Hukuk Genel Kurulu 2014/1430 E. , 2016/1080 K.
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 22. Asliye Ticaret Mahkemesince mahkemenin yetkisizliğine, talep halinde dosyanın yetkili Muş Asliye Hukuk (Ticaret) Mahkemesi’ne gönderilmesine dair verilen 04.06.2013 gün ve 2012/177 E., 2013/154 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 01.10.2013 gün ve 2013/11335 E., 2013/15091 K. sayılı kararı ile;
(...Davacı vekili, davacının davalıya metal bıçak satıp teslim ettiğini, borcun ödenmediğini, yapılan icra takibine itiraz edildiğini belirterek itirazın iptaline ve % 20 tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davalının adresinin Muş olması nedeniyle HMK uyarınca yetkili mahkemenin Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla Muş Asliye Hukuk Mahkemesi olduğunu, davalının sipariş verdiği ürünlerin dışında başka ürünler için davacının mükerrer faturalar düzenlediğini, teklif verilen birim fiyatlar ile faturalardaki birim fiyatlar arasında farklar olduğunu, davacının haksız faturalandırmaya konu ettiği ürünlerden çok daha az sayıda ve basit nitelikte bıçak alımı gerçekleştiğini ve malların tamamının kullanılmadan bekletilmekte olduğunu belirterek öncelikle mahkemenin yetkisizliğine aksi halde davanın reddine karar verilmesini istemiştir
Mahkemece, davalının süresinde yaptığı yetki itirazı üzerine tarafların yerleşim yerleri, HMK 10. ve BK 89. maddesi birlikte değerlendirildiğinde mahkemenin dava konusu ihtilafta yetkili olmadığı gerekçesiyle mahkemenin yetkisizliğine, dava dilekçesinin yetki yönünden reddine, süresinde talep edilmesi halinde dosyanın yetkili Muş Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine, harç ve mahkeme masraflarının yetkili mahkemece değerlendirilmesine karar verilmiş, hüküm taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, alacağın tahsili için yapılan icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir. Davalı borçlu akdi ilişkiyi kabul etmiş olup BK 89/1 maddesindeki 'para borçları alacaklının ödeme zamanındaki yerleşim yerinde ifa edilir' hükmü uyarınca davacı alacaklının yerleşim yeri mahkemesinin de yetkili olduğu, buna göre mahkemece davanın davacının yerleşim yerinde açılıp açılmadığı hususları değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yetersiz gerekçeye dayalı olarak yazılı şekilde hüküm kurulması yerinde görülmeyerek hükmün bozulması gerekmiştir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava itirazın iptali ve % 20’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatı istemine ilişkindir.
Mahkemece, mahkemenin yetkisizliğine, talep halinde dosyanın yetkili Muş Asliye Hukuk (Ticaret) Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı şirket vekili getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşme sırasında, işin esasının incelenmesinden önce, direnme olarak adlandırılan kararın gerçekte yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı; dolayısıyla temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı yoksa Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu ön sorun olarak tartışılıp, değerlendirilmiştir.
Bilindiği üzere direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için mahkeme bozmadan esinlenerek, yeni herhangi bir delil toplamadan önceki deliller çerçevesinde karar vermeli; gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmemelidir (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi).
Eş söyleyişle, mahkemenin yeni bir bilgi, belge ve delile dayanarak veya bozmadan esinlenip gerekçesini değiştirerek veya daha önce üzerinde durmadığı bir hususu bozmada işaret olunan şekilde değerlendirerek, dolayısıyla da ilk kararının gerekçesinde dayandığı hukuki olguyu değiştirerek karar vermiş olması halinde, direnme kararının varlığından söz edilemez.
Somut olayda yerel mahkemece yapılan ilk yargılamada, şirketlerin yerleşim yerleri ile Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 10. ve Türk Borçlar Kanunu’nun 89. maddeleri uyarınca dava konusu ihtilafta yetkili olmadığı gerekçesiyle mahkemenin yetkisizliğine, dava dilekçesinin yetkisizlik nedeniyle reddine ve dosyanın yetkili Muş Asliye Hukuk (Asliye Ticaret) Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verilmiş iken; direnme olarak adlandırılan kararda bu kez davalı şirketin akdi ilişkiyi inkar etmediği, sadece takibe konu alacağın kendisine ait defter ve kayıtlarla uyuşmadığını belirterek takibe itiraz ettiği, davacı şirketin yerleşim yerinin Sancaktepe San. Mah. Samsun Sk. No:33/1 Güngören/İstanbul adresi olduğu, bu yerleşim yerinin bağlı bulunduğu mahkemenin ise Bakırköy Asliye Ticaret Mahkemesi olduğu; davacı şirketin eldeki davayı Bakırköy Asliye Ticaret Mahkemesi’nde açmadığı, dolayısıyla seçimlik hakkın davalı şirkete geçtiği, davalı şirketin süresi içerisinde mahkemenin yetkisine itiraz ettiği, davalı şirketin yerleşim yerinin Saray Mah. Bitlis Yolu Üzeri 1 Nolu Tekel Deposu Merkez/Muş adresi olarak belirtildiği, bu yerleşim yerinin bağlı bulunduğu mahkemenin ise Muş Asliye Hukuk Mahkemesi (Asliye Ticaret Mahkemesi sıfatıyla) olduğu hususu hükme gerekçe yapılarak direnme olarak adlandırılan karar verilmiştir.
Bu durumda temyize konu karar gerçekte 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429/3. maddesi anlamında direnme kararı niteliğinde olmayıp, yeni bir hüküm niteliğindedir.
Yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce, yerel mahkemenin direnmeye yönelik kararının yeni hüküm olmayıp, ilk kararda yer alan gerekçenin genişletilmesi mahiyetinde bulunduğu, bu nedenle ön sorun mevcut olmadığından işin esasının görüşülmesinin gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hal böyle olunca kurulan bu yeni hükmün temyizen incelenmesi görevi Hukuk Genel Kuruluna değil, Özel Daireye aittir.
Bu nedenle yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
S O N U Ç: Yukarıda gösterilen nedenlerle davacı şirket vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 19.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 23.11.2016 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Dava, satım sözleşmesine dayalı olarak bir miktar para alacağının tahsili için girişilen icra takibine yönelik itirazın iptali istemine ilişkindir.
Yerel mahkeme, açılan itirazın iptali davasında, davalının davanın kendi yerleşim yerinin Muş ilinde olduğunu ileri sürmek suretiyle süresinde yetki itirazında bulunması üzerine, tarafların yerleşim yerlerini nazara alarak HMK'nın 10. maddesi ile TBK'nın 89. maddesi hükümlerini değerlendirmek suretiyle, davanın görüm ve çözümünün davalının yerleşim yerindeki Muş Asliye Hukuk (Ticaret) Mahkemesi olduğundan bahisle yetkisizlik kararı vermiştir.
Davacı vekilinin, özü itibariyle, davalının yerleşim yerinin Muş olmayıp İstanbul olduğu, bu nedenle de yetki itirazının usulüne uygun olmadığı yolundaki temyiz talebi üzerine, Özel Dairece, sair hususlar ve tarafların temyiz nedenleri incelenmeksizin, davanın TBK'nın 89. maddesi uyarınca, davacının yerleşim yeri mahkemesinde de açılabileceğinden bahisle anılan hususta araştırma yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gereğine işaret olunarak, eksik inceleme ve yetersiz gerekçeye dayalı yerel mahkeme kararının bozulmasına hükmedilmiştir.
Yerel mahkeme, bozulan karardaki gerekçesini tekrar ve açıklamak suretiyle önceki kararında direnmiş, davacı vekilinin yine davalının yerleşim yerinin Muş olmadığı, yetki itirazının usulüne uygun bulunmadığı vb. nedenlere dayalı olarak direnme kararını temyiz etmesi üzerine, yapılan müzakere sonucunda ortada teknik anlamda bir direnme kararının mevcut olmadığı, yerel mahkemece Özel Daire bozmasından esinlenmek suretiyle yeni bir hüküm kurulduğu yolundaki çoğunluk görüşüne dayalı olarak, davacı yanın kurulan yeni hükme yönelik temyiz itirazları incelenmek üzere, dosyanın Yargıtay 19. Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Mahkemece verilen kararın yeni bir hüküm oluşturduğu kanısında değilim. Bu yöndeki açıklamalara geçmeden önce, mesele mahiyetinin anlaşılması açısından, dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgeler ile yerel mahkemenin ilk kararının ve Özel Dairenin bu karara yönelik bozma kararının irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Özel Daire bozma kararında, yetkili mahkemenin belirlenmesi bakımından TBK 89. maddesi çerçevesinde yapılan araştırmanın yeterli olmadığı görüşüne varmıştır. Ancak, hemen belirtmek gerekirse, davacının yerleşim yeri dosya kapsamıyla belirgin olup Bakırköy ilçesi sınırları içerisindedir. Üstelik bu husus davacı yanın da kabulünde olup davacı vekilinin gerek ilk derece mahkemesindeki yargılama safhasında ve gerekse de mahkemenin ilk ve son kararına yönelik temyiz dilekçelerinde bunun aksine bir beyanı bulunmadığı gibi davalı yan tarafından da bu yönde aksi bir husus ileri sürülmemiştir. Bu nedenle, uyuşmazlık konusu olmayan, üstelik gayet açıklıkla ortaya çıkmış bir hususta yerel mahkemece ayrıca araştırma yapılmasına gerek yoktur. Yerel mahkeme, Özel Dairece bozulan kararında tarafların yerleşim yerlerini nazara aldığını belirtmektedir. Bu yöndeki gerekçenin, davacının yerleşim yerinin, yerel mahkemenin yetki alanı dışında, Bakırköy Ticaret Mahkemesi'nin yetki alanında bulunduğunun nazara alınması dışında bir anlam taşıdığı söylenemez. Dosya kapsamıyla belirgin ve malum tüm bu hususların Özel Dairenin bilgisi dışında unsurlar olduğu da ileri sürülemez. Bu nedenle, bozma kararının, özellikle eksik incelemeye yönelik kesimi itibariyle, taraflarca aksi ileri sürülmeyen ve bu nedenle uyuşmazlık konusu olmayan bir hususu esas alan değerlendirmeye dayalı olduğunun kabulü gerektiği kanısındayım.
Öte yandan, yerel mahkeme, saptanan bu hususu, HMK 10. maddesi ile TBK 89. maddesi bakımından da değerlendirdiğini karar gerekçesinde belirtmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki, işin müzakeresi sırasında aksi yönde görüşler seslendirilmesine karşın, HMK'nın 10. maddesi ile TBK'nın 89. maddesi, tümüyle farklı hususları düzenleyen kanun hükümleri olmayıp bu iki madde birbirini tamamlayan maddi hukuk kurallarıdır. HMK'nın 10. maddesinde özel bir ifadeyle sözleşmeden kaynaklanan davalar bakımından ifa yeri mahkemesinin yetkisi düzenlenmiş, TBK'nın 89. maddesinde ise genel olarak borçların ve bu arada para borçlarının (ve doğaldır ki sözleşmeden kaynaklanan para borçlarının) ifa yerinin neresi olması gerektiği hükme bağlanmıştır. Bu anlamda ve somut olay nazara alındığında, satım akdinde, satıcının borcu (edimi) satım konusu malı teslim etmek, alıcının edimi (borcu) ise satım bedelini ödemekten ibaret olup dava ve takip konusu alacak satım akdinden kaynaklanan para borcuna ilişkin olmakla, aksi kararlaştırılmadıkça, davacı alacaklının ikametgahında ödenmelidir. Şu halde, TBK'nın 89. maddesinde düzenlenen para borcunun ifa yerine ilişkin bu hususun aynı zamanda HMK'nın 10. maddesinde belirtilen ifa yeri kavramıyla örtüşmekte olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Sözün özü, yerel mahkemenin gerek bozulan kararında ve gerekse de direnme kararının gerekçesinde değinmiş olduğu söz konusu kanun maddelerinin, mahkemenin yetkili olup olmadığının belirlenmesinde nazara alınması gereken düzenlemeler olduğu açıktır. Bu anlamda, yerel mahkemenin gerekçesinin, davanın, HMK'nın 10. maddesi uyarınca, davalıya ait sözleşmeden kaynaklanan para borcunun TBK'nın 89. maddesi gereğince ifa yeri olan davacının yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemesi dışında açıldığının saptanmasına yönelik olduğu açıklıkla ortadadır. Gerekçede söz konusu kanun maddelerine yer verilmiş olmasında da bir yanlışlık yoktur. Bu nedenle, mahkemenin söz konusu yasa maddelerini gözetmeksizin veya konuyla ilgisiz kanun hükümlerine dayalı karar verdiğinden söz edilemeyeceği gibi kanımca kararın gerekçesinin bu anlamda yetersiz olduğu da söylenemez. Şu halde, davacı yanın TBK 89. ve HMK 10. maddesi uyarınca kendi yerleşim yeri dışında dava açması nedeniyle, HMK'nın 19/2. maddesi çerçevesinde davalının seçimlik hakkını kullanmak suretiyle kendi yerleşim yeri mahkemesi mahkemesinin yetkili olduğuna yönelik yetki itirazına dayalı olarak mahkemece verilen yetkisizlik kararının usul ve yasaya uygun olduğu, HMK'nın 297. maddesinde tanımlandığı şekliyle yeterli gerekçeyi içerdiği ortadadır.
Bu yöndeki değerlendirmelere yer verildikten sonra, direnme kararlarının hangi hallerde yeni bir hüküm niteliğinde sayılması gerektiği konusundaki görüşlerimi ifade etmek gerekirse; yerel mahkemelerin Yargıtayca bozulan ilk kararlarında direnmeleri halinde, kararın, direnme nedenlerine ilişkin bir gerekçe taşıması gerektiği gibi bu gerekçe, aynı zamanda, bozma kararına hangi nedenlerle uyulmadığına ilişen hukuksal bir yanıt niteliğindedir. Bozma kararı ile ortaya çıkan yeni durum ve yaklaşım nedeniyle bozulan kararlarda bulunan kimi hususların genişletilerek bir kez daha vurgulanması, bozulan kararda ortaya konulan hukuksal duruşun, ortaya çıkan farklı hukuksal duruşa karşı savunulması mahiyetinde olup eşyanın tabiatı gereğidir. Yerel mahkemenin, bozma kararında öngörülen şekilde bir araştırma-soruşturmaya tevessül etmeksizin önceki gerekçesini savunması, kararının çekirdeğini oluşturan direnme gerekçesi olarak kabul edilmelidir.
Şu halde, HGK'da müzakeresi yapılan yerel mahkeme kararında da, bozulan ilk kararındaki gerekçesinin yeterli ve yerinde olduğuna yönelik açıklamalarının, esasen Özel Daire bozma kararından önce de dosyada mevcut bilgi ve belgelerin tekrarından ibaret olduğu, bozma kararında önerildiği şekilde bir araştırma-soruşturmaya girişilmediği gözetildiğinde, verilen kararın, bozma kararından esinlenmek suretiyle yeni bir hüküm kurulması olarak değerlendirilmesi doğru olmamıştır. Keza, yerel mahkemenin, kanımca da yeterli kabul edilmesi gereken gerekçesini, son kararında daha da kuvvetle vurgulamış olmasının, gerekçenin yetersizliğine yönelik Özel Daire bozmasına yönelik bir yanıt olarak kabulü gerekirken bozma gereğinin yerine getirilerek yeni bir hüküm kurulması olarak addedilmesi de yerinde bir yaklaşım olmamıştır.
Tüm bu nedenlerle, yerel mahkemece verilen direnme kararının esastan müzakere edilmesi ve onanması gerektiği düşüncesinde olmakla HGK çoğunluğunun yerel mahkemece verilen kararın teknik anlamda direnme kararı niteliğinde olmayıp yeni bir hüküm olduğu yolundaki görüşüne katılamıyorum.