Ceza Genel Kurulu 2021/252 E. , 2021/581 K.
Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
Hırsızlık suçundan sanık ... ve inceleme dışı sanık ...'ın TCK'nın 142/1-b, 143, 31/3, 62 ve 51. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve ertelemeye ilişkin ... 4. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 26.11.2014 tarihli ve 273-608 sayılı hükmün, inceleme dışı sanık ... müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 13. Ceza Dairesince 18.09.2018 tarih ve 993-11958 sayı ile;
'...Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
Ancak;
Sanık hakkında hırsızlık suçundan hüküm kurulurken tayin olunan cezada TCK'nın 143. maddesiyle arttırım yapılırken suç tarihi itibarıyla 1/3 oranından fazla arttırım yapılamayacağı gözetilmeden 1/2 oranında artırım yapılmak suretiyle fazla cezaya hükmolunması,' isabetsizliğinden bozulmasına, lehe bozma nedeninin temyiz isteminde bulunmayan sanık ...'a sirayet ettirilmesine karar verilmiştir.
Bozma ilamına uyan Yerel Mahkemece devam olunan yargılama sonucunda 17.02.2020 tarih ve 261-100 sayı ile, sanık ... ve inceleme dışı sanık ...'ın TCK'nın 142/1-b, 143, 31/3, 62 ve 51. maddeleri uyarınca 1 yıl 5 ay 23 gün hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve ertelemeye karar verilmiştir.
Bu hükmün de sanık ... müdafisi tarafından temyizi üzerine, 23.07.2016 tarihli ve 29779-2 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6723 sayılı Kanun'la 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'na eklenen Geçici 15. maddenin 12. fıkrasına dayanılarak, 05.11.2020 tarihli ve 31295 sayılı Resmî Gazete'de yayımı tarihinden 10 gün sonra yürürlüğe giren Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 03.11.2020 tarihli ve 245 sayılı kararı ile Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 01.12.2020 tarihinden geçerli olmak üzere kapatılmasına ve arşivinde bulunan tüm işlerin Yargıtay 6. Ceza Dairesine devrine karar verilmesi nedeniyle dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 24.02.2021 tarih ve 6818-3232 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 17.03.2021 tarih ve 82439 sayı ile;
'...Sirayet kurumunun, koşulları oluştuğu takdirde, hükmü temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmalarının sağlanması suretiyle, bu kişilerin temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini giderme amacını taşıması ve bozmanın sirayetinde, yerel mahkeme hükmünün temyiz etmeyen sanık ... yönünden bozulmayıp, sanığın sadece bozma kararının sonucundan yararlandırılması karşısında; ilk hükmü temyiz etmeyen sanığın, inceleme dışı sanık ... hakkındaki lehe bozmanın sonucundan yararlanması nedeniyle, Yerel Mahkemece kurulan ikinci hükmü temyiz etme hakkının bulunmadığı,' düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 09.06.2021 tarih ve 11551-11008 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık hakkında mala zarar verme suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü temyiz edilmeksizin kesinlemiş olup itirazın kapsamına göre inceleme hırsızlık suçundan kurulan hüküm ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; ilk hükmü temyiz etmeyen sanık ...'ın, inceleme dışı diğer sanığın temyizi üzerine hükmün lehe bozulmasının ardından, sirayet nedeniyle hakkında kurulan ikinci hükmü temyiz etmesinin olanaklı olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Yerel Mahkemece 26.11.2014 tarih ve 273-608 sayı ile, sanık ... ve inceleme dışı sanık ...’ın hırsızlık suçundan mahkûmiyetlerine karar verildiği, yoklukta verilen hükmün 12.07.2016 tarihinde bizzat sanığa tebliğ edildiği, sanığın temyiz isteminin bulunmadığı, inceleme dışı sanık ...’ın temyiz talebine yönelik yapılan incelemede ise, Özel Dairece, atılı suçtan hüküm kurulurken tayin olunan cezada TCK'nın 143. maddesiyle arttırım yapıldığı sırada suç tarihi itibarıyla 1/3 oranından fazla arttırım yapılamayacağı gözetilmeden 1/2 oranında artırım yapılarak fazla ceza tayin edilmesi isabetsizliğinden hükmün bozulmasına ve bozma nedeninin temyiz istemi bulunmayan sanık ...’a sirayet ettirilmesine karar verildiği, Yerel Mahkemece bozma ilamına uyularak kurulan hükmün bu kez sanık tarafından temyiz edildiği anlaşılmaktadır.
Çok sanıklı dosyalarda, sanıkların her biri birbirlerinden bağımsız olarak kanun yoluna başvurma hakkına sahiptir. Kural olarak sanıklardan birinin verilen karara karşı yaptığı kanun yolu başvurusu, diğer sanıklar hakkında verilen hükümleri kapsamaz. Kanun yoluna başvurulmayan diğer sanıklar hakkında verilen hüküm, kanun yoluna başvurma için öngörülen sürenin sonunda kesinleşir. Bu durum, “davasız yargılama olmaz” ilkesinin bir sonucudur.
Ancak temyiz kanun yolu bakımından, gerek 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda gerekse 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, ilgili hükümlerdeki koşullar oluştuğu takdirde, temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmaları kabul edilmiştir. Buna; bozma kararının 'sirayeti”, “genişleme etkisi” ya da “teşmili (yayılma) etkisi” denilmektedir.
1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca suç ve ilk karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken “Hükmün bozulmasının diğer maznunlara sirayeti” başlıklı 325. maddesi; “Hüküm, cezanın tatbikatında kanuna muhalefet edilmesinden dolayı maznun lehine olarak bozulmuşsa ve bozulan cihetlerin temyiz talebinde bulunamamış olan diğer maznunlara da tatbikı kabil olursa bu maznunlar dahi temyiz talebinde bulunmuşcasına hükmün bozulmasından istifade ederler.” şeklinde,
Benzer düzenlemeyi içeren 5271 sayılı CMK'nın “Hükmün bozulmasının diğer sanıklara etkisi” başlıklı 306. maddesi ise “Hüküm, sanık lehine bozulmuşsa ve bu hususların temyiz isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanması olanağı varsa, bu sanıklar da temyiz isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanırlar.” biçiminde düzenlenmiş olup hükmü temyiz etmeyenlerin veya temyiz istemi reddedilenlerin, temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini gidermek amacı ile yasaya konmuştur. Bu suretle temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz etmeyenlerin de istifadesi sağlanmış olacaktır. Bozmanın sirayetinde yerel mahkeme hükmü, temyiz etmeyen sanık yönünden bozulmamakta, anılan maddeler uyarınca sanık, bozma kararının sonucundan yararlandırılmaktadır.
Hükmü temyiz etmeyen ya da temyiz istemi reddedilen sanık, bozma kararının sonucundan yararlanacağı için, öncelikle bozmaya uyulması ve cezanın uygulanmasında temyiz eden sanık lehine yeni bir karar verilmesi zorunludur. Lehe bozma bu takdirde, hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayet ettirilecektir. Bunun sonucu olarak önceki kararda direnilmesi hâlinde, sirayetten söz edilemeyecektir. Aksi takdirde temyiz davası açan sanık için kabul edilmeyen bir bozma nedeninin, kanun yoluna başvurmayan sanık lehine kabulü gibi bir sonuca ulaşılacaktır. Bu sonuç ise temyiz edenin aleyhine, temyiz etmeyenin lehine olup çelişkili bir uygulamaya neden olacağından sirayet müessesesinin amacına aykırıdır. Diğer taraftan temyiz incelemesi sırasında, bozma nedeninin hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayet ettirilmesine işaret edilmesi de zorunlu olmayıp lehe bir bozma sebebinin bulunması durumunda mahkemelerce bu hususunun kendiliğinden dikkate alınması gerekmektedir.
Nitekim, Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış 12.07.1948 tarihli ve 163-121 sayılı, 07.12.1987 tarihli ve 322-588 sayılı, 31.01.2017 tarihli ve 982-29 sayılı ve Özel Dairelerin yerleşmiş kararları ile önceki hükmü temyiz etmeyen veya temyiz istemi reddedilen, ancak lehe bozmadan 1412 sayılı CMUK'nın 325. maddesi uyarınca faydalanan sanığın, bozmadan sonra yeniden kurulan hükmü temyize yetkisi bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Öğretide de; “Temyiz etmişcesine faydalanma kabul edilmesi, bu kimselerin bozmadan sonra verilecek son kararları da temyiz edebilmelerinin kabul olunması demek değildir” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-... Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Onsekizinci Bası, s. 1771). denilmek suretiyle uygulamadaki bu görüş benimsenmiştir.
Gelinen aşamada ifade etmek gerekir ki, kamu davasının her iki tarafı bakımından yasa yollarına başvurmak olmazsa olmaz bir hak ise de, bunun kurallara ve sürelere tabi olması da, gelişmiş toplum düzeni ve hukuk devletinin bir gereğidir. Burada sanık açısından savunma; katılan açısından ise iddia hakkının kısıtlanmasından değil ilgilinin hukukun işleyiş kuralına riayet etmemesinden bahsedilebilir. İlk hükmü temyiz etmeyen sanık bozmanın sirayeti yoluyla sanki hükmü temyiz etmişcesine kanun yoluna başvurma hakkından bir kez yararlandırılmıştır. Bu kapının ister sanık isterse katılan açısından tekrar açılması usul hukukunun denetlenebilirlik ve öngörülebilirlik; maddi ceza hukukunun ise hukuki kesinlik ilkeleri ile bağdaşmaz. Asıl bu durum sanıklara ilanihaye hak sağlayacağı için suçun mağdurlarının daha fazla mağdur olmasının yolu açılmış olur. O hâlde, somut olaydaki uyuşmazlığın isabetli bir çözüme kavuşturulabilmesi için, sanığın, kararı temyiz etmesinde hukuki menfaatinin bulunup bulunmadığı değil, sirayet sonrası kurulan hükmün temyiz edilebilir nitelikte bir hüküm olup olmadığı bağlamında bir değerlendirme yapılması gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
İlk hükme yönelik temyiz istemi bulunmayan sanığın, inceleme dışı diğer sanığın temyizi üzerine hükmün lehe bozulmasının ardından, sirayet nedeniyle hakkında kurulan ikinci hükmü temyiz ettiği olayda;
Sirayet kurumunun, koşulları oluştuğu takdirde, hükmü temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmalarının sağlanması suretiyle, bu kişilerin temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini giderme amacını taşıması ve bozmanın sirayetinde, yerel mahkeme hükmünün temyiz etmeyen sanık yönünden bozulmayıp sanığın sadece bozma kararının sonucundan yararlandırılması, aksi düşüncenin kabulünün usul hukukundaki belirsizliği önlemeye yönelik temyiz ve itiraz sürelerinin konuluş amacı ile bağdaşmayacak ve kesinleşme sürecinin öngörülebilirliğini ortadan kaldıracak olması karşısında,
Kanun yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanık hakkında kurulan hükmün de bozulacağını ve yeniden kurulan hükmün temyiz denetimine tabi olacağını açıkça düzenleme imkânı bulunan kanun koyucunun bilinçli bir tercih göstererek bu yönde bir düzenlemeye yer vermemesi hususu da dikkate alınarak, kamu davasının asli bir süjesi olup adil yargılanma ilkesi çerçevesinde etkin bir şekilde temyiz kanun yoluna başvurma hakkı olduğunda bir tereddüt bulunmayan ancak yöntemine uygun tebliğe rağmen ilk hükmü temyiz etmeyen sanığın, inceleme dışı diğer sanığın temyizi üzerine hükmün lehe bozulmasının ardından, sirayet nedeniyle hakkında kurulan temyiz edilemez nitelikteki ikinci hükmü temyiz etme hakkı bulunmadığının kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyeleri ..., ..., ..., ... ve ...; 'Sirayet nedeniyle lehe olan bozma hükmünden yararlanan sanığın bozma sonrası bozma hükümlerine uygun olarak verilen kararı temyiz edip edemeyeceği hususunda, Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle çağdaş hukuk sistemlerinin olmazsa olmazı olan ceza muhakemesi hukukunun amacı ve önemi açıklanarak 5320 sayılı Kanun'unun 8/1. maddesi delaletiyle hüküm tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK'nın 325, 320, 326/son maddelerinin adil yargılanma hakkı, etkili kanun yoluna başvuru hakkı ve cezai konularda temyiz hakkı ile irtibatlandırılması suretiyle ilk hükmü temyiz etmeyen ancak sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanığın bozma kararına uygun olarak kurulan ikinci hükmü temyiz yetkisinin bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
Ceza usulü, ya da günümüzün deyimi ile ceza muhakemesi hukuku, kişi için öylesine önemlidir ki dünyada ceza usulü kadar hiçbir şey insanları ilgilendirmez. Hatta ceza usulü kusurlu bulunan bir toplumda huzurdan söz edilemez. Ceza kanunlarına karşı gelmemek insanların elinde olan bir şey olmasına karşın, kimsenin haksız yere takibata uğramayacağından söz etmek olası değildir. Bu hukuk dalının özgürlükler için ne denli önem arz ettiğini Ferri’nin şu sözleri en güzel şekilde açıklamaktadır; 'ceza kanunu suçluların, usul kanunu, suçluluğu sabit oluncaya kadar masumların teminatıdır.'
Ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeğin araştırılıp bulunmasıdır. Ancak bu yapılırken insanlık onuru, hukukun ve ceza muhakemesi hukukunun temel ilkeleri daima göz önünde bulundurulacaktır. Maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun, insan hakları ihlâllerine yol açmadan araştırılıp bulunmalı, ... gerçekleştirilmeli ve hukuki barış sağlanmalıdır.
Ceza muhakemesi hukukunun amacı açıklandıktan sonra şimdi konumuzu ilgilendiren hukuki düzenlemelerin Yargıtayca yorumlanması suretiyle oluşturulan ve zaman içerisinde giderek istikrar kazandığı için yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatların, bir taraftan toplumsal menfaati sağlayabilmek adına % 100 maddi gerçeğe, bir başka deyişle gerçek suçlulara ulaşmak isteyen, diğer taraftan ise suç işlediği kesinleşinceye kadar masum sayılması gereken suçsuzların temel hak ve hürriyetlerini güvence altına almayı hedefleyen ceza muhakemesi hukukunun evrensel ilkeleri ile bağdaşıp bağdaşmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlığın çözümü için örnek olarak ileride açıklanacak içtihatlara konu edilen hükümlerin kurulduğu tarih itibarıyla yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 305, 310 ve 325. maddeleri ile hâlen yürürlükte bulunan CMK’nın 286, 291 ve 306. maddelerinin ceza muhakemesi hukukuna hâkim olan yorum ilkeleri doğrultusunda birlikte irdelenmesi gerekmektedir. 1412 sayılı CMUK’nın 305 ve 5271 sayılı CMK’nın 306. maddelerinde kural olarak temyiz edilebilen kararlar ile istisnai olarak temyiz edilemeyen kararlar açıkça sayılmış, 1412 sayılı CMUK’nın 310 ve 5271 sayılı CMK’nın 291. maddelerinde süre ve istek koşulları, temyizin zorunlu unsurları olarak gösterilmiş, 1412 sayılı CMK’nın 325 ve 5271 sayılı CMK’nın 306. maddelerinde ise hüküm sanık lehine bozulmuşsa ve bu hususların temyiz talebinde bulunmayan sanıklara uygulanması olanağı varsa, bu sanıkların da temyiz isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanacakları belirtilmiştir. Sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanıklar hakkında bozma doğrultusunda yeniden kurulan hüküm ne mülga 1412 sayılı CMUK’nın 305 maddesinde, ne de hâlen yürürlükte bulunan 5271 sayılı CMK’nın 286. maddesinde temyiz edilemeyen hükümler arasında sayılmıştır. Ayrıca 1412 sayılı CMK’nın 325 ve 5271 sayılı CMK’nın 306. maddelerinde bozmadan temyiz etmişçesine yararlanmadan söz edilirken, yeniden kurulan hükmün temyiz edilemeyeceğine dair herhangi bir kısıtlayıcı ibareye de yer verilmemiştir. Yerleşik içtihata dönüşen Yargıtay uygulamalarında ulaşılan sonuçların; ceza muhakemesi hukukuna hâkim olan yorum ilkeleri, ceza hukukunun evrensel ilkeleri ve ceza muhakemesi kanununun amacı ile bağdaşmadığı çok net bir şekilde görülmektedir. Özellikle temel hakların ve hürriyetlerin kısıtlanmasına yönelik daraltıcı yoruma hiçbir çağdaş hukuk sisteminin izin vermeyeceği tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Ceza Muhakemesi Hukukunda temyiz edilemeyen hükümler istisna olarak belirtilmiştir. Temyiz incelemesinin koşulları da bellidir. Bazı durumlarda iştirak iradesi içerisinde suç işleyen sanıkların farklı cezalara muhatap olmaması için genel bir kural olan 'davasız yargılama olmaz' ilkesinden ayrılarak CMUK’nın 325 ve CMK’nın 306. maddelerindeki koşulların gerçekleşmesi hâlinde 'temyiz etmeyen sanığında, temyiz etmişçesine yararlanacağı' şeklinde istisnai düzenlemelere yer verilmiştir. Sirayet koşullarının gerçekleşmesi hâlinde artık yeniden kurulan hükmün temyiz edilemeyeceği kanun koyucu tarafından istenseydi, bu hususta ayrı bir düzenleme yapılırdı. Böyle bir düzenleme yapılmadan sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkında yeniden kurulan hükme temyiz yasağı getirilmesinin yorum yolu ile istisna bir hükme yeni bir istisna konulması anlamına gelir ki ! böyle bir sonuç; kuralların geniş, istisnaların dar yorumlanması, istisnanın mutlaka kaideyi koyan makam ya da açıkça yetkilendirdiği başka bir makam tarafından konulması, yorum yolu ile istisnai hükmün üretilemeyeceği gibi ceza muhakemesi hukukuna hâkim olan yorum ilkeleri ile bağdaşmayacaktır. Zira sirayet nedeniyle lehe bozmadan yararlanma istisnai bir hükümdür. (Bak. Prof. Dr. Erdener YURTCAN-CMK. Şerhi-8. Baskı-Sayfa:1535). Ancak bozma sonrası yeniden kurulan hükmün temyizi genel bir hükümdür. Gerek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, gerekse özel dairelerin yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatlarının, evrensel bütün hukuk sistemlerinin kabul ettiği yorum ilkeleri ve ceza muhakemesi hukukunun amacı ile bağdaşmadığı gibi '... ve Hak' kavramları gibi yazılı olmayan ancak bütün çağdaş hukuk sistemlerinin görmezlikten gelemeyeceği ilkelere de aykırı olacağı açıktır.
Ceza ve hukuk muhakemesi esnasında verilen kararlar veya muhakeme sonunda ulaşılan hükümler, her zaman tam olarak gerçeği yansıtmayabilir. Karar ve hükümlerde haksızlık, hukuka aykırılık, yanılma, eksiklik olabileceği gibi aleyhine karar veya hüküm verilen kişi, verilen karar ya da hükümden tatmin olmamış olabilir. Karar veya hükümlerde bir takım adli hatalar yapılmış olması ihtimal dahilindedir. Verilen karar veya hükümlerin başka yargısal mercilerce tekrar incelenmesi adli hata riskini önemli ölçüde azaltır.
Kanun yolları, yargılama makamlarınca verilen kararların, hukuka aykırı ya da maddi gerçeği yansıtmadığı iddiası ile kural olarak başka bir yargılama makamı tarafından yeniden incelenmesini sağlayan hukuksal çarelerdir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, pek çok içtihadında; temyiz incelemesinin yapılabilmesi için süre ve istek koşullarına uygun açılmış bir temyiz davasının varlığının gerektiği, sanıklardan birinin talebinin, diğer sanıkların isteği yerine geçmeyeceği, ilgililer tarafından yasa yoluna başvurulmadığı takdirde hüküm kesinleşeceği, ana kural bu olmakla birlikte, gerek 1412 sayılı CMUK'nın 325 maddesi, gerekse 5271 sayılı CMK'nın 306. maddesinde istisna olarak düzenlenen sirayet kurumunun ;
1-) Aynı hükümle cezalandırılan sanıklar hakkında birbirileriyle çelişen hükümlerin verilmesinin önlenmesi, 2-) Temyiz yoluna başvurmamış bulunanlar aleyhine doğabilecek adaletsizliklerin önlenmesi”, olmak üzere 2 amacının bulunduğu açıklanmıştır.
Lehe olan bozma hükmünden, temyiz talebinde bulunmayan ya da temyiz talebi reddedilen sanığın da temyiz talebinde bulunmuşçasına yararlanmasına ne gibi hukuki sonuçların bağlanabileceği ve buna bağlı olarak bozmaya uyulması suretiyle kurulan yeni hükmün, sirayet nedeniyle bozma hükmünden yararlanan sanık hakkında kurulan yeni hükmün temyiz edilip edilemeyeceğinin açıklığa kavuşturabilmesi için öncelikle yorumdan ne anlaşılması gerektiği açıklandıktan sonra uyuşmazlığa konu ilgili normların ceza muhakemesi hukukunun izin verdiği ölçüde yorum ilkeleri ışığında çözümü, bir başka deyişle kanun koyucunun gerçek iradesinin belirlenmesi gerekmektedir.
Kanunilik ilkesinin gereği olarak pozitif hukuk, yorum faaliyetlerinin sınırını oluşturmalıdır. Yazılı metinlerin yorumlanmasında; pozitif temeli bulunmadığı için uygulayıcılar açısından bağlayıcı yanı olmayan ancak Prof. Dr. ... GÖZLER’in deyimiyle eşyanın tabiatından kaynaklanan yorum ilkelerine uyulması gerekmektedir. Ancak bu şekilde önceden bilinen ve olay sırasında değişmeyecek olan kurallar sayesinde hukuki güvenlik sağlanarak, keyfiliğin önüne geçilmiş olur. Herkes için aynı olması gereken yorum ilkelerine uyulmaksızın yapılacak yorumlarda; kişisel iradeler ön plana çıkacağından; ceza hukukunun olmazsa olmaz ilkeleri arasında yer alan kanunilik ilkesinden de uzaklaşılma tehlikesi ortaya çıkacaktır. Keyfiliği önleyebilmek ve hukuki güvenlik ilkesini sağlayabilmek için güçlü bir denetim mekanizmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Denetim mekanizmasının ise ilk derece mahkeme kararlarına karşı mümkün mertebe istinaf ya da temyiz yasa yolunun açılması ile devreye girmesi mümkündür.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazında, kanun yararına bozma ve yargılamanın yenilenmesi gibi olağanüstü yasa yollarının da açık tutulması suretiyle ceza muhakemesi kanununun amacı doğrultusunda yüzde yüz maddi gerçeğe ulaşılması hedeflenmiştir. Bir taraftan davasız yargılama ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalan kanun koyucunun, sırf adaletin sağlanabilmesi için genel kuraldan ayrılarak, sirayet kurumunu ihdas ederken, diğer taraftan sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkında sonradan verilen kararın temyiz edilemeyeceğinden bahisle denetim dışı bırakılmasına seyirci kalması elbette ki beklenemez. Mevcut normlar arasında sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkında kurulan hükmün temyiz edilemeyeceğine dair bir sonuca ulaşmayı haklı gösterecek yasaklayıcı bir düzenleme yoktur. Buna karşın, içtihat yoluyla kanuni dayanağı olmayan 'sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkında yeniden kurulan hükmün denetim dışı bırakılması' gibi istisna bir hükmün doğmasına yol açılmıştır. Böyle bir sonucun Prof. Dr. ... GÖZLER tarafından ' Anayasanın tanıdığı temel hak ve hürriyetlere, Anayasa, madde 13’e uygun olmak şartıyla kanunla istisna getirilebilir. Yorum yoluyla istisna üretilemez. Yorum yoluyla istisna yaratılamayacağı kuralından şu sonuç da çıkar. İstisnalar, kurucu iktidar veya yasama organı gibi kaideyi koyan makam tarafından ayrıca ve açıkça öngörülmüş olmalıdır. Ayrıca ve açıkça öngörülmedikçe, yorum yapılarak, birtakım ihtiyaçların varlığı gösterilerek, genel kurala istisna getirilemez. Zira 'ubi lex voluit dixit, ubi noluit tacuit (kanun istediği zaman söyler; istemediği zaman ise susar)' ilkesinin vurguladığı gibi kanun, bir konuyu daha ayrıntılı olarak düzenlemek isterse, bunu yapar; eğer daha ayrıntılı olarak düzenlemek istemiyorsa susar. Yani kanun koyucu koyduğu genel kurala istisna getirmek isteseydi, bunu açıkça yapardı' şeklinde özetlenen yorum ilkesine uymadığı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır.
1412 sayılı CMUK’nın 325. maddesinde 'hükmün cezanın belirlenmesindeki hukuka aykırılık sebebiyle bozulması' unsuru; uygulamada temyiz etmeyen sanığın bozma kararından yararlanabilmesi için şart olarak öngörülmüştür. Maddenin uygulama alanını daralttığından bahisle 5271 sayılı CMK’nın 306. maddesinde bu ibareye yer verilmeyerek hükmün sanık lehine bozulması koşuluyla her durumda temyiz etmeyen sanık açısından da sonuç doğuracağı kabul edilmiştir.
Konu ile ilgili yasal düzenlemeler bu şekilde ise de, yeni kurulan hükmün, sirayetten istifade eden sanık tarafından temyiz edilemeyeceğini savunan görüşlerin ortak çıkış noktası, 'sirayet ile hükmü temyiz etmeyen sanık hakkındaki hüküm bozulmamakta sadece temyiz etmeyen sanık ceza muhakemesinin genişleme etkisinden istifade ile aynı konumda bulunan sanıkların farklı ceza almalarının önüne geçmek için bozmanın sonuçlarından yararlandırılmaktadır' fikridir. Oysa ki; fiili ve hukuki durum böyle olmadığından bu görüşe katılmak zordur. Zira, hüküm diğer sanıklar yönünden bozulup, bozma kararı da temyiz etmeyen sanığa sirayet ettirildiğinde; önceki mahkûmiyet hükmü infaza verilmiş olsa dahi geri istenmekte ve tüm neticeleri ile ortadan kalkmaktadır. İnfazı yapılacak olan ve sanık hakkında adli sicil kaydına geçecek olan artık yeni hükümdür. Nitekim; Profesör Faruk Erem'in ... Barosu Başkanlığı'na konu ile ilgili bildirdiği görüş yazısında, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12.07.1948 tarih, 1948/163-121 esas-karar sayılı aksi yöndeki içtihadına atıf yaparak 'Bozmanın sirayetinden faydalanan kimselerin bozmadan sonra verilecek hükmü temyize hakları olmadığına karar verilmiştir. Bu kararın haklı olduğunu sanmıyoruz. Zira kanun temyiz etmemiş olan sanıkların da temyiz talebinde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından istifade edeceklerini bildirmektedir. (CMUK.325) Bu ibareyi manaca daraltmaya sebep yoktur. Bu hükmün esası '... fikri' ise mananın daraltılması yorum kaidelerine de uygun değildir' şeklinde görüş açıklamıştır. Bu fikri destekler mahiyette Profesör Sami Selçuk, 'Bozma kararına uyulmadığı takdirde, bozmanın hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayeti mümkün olmadığından, ilk kararı temyiz etmeyen sanığın direnme kararına karşı (temyiz) kanun yoluna başvurması olanaksızdır' sonucuna varan 03.12.1990 tarihli, 1990/6-218 esas, 1990/322 karar sayılı Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına karşı yazdığı muhalefet şerhinde, 'Ceza Yargılama Yasası'nın 325. maddesini, 320 ve 326. maddeleriyle birlikte yorumlanmak gerekir. Buna göre Türk yasa denetimi sisteminde nokta temyizi benimsenmemiş; bozulmakla ilk kararın ortadan kalktığı görüşüne ulaşılmıştır. Uygulama ve Yargıtay görüşü de bu yöndedir. Bu durumda, ilk mahkeme dirense bile, ilk karara yollama yapmakla yetinmeyecek, bozulmayan noktaları da yeniden kaleme almak zorunda olduğu kararında irdeleyecek ve hükme bağlayacaktır. Olayda ilk karar, temyiz etmeyen sanık açısından da bozulmuş ve böylece bu sanıkla ilgili hüküm de ortadan kalkmıştır. Ayrıca, Ceza Yargılama Yasası'nın 325. maddesi, 326. maddesindeki aleyhe bozma yasağı da gözetilerek kaleme alınmıştır. Söz konusu 325. maddenin uygulama koşulları ile sonucunu; bir başka deyişle yasa maddesinin varlık nedenleriyle sonucunu birbirine karıştırmamak gerekir. Uygulama koşulları söz konusu olunca, sanık, Yasa'nın anlatımına göre 'temyiz isteğinde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından' yararlanacaktır. Bozulan bir kararın, hem bütünüyle ortadan kalktığını ve hem de direnmeyle bu kez eski kararın kesinleştiğini benimsemek yalnız bir çelişki değil, Türk sisteminde reddedilen kısmi temyiz ve bozmayı bir başka yolla yeniden benimsemek, ayrıca Ceza Yargılamaları Yasası'nın 325. maddesinde öngörülen nedenlerle sonucu birbirine karıştırmak olacaktır ' fikrini savunmuştur.
Lehe olan bozmadan yararlanan sanığın ilk hükmü temyiz edemeyeceğine dair içtihatlar zaman içerisinde istikrar kazanarak yerleşik uygulamaya dönüşmesine karşın, uygulamada zaman zaman yaşanan tartışmalardan dolayı konu Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kuruluna taşınmış, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2017/29 K- 2019/453 K21/05/2019 gün, 2018/171 E-2019/453 K 2019?636 K sayılı ilamlarında önceki içtihatlar desteklenerek sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanığın ikinci hükmü temyiz edemeyeceği kabul edilmiştir. Bu kararların hukuk sistemimizdeki bağlayıcı normlara ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun olmadığı gibi ceza hukukunun olmazsa olmaz ilkeleri arasında yer alan ... ve hakkaniyet ilkelerine aykırı sonuçlara yol açacağı ısrarlı bir şekilde ileri sürülmüş, nitekim gelinen son aşamada; Y.C.G.K. 2020/72 K sayılı ilamında; sirayetten yararlanan sanık hakkındaki hükmün katılan tarafından dahi temyiz edilemeyeceği kabul edilerek; bir anlamda sirayetten yararlanan sanık hakkında kurulan hükmün hiçbir şekilde temyiz edilemeyeceği sonucuna ulaşılarak, denetim mekanizması kanuni düzenlemelere rağmen içtihat yoluyla tamamen devre dışı bırakılmıştır.
Bir taraftan adaletin tesisi için 1412 sayılı CMUK’nın 325. maddesinde yer verilen 'hükmün cezanın belirlenmesindeki hukuka aykırılık' nedeniyle bozulması ibaresinin manayı daralttığından bahisle 5271 sayılı CMK’nın 306. maddesinden çıkarmak suretiyle sirayet kurumunun uygulanma alanı genişletmek isteyen kanun koyucunun, diğer taraftan Yargıtayın içtihat yoluyla erişim hakkını engelleyecek şekilde sirayet müessesesinin hukuki sonuçlarını daraltmak suretiyle adil olmayan sonuçların ortaya çıkmasına sebebiyet vermesini arzu etmesi çok büyük bir çelişki olarak karşımıza çıkacağından, içtihatların kanun koyucunun gerçek iradesini yansıttığından söz edilmesi mümkün olmayacaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun ve özel dairelerin sirayet nedeniyle lehe olan bozmadan yararlanan sanığın yeniden kurulan hükmü temyiz edemeyeceğine dair giderek istikrar kazanan ve yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatlarında açıklanan görüşlere iştirak etmek mümkün değildir. Zira Ceza Genel Kurulu ile aynı görüşü paylaşan yazarların dahi, ceza muhakemesi normları yorumlanırken yazılı olan metinlerin yanında yazılı olmayan 'Hak ve ...' kavramlarının göz ardı edilmemesi gerektiği hususunda hem fikir oldukları görülmektedir. Gerek 1412 sayılı CMUK’nın 325. maddesinde gerekse 5271 sayılı CMK’nın 306. maddesinde temyiz etmişçesine yararlanmadan bahsedilmesine karşın, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun örnek olarak gösterilen her üç kararında da, teoride bazı yazarlar tarafından benimsenen ancak ağır eleştiriye uğrayan görüşler doğrultusunda 'sirayetten yararlanan sanık hakkındaki hükmün bozulmadığı, sadece bozmanın sonuçlarından yararlandığı' gerekçe olarak gösterilmiştir. Sadece bozmanın sonuçlarından yararlanma ile temyiz etmişçesine yararlanma çok farklı kavramlar olmasına rağmen aynı anlamı yüklemek, bütün çağdaş anayasalarda temel bulan 'Kanun koyucu abesle iştigal etmez' kuralına açıkça aykırı olacaktır. Sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkındaki hükmün bozulmadığı gerekçesine gelince; bozmadan yararlanan sanık hakkında sirayetten önce temyiz talebi olmadığı için incelenebilecek bir hüküm bulunmadığından hükmün doğrudan doğruya bozulması elbetteki mümkün olmayacaktır. Temyiz davasının da bir dava olması nedeniyle temyiz incelemesinin ancak bu dava ile sınırlı olacağı ve buna bağlı olarak sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkındaki sirayetten önceki hükmün doğrudan doğruya bozulmasının mümkün olamayacağı, ancak lehe bozma hükmünün sirayetine karar verilmesi durumunda, kesinleşmenin iptal edileceği gibi infaza başlanması hâlinde infazın dahi duracağı dikkate alındığında; artık hükmün bozulmadığından söz edilmesi gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. Zira, CMK’nın 306. maddesinin gerekçesinde de sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkında yeniden hüküm kurulmasının zorunlu olduğunun belirtilmiş olması, gerek Yargıtay Ceza Genel kurulunun gerekse özel dairelerin sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkında yeniden hüküm kurulmamasını mutlak bozma nedeni olarak kabul etmiş olması, sayın çoğunluğun gerekçesinde ileri sürüldüğü gibi bozulmayan bir hüküm varken ikinci kez hüküm kurulmasının mümkün olamayacağı hususunda gerek öğretide gerek uygulamada herhangi bir duraksamanın bulunmaması karşısında; sırf temyiz davası bulunmadığı için incelemeyen ve buna bağlı olarak doğrudan doğruya bozma kararına dahil edilemeyen ancak hükmün kesinleşmesini iptal ettiren hatta bir aşama daha ileri gidilerek infaza başlanması hâlinde infaza dahi son vermeyi gerektiren sirayet müessesesinin koşullarının gerçekleştiği bir ortamda, artık 'hükmün bozulmadığı' şeklinde ileri sürülen gerekçenin, Yargıtayın yıllar öncesine dayanan ve giderek istikrar kazanan yerleşik uygulamaları ile çelişeceği gibi eşyanın tabiatına dahi aykırı olacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Zira bir taraftan sirayet nedeniyle sadece bozmanın sonuçlarından yararlan sanık hakkındaki hükmün bozulmadığından söz edilirken, diğer taraftan sirayet koşullarının gerçekleşmesi hâlinde kesinleşmenin dahi iptal edilerek yeniden aynı sanık hakkında hüküm kurulmasının zorunlu olduğunun kabul edilmesi çok büyük bir çelişki olarak karşımıza çıkacaktır. Kanun koyucunun amacı sadece bozmanın sonuçlarından yararlandırmak olsaydı, madde metninde 'sanık' tabiri yerine tıpkı uyarlama yargılamalarında olduğu gibi 'hükümlü' tabirine yer verip, yeniden hüküm kurulması yerine sirayet nedeniyle temyiz eden sanık hakkında hükmedilen sonuç cezanın, infazda geçerli olacağının belirtilmesi ile yetinilirdi. Sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkında verilen ikinci hükmün temyiz edilemeyeceğinin kabul edilmesi hâlinde ikinci kez verilen hükümdeki çok bariz hataların dahi tamamen denetim dışı kalma tehlikesinin yaşanabileceği gibi ikinci kararda sonuca etkili olabilecek sonuçların ortaya çıkması hâlinde adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçası olan mahkemeye erişim hakkının açıkça engelleneceği ve adaletin sağlanması için istisnai bir hüküm olarak CMK’nın 306. maddesinde düzenlenen sirayet müessesinin yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatlar ile eşitlik ve ... ilkelerini nasıl zedeleyeceğinin somut örneklerle açıklanması gerekmektedir.
Örneğin A ve B isminde iki sanık ve katılan var. Yerel mahkeme öldürmeye teşebbüs suçundan ceza verdi. Resen temyize tabi değil. A temyiz etti, B temyiz etmedi. Yargıtay ilgili dairesi yerel mahkemece A hakkında verilen kararı, eylemin adam yaralama suçunu oluşturduğundan bahisle bozulmasına karar vererek bozma hükmünün 'B' ye sirayetine karar verdi. Yerel mahkeme bozmaya uydu, ancak bir yanlışlık daha yaptı, koşulları oluşmadığı hâlde tahrik hükümlerini uyguladı. Katılan temyiz etti. İlk hükmü temyiz etmeyen 'B'nin temyiz hakkı yok deniyor. Sanığa tanınmayan hak katılana neden tanınsın denilerek katılanın 'B' hakkındaki hükmü temyize hakkı yok denecek, sadece 'A' hakkındaki hükmü katılan temyiz edebilecek. 'A' hakkındaki hüküm düzeltilebilecek. Ancak 'B' hakkında, bırakın katılanı, Cumhuriyet savcısı dahi temyiz edemez denilecek. Kısacası A kendi temyizi ile kendisini dezavantajlı bir konuma getirdi. Böyle bir kabulün ceza muhakemesi hukukunun amacına, ceza hukukunun genel ilkelerine aykırı olacağı gibi mahkemeye erişim hakkını da engelleyeceği açıktır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Sırf adaletin tecellisi için ihdas edilen sirayet kurumu; kanaatimizce sirayet nedeniyle lehe bozmadan yararlanan sanık hakkında kurulan hükmün, içtihat yoluyla denetim dışı bırakılması suretiyle ortaya çıkabilecek olan her türlü hakkaniyete aykırı sonuçlara katlanma zorunluluğu bulunan müesseseye dönüştürülmüştür.
Yargıtayın 1948 yılından itibaren yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatlarının yukarıda ayrıntılı bir şekilde özetlenen yasal düzenlemeler ve Ceza Muhakemesi Hukukunun evrensel ilkeleri ile örtüşmeyeceği gibi ayrıca kanaatimizce taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin devreye girmesi sonucunda adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilen ve çağdaş bütün hukuk sistemlerinde olduğu gibi bizim hukuk sistemimizde de değer bulan mahkemeye erişim hakkı ile örtüşmeyeceği ve buna bağlı olarak ceza hukukunun olmazsa olmaz ilkeleri arasında yer alan hakkaniyet ilkesine aykırı sonuçların ortaya çıkmasına sebebiyet verileceği kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır.
Sonuç itibarıyla, ilk hükmü herhangi bir nedenle temyiz etmeyen ancak sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkında kurulan yeni hükmü temyiz etme yetkisinin bulunduğuna karar veren Yargıtay Yüksek 6. Ceza Dairesinin kararına itiraz eden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmesi gerekirken, itirazın kabulüne dair sayın çoğunluğun görüşüne yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle iştirak edilmemiştir.' açıklamalarıyla,
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Ceza Genel Kurulu Üyesi de; benzer gerekçelerle,
Karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 24.02.2021 tarihli ve 6818-3232 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Sanık ... müdafisinin, ... 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 17.02.2020 tarihli ve 261-100 sayılı hükmüne yönelik temyiz isteminin, 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi uyarınca suç ve ilk karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 310 ve 317. maddeleri gereğince REDDİNE,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 23.11.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.