Hukuk Genel Kurulu 2019/419 E. , 2022/705 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “Kurum işleminin iptali ve tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 33. İş Mahkemesince asıl ve birleşen davaların kabulüne ilişkin verilen karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili asıl dava dilekçesinde; müvekkilinin muvazaalı boşandığından bahisle babası Mehmet Keskin'den dolayı bağlanan ölüm aylığının kesilerek 01.11.2008–31.03.2014 tarihleri arasında ödenen 51.086,34TL'nin faizi ile birlikte borç kaydedildiğini, ancak müvekkilinin eşinden muvazaalı olarak boşanmadığını, boşanmanın muvazaalı olduğunun ispat edilmesi gerektiğini, müvekkilinin eşinden şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşandığını, eski eşin oğullarını her gün basketbol eğitimi için antremana, kızlarını da dershaneye götürdüğünü, eski eşinin çocuklarla ilgilenmesinin toplumsal örf âdet gereği olduğunu, davacının Hilal Mahallesinde, eski eşinin ise Mustafa Kemal Mahallesinde ikamet ettiğini, kanser hastası olan müvekkilinin Kurumun hukuka aykırı işlemi ile sosyal güvenlik hakkının elinden alındığını ileri sürerek Kurumun 05.03.2014 tarihli borç bildirim işleminin iptali ile 51.086,34TL borcu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
5. Davacı vekili birleşen dava dilekçesinde; asıl dava dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaları tekrar ederek davalı Kurumun 04.09.2014 tarihli borç bildirim işleminin iptaliyle 7.091,96TL borcu bulunmadığının tespitini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
6. Davalı ... (Kurum/SGK) vekili asıl davada cevap dilekçesinde; 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi gereği Kurum işleminin mevzuata uygun olduğunu, davacının eşinden anlaşmalı olarak boşandığını, nafaka ile tazminat talebinde bulunmadığını ancak dava dilekçesinde geçim sıkıntısı içinde bulunduğunu belirttiği, bu durumun hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, Kurum denetmeni tarafından düzenlenen tutanağın aksi sabit oluncaya kadar geçerli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
7. Ankara 33. İş Mahkemesinin 10.03.2016 tarihli ve 2016/342 E., 2016/57 K. sayılı kararı ile; mahkemece dinlenen tanıkların beyanları ile ve denetmence ifadesi alınan tanık ...'nın anlatımının birlikte değerlendirilmesinden eski eşin çocuklarının eğitimi nedeniyle sık sık gelip gittiği, çocukları okula bırakıp aldığı, apartman yöneticisi olan tanık ...'ın davacının boşandığı eşi Ertuğrul Çolak'ın toplantılara katılmadığını, aidatları ondan almadığını ancak daha önce aidat makbuzlarında Ertuğrul Çolak'ın isminin geçmesi nedeniyle onun adına makbuzları kestiğini belirttiği, Kurum denetmeninin davacının boşandığı eşinin mernis adresinin olmadığını, babasının adresine rapordan bir ay önce taşınmış olduğunu, boşandığının çevrede bilinmediğini belirttiği, davacının eşinden bir başka kadınla ilişkisi olduğu için boşandığını, uzun süre ailesinden boşandığını gizlediğini, çevreden bilinmesini istemediğini, medeni bir şekilde arkadaşlık ilişkilerinin sürdüğünü beyan ettiği, dinlenen tanıkların Kurum denetmeninin tespitini doğrulamadığı, ülkemizde ayrı yaşayan eşlerin ve özellikle boşanan kadınların bu durumlarını gizledikleri, bir kadının tek başına yaşıyor olmasının zorlukları, toplumdaki dul kadın algısının kadınları bu tür davranışlara yönelttiği, davacının çocuklarının babaları ile ilişkisinin sağlıklı bir şekilde devamını sağlamaya çalıştığı, bu hâli ile davacının Kurumdan aylık almak amacıyla eşinden boşandığının kanıtlanamadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların kabulüne, Kurum işlemlerinin iptali ile borçlu olmadığının tespitine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
8. Ankara 33. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
9. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 28.09.2017 tarihli ve 2016/12249 E., 2017/7004 K. sayılı kararı ile; “..Dava; 5510 sayılı Yasa'nın 56/2.fıkrası uyarınca boşandığı eşi ile birlikte yaşadığı tespit edilen davacının, ölüm aylığının kesilmesine ilişkin davalı Kurum işleminin iptali ve borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece asıl davanın ve birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hüküm, davalı Kurum vekilince temyiz edilmiştir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerin incelenmesinden; Davacı ...’in 07/10/2003 tarihinde eşi Ertuğrul Çolak’tan boşandığı, 1982 yılında vefat eden babasından dolayı yetim aylığı aldığı, Sosyal Güvenlik Denetmeni tarafından tanzim edilen 16/01/2014 tarih ve 22 sayılı Rapora göre; davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşamaya devam ettiğinin tespit edildiği, , bu rapora dayanılarak Kurumca 01/11/2008 - 31/03/2014 tarihleri arası ödenmiş aylık tutarı ve sağlık ödemesi tutarı ile faizinin borç çıkarıldığı, Ankara 8.İş Mahkemesinin 2014/2248 E. 2014/1876 K. Sayılı dosyasının bu dosyayla birleştirildiği, birleşen dosyada davacı ... tarafından davalı kurumun 04/09/2014 gün ve 12-418-504 nolu borç bildirim kararının iptaliyle, kuruma 7.091,96 TL asıl alacak (sağlık ödemesi) ve fer'ileri kadar borcu olmadığının tespitinin talep edildiği, anlaşılmıştır.
16/01/2014 tarih ve 22 sayılı Denetmen Raporunda; Davacının mernis adresi olan “Hilal mah. 673. Sok. No:15/2” adresine gidildiği, 8 nolu dairede ikamet eden ...’in yazılı ve imzalı ifadesinde; Şeyda Hanım’ı tanıdığını, 2 numarada eşi ve çocuğuyla birlikte kirada oturduğunu söylediği, evsahibi ... yazılı ve imzalı ifadesinde; birlikte oturduğu annesinin 2 numaralı dairenin sahibi olduğunu, burada Ertuğrul Çolak’ın, eşi ve çocuklarıyla ikamet ettiğini, 10 yıldır kiracıları olduğunu söylediği, Yönetici ...'ın çifti 7 yıldır tanıdığını, bir oğlu ve bir kızları olduğunu, genelde şehir dışında olduğundan zaman zaman Şeyda ve Ertuğrul Çolak ile karşılaştıklarını, evli olduklarını bildiğini, boşandıklarını bilmediğini, söylediği, davacının eşinin 11/11/2013 tarihli beyanı ile babasının evini ikamet adresi olarak beyan ettiği, apartman görevlisi ve karşı komşu dairenin şu an boş olduğunu, 1ay önce Ertuğrul Çolak’ın babası ve üvey annesinin yanlarında kimse olmadan 6-7 yıl burada ikamet ettiklerini söylediği, sonucunda denetmence tarafların birlikte yaşadıkları kanaatine varıldığı görülmüştür.
Davanın, yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır. Fıkrada: “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir.
Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde ilgiliyi haktan yararlandırmama; hakkın kötüye kullanılması durumunda hak sahipliğinin ortadan kalkması ve dolayısıyla gelir veya aylıktan yararlandırılmama yöntemi benimsenmiştir.
5510 sayılı Yasa'nın 56. maddesinde oldukça yalın olarak; 'eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen' ibareleri yer almakta olup kanun koyucu tarafından örneğin; 'sosyal güvenlik kanunları kapsamında ölüm aylığına hak kazanmak amacıyla eşinden boşanan', ' hak sahibi sıfatını haksız yere elde etme amacıyla eşinden boşanan', 'gerçek boşanma iradesi söz konusu olmaksızın (muvazaalı olarak) eşinden boşanan' veya bunlara benzer ifadelere yer verilmemiş, sade olarak kaleme alınan metinle uygulama alanı genişletilmiştir. Maddede, boşanma amacına/saikine yönelik herhangi bir düzenlemeye yer verilmediğinden, gerek Kurum'ca, gerekse yargı organlarınca uygulama yapılırken, eşlerin boşanma iradelerinin gerçekliğinin/samimiliğinin araştırılıp ortaya konulması söz konusu olmamalı, boşanmanın muvazaalı olup olmadığına ilişkin herhangi bir araştırma/irdeleme ve boşanma yönündeki kesinleşmiş yargı kararının geçerliliğinin sorgulaması yapılmamalı, özellikle kesinleşmiş yargı organının verdiği karara dayanan 'boşanma' hukuki durum ve sonucunun, eşlerin gerçek iradelerine dayanıp dayanmadığının araştırılmasının bir başka organın yetki ve görevi içerisinde yer almadığı, kaldı ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda 'anlaşmalı boşanma' adı altında hukuki bir düzenlemenin de bulunduğu dikkate alınmalıdır. Şu durumda sonuç olarak vurgulanmalıdır ki, boşanma tarihi itibariyle gerçek/samimi boşanma iradelerine sahip olan (evlilik birliği temelinden sarsılan) veya olmayan tüm eşlerin, maddenin yürürlük tarihi olan 01.10.2008 tarihinden itibaren her ne sebeple olursa olsun eylemli olarak birlikte yaşadıklarının saptanması durumunda gelirin/aylığın kesilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
Tüm bu nedenler ve Sosyal Güvenlik Denetmeni tarafından tanzim edilen rapora ilişkin alınan tanık ifadeleri, tanıkların mahkemede verdikleri ifadelerinde tevil yoluyla ikrarları, seçmen kayıtlarına göre 2006-2008 arası davacı ve eşinin adreslerinin aynı olması (Birlik Mah. No:28/6 ), 2007 yılında aynı okul ve sandıkta art arda oy kullanmaları, birlikte değerlendirildiğinde davacı ve eski eşinin aynı adreste birlikte yaşadıkları sabit olup, 5510 sayılı yasanın 59/2. maddesi gereğince Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından düzenlenen tutanak içeriğinin de aksi ispat edilemediğinden, davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsiz olmuştur.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacının tüm temyiz itirazları reddedilip, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
10. Ankara 33. İş Mahkemesinin 19.06.2018 tarihli ve 2017/417 E., 2018/248 K. sayılı kararı ile; davacı tanıklarının davacının boşandıktan sonra eşiyle birlikte yaşamadığını samimi bir şekilde beyan ettikleri, davacı ve boşandığı eşi Ertuğrul Çolak'ın adres hareketleri ve oy kullandıkları sandıkların farklı olduğu, davacının eşinin başka bir kadınla ilişkisi nedeniyle eşinden boşandığı ve kanser tedavisi gördüğü, ayrıca davacının boşanmadan önce inceleme yapılan adreste oturmaya başladığı ve boşandıktan sonra aynı evde oturmaya devam ettiği, dul bir kadın olmanın zorluklarını bertaraf etmek için kapı zilindeki ismi bile değiştirmediği, boşanan eşlerin düşman olmak yerine ortak çocukları birlikte büyütme ve parçalanmış aile sorunlarını çocuklarına yaşatmama gayreti içinde olmalarınında cezalandırılmaması gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
11. Direnme kararı süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
12. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığına ilişkin tespit içeren Sosyal Güvenlik Kurumu denetmen raporunun aksinin toplanan delillerle ispatlanıp ispatlanmadığı; buradan varılacak sonuca göre davanın reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
13. Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 56. maddesinin 2. fıkrasıdır.
14. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” kenar başlıklı 56. maddesinde: “Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesi yer almaktadır.
15. 01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'da yer almıştır.
16. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin 2. fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, “boşandığı eşiyle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama” olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
17. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hak sahipliğine son verilmesi ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
18. Gerçekten de ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, T: Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
19. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda (Anayasa) öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de, sosyal görevlerini, malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin Anayasa’nın 65. maddesindeki hüküm uyarınca Devlet, sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi, boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte, bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakabilir.
20. Bilindiği üzere, 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesinin Anayasa’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
21. Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 E., 2011/70 K. sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez. Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz. Ölüm aylığı yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” şeklindeki gerekçeyle hükmün Anayasa’nın 2, 10 ve 60. maddelerine aykırı olmadığına; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisi bulunmadığına karar verilmiş ve hükmün iptali yönündeki başvurular oy çokluğuyla reddedilmiştir.
22. Sonuç olarak davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması, Anayasa Mahkemesince düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmesi ve yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organları tarafından uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi usul ve yasaya uygundur.
23. Gelinen bu noktada sözü edilen hükmün zaman bakımından uygulanması konusu üzerinde durulmalıdır.
24. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik geçici 1. maddesinde: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” düzenlemesi bulunmaktadır.
25. Kanun koyucu tarafından geçici 1. madde ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylıkların durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
26. Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu ilke ile güdülen amaç; hukukî güvenliği temin etmek, kişileri ancak işlemi yaptıkları sırada yürürlükte olan kurallara göre sorumlu tutmak, böylece kazanılmış haklara saygıyı ve kazanılmış hakların korunmasını sağlamaktır. Zira hukukî güvenlik; hukuk devletinin temel taşlarındandır.
27. “Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması)” kuralının bazı istisnaları olup bu kapsamda yeni düzenleme kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin ise geçmişe etki eder şekilde uygulanması gerekir. Yine beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Bunlardan başka yargılama hukukuna ilişkin kurallar da ilke olarak geçmişe etkilidir.
28. Bu durumda 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki hükmün zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisnai durumun söz konusu olmaması nedeniyle madde ile getirilen düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dâhi maddenin yürürlük tarihi öncesine ilişkin işlem yapılarak borç tahakkuk ettirilmesi mümkün değildir. Ancak 01.10.2008 tarihinden itibaren boşanılan eşle fiili birliktelik sözkonusu ise bağlanan aylığın kesilerek borç çıkarılması ve yersiz ödemeye ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun’un 96. maddesine göre uygulama yapılması gerekmektedir.
29. Ayrıca belirtilmek gerekir ki, Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, Ali Naim: Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Sayı Özel, Ocak 2013, s.2529).
30. Bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesi uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının veya gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı veya geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinde bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
31. Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
32. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine göre; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
33. Bu maddedeki hüküm uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” ilkesi de gözetilmek suretiyle 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililerin her ne amaçla boşanmış olursa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemenin yürürlüğünden itibaren belirtilen nitelikte bir beraberliğe başlandığının tespiti hâlinde TMK’nın 2. maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir. Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı durumunda yeniden gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
34. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşama” unsurunun diğer bir ifade ile boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
35. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. Aynı yöndeki düzenleme 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesinin 1. fıkrasında “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde ifade edilmiştir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir (HMK m.190/2).
36. Bu noktada 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddelerindeki hükümlerine kısaca değinmekte fayda vardır.
37. 5510 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 59. maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi düzenlenmiş, maddenin 2. fıkrasında “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. 5510 sayılı Kanun’un 100. maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlere göre Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 13.02.2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun’un 78. maddesi ile değişik 92. maddesinin son fıkrasında da çalışma hayatını izleme, denetleme ve teftişe yetkili iş müfettişleri ile işçi şikâyetlerini incelemekle görevli bölge müdürlüğü memurları tarafından tutulan tutanakların aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olduğu hükme bağlanmıştır.
38. Somut olayda; davacının eşi Ertuğrul Çolak’tan 07.10.2003 tarihli karar ile boşandığı, babası Mehmet Keskin’in 01.01.1982 tarihinde, annesi Maksude Keskin’in ise 15.03.1991 tarihinde vefat ettiği, kendisine babasından dolayı ölüm aylığı bağlandığı, sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen 16.01.2014 tarihli ve 022 sayılı araştırma ve inceleme raporunda yapılan çevresel soruşturma ve alınan ifadelerden davacının boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığının tespit edildiği belirtilmiş olup davacının resmî ikametgah adresinde komşuları ile görüşülmüş, rapor ekindeki imzalı tutanakta ...’in 2 numaralı dairede oturan davacının eşi ve çocukları ile birlikte yaşadığını; ...’nin ise birlikte ikamet ettikleri annesi Gülbahar Göze’nin 2 numaralı dairenin sahibi olduğunu, Ertuğrul Çolak’ın eşi ve çocuklarıyla beraber ikamet ettiğini ve kiracıları olduğunu belirttiği, Kurum denetmeni tarafından Ertuğrul Çolak’ın resmî ikametgah adresine gidildiğinde eski eşin komşusu olan Jale Burslan’ın yan komşularının Esat Bey ve Bilge Hanım olduğunu, 6-7 yıldır yanlarında çocukları veya başka hiç kimsenin ikamet etmediğini; yine apartman görevlisi ...’in de aynı yönde beyanda bulunduğu, davalı Kurum tarafından denetmen raporundaki tespit doğrultusunda ödenen aylıkların ve sağlık giderlerinin borç çıkarılması üzerine eldeki asıl ve birleşen davanın açıldığı anlaşılmıştır.
39. Kurum denetmeni tarafından resmî ikametgah adresi Kimlik Paylaşım Sisteminde bulunmayan eski eşin 07.11.2013 tarihinde çalıştığı işyerinden adresini bildirir belge talep edilmesi üzerine talep tarihinden sonra eski eş tarafından 11.11.2013 tarihinde adres kaydı yapıldığı, davacının oturduğu apartmanın yöneticisi olan ...’ın ifadesinde davacı ve eski eşi Ertuğrul Çolak’ın evli olduklarını tahmin ettiğini, boşandıklarını bilmediğini beyan ettiği ve söz konusu apartmanın 2 numaralı dairesinin aidat makbuzları ve gelir-gider defter kayıtlarının Ertuğrul Çolak adına olduğu yönetici tarafından sunlan belgelerden anlaşılmıştır.
40. Davacının kardeşi ... 23.06.2015 tarihli duruşmada “Kız kardeşim eşinin kendisini aldattığını şüphelenerek bize boşanmak istediğini söyledi. Kendisine eşine şans vermesini istedik ancak telefon kayıtları kredi kartı ekstreleri ile şüphesi kesinleşince boşandı…Biz boşanmalarına karşı çıkmıştık..” beyanında bulunduğu, davacının ise 10.03.2016 tarihli duruşmada “..Ben aileme bile boşandığımızı çok geç söyledim…” şeklinde beyanda bulunduğu ve bu suretle çelişkili ifadeler verdikleri görülmüştür.
41. Mahkemece bilgilerine başvurulan tutanak tanıklarının davacı ve eşinin boşandığını bilmediklerini, bu durumu sonradan öğrendiklerini beyan ettikleri, getirtilen seçmen kayıtlarında davacı ve eşinin boşandıkları döneme tekabül eden 2007 yılı seçiminde adreslerinin aynı olduğu, aynı sandıkta peş peşe sıra numarası ile oy kullandıkları, 25.02.2008 ve 20.11.2008 tarihli seçmen kayıt güncelleme bilgilerinde de davacı ile eski eşinin adreslerinin aynı olduğu, aynı sandıkta peş peşe sıra numarası ile kayıtları oldukları tespit edilmiştir.
42. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile ablasının çelişkili beyanları, davacının komşularının denetmene verdiği ifadede birlikte yaşama olgusunu doğrulayıcı beyanda bulunmaları, davacı ve eşinin boşandıkları dönemde aynı sandıkta peş peşe sıra numarası ile kayıtlı olmaları dikkate alındığında, 5510 sayılı Kanun’un 59/2. maddesi uyarınca sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen tutanak içeriğinin aksinin ispatlanamadığı, bu nedenle davanın reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.
43. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
44. O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Bozma kapsam ve nedenlerine göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 24.05.2022 tarihinde oy birliği ile ve kesin olarak karar verildi.