ipotekli takibe ilişkin Bursa 11. İcra Müdürlüğü'nün 2009/11243 sayılı takip dosyası sonuçlanmadan, borçlu olmadığının tespitine, haczedilen paranın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davacı vekili cevaba cevap dilekçesinde ise, müvekkilinin icra takibine dayanak yapılan 19/04/2005 tarihli sözleşmeyi hatırlamadığını, kredinin 26/10/2006 tarihinde kullandırıldığını, müvekkilinin kefaletinin 14/06/2004 tarihli olduğunu, çekilen kredinin ödendiğini, bunun dışında takip konusu sözleşmedeki imzayı müvekkilinin hatırlamadığını, sonradan kullandırılan krediden müvekkilinin sorumlu tutulamayacağını, 26/10/2006 tarihli kredinin ipotekle temin edildiğini ve bu kredi sözleşmesinde müvekkilinin imzası bulunmadığını, müvekkilinin kefaletinin tek bir sözleşme ile sınırlı olduğunu, atılan imzanın sonradan kullandırılan krediler için geçerli olmadığını ileri sürerek, müvekkilinin borçlu olmadığının tespitini istemiştir.
Davalı vekili 24/03/2010 tarihli düplik dilekçesinde ,davacının cevaba cevap dilekçesi ile kredi sözleşmesindeki imzayı inkar ettiğini ,dava dilekçesindeki iddialarını tamamen değiştirdiğini, iddianın genişletilmesi ve değiştirilmesine muvafakat etmediklerini belirterek, davanın reddini istemiştir.
Dava, 1086 sayılı HUMK yürürlükte olduğu dönemde açılmıştır.
HUMK'nun 185. Maddesi,'' Kanunu Medenide tayin olunun haller mahfuz kalmak şartıyla dava ikamesi ile aşağıda gösterilen neticeler hasıl olur.
1-Müddeialeyhin rızası olmaksızın, müddei davasını takipten sarfınazar edemez.
2-Müddei, müddei aleyhin rıza olmaksızın davasını tevsi veya mahiyetin tepdil edemez. Aşağıdaki madde hükmiyle davadan feragat veya ıslah bu hükümden müstesnadır.'' hükmünü içermektedir.
Dava açılmasının sonuçlarından biri, davacının dava açıldıktan sonra iddiasını (davasını) genişletememesi veya değiştirememesidir.
İddiayı (davayı) genişletme veya değiştirme sayılan durumlar, dava konusunun veya vakıaların genişletilmesi veya değiştirilmesidir.
Bu yasağın istisnaları davalının muvafakatı, ıslah, feragat veya dava konusunun devridir.
İddianın (davanın) genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı dava açılması ile başlar.
Hakim davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıalar ile bağlı olup, davacının dilekçesinde bildirmediği vakıaları kendiliğinden gözetemez. Davacı dava dilekçesinde davasının dayanağı olan bütün vakıaları göstermek zorundadır. Davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıalardan başka vakıalar ileri sürmesi, davasını değiştirmesi anlamına gelir.(Baki Kuru-Hukuk Muhakemeleri Usulu)
Somut olayda, dava dilekçesinde, alacağın miktarı, sözleşmedeki imza, müşterek borçlu müteselsil kefil olunup olunmadığı dava konusu yapılmamıştır. Sadece takip hukuku yönünden ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip sonuçlanmadan, davacı aleyhine ilamsız takip yapılamayacağı iddia edilmiştir. Cevaba cevap dilekçesinde ise, iddia (dava) genişletilerek, davacının imzaladığı sözleşmeye konu borcun ödendiği, sonradan kullandırılan kredilere ilişkin sözleşmede davacının imzasının bulunmadığı ve borçtan sorumlu olmadığı iddia edilmiştir.
Davalı vekili tarafından iddianın genişletilmesine, süresi içinde itiraz edilmiş ve muvafakat edilmemiştir.
Davalının muvafakatı bulunmadığından, artık mahkemece genişletilen iddia yargılama konusu yapılamaz.
Mahkemece de, dava dilekçesinde ileri sürülen iddiaya ilişkin olarak, yani ipotekli takip sonuçlanmadan davalı aleyhine ilamlı takip yapılıp yapılmayacağı hususunda değerlendirme yapılarak hüküm verilmiştir.
Açıkladığım nedenlerden dolayı, direnme hükmünün yerinde olduğu kanaatinde olduğumdan, sayın çoğunluğun direnme hükmünün bozulmasına yönelik görüşüne katılmıyorum.