Ceza Genel Kurulu 2011/9-92 E. , 2011/105 K.
İtirazname : 2011/31201
Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi
Mahkemesi : KONYA 7. Asliye Ceza
Günü : 05.12.2006
Sayısı : 717-780
Taksirle öldürme suçundan sanık T. E.’nın 5237 sayılı TCY’nın 85/1 ve 62. maddeleri uyarınca 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Konya 7. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 05.12.2006 gün ve 717-780 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 24.03.2010 gün ve 9893-3475 sayılı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 05.04.2011 gün ve 31201 sayı ile;
“Yüksek Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, iki sınır arasında belirlenen temel cezanın TCK 61. maddesinde düzenlenen ölçütler de gözetilerek adalet, hakkaniyet ve nesafet kurallarına uygun olup olmadığı noktasındadır.
5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun Anayasa Komisyonu gerekçesinde de belirtildiği üzere adı geçen Kanunun 61. maddesi ile cezanın belirlenmesinde izlenmesi gereken yöntem açık ve denetime imkan tanıyacak bir biçimde ortaya konmuştur. Buna göre, somut olayda ilgili suç tanımında belirlenen cezanın alt ve üst sınırı arasında ceza tayin edilirken, cezanın belirlenmesine ilişkin madde hükmünde gösterilen ölçütler dikkate alınacaktır. Bu düzenleme ile soyut gerekçelerle cezanın alt veya üst sınırdan belirlenmesi şeklindeki yanlış uygulamanın önüne geçilmek amaçlanmıştır.
Cezanın ne suretle belirlendiği denetime olanak sağlayacak şekilde açıklanmalıdır. İki sınır arasında temel cezanın belirlenmesi hakimin takdir yetkisi içinde olmakla birlikte takdirde yanılgıya düşülmemelidir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 04.05.2010 tarihli ve 2010/99 sayılı kararında da belirtildiği gibi, mahkemece ceza tayin edilirken, cezanın maddede yazılı alt sınır veya üzerinde belirlenmesi halinde Anayasanın 141/3 ve 5271 sayılı CYY’nın 34/1. maddeleri gereğince dayanılan gerekçenin; 5237 sayılı TCY’nın 61. maddesinde öngörülen hususlarla ilgili bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde yasal ve yeterli olması gerekir. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek özelliklerini taşımakta, ayrıca görevi yasaların ülke genelinde hukuka uygun olarak uygulanıp uygulanmadığını denetleyerek hukuk kurallarının uygulamasında birliği sağlamak olan Yargıtay’a da, yargıcın takdir yetkisini kullanırken 61. maddede düzenlenen kuralların dışına çıkıp çıkmadığını denetleme olanağı sağlamaktadır.
Bu açıklamalar ışığı altında bir suçtan dolayı TCK’nın 61. maddesi gereğince temel ceza belirlenirken söz konusu maddenin 1. fıkrasında yedi bent halinde sayılan hususlar göz önünde bulundurularak ve somut gerekçeler tek tek belirtilmek suretiyle ilgili kanun maddesindeki cezanın alt ve üst sınırları arasında takdir hakkı kullanılacaktır. Ayrıca bu temel ceza belirlenirken aynı Kanunun 3. maddesinin 1. fıkrasındaki ‘Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur’ şeklindeki hüküm de gözetilmek zorundadır.
Buna göre; her ne kadar taksirle işlediği suçta tam kusurlu ise de, sanığın sabıkasız oluşu, yargılama sırasında mahkemece tutanaklara yansıyan olumsuz bir halinin bulunmayışı, ölenin yakınlarının sanık hakkında şikayetçi olmamaları ve daha vahim olaylar da göz önünde bulundurulduğunda, yasa metnindeki ifadelerin tekrarı ile yetinilerek yetersiz gerekçeyle temel cezanın, suçun yasada öngörülen 2 yıl ile 6 yıllık ceza sınırları içerisinde en üst sınırdan tayin ve takdirinin yasaya aykırı olduğu” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanık hakkında taksirle öldürme suçundan belirlenen temel cezanın 5237 sayılı TCY’nın 61. maddesindeki ölçütlere uygun olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Trafik Kazası Tespit Tutanağında; “Sürücü T.E.’nın idaresindeki ....plakalı kamyoneti ile Karaman Çevre Yolu’nu takiben Ereğli Yolu Kavşağı istikametinden Kumköprü Caddesi Kavşağına doğru seyrederken, Menzil Caddesi Kavşağında yaya geçidinden, orta refüj istikametinden karşıya .... Market istikametine doğru yolu geçmeye çalışan yaya M. D.’ne aracının ön kısmı ile çarpması sonucu meydana gelen ölümlü kazada, 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası’nın 74. maddesine göre tam kusurlu olduğu,
Yaya M. D.ise, yatay ve dikey işaretlemelerle belirlenmiş yaya geçidinden geçmek isterken karıştığı kazada kural ihlalinde bulunmadığı” tespitlerinin yapıldığı,
Yerel mahkemece olay yerinde yapılan keşfe iştirak eden trafik bilirkişisi raporunda;
“Kazanın oluşumu itibariyle süreci T. E.’nın kavşak levhası ile yaya geçidi uyarı lehvasını gözönüne almadan hızını azaltmadığı ve dikkatini azami olarak yola vermediği görülmektedir.
Sürücü ve tanıklar, aracın yayaya çarpma noktasını yaya geçidi çizgisinden 5-6 metre ileride olduğunu beyan etmişlerdir. Ancak yaya geçidi çizgisinin hizasında orta refüjde bordür taşlarının kaldırılarak açılmış bir bölüm mevcuttur. Açılan kısmın haricindeki mevcut orta refüj bordür taşlarının kaplamadan 40 cm yükseklikte olduğu ve 78 yaşında bir yayanın bu yükseklikteki refüjden yola aniden çıkamayacağı, ayrıca kazanın akabinde olay yerine gelen kaza tahkik ekibinin iz ve delillere göre yapmış olduğu tetkiklerde yayanın gerek ayağından fırlayan ayakkabısının ve kan izlerinin bulunduğu nokta, gerekse yayaya çarpan aracın sola manevra ile orta refüj bordür taşına çarparak bıraktığı izlerden kazanın yaya geçidinin üzerinde meydana geldiği,
Bu nedenle sürücü T.E.nın 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası’nın 74. maddesi gereğince tamamen kusurlu olduğu” görüşünü bildirildiği,
Adli Tıp Kurumu Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesinin 03.07.2007 gün ve 1554 sayılı raporunda;
“Kaza mahalli, 10,5 m. genişliğinde, tek yönlü orta refüjle bölünmüş yol, asfalt kaplama, yaya geçidi, hava açık, zemin kuru, vakit gündüz ve mahal yerleşim yeridir. Trafik Kazası Tespit Tutanağında olay yerinde sürücünün gidiş istikametine göre sağ tarafta ‘kavşak’ ve ‘yaya geçidi’ trafik ikaz levhalarının bulunduğu tespit edilmiştir.
Sanık sürücü T. E.idaresindeki otomobili ile ‘kavşak’ ve ‘yaya geçidi’ trafik ikaz levhalarının bulunduğu yaya geçidine yaklaşırken hızını ifadesinde belirttiği üzere mahal şartlarına göre ayarlamamış, yaya geçidine yaklaşırken hız azaltmamış, bu haliyle orta refüjden kaplama üzerine giriş yapıp yolu karşıdan karşıya geçmeye çalışan, ilk geçiş hakkı bırakmadığı yayaya karşı aracını sola yönlendirip, idaresindeki aracın sol ön kısmı ile yolun sol şeridinde kaplama üzerinde tedbirsizce çarpması neticesinde meydana gelen olayda, dikkatsiz, tedbirsiz ve kurallara aykırı hareketleriyle(K.T.K.’nın 51, 52/a ve 74 maddeleri gereğince) tamamen kusurludur.
Yaya A.D.yaya geçidinde orta refüjden yola inip karşıya geçmek isterken sağ tarafından gelen ve meskun mahalde kanun ve yönetmeliklerde izin verilen hız tahditleri üzerinde seyir hızıyla yaya geçidinde yaklaşan sürücüye karşı orta refüje geri dönmek isterken, kendisine ilk geçiş hakkı bırakmayan sanık sürücü idaresindeki aracın sadmesine maruz kalması neticesinde meydana gelen olayda, oluş üzerinde herhangi bir hatalı olmadığı mevcut şartlarda alabileceği başkaca önlemin bulunmadığı anlaşılmakla, kusursuz olduğunun” görüşünün bildirildiği,
Anlaşılmaktadır.
Tanık A.D.keşifte alınan beyanında; “olay günü eniştemin kullandığı araçla çevre yolunda seyir halinde iken aracın arka kısmında oturuyordum. Yola bir şahıs çıktı eniştem onu görünce sol tarafa kaçtı. Tekrar şahıs geri döndü ve kaçamadık. Çarpma meydana geldi. Ön cam birden patladı. Çarpma noktasını pek net göremedim. Tahminen yaya geçidinin az ilerisindeydi” şeklinde,
Tanık R.D. ise keşifte alınan beyanında; “olay günü eniştemin kullandığı araçla çevre yolunda seyir halinde idik. Ben ön cam kenarında oturuyordum. Birden bir şahıs karşıdan karşıya geçmek üzere yola çıktı. Şahıs yolu ortaladı, biz çarpmamak amacıyla sola geçtiğimizde şahıs tekrar geriye döndü ve o anda çarpma meydana geldi ve ön cam patladı. Tam çarpma noktasını görmemekle birlikte yaya geçidinin ilerisinde çarpma meydana geldi” biçiminde anlatımda bulunmuşlardır.
Sanık aşamalarda özetle; “saat 18.10 sıralarında kendi sevk ve idaremdeki .... plakalı Mazda marka minibüs ile yanımda eşim Z.kayınlarım A.ve R.D.olduğu halde Karaman Çevreyolu’ndan Saraçoğlu Kavşağı’na doğru gidiyordum. ....Market önüne geldiğimde hızım 50-60 km/saat iken bana göre yolun sol tarafından tahminen 80 yaşlarında ismini sonradan M.D. olduğunu öğrendiğim şahıs yolun ortasına doğru ilerliyordu. Benim aracımı görünce M.D.tekrar geriye döndü. Ben de bu şahsa çarpmamak için direksiyonu sola kırdım fakat kurtaramayarak bu şahsa çarptım. Kazanın meydana gelmesinde benim kusurum yoktur” şeklinde savunmada bulunmuştur.
5237 sayılı TCY’nın taksirle öldürme suçu 85. maddesinin 1. fıkrasında; “Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlemiş, aynı Yasanın “taksiri” düzenleyen 22. maddesinin 4. fıkrasında; “Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir” hükmüne yer verilmiştir.
5237 sayılı TCY’nın “cezanın belirlenmesini” düzenleyen 61. maddenin 1. fıkrası; “Hakim; somut olayda; a) Suçun işleniş biçimini, b)Suçun işlenmesinde kullanılan araçları, c) Suçun işlendiği zaman ve yeri, d) Suçun konusunun önem ve değerini, e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını, f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını, g) Failin güttüğü amaç ve saiki, göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler”, aynı maddenin 10. fıkrası ise, “Kanunda açıkça yazılı olmadıkça cezalar ne artırılabilir, ne eksiltilebilir, ne de değiştirilebilir” şeklindedir.
O halde; 01.06.2005 tarihinden sonra işlenmiş olan herhangi bir suç nedeniyle alt ve üst sınır arasında bir ceza belirlenmesi gerektiğinde; göz önünde bulundurulması gereken tek ölçüt 5237 sayılı TCY’nın 61. maddenin 1. fıkrasındaki düzenlemedir. Ancak taksirle işlenen suçlar açısından yasa koyucu aynı Yasanın 22. maddenin 4. fıkrasına bir ölçüt daha eklemiştir. Bu durumda, taksirle işlenen suçlarda alt ve üst sınır arasında ceza belirlenirken TCY’nın 61/1 ve 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerin birlikte göz önüne alınması gerekmektedir.
Öte yandan, TCY’nın 61/1. maddedeki ölçütler genel nitelikli olup; bunların her biri, her suça uymayabileceğinden, her suç için tüm ölçütlerin değil, sadece ilgili suça uyan kısımların nazara alınması gerekir. Örneğin, taksirli suçlar açısından 61/1. maddenin (g) bendinde yer alan “failin güttüğü amaç ve saik” ölçütü uygulanamayacaktır.
Öyleyse, öncelikle 61. maddenin 1. fıkrasındaki kıstaslardan hangilerinin olayımız açısından uygulanabilir olduğu belirlenmelidir:
Somut olay açısından yapılan değerlendirmede; 61. maddenin 1. fıkrasındaki ölçütlerden, (a), (c), (d), (e) ve (f) bentlerinde yer alanların uygulanabilir, diğerlerinin ise uygulanamaz olduğu görülmektedir. Zira, (a) bendinde “suçun işleniş biçimi”, (c) bendinde “suçun işlendiği zaman ve yer”, (d) bendinde “suçun konusunun önem ve değeri”, (e) bendinde “meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı”, (f) bendinde ise “failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı” yer almaktadır; bunun dışında, (b) bendindeki “suçun işlenmesinde kullanılan araçlar” ve (g) bendindeki “failin güttüğü amaç ve saik” ölçütlerinin ise olayımızda uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Ayrıca göz önünde bulundurulması zorunlu olan bir başka ölçüt de, aynı Yasanın 22. maddesinin 4. fıkrasında yer alan ve sadece taksirle işlenen suçlara özgü olan “failin kusurudur”.
Tüm bu yasal düzenlemelere göre, yaya geçidinde bir kişinin öldüğü taksirli suç açısından temel cezanın belirlenmesinde; failin kusurunun değerlendirilmesinin zorunlu olduğu sonucuna varılmaktadır. Bununla birlikte, suçun işleniş biçimi ile suçun işlendiği zaman ve yerin, kusurun belirlenmesi sırasında suçun konusunun önem ve değeri ile meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığının da dikkate alınacağında ise kuşku bulunmamaktadır.
Her ne kadar, yasa koyucu taksirli suçlar açısından 765 sayılı TCY’nda yer alan ve matematiksel kusur hesabına dayalı cezalandırma sisteminden vazgeçmiş ise de, 5237 sayılı TCY uygulamasında da alt ve üst sınır arasındaki cezanın meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı ile suç konusunun değeri de gözetilerek fakat ağırlıklı olarak kusura göre belirlenmesi hakkaniyete ve yasaya uygun olacaktır. Bunun dışında, cezanın yasada yer alan objektif ölçütler terk edilerek, tamamen sübjektif olan hak ve nasafet gereğince tayin edilebileceğinin kabul edilmesi halinde ise, kişilere göre değişkenlik gösterecek olan hak ve nasafet ölçütlerinden kaynaklanan adaletsiz uygulamalar ortaya çıkacaktır.
Diğer taraftan; yargılamayı gerçekleştiren hakimin bilirkişilerin saptadıkları kusur oranları ile bağlı olmadığı, aksine bilirkişilerin yapacakları teknik belirlemeler çerçevesinde failin kusurunun ne olduğunun ve bu kusurun cezanın belirlenmesinde ne derece etkin olacağının her olayın özelliklerine göre bizzat hakim tarafından denetlenebilir ölçütlerle belirlenmesi gerektiği, ayrıca vurgulanması gereken önemli bir husustur.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde 2 yıl ile 6 yıl arasında bir ceza tayin ve takdir etmek durumunda olan yerel mahkemece TCY’nın 61. maddesindeki ölçütlere göre ve olaya ilişkin olarak öne çıkan herhangi bir somut gerekçe gösterilmeden temel cezanın 6 yıl olarak belirlenmesinde adalet, hak ve nasafet kurallarına aykırılık olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla Yargıtay C.Başsavcılığının itirazının kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan onbir Genel Kurul Üyesi; “yerel mahkemenin takdirinde yanılgı ve çelişki bulunmadığı, mahkemece adalet, hakkaniyet ve nasafet kullarına uygun bir cezaya hükmedildiği” düşüncesiyle itirazın reddine karar verilmesi gerektiği yönünde karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24.03.2010 gün ve 9893-3475 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Konya 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 05.12.2006 gün 717-780 sayılı kararının BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere, Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 17.05.2011 günü yapılan ilk müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 24.05.2011 günü yapılan müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.