11. Hukuk Dairesi 2015/880 E. , 2015/13885 K.
MAHKEMESİ :
TARİHİ : 17/07/2014
NUMARASI : 2013/211-2014/531
Taraflar arasında görülen davada .......... Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 17/07/2014 tarih ve 2013/211-2014/531 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş olup, duruşma için belirlenen 22/12/2015 günü tebligata rağmen gelen olmadığı yoklama ile anlaşıldı, duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, asıl davada, müvekkilinin 28/08/2000 tarihinde 250.000 DM karşılığı 302.211,84 TL'yi davalı şirkete yatırdığını, ancak parasını geri almak istediğinde şirket yetkilileri tarafından her defasında paranın faizi ile birlikte geri ödeneceğine dair garanti verilerek müvekkiline ödeme yapılmadığını ileri sürerek, hisse senedi devir ve kabul sözleşmesi adlı belge ile SPK, TTK, diğer kanun hükümleri uyarınca hisse senedi satımı yapılamayacağının ve müvekkilinin davalı şirketle kurulmuş geçerli bir ortaklık ilişkisinin bulunmadığının tespitine, anılan meblağın ödeme tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini, birleşen davada ise 11/05/2000 tarihinde 24.300 TL yatırdığını, kendisine makbuz olarak 24.300 TL miktarlı hisse senedi talep formunun verildiği ileri sürerek, aynı tespit talepleri ile birlikte anılan meblağın ödeme tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili, asıl ve birleşen davaların reddini savunmuştur.
Mahkemece, dosyaya sunulan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının şekil şartları bakımından ortaklık hakkını kazandığı, davalı tarafça düzenlenen hisse devir senedinin düzenleme tarihindeki mevzuata aykırı bir durum içermediği, birleşen davada davacıya başlangıçta 9 hisse eksik verildiği, bunun karşılığının da 11/05/2000 tarihi itibariyle 225.000.000 TL olduğu, dolayısıyla anılan meblağın davacıya iadesinin gerektiği, davalıların
haksız fiillerinin, yani hata ve hileye yönelik eylemlerine ilişkin iddianın yasal delillerle ispatlanamadığı, bir an için ispatlandığı düşünülse bile davacının hisse devir ve kabul sözleşmesi tarihlerine göre, sözleşmeye ilişkin 10 yıllık zamanaşımı süresinin ve 1 ve 10 yıllık haksız fiile ve 1 yıllık hileye ilişkin zamanaşımı sürelerinin geçtiği, davalılar hakkında dolandırıcılık veya başka bir haksız fiil sorumluluğundan dolayı yapılmış herhangi bir ceza soruşturması ve kovuşturmasının olmadığı, yine davalı davacının parasını yatırdığı tarihte yürürlükte olan 6762 sayılı TTK'nın 405/2. maddesi uyarınca pay sahiplerinin sermaye olarak şirkete verdiklerini geri isteyemeyecekleri, 6102 sayılı TTK.'nın 480/3. maddesinde de aynı nitelikte bir düzenlemenin olduğu, her ne kadar D.. U.. da davalı olarak göstermiş ise de, bir sermaye şirketi olan davalı şirketin yönetim kurulu başkanının şahsi sorumluluğunu gerektirir bir durumun mevcut olmadığı gibi, ortaklık sözleşmesinin kurulması sırasında adı geçen davalının sözleşmeye etki eden, taraf iradelerini fesada uğratan herhangi bir eyleminden de söz edilmediği gerekçesiyle, davalı D.. U.. hakkındaki asıl ve birleşen davaların husumet yokluğu nedeniyle reddine, davalı şirket hakkındaki asıl davanın sübut bulmaması nedeniyle reddine, davalı şirkete karşı açılan birleşen davanın kısmen kabulü ile 225 TL'nin 11/05/2000 ödeme tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalı şirketten tahsiline karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
1- Asıl ve birleşen davalar, geçerli şekilde ortaklık ilişkisinin kurulmadığının tespiti ve bu amaçla verilen paranın istirdadı istemlerine ilişkin olup, yukarıda yapılan özetten de anlaşılacağı üzere davacı taraf, davalıların yüksek oranda kar verileceği ve yatırılan paranın istenildiği an çekilebileceği vaadi ile binlerce kişiden para tahsil ettiğini, ancak bir süre sonra talep edilmesine rağmen toplanan paraların geri verilmediğini, para toplama işleminin Bankalar Kanunu, TTK, SPK ve BK’ya aykırı olduğunu iddia etmiş, davalılar ise davacı taraf ile müvekkilleri arasında ortaklık ilişkisinin kurulduğunu savunmuştur.
Dosyada mübrez bilirkişi kurulu raporunda, davacının davalı şirkete ait ortaklar pay defterinde kaydının bulunduğu, ortaklık belgesi ve ortaklar pay defterindeki kayıtların davacının ortak olduğunu gösterdiği belirtilmiş, mahkemece bilirkişi raporuna itibar edilerek davacının davalı şirketin ortağı olduğu, davalı yöneticinin sorumluluğuna yönelik ise bir delilin bulunmadığı, davacının ortaklık ilişkisinden doğan talep haklarının zaman aşımına uğradığı, davalı D.. U..'ın ise şahsi sorumluluğunu gerektirir bir durumun tespit edilemediği, ancak birleşen davada davacıya 9 hisse eksik verildiği gerekçesiyle, davalı şirket yönünden birleşen davanın kısmen kabulüne, asıl davanın reddine, diğer davalı yönünden ise hem asıl hem de birleşen davaların husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Dairemizden geçen emsal dosyalardan anlaşılacağı üzere, davalı şirket hakkında düzenlenen SPK raporlarında, hisse senetlerinin izinsiz halka arz edildiği, sermaye artırım kararı verilmesine ilişkin genel kurul toplantısından önce halka arz işlemine başlandığı, Yimpaş Grubu şirketleri tarafından yasal kayıtlara aktarılması zorunlu hususların yerine getirilmediği, muhasebe kayıtlarında gerçeğe aykırı kayıtlar bulunduğu, kar ve zarar kalemlerinin gerçeği yansıtmaktan uzak olduğu, hisse devir sözleşmelerinde bazı kişilerin ortaklık pay defterinde gözükmediği, kanun dışı yollardan para toplandığı belirtilmiş, bu kapsamda içinde davalı şirket yöneticisininde bulunduğu sanıklar hakkında Yozgat 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2006/253 E. sayılı davasında ihraç edilecek hisse senetlerinin SPK'ya kaydettirilmesi aşaması tamamlanmadan halka arz işlemine başlandığı, pay bedellerinin usulsüz tahsil edildiği belirlenerek mahkumiyet kararı verilmiş, Yargıtay 7. CD'nin 13.06.2007 tarihli ilamı ile onanmış, Y 2006/121 esas sayılı dosyasında SPK'dan izin alınmadan hisse senetleriyle ilgili aracılık faaliyetinde bulunulduğu iddiasıyla dava açılmış, sanıklar hakkında verilen mahkumiyet kararları Yargıtay 7. CD'nin ilamı ile zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmış, yine usulüne uygun olarak defterlerin tutulmaması nedeniyle davalı şirket yöneticisi hakkında mahkumiyet kararı verildiği anlaşılmıştır.
.../...
BK'nın 53. maddesi uyarınca zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırma kararı kesinleşmiş bir ceza hükmü olmadığından hukuk hakimini bağlamaz. Ancak hukuk hakiminin ceza dosyasındaki delilleri de değerlendirerek neticeye varması gereklidir. Somut uyuşmazlıkta da mahkemece bu husus nazara alınarak, ceza dosyalarında alınan bilirkişi raporlarında tespit edilen maddi vakaların neler olduğunun belirlenmesi, tespit edilen maddi vakıalar varsa, bu maddi vakıaların dosyada mevcut, davacı tarafından ibraz edilen deliller ve görülmekte olan davada alınan bilirkişi raporlarıyla birlikte değerlendirilerek davacının uğradığını iddia ettiği zarardan davalıların sorumlu olup olmayacağının saptanması, her bir davalının hukuki durumunun ve davalılar vekilinin zamanaşımı def'inin buna göre tayin ve takdir edilmesi gereklidir.
Bu noktada üzerinde durulması gereken öncelikli husus, davada zamanaşımı def'inin ileri sürülmesinin dürüstlük kurallarına aykırı olup olmadığıdır. Her ne kadar bir borçlunun borcunun zamanaşımına uğradığını ileri sürmesi ve bu yolla borcunu ödemekten kaçınması, tüm çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi Türk hukuku bakımından da kanunen kendisine tanınan bir hak olup, zamanaşımı def'inin ileri sürülmesi tek başına borçlunun dürüstlüğe aykırı bir davranışı olarak kabul edilemez ise de bazı hallerde zamanaşımı def'inin ileri sürülmesi dürüstlük kuralıyla bağdaşmayabilir (K.Oğuzman, T.Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler 2009, s. 482). Zamanaşımı def'inin ileri sürülmesinin hangi hallerde dürüstlük kuralına aykırı bulunduğu hususunda normatif bir düzenleme bulunmadığından, bu hususun varit olup olmadığının her somut uyuşmazlığın özellikleri nazara alınarak değerlendirilmesi gerekir.
Bilimsel ve yargısal içtihatlarda davacının dava açmaması için oyalanması durumu dürüstlük kuralına aykırılık olarak kabul edilmektedir (age, s:482 vd.). Somut uyuşmazlıkta da taraflar arasında çekişmesiz olduğu üzere, yurt dışında çalışan davacıdan 'Hisse Devir ve Kabul Sözleşmesi' başlıklı belgeler karşılığında para tahsil edilmiş ve davalı tarafın da kabulünde olduğu üzere toplanan paralar Türkiye'ye gönderilmiş bulunmaktadır. Her ne kadar davalı taraf bu paralar karşılığında davacının ortak yapıldığını savunmuşsa da, bu konumdaki kişilerin gerçekten ortak olup olmadığının ve davalıların bu anlamda bir haksız fiillerinin bulunup bulunmadığının anlaşılması, ancak yukarıda anılan ve uzun süren hukuk ve ceza davalarında yapılacak incelemeler sonucunda mümkün olacaktır. Davadaki zamanaşımı def'inin ileri sürülmesinin dürüstlük kuralına aykırı bulunup bulunmadığının değerlendirilmesinde de bu olguların göz önünde bulundurulması gerekeceği tabiidir. Burada nazara alınması gereken bir başka husus da (HUMK'nın 235 ve HMK'nın 187/2 nci maddesi uyarınca herkesçe bilinmesi nedeniyle çekişmesiz olan) davalıların faizin haram olduğu kavramından hareketle yurt dışında toplanan paralarla Türkiye'de çok büyük yatırımlar yapılacağı, yatırımcılarına önemli ölçüde kâr payı verileceği, paraların istendiği an geri ödeneceği, şirkete para yatırıldığını ispat etmeye yönelik hisse senetlerinin sonradan teslim edileceği yönünde taahhütlerde bulunmasıdır. Davacı taraf da davada bu nedenle davalı şirkete para verildiği iddiasındadır. Yukarıda yapılan özetten de anlaşılacağı üzere davalı taraf davada bir yandan davacının davalı şirketin ortağı olduğunu bildirirken, diğer yandan yatırılan paranın istendiği an geri alınabileceğine inandırılıp, güven telkin edilen ve yurt dışında yatırdığı parasını alamayacağının anlaşılması üzerine işbu davayı açtığı ileri sürülen davacıya karşı, paranın yatırılış tarihine göre zamanaşımı süresinin dolduğunu savunmaktadır. Bu şekilde zamanaşımı def'inin ileri sürülmesinin dürüstlük kuralı ile bağdaşır bir tutum olmadığı açıktır.
Bu itibarla, mahkemece davalı tarafın yerinde olmayan zamanaşımı def'inin reddi gerekirken, anılan hususlar gözden kaçırılarak, davanın zamanaşımı yönünden reddine karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.
2- Ayrıca mahkemece işin esası yönünden yapılan inceleme ve değerlendirme de doğru değildir. Taraflar arasında geçerli bir sözleşmenin kurulabilmesi için sözleşme ehliyeti, hukuka, ahlaka, adaba uygunluk, ifa imkansızlığının bulunmaması, irade ile beyan arasında uyum, geçerlilik şeklinin arındığı hallerde bu şekle uygunluk gerekmekte olup, bu unsurlardan birinin eksikliği halinde ortada irade açıklaması bulunmasına rağmen, bu irade bir borç doğurmayacaktır. (Bkz. Prof Dr. Ahmet Kılıçoğlu Borçlar Genel Hukuku Genel Hükümler, 2. baskı, sayfa 50)
Mülga 818 sayılı BK'nın 28. maddesine göre hile, diğer tarafta sözleşme yapma düşüncesini uyandıran ya da bu düşünceyi güçlendiren gerçeğe aykırı eylem ve davranışları ifade eder. Hile nedeniyle sözleşmenin geçersiz sayılabilmesi için kişide aldatma kastının bulunması gerekir. Buna göre kişinin ileri sürdüğü ya da açıklanan zorunluluğu bulunmadığı halde susmuş olduğu nitelikler, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etme veya sözleşme düşüncesini pekiştirme amacıyla ortaya konulmuş olmaktadır. Kişi bu eylem ve davranışlarda bulunmasaydı diğer tarafın bu sözleşmeyi yapmayacağı bilinç ve düşüncesinde olmalıdır. Aldatma kastında, kişiyi gerçek dışı eylem ve davranışlarda bulunmak suretiyle sözleşme yapmaya ikna etme düşüncesi vardır. Bir başka ifadeyle, sözleşmenin yapılması ile aldatma eylemi arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Hileye uğrayan kişinin iradesi sakatlanmıştır. Bu nedenle sözleşmeyi iptal etme hakkına sahiptir. Sözleşmenin iptali halinde tarafların aldıklarını iade yükümlülüğü doğacaktır.
Somut olayda, mahkemece yazılı gerekçe ile davalı şirket yönünden birleşen davanın kısmen kabulüne, asıl davanın reddine, diğer davalı yönünden ise hem asıl hem de birleşen davaların husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiş ise de, öncelikle davacının sahih bir şekilde davalı şirkete ortak olup olmadığının belirlenmesi gerektiğinden, mahkemece bilirkişi kuruluna davalının tüm ticari defter ve kayıtları ve ayrıca hisse devir tarihinden dava tarihine kadar davalı şirketin yapmış olduğu genel kurullara ait tutanaklar ve hazirun cetvelleri incelettirilmek suretiyle, davacıya verilen hisse senedinin bir değerinin bulunup bulunmadığı, bu hisselerin davalı şirketin sermayesinde temsil edilip edilmediği, davacının hisse devir aldığı kişinin devir tarihi itibariyle davalı şirkette ortak olup olmadığı, genel kurullarda sermayenin ne şekilde temsil edildiği hususlarının yeterince ve denetime elverişli bir şekilde açıklığa kavuşturulması gerektiği açıktır. Bu bağlamda mahkemece davacının hisse devraldığı şahsın paylarının davalı şirketin sermayesi içinde temsil edilip edilmediği, hisse devreden kişinin devir tarihi itibariyle hisselerini devrettiği şirketin ortağı olup olmadığı yeterince incelenmediği gibi, davalı şirketin sicil dosyaları tümü ile dosyaya ibraz edilmediğinden belirtilen hususun denetimi de yapılamamıştır.
Bu itibarla, mahkemece bilirkişi kuruluna, davalının tüm ticari defter ve kayıtları üzerinde inceleme yaptırılarak, davalı şirketin devir tarihleri itibariyle sicil dosyaları ile davalı şirket yöneticileri hakkındaki ceza dosyalarının birer suretleri getirtilerek, davacıya devredilen hisselerin davalı şirketin sermayesinde temsil edilip edilmediği, davacının söz konusu hisseleri devraldığı şahsın devir tarihi itibariyle davalı şirketlere ortak olup olmadığı, genel kurullarda sermayenin ne şekilde temsil edildiği hususları açıklığa kavuşturularak, bu inceleme sonucunda davacının ortaklığının sahih olmadığı anlaşıldığı taktirde, davacının zararından davalıların haksız fiil hükümleri uyarınca sorumluluklarının bulunup bulunmadığı üzerinde durularak, haksız fiil, hile ve aldatma olgusunun tespiti yapılırken de SPK, TBMM ve MASAK raporları, davalı şirketin yöneticileri hakkındaki ceza dosyaları, bu dosyalardaki tanık beyanları da nazara alınarak, her bir davalının hukuki durumu buna göre tayin ve takdir edilerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, belirtilen yönler yeterince tartışılmadan düzenlenen bilirkişi kurulu raporuna göre hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
Öte yandan, olay tarihinde yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK'nın 336. maddesi uyarınca davalı D.. U.. hakkındaki davanın pasif husumet yokluğundan yazılı gerekçeyle reddi de doğru değildir. Zira, 6762 sayılı TTK'nın 336/5. maddesinde tarif edilen gerek kanunların gerekse sözleşmelerin kendisine yüklediği sair vazifelerin kasten ve ihmal neticesi yapılmaması, TTK'nın 321/son maddesinde de, temsile ve idareye salahiyetli olanların vazifelerini yaptıkları sırada işledikleri haksız fiillerden anonim şirketin sorumlu olacağı hükme bağlandığından, davalı D.. U..'ın da davalı şirketin yönetim kurulu başkanı olarak gerek MK'nın 50. maddesi gerekse de TTK'nın 321/son maddesi uyarınca zarardan sorumlu tutulabileceği ve bu nedenle kendisine husumet yöneltilebileceği gözetilmeksizin bu davalı yönünden dahi pasif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 24/12/2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
Asıl ve birleşen dava, geçerli şekilde ortaklık ilişkisinin kurulmadığının tespiti, hukuka aykırı şekilde kurulan yatırım ilişkisinin hükümsüzlüğü ve davalılar tarafından tahsil edilen paranın istirdadına ilişkindir.
Mahkemece, Dairemizin emsal dosyalardaki bozma ilamları doğrultusunda inceleme yapılarak rapor düzenlenmesi için dosya üç kişilik bilirkişi kuruluna tevdi edilmiş, Prof.Dr. oluşturulan bilirkişi kurulu ibraz ettiği raporunda, davacının ortaklık pay defterinde ve hazirun cetvelinde isminin mevcut olduğu, şekil şartları bakımından ortaklık hakkını kazandığı, davalı tarafça düzenlenen hisse devir senedinin düzenleme tarihindeki mevzuata aykırı bir durum içermediğini beyan etmişlerdir.
Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre karar verilmiştir.
Dosya kapsamı ile alınan bilirkişi kurulu raporuna göre hüküm verilmiş olması ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin temyiz itirazının reddi ile usul ve yasaya uygun yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum. 24.12.2015