Hukuk Genel Kurulu 2013/2436 E. , 2015/1731 K.
MAHKEMESİ : Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 28/02/2013
NUMARASI : 2012/425-2013/94
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 16.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 29.01.2008 gün ve E:2007/132, K:2008/1 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 20.01.2009 gün ve E:2008/5323, K:2009/670 sayılı ilamı ile önce hüküm onanmış; davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine aynı Dairenin 03.05.2012 gün ve E:2012/4960, K:2012/7825 sayılı ilamı ile;
(…Dava, basın yolu ile kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine dair verilen karar Dairemizce onanmıştır. Davacının karar düzeltme istemi üzerine dosya yeniden incelenmiştir.
Mahkemece, dava konusu yazının görünür gerçeğe uygun olduğu, davacı tanığının haberin gerçek olmadığına dair beyanının görünür gerçekliği ortadan kaldırmayacağı, gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya kapsamındaki belgeler incelendiğinde:
Davalılardan MHP Genel Başkan Yardımcısı C.. P..’nın 18/12/2006 tarihinde Kanaltürk televizyonun da yayınlanan “Yolsuzluk ve Yoksulluk” isimli programda “Gece yarısı iki buluşması, 28 Şubat 2005 Saat 23:45 Atatürk Havalimanından (…) O.....’ı taşıyan özel uçak Ankara’ya doğru hareket ediyor, Ankara Esenboğa Havalimanı’na inen ikili kendilerini bekleyen araba ile hızla alandan ayrılıyor gece saat 01:00 ”.
Gece saat 02.00 1 mart (…) Ofer, M.... ve ekibi Maliye Bakanı K.. U..’ın yanına getirilerek Tüpraş üzerinde görüşmeye başlıyorlar, 1 Mart 2005 sabahı saat 09.00 Bakan Unakıtan kendisine bağlı Özelleştirme İdaresine Tüpraş’ın 14.76 sının satışının talimatını veriyor…” şeklinde konuşuyor, davalılardan B... Tercüman gazetesinin 22/12/2006 tarihinde yayımlanan “Özel odalarda özelleştirme pazarlıkları” başlıklı köşe yazısında MHP Genel Başkan Yardımcısı C.. P..'nın konuşmasını esas alarak gizli pazarlıklarla yapılan ihaleler sonucu Türkiye’nin yağmalanıp satıldığı yolunda yazı yazdığı anlaşılmaktadır.
Mahkemece, Tüpraş'ın satışına ilişkin bazı yolsuzluklar olduğundan bahisle CHP tarafından TBMM'de soru önergesi verildiği, davaya konu yazının bu tür işlemlerden sonra yayınlandığı, yayının görünür gerçeğe uygun olduğu kabul edilmiştir. Oysa davalılar habere konu olan gerek konuşma ve gerekse konuşma esas alınarak yazılan köşe yazısında çok somut olarak ay, gün, saat, dakika, isim, vasıta ve güzergah belirtmek sureti ile ismi de verilmek suretiyle davacı hakkında haber yapılmasına sebebiyet vermişlerdir. Mahalli mahkemenin gerekçesine göre bu konuşma ve yazının görünürdeki gerçekliğe uygun olduğunun kabulü için konuşma ve yazıda somut olarak belirtilen gelişmelerin (olayların) tam olarak veya benzer şekilde olması gerekir. Somut davamızda davacı gerek konuşmada ve gerekse konuşma esas alınarak yazıda belirtilen olayların kesinlikle olmadığını söylediğine göre, davalıların konuştuklarının ve yazdıklarının doğru olduğunu kanıtlamaları gerekir. Davalılar duyumdan öte hiçbir delil ve belge vermeyerek iddialarını kanıtlamadıkları gibi, yargılama sırasında yapılan yazışmalardan da davaya konu gelişmenin veya benzer bir gelişmenin olduğu anlaşılamamıştır. Dolayısıyla sadece TBMM'de soru önergesi verilmiş olması görünürde de olsa bir gerçeklikten bahsedilemeyeceğini ortaya koymaktadır.
Gerçeklikle alakası olmayan bu konuşma ve yazının davacının kamuoyu önünde küçük düşmesine yol açacağı bu sonucun hukuka aykırı ve davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edeceğinden davacı lehine uygun bir miktar manevi tazminat verilmesi gerekir. Yerel mahkemece bu yönlerin gözetilmemiş olması kararın bozulmasını gerektirmiştir.
Şu durumda davalının karar düzeltme istemi HUMK’nun 440-442 maddeleri uyarınca kabul edilmeli, onama kararı kaldırılmalı ve karar gösterilen nedenlerle bozulmalıdır...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN:Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalı B....22.12.2006 tarihli Tercüman Gazetesindeki köşesinde kaleme aldığı 'Özel Odalarda Özelleştirme Pazarlıkları' başlıklı yazısında, müvekkili K.. U.. hakkında diğer davalı C.. P..’nın sözde tespit ve açıklamalarına yer vererek, hiçbir araştırma yapmadan halka kasıtlı olarak gerçek dışı bilgi ve haber vermesi nedeniyle müvekkilinin kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek, davalıların manevi tazminata mahkum edilmelerini talep ve dava etmiştir.
Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemenin, dava konusu yazının görünür gerçeğe uygun olduğu, davacı tanığının haberin gerçek olmadığına dair beyanının görünür gerçekliği ortadan kaldırmayacağı, yazının basın özgürlüğü kapsamında kaleme alınmış bir eleştiri yazısı olduğu, hukuka aykırılık unsurunun gerçekleşmediği gerekçeleriyle davanın reddine dair verdiği karar davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, önce hükmün onanmasına karar verilmiş; davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine Özel Dairece, metni yukarıda başlık bölümünde aynen alınan gerekçelerle hüküm bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını, davacı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu makalenin ve televizyon yayınının içeriği, kullanılan söz ve ifadeler itibariyle davacının kişilik haklarına saldırının söz konusu olup, olmadığı; diğer bir deyişle davacı yararına manevi tazminata hükmetme koşullarının oluşup, oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki, basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Öte yandan, bu konuda uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
1982 Anayasasının 90.maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası Antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almaktadır. Bu durumda mahkemelerin önlerine gelen uyuşmazlıklarda, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
Hal böyle olunca; Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gözetilerek verilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi gerekmektedir.
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun önemli özelliklerinden biri olup, toplumun ilerlemesinin ve her bir bireyin gelişmesinin temel koşullarından birini oluşturur. Bu özgürlük AİHS’nin 10/2.maddesine tabi olmak kaydıyla, sadece olumlu karşılanan ya da kimseye saldırgan gelmeyen ya da insanların kayıtsız kalabildiği “bilgi” ve “fikirler” için değil, Devlet veya halkın herhangi bir kesimi için saldırgan görünen sarsıcı nitelik taşıyan ya da rahatsız edici olan fikirler için de geçerlidir (Handysıde V.Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976, Başvuru No: 5493/72, Seri A No. 24, s.23, paragraf 49). Çoğulculuk, hoşgörü ve açık düşünce bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın 'demokratik bir toplum' olamaz. 10.maddede benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de bu, dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli - Türkiye Davası (Başvuru No: 35839/97).
Basın özgürlüğü ise, ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM basın ile ilgili kararlarında, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra, basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi, kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handysıde V.Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976, Başvuru No: 5493/72, 49, Centro Europa 7 S.R.L. And Dı Stefano V. İtalya, Başvuru No: 38433/09, 131).
O halde basın özgürlüğü, bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür; diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Mahkeme’ye göre basın ancak bu şekilde, kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevi yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, ulusal makamlara tanınan takdir yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak sınırlandırılır (Édıtıons Plon V. Fransa, Başvuru No: 58148/00, 44; Bladet Tromsø And Stensaas V. Norveç, Başvuru No: 21980/93, 59).
Burada şu hususun da ifade edilmesi gerekir ki, Sözleşme’nin 10.maddesi sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, fakat aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de korur. (Oberschlıck V. Avusturya, Başvuru No: 20834/92, 57). AİHM’nin yerleşik içtihadına göre; gazetecilik özgürlüğü ve mesleği, belirli ölçüde abartma, hatta kışkırtma unsurunu da içerir (Prager And Oberschlıck V. Avusturya, Başvuru No: 15974/90, 38).
Basın özgürlüğünün tartışılmasında dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise “değer yargısı” ile “olaya dayalı bilgilendirme” arasında ayırım yapmaktır. Bir olayın olup olmadığı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi gerçekleştirilemez ve kanaat özgürlüğüne müdahale oluşturur. AİHM’ne göre ulusal hukukun bu ayrımı öngörmemesi kendi başına ifade özgürlüğüne aykırılık oluşturabilir.
İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10.maddesinin 2.fıkrasında ifade edilmiştir. Hukuken öngörülmüş olma ve meşru amaçlar kapsamında ifade özgürlüğünün sınırlandırılması mümkündür.
Hukuken öngörülebilen bir ifade özgürlüğünün sınırlandırılması için meşru bir amacın bulunup bulunmadığının tartışılması gereklidir. AİHS’nin 10.maddesinin 2.fıkrasına göre “bu özgürlüğün kullanılması, …demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin otorite ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağı sorunudur (Hukuk Genel Kurulunun 28.03.2014 gün ve E:2013/4-768, K:2014/402 sayılı ilamı).
Bu ilkelerin ışığında somut olaya baktığımızda; davalılardan MHP Genel Başkan Yardımcısı C.. P..’nın 18.12.2006 tarihinde Kanaltürk televizyonunda yayınlanan “Yolsuzluk ve Yoksulluk” isimli programda “Gece yarısı iki buluşması, 28 Şubat 2005 Saat 23:45 Atatürk Havalimanından (…) Ofer ve Mehmet Kutman’ı taşıyan özel uçak Ankara’ya doğru hareket ediyor, Ankara Esenboğa Havalimanı’na inen ikili kendilerini bekleyen araba ile hızla alandan ayrılıyor gece saat 01:00. Gece saat 02.00 1 Mart (…) Ofer, Mehmet Kutman ve ekibi Maliye Bakanı K.. U..’ın yanına getirilerek Tüpraş üzerinde görüşmeye başlıyorlar, 1 Mart 2005 sabahı saat 09.00 Bakan Unakıtan kendisine bağlı Özelleştirme İdaresine Tüpraş’ın 14.76 sının satışının talimatını veriyor…” şeklinde konuştuğu; davalılardan B.....Tercüman gazetesinin 22.12.2006 tarihinde yayımlanan “Özel odalarda özelleştirme pazarlıkları” başlıklı köşe yazısında MHP Genel Başkan Yardımcısı C.. P..'nın konuşmasını esas alarak gizli pazarlıklarla yapılan ihaleler sonucu Türkiye’nin yağmalanıp satıldığı yolunda yazı yazdığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda belirtilen köşe yazısının bir bütün olarak değerlendirilmesinde; davaya konu yapılan husus bir “olay açıklaması” olmayıp, bir “değer yargısı”nı içermektedir. Burada vurgulanan değer yargısı ise, “yolsuzluk” tur. Bu nedenle, yukarıda vurgulandığı üzere, bir olayın olup olmadığı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi gerçekleştirilemez ve kanaat özgürlüğüne müdahale oluşturur. Dolayısıyla kullanılan söz ve ifadelerin yukarıda vurgulanan AHİM içtihatları karşısında, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekmekte olup; kullanılan bu ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırıya elverişli olduğu kabul edilemeyeceği gibi yayının görünür gerçeğe de uygun olduğu anlaşılmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında azınlıkta kalan üyelerce, Özel Daire bozma ilamında belirtilen gerekçenin dosya kapsamına uygun olduğu ve bu nedenle yerel mahkeme direnme hükmünün bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir.
Hal böyle olunca; yerel mahkemece, aynı gerekçelerle Özel Daire bozma kararına karşı, önceki kararda direnilmiş olması usul ve yasaya uygundur.
Bu nedenle direnme kararı onanmalıdır.
SONUÇ:Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındıından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına 24.06.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.