Hukuk Genel Kurulu 2020/602 E. , 2022/215 K.
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesi
1. Taraflar arasındaki “Kurum işleminin iptali ve tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 20. İş Mahkemesinin davanın kabulüne ilişkin kararına yönelik taraf vekillerinin istinaf başvurusu üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesi tarafından verilen davalının istinaf başvurusunun esastan reddine, davacının istinaf başvurusunun kısmen kabulüne dair karar davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (Kurum/SGK) vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin eşinden 31.05.2001 tarihinde boşandığını, babasından dolayı ölüm aylığı almaktayken muvazaalı boşandığı iddiası ile 01.11.2008-31.01.2016 tarihleri arasında yapılan ödemelerin borç çıkarıldığını, ancak ortak çocukları bulunan müvekkili ve eski eşinin ara sıra aynı mekânı paylaşmalarının ve bakıma muhtaç durumda olmaları nedeniyle aynı evde çocukları tarafından bakılmalarının sağlanmasının toplumsal değerlerin bir gereği olduğunu, boşanma tarihi dikkate alındığında 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu hükümlerinin uygulanmasının mümkün olmadığını, alacağın zamanaşımına uğradığını ileri sürerek, öncelikle Kurumun icrai kararlarının durdurulmasına, yargılama sonunda ise Kurum işleminin iptali ile ödenmeyen ölüm aylıklarının faiziyle birlikte ödenmesine, kesilen aylıkların yeniden bağlanmasına ve müvekkilinin davalı Kuruma borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu cevap dilekçesi sunmamış, duruşmada davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. İstanbul 19. İş Mahkemesinin yetkisizlik kararı üzerine dosyanın gönderildiği İstanbul Anadolu 20. İş Mahkemesinin 15.12.2017 tarihli ve 2016/415 E., 2017/528 K. sayılı kararı ile; boşanmaya rağmen eşlerin devam eden anne-baba rolleri, eş olma dışındaki rollere bağlı sorumlulukların karşılanması gereğine bağlı ilişki ihtiyacı, bakıma muhtaç olunma hâli, bu konuda toplumun anlayışı ve beklentileri ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde danışıklı olarak boşanılmak suretiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edilerek haksız çıkar sağlandığı hususunun sübuta ermediği, davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşamadığı, bu durumda Kurum işleminin dayanaksız olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. İstanbul Anadolu 20. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
8. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesinin 27.03.2019 tarihli ve 2018/952 E., 2019/627 K. sayılı kararı ile; tanık beyanları ve dosya kapsamına göre, boşanma sonrasında davacının mülkiyeti eski eşine ait olan ve denetim yapılan adreste yaşamaya devam ettiği, eski eşinin ise müşterek çocukları ...’nin yanına yerleştiği, ...’nin hasta torunu dünyaya gelince de davacının bulunduğu apartmanda oturan kızları Fatma Betül’ün yanına yerleştiği, gündüzleri ortak bakıcı tarafından denetim adresinde bakıldıkları, geceleri ise kızının evinde kaldığı, davacı ve eski eşinin yaşları ve sağlık durumları dikkate alındığında aynı evde bir arada bulunmaları nedenlerinin evlilik birliğinin devamı olmadığı, denetim tarihinde 90 yaşında ve demans hastası olan eski eşin denetmene verdiği beyanına itibar edilemeyeceği, Kurum işleminin yerinde olmadığı, bu nedenle davalı Kurum vekilinin istinaf istemenin reddi gerektiği, davacının istinaf istemi yönünden ise davacı tarafından dava dilekçesinde ödenmeyen aylıkların tahsili de talep edilmesine rağmen bu hususta ilk derece mahkemesi tarafından bir karar verilmediği anlaşıldığından davacının bu yöndeki istinaf başvurusunun yerinde olduğu gerekçesiyle davalının istinaf başvurusunun esastan reddine, davacının istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 05.03.2020 tarihli ve 2019/3444 E., 2020/1483 K. sayılı kararı ile; “…Dosyadaki kayıt ve belgelerden;1930 doğumlu davacının 1948 ’de evlendiği, 31/05/2001 tarihinde eşinden boşandığı, 1977 yılında vefat eden babasından dolayı yetim aylığı aldığı, Sosyal Güvenlik Denetmeni tarafından düzenlenen rapora göre davacı ve boşandığı eşinin birlikte yaşadıklarının tespit edildiği, bu rapora dayanılarak Kurumca 01/11/2008-31/01/2016 tarihleri arasında ödenen aylıklar ve işleyen faizinin borç çıkarıldığı, anlaşılmıştır.
31.08.2015 tarihli Denetmen Raporunda; Suadiye Mah. Halimağa Sok. Arifbey Apt. No:15/4 adresinde Fatma Güner Çorak ile boşandığı eşinin birlikte aynı evde oldukları, eşinin ' Fatma hanımla 1948 yılında evlenip, 2001 yılında boşandıkları, sonra çocukların ısrarıyla tekrar bir araya gelip birlikte yaşamaya başladıkları, yaklaşık bir yıldır bakıma muhtaç oldukları için çocukların bakıcı tuttukları, zaman zaman eski eşini buraya getirdikleri, evin kendisine ait olduğu , 40 yıldır burada ikamet ettikleri ' şeklinde beyanda bulunduğu, evin ve aboneliklerin eşin üzerine kayıtlı olması , alınan beyanlar ve aynı evde görülmeleri nedeniyle denetmence birlikte yaşadıkları kanaatine varıldığı, görülmüştür. Tutanak tanığı damadın Mahkemede alınan beyanında; 'kayınvalidesiyle altlı üstlü aynı apartmanda oturduklarını, telaşla tutanağı imzaladığını, kayınpederinin demans hastası olduğunu, beyanına itibar edilemeyeceğini, kayınpederinin uzun süre eşinin abisiyle yaşadığını, hastalığı nedeniyle 3-4 yıldır kendilerinde kaldığını, gündüzleri tutulan bakıcının ikisine de bakması için alt daireye geldiğini' beyan ettiği, görülmüştür.
Somut olayda ; denetmen raporunun içeriği, tutanak tanığının ifadesi , tarafların altlı üstlü dairelerde yaşadıkları iddia edilse de, ortak bakıcı tarafından bakılmaları ve denetim esnasında aynı dairede bulunmaları nedeniyle bu iddianın inandırıcılıktan uzak olması, hususları birlikte değerlendirildiğinde davacı ve eşinin, boşandıkları süreçte de birlikte yaşamaya devam ettikleri sabit olup 5510 sayılı yasanın 59/2. maddesi gereğince Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından düzenlenen tutanak içeriğinin de aksi ispat edilemediğinden, davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulü usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, Bölge Adliye Mahkemesince eksik inceleme ve araştırma sonucu davalı ... vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile yeniden hüküm kurulması gerekirken, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı bozulmasına karar vermek gerekmiştir.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesinin 06.07.2020 tarihli ve 2020/741 E., 2020/987 K. sayılı kararı ile; davacının, araştırma raporu tarihinde 90 yaşında ve demans hastası olan, hayatının son dönemlerini yaşayan, 2016 yılında da vefat eden eski eşi ile özgür iradeleriyle bilinçli tercih yaparak birlikte yaşadıklarının kabul edilemeyeceği, ortak çocuklarının çalışabilmesi için gündüz mesai saatlerinde bakıma muhtaç davacı ve eski eşi bir araya getirerek tek bakıcı tarafından bakılmalarını sağlamasının tercihe dayalı birlikte yaşama olarak değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığına ilişkin tespit içeren denetmen raporu içeriğinin aksinin toplanan delillerle ispatlanıp ispatlanmadığı; buradan varılacak sonuca göre davanın reddini gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 56. maddesinin 2. fıkrasıdır.
15. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” kenar başlıklı 56. maddesinde: “Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesi yer almaktadır.
16. 01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'da yer almıştır.
17. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin 2. fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, “boşandığı eşiyle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama” olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
18. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hak sahipliğine son verilmesi ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
19. Gerçekten de ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, Tankut: Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
20. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda (Anayasa) öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de sosyal görevlerini, malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin Anayasa’nın 65. maddesindeki hüküm uyarınca Devlet, sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakabilir.
21. Bilindiği üzere, 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesinin Anayasa’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
22. Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 E., 2011/70 K. sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez. Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz. Ölüm aylığı yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” şeklindeki gerekçeyle hükmün Anayasa’nın 2, 10 ve 60. maddelerine aykırı olmadığına; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisi bulunmadığına karar verilmiş ve hükmün iptali yönündeki başvurular oy çokluğuyla reddedilmiştir.
23. Sonuç olarak davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması, Anayasa Mahkemesince düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmesi ve yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organları tarafından uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi usul ve yasaya uygundur.
24. Gelinen bu noktada sözü edilen hükmün zaman bakımından uygulanması konusu üzerinde durulmalıdır.
25. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik geçici 1. maddesinde: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” düzenlemesi bulunmaktadır.
26. Kanun koyucu tarafından geçici 1. madde ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylıkların durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
27. Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu ilke ile güdülen amaç; hukukî güvenliği temin etmek, kişileri ancak işlemi yaptıkları sırada yürürlükte olan kurallara göre sorumlu tutmak, böylece kazanılmış haklara saygıyı ve kazanılmış hakların korunmasını sağlamaktır. Zira hukukî güvenlik; hukuk devletinin temel taşlarındandır.
28. “Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması)” kuralının bazı istisnaları olup bu kapsamda yeni düzenleme kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin ise geçmişe etki eder şekilde uygulanması gerekir. Yine beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Bunlardan başka yargılama hukukuna ilişkin kurallar da ilke olarak geçmişe etkilidir.
29. Bu durumda 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki hükmün zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisnai durumun söz konusu olmaması nedeniyle madde ile getirilen düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dâhi maddenin yürürlük tarihi öncesine ilişkin işlem yapılarak borç tahakkuk ettirilmesi mümkün değildir. Ancak 01.10.2008 tarihinden itibaren boşanılan eşle fiili birliktelik söz konusu ise bağlanan aylığın kesilerek borç çıkarılması ve yersiz ödemeye ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun’un 96. maddesine göre uygulama yapılması gerekmektedir.
30. Ayrıca belirtilmek gerekir ki, Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, “Ali Naim: Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme”, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Sayı Özel, Ocak 2013, s.2529).
31. Bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesi uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının veya gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı veya geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinde bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
32. Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
33. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine göre; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
34. Bu maddedeki hüküm uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” ilkesi de gözetilmek suretiyle 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililerin her ne amaçla boşanmış olursa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemenin yürürlüğünden itibaren belirtilen nitelikte bir beraberliğe başlandığının tespiti hâlinde TMK’nın 2. maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir. Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı durumunda yeniden gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
35. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşama” unsurunun diğer bir ifade ile boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
36. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. Aynı yöndeki düzenleme 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesinin 1. fıkrasında “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde ifade edilmiştir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir (HMK m.190/2).
37. Bu noktada 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddelerindeki hükümlerine kısaca değinmekte fayda vardır.
38. 5510 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 59. maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi düzenlenmiş, maddenin 2. fıkrasında “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. 5510 sayılı Kanun’un 100. maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlere göre Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 13.02.2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun’un 78. maddesi ile değişik 92. maddesinin son fıkrasında da çalışma hayatını izleme, denetleme ve teftişe yetkili iş müfettişleri ile işçi şikâyetlerini incelemekle görevli bölge müdürlüğü memurları tarafından tutulan tutanakların aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olduğu hükme bağlanmıştır.
39. Somut olayda; 21.12.1930 doğumlu davacı ile 17.08.1924 doğumlu eski eşi Nüzhet Melih Birgi’nin 31.05.2001 tarihinde kesinleşen karar ile boşandıkları, davacının babası Hakkı Nizameddin Corak’ın 21.01.1977 tarihinde, annesi Hatice Münevver Corak’ın 03.04.1993 tarihinde vefat ettiği, davacıya 15.06.2001 tarihli tahsis talebi üzerine 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu 5510 sayılı Kanunu’nun 4/1-c kapsamında sigortalı olan babasından dolayı ölüm aylığı bağlandığı, 14.04.2014 tarihinde Kurum kayıtlarına giren isimsiz ihbar dilekçesi üzerine sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen 31.08.2015 tarihli ve MTÖ/16 sayılı raporda; davacının ikamet ettiği Suadiye Mahallesi Halimağa Sokak Arifbey Apartmanı No: 15/4 Kadıköy İstanbul adresine gidildiği, bu esnada adreste bulunan davacının eski eşi Nüzhet Melih Birgi’nin, boşandıktan sonra çocuklarının ısrarı ile davacıyla bir araya geldiklerini ve birlikte yaşamaya başladıklarını, yaklaşık bir yıldır bakıma muhtaç olduklarından çocuklarının bakıcı tuttuğundan zaman zaman davacıyı yanına getirdiklerini ifade ettiği, bu beyanı içeren ifade tutanağını davacının damadı Osman Birol Direzkonca’nın da ihtirazı kayıt ileri sürmeksizin imzaladığı, nüfus kayıtlarına göre davacının yerleşim yeri adresinin denetim adresi olduğu, boşandığı eşin yerleşim yeri adresinin denetim adresi olduğunu iddia etmesine rağmen farklı bir adres olduğu hususlarına yer verildikten sonra davacı ve eski eşinin Suadiye Mahallesi Halimağa Sokak Arifbey Apartmanı No: 15/4 Kadıköy/İstanbul adresinde birlikte yaşadıkları tespit edildiğinden davacıya bağlanan ölüm aylığının kesilerek ödenen aylıkların geri alınması gerektiği yönünde görüş bildirildiği, rapora istinaden davacının aldığı aylığın kesilerek 01.11.2008-31.01.2016 tarihleri arasında yapılan ödemelerin borç çıkarılması üzerine eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
40. Yargılama sırasında davacı vekilinin 23.10.2017 tarihli dilekçesi ekinde sunduğu faturalara göre denetim adresine ilişkin doğalgaz, elektrik ve su aboneliklerinin davacının eski eşinin üzerinde olduğu, 02.09.2016 tarihli Turkcell yazı içeriğine göre 26.02.2002 tarihinden itibaren davacının eski eşi adına aboneliğin bulunduğu adres olarak denetim adresinin bildirildiği, medula kayıtlarına göre ise davacı ve eski eşinin 2010-2014 yılları arasında Tekirdağ ve İstanbul’daki hastanelerde aynı tarihlerde muayene oldukları görülmüştür.
41. Öte yandan yargılama sırasında dinlenilen tutanak tanığı Osman ..., kayınvalidesi olan davacının evinde denetim yapıldığı sırada evde davacının, kayınpederinin ve bakıcının bulunduğunu, haber verilmesi üzerine davacının evine gittiğini ve kendisine imzalaması için tutanak verildiğini, tutanaktaki ifadelerin doğru olmadığını, kayınpederinin kendisi ile birlikte yaşadığını beyan etmesi nedeniyle tutanağın beyanı doğrultusunda değiştirildiğini düşünerek imzaladığını ifade etmiş ise de beyanı inandırıcılıktan uzak ve çelişkili bulunmuştur.
42. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının eski eşinin denetmene verdiği ifadede birlikte yaşama olgusunu doğrulayıcı beyanda bulunması, davacının damadının bu beyanı destekler nitelikteki açıklamaları içeren tutanağı ihtirazı kayıt koymaksızın imzalaması, davacı ve eski eşin ortak bakıcı tarafından bakılmaları, davacı ve eski eşinin boşandıkları dönemde aynı tarihlerde Tekirdağ ve İstanbul’daki hastanelerde muayene olmaları, davacının yaşadığı denetim adresindeki dairenin su, elektrik ve doğalgaz aboneliklerinin eski eşin üzerine kayıtlı olması dikkate alındığında, 5510 sayılı Kanun’un 59/2. maddesi uyarınca sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen tutanak içeriğinin aksinin ispatlanamadığı, bu nedenle davanın reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.
43. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
44. O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/2. maddesi uyarınca kararı veren bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 24.02.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.