Ceza Genel Kurulu 2017/143 E. , 2021/59 K.
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 282-141
Sanık ... hakkında kasten yaralama suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sırasında Küçükçekmece 8. Asliye Ceza Mahkemesince 19.10.2011 tarih ve 476-729 sayı ile sanığın eyleminin kasten öldürme suçuna teşebbüsü oluşturabileceği gerekçesiyle verilen görevsizlik kararı üzerine dosyanın gönderildiği Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesince 17.10.2012 tarih ve 423-314 sayı ile sanığın beraatine ilişkin hükmün Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 05.05.2015 tarih ve 3005-2876 sayı ile;
'Sanık ... ile mağdur ... arasında önceye dayalı husumet olup olay günü sanığın mağdurun yanına gelerek küfürlü konuşması üzerine taraflar arasında kavganın başladığı, kavga sırasında sanık ...’ın bıçakla mağduru üç yerinden; biri leğen kemiği üst kısımdan, diğeri göğüs bölgesinden göğüse nafiz pnömothoraks oluşturarak, hayati tehlike meydana getirecek şekilde ve sağ el bileğinden orta derecede kemik kırığı oluşturacak şekilde yaraladığı olayda; mağdurun olayın akabinde hastane polisine verdiği ilk ifadesi ve olaydan üç ay sonra yakalanan sanığın kaçamaklı kabulü ile dosyadaki tutanaklardan, sanığın olay günü mağduru bıçakla yaraladığı anlaşıldığı hâlde, mağdur ...’i kasten yaralama suçundan mahkûmiyet hükmü kurulması yerine, sonradan tarafların barışması üzerine değiştirilen ifadeler ile sanığın cezadan kurtulmaya yönelik savunmalarına itibar edilerek yazılı şekilde sanığın beraatine karar verilmesi' isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesi ise 12.04.2016 tarih ve 282-141 sayı ile;
'...Şikâyetçinin soruşturma aşamasında olay sırasında kendisini bıçaklayan kişinin sanık olduğunu ve şikâyetçi olduğunu beyan etmesine rağmen, mahkememizde vermiş olduğu 17.10.2012 tarihli duruşma ifadesinde ise olay günü kendisine saldıran şahısların kafalarının örtülü olup, mahkeme huzurunda kendisine gösterilen sanıktan daha uzun boylu ve yapılı olduklarını, sanıkla bu olaydan çok öncesinde tartıştıklarını, olay anındaki stres nedeniyle soruşturma aşamasında failin sanık olabileceğini söylediğini ancak sanık olmadığını, bu yönde yanlış bir teşhis yapmak istemediğini, epilepsi hastası olduğunu, olay günü yaralı ve stresli vaziyette olduğu için ne dediğini bilemediğini, o ifadesinin doğru olmadığını, uyuşturucuya karşı mücadele ettiği için büyük bir olasılıkla o çevrede uyuşturucu satışı ile uğraşanların kendisine saldırdığını beyan etmiş, sanık ise savunmalarında şikâyetçi ile bu olaydan bir kaç ay önce tartıştıklarını, olayla bir ilgisinin bulunmadığını beyan ederek şikâyetçinin anlatımlarını doğrulamış olup bu durumda şikâyetçinin kovuşturma aşamasındaki beyanları karşısında soruşturma aşamasındaki beyanlarının şüpheye dayalı olduğu ve olayda sanık lehine bir şüphe hâlinin oluştuğu, Mahkememizce daha önce verilen 2011/423 esas ve 2012/314 karar numaralı ilâmda kabul edilebilir bir gerekçe olmadığı hâlde müştekinin olayı gerçekleştiren kişi veya kişilerden yakınıcı olup olayın akabinde tam ve şüpheye yer vermeyecek kadar tereddütsüz sanığın ismini vermediği, bu olayla doğrudan bağlantılı görülmeyip, neden-sonuç ilişkisinin de olmadığı düşünülen eskiye dayalı husumet olarak nitelendirilmiş sanık ve müşteki arasındaki yakınma konusu dahi yapılmamış ve 2005 yıllarında yaşandığı belirtilen bir olaydan kaynaklı olma olasılığının hayatın olağan akışına uygun düşmediği gibi böyle bir olayı yaşayan müştekinin sanık yönünden tereddüte meydan vermeyecek bir şekilde tam ve kesin teşhisinin olmasının gerekeceği, duruşmada dinlenilen müştekinin soruşturma aşamasında var olan çelişkileri giderme konusunda ayrıca sanık hakkında aleyhe beyanda bulunmayıp olayın sorumlusundan şikâyetçi olduğu hâlde sanığın eylemi gerçekleştiren kişi olmadığı yönünde tereddütsüz beyanda bulunduğu, Yargıtayın anılan bozma ilâmında anlatım kısmında 'olaydan üç ay sonra yakalanan sanığın kaçamaklı kabulü' ibaresine yer verildiği hâlde sanığın hiç bir aşamada böyle bir beyanının bulunmadığı, bu hâle göre de Yargıtay 1. Ceza Dairesinin olayı değerlendirmesinde oluşa uygun düşmeyen bir yorum getirdiği, sanığın soruşturma aşamasındaki ifadesinde de müşteki ile daha önce yaşadıkları olayı kast ederek beyanda bulunduğu, aleyhe yorum ile sanık tespitinin yapılamayacağı, mahkûmiyet kararı verilebilmesi için tüm delillerin birlikte değerlendirilmesinin gerekeceği, bu hâle göre başlangıçtan itibaren tam ve kesin kanaat ve teşhis içermeyen yakınıcının sanığı korumasını gerektirir haklı bir neden ve durum bulunmadığı ve eylemi gerçekleştirenden şikâyetçi olduğu anlaşıldığı' gerekçesiyle bozma kararına direnerek önceki hüküm gibi sanığın beraatine karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 22.06.2016 tarihli ve 246520 sayılı 'Bozma' istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 1040-1230 sayı ile 6763 sayılı Kanun'un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun'a eklenen Geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 15.02.2017 tarih ve 38-439 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı kasten yaralama suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
22.07.2010 tarihli tutanağa göre; 26.06.2010 tarihinde polis merkezine gelerek şikâyetçi olan ...'ı yaraladığı belirtilen sanık ...’ın adresine gidildiği ancak sanığın yakalanamadığının belirtildiği,
18.09.2010 tarihli tutanağına göre; sanık ...’ın yakalandığının ifade edildiği,
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesince mağdur hakkında 26.06.2010 tarihinde düzenlenen genel adli muayene raporunda; kesici-delici alet yaralaması ile başvuran hastanın sol sias 3 cm lateralinde yaklaşık 1 cm uzunluğunda cilt altı kesisinin mevcut olduğu, sağ beşinci interkostal aralığın ön koltuk altı çizgisi ile kesiştiği yerde yaklaşık 0,5 cm’lik insizyon skarı ve sol trokal bölgede T5-6 hizasında midscapular hat üzerinde yaklaşık 1 cm’lik kesinin bulunduğu, toraks btsinde ise plevral efüzyonunun bulunduğu,
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesince mağdur hakkında 27.06.2010 tarihinde düzenlenen tomografi raporunda; sol göğüs yan ve posterior duvarında, cilt altında ve kas yapıları arasında postravmatik serbest hava densitelerine ait görünümler olduğu, akciğer prankim alanlarının değerlendirilmesinde, solda en kalın yerde 2,5 cm olarak ölçülen subsegmenter atelektazi görünümleri ve sol akciğer alt lobunda atelektazilere eşlik eden alveolar hemoraji kontüzyoya ait olduğu düşünülen konsalidasyon alanlarının mevcut olduğu, sol akciğer lingula inferiorda fokal parankimal kontüzyo alanının izlendiği, sol hemitoraksta minimal pnömotoraks görünümü mevcut olduğu, her iki akciğer üst loblarında ise subplevral amfizem alanların izlendiği,
Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Küçükçekmece Şube Müdürlüğünce mağdur hakkında 05.08.2010 tarihinde düzenlenen rapora göre; kesici delici alet nedeniyle getirilen hastanın yapılan muayenesinde, sol skapula distalinde 3x1 cm’lik, sağ 7. kosta ile midaxiller hattın kesiminden itibaren 1x1 cm’lik, sol crista iliaca anterior superiorun 2 cm altında 1x1 cm’lik kesi saptandığı kayıtlı bulunmakla kişiye ait göğüs cerrahi konsültasyon raporu ile tomagrafi ve grafilerin temin edilmesinin gerektiği,
Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Küçükçekmece Şube Müdürlüğünce mağdur hakkında 09.08.2010 tarihinde düzenlenen rapora göre; mağdurun yaralanmasının kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir duruma yol açtığı, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, kişinin tarif edilen kemik kırığının hayat fonksiyonlarına etkisi orta (2) derecede etkileyecek nitelikte taşıdığı,
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesinin mağdur hakkında 15.06.2011 tarihinde düzenlenen radyoloji raporunda; hastanın sağ dirsek ve ön kol grafisinde, kemik diğer konturlarının muntazam, strüktürü ve yumuşak dokuların olduğu sağ caput radide ise ayrık fraktür mevcut olduğu,
Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Küçükçekmece Şube Müdürlüğünce mağdur hakkında 11.01.2012 tarihinde düzenlenen rapora göre; sol cirista iliaca anterior superiorun (leğen kemiğinin üst kısmı) 3 cm lateralinde 1 cm uzunluğundaki cilt altı kesisinin kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir duruma yol açmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu, sol thorokol bölgede (göğüs bölgesi), T5-6 hizasında midscapular hat üzerinde yaklaşık 1 cm’lik kesi olduğu, toraks BT’de solda en kalın yerde 2,5 cm olarak ölçülen hemorajik olduğu düşünülen sıvı ve sol akciğer lingula inferiorda fokal parankimal kontüzyon alanı izlendiği, sol hemitoraksta minimal pneumotoraks mevcut olduğu kayıtlı olmakla yaralanmasının kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olduğu, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelik taşımadığı, sağ el bileği caput radide ayrıklı kırığa neden olan mağdurun yaralanmasının ise kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir duruma sebebiyet vermediği, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olmadığı, vücuttaki kemik kırığının hayat fonksiyonuna etkisinin kırığın yaşam fonksiyonlarını orta (2) derecede etkileyecek nitelik taşıdığı,
Anlaşılmaktadır.
Mağdur ... Kollukta; Samsunlu olan İlhan isimli şahısla olay tarihinden yaklaşık üç ay önce kavga ettiğinden aralarında husumet bulunduğunu, 26.06.2010 tarihinde saat 15.00 sıralarında sanık ...'ın yanına geldiğini ve kendisine hakaret ettiğini, aralarında çıkan kavgada sanığın yanında bulunan tanımadığı beş altı kişinin de kavgaya dahil olarak kendisine vurduklarını, sanık ...’ın bıçakla saldırıp kendisini üç yerden bıçaklandığını,
Mahkemede; olay tarihinden daha önceki bir zamanda sanık ile tartıştıklarını, olay günü kendisine saldıran ve kafaları örtülü vaziyette bulunan şahısların sanıktan daha uzun ve yapılı olduklarını, sanık ile daha önce tartıştığından dolayı o anki stres ile sanığın ismini bildirdiğini, şikâyetçi olmadığını, kolluktaki beyanının çelişkili olması üzerine sorulduğunda, hastanede yaralı ve stresli olması nedeniyle o an ne dediğini tam olarak bilemediğini, epilepsi hastası olduğunu, unutkanlığının olmadığını, ilişkilerini ve konuşmalarını tam olarak kontrol edemediğini, selam veren bir şahsı bile yanlış değerlendirip bunu hakaret olarak algılayabildiğini, önceki beyanının doğru olmadığını, sanığın ismini orada bulunan bir şahsın söylemesi üzerine verdiğini, uyuşturucu ile mücadele etmesinden dolayı muhtemelen bu işle uğraşan şahısların kendisine saldırdığını, olaydan sonra kimsenin kendisine baskı yapmadığını,
Beyan etmiştir.
Sanık ... Kollukta; mağdur ...’ı tanıdığını ve daha önceden kavga ettiklerini, karşılıklı olarak birbirlerine hakaret içerikli sözler söylediklerini, suçlamayı kabul etmediğini, mağduru bıçaklamadığını,
Mahkemede; kimseyi darp etmediğini ancak mağdur ile aralarında daha önceye dayalı bir husumet olduğunu, olaydan yaklaşık beş ay sonra polislerin evine geldiğini ve kendisini götürdüklerini, mağdurun hemen şikâyette bulunmamasının kendisinin darp etmediğini gösterdiğini, suçlamayı kabul etmediğini, mağdurun epilepsi hastası olduğunu, bazen baktığı kişiye kilitlenip kaldığını öğrendiğini, daha öncesinde de kendisine baktığı için kavga ettiklerini, o olayın tarihini hatırlamadığını ancak söz konusu kavganın adliyeye intikal etmediğini, kimseyi bıçaklamadığını, mağduru kimin bıçakladığını bilmediğini,
Bozma sonrası Mahkemede önceki beyanlarına ek olarak; 2005 yılında mağdur ile kavga ettiğini, o tarihte aynı mahallede oturdukları için birbirlerini yeni yeni tanıdıklarını, mağdurun kolluk beyanında da kendisini yaralayan şahsı kesin olarak belirtmediğini,
Savunmuştur.
Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; 'suçsuzluk' ya da 'masumiyet karinesi' olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; 'in dubio pro reo' olarak ifade edilen 'şüpheden sanık yararlanır' ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi hâlinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate ya da herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkân vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Mağdur ... ile sanık ...’ın olay tarihinden yaklaşık üç ay önce kavga ettikleri ancak bu olayın adliyeye intikal etmediği, olay tarihi olan 26.06.2010’da mağdur ...’in karakola başvurarak Samsunlu olan İlhan isimli şahısla aralarında çıkan kavgada sanık ...’ın yanında, tanımadığı beş-altı kişinin de kavgaya dahil olduğunu, sanık ...’ın bıçakla saldırarak kendisini üç yerinden bıçakladığını iddia etmesi üzerine olaydan üç ay sonra yakalanan sanık ...'ın savunmasında; mağdur ... ile olay tarihinden daha önce kavga ettiklerini ve suçlamaları kabul etmediğini ileri sürdüğü, mağdur ...’in alınan doktor raporlarına göre leğen kemiğinin üst kısmında meydana gelen cilt altı kesinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu, göğüs bölgesinde meydana gelen kesinin yaşamını tehlikeye sokan bir duruma yol açtığı, sağ el bileğinde ayrıklı kırığa neden olan yaralanmasının ise basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelik taşımadığı ve, vücutta kemik kırığına sebebiyet verdiği, herhangi bir görgü tanığının da bulunmadığı olayda; mağdur ... ile sanık ... arasında olay tarihinden yaklaşık üç ay önce yaşanan kavga nedeniyle husumet bulunduğu, mağdurun olayın olduğu gün kollukta kendisine sanığın bıçakla saldırdığını beyan etmesine rağmen olay tarihinden yaklaşık iki yıl dört ay sonra ise Mahkemede aradan geçen uzun süre de gözetildiğinde sanığı cezadan kurtarmak maksatıyla değiştirdiği kendisini yaralayan şahıslar arasında sanığın olmadığına dair beyanına itibar edilemeyeceği ve mağdurun ilk beyanı ile örtüşen adli rapor içerikleri birlikte değerlendirildiğinde, sanığa atılı kasten yaralama suçunun sabit olduğu anlaşıldığından Yerel Mahkemece sanığın beraatine karar verilmesinde isabet bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, sanığın kasten yaralama suçunun sabit olduğu gözetilmeden beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.04.2016 tarihli ve 282-141 sayılı direnme kararına konu hükmünün, sanığın kasten yaralama suçunun sabit olduğu gözetilmeden beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 25.02.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.