Ceza Genel Kurulu 2013/9 E. , 2014/138 K.
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Sulh Ceza
Günü : 29.11.2007
Sayısı : 168-358
Taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olmak suçundan sanık ...'un 5237 sayılı TCK'nun 89/1, 62 ve 51. maddeleri uyarınca 2 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve cezasının ertelenmesine ilişkin, Bayındır Sulh Ceza Mahkemesince verilen 29.11.2007 gün ve 168-358 sayılı hükmün, o yer Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12.Ceza Dairesince 27.12.2011 gün ve 4850-9903 sayı ile; onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 20.03.2012 gün ve 90356 sayı ile;
“... Mahkûmiyet hükmünün onanmasına karar verilmesi yerinde değildir.
Şöyle ki, sanık suç tarihinde yönetimde bulunan motosiklet ile seyir halinde iken, mahalle arasında yaya mağdura çarpması neticesinde yaralanmasına neden olmuştur.
Kaza nedeniyle olay yerinde kaza tespit tutanağı düzenlenmemiş, mahkemece keşif yapılıp tarafların hangi kural ihlalinde bulunup, kusurlarının ne olduğu tespit edilememiş, mahkemenin gerekçeli kararında da sanığın hangi kuralı ihlal ettiği, kusurunun ne olduğu somut olarak ortaya konmamıştır.
Her ne kadar kusur normatif olarak yargıç takdiri ile değerlendirilmesi esas ise de, taksirli suçlarda yüklenecek kusurun, objektif olarak mevcut bulunan özen yükümlülüğünde öngörülebilecek ve yerine getirilebilecek davranışın ne olduğu, sanığın hangi kurala aykırı davrandığı ortaya denetime olanak verecek şekilde konulması da zorunludur.
Yine onama ilamında sanığın suçunu ikrar etmesi de suçun sübutunda ölçüt alınmışsa da,
Başka delil bulunmaması halinde hakim huzurunda ikrarın sanığı bağlayacağı, ancak bu halin maddi delillere dayanmayan hakaret, tehdit vb. gibi soyut suçlara ilişkin olduğu, maddi kanıtlar gerekli suçlarda sanığın ikrarının yeterli olmayacağı anlaşılmıştır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 26.11.2012 gün ve 27090-25174 sayı ile, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olmak suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; mahkûmiyet hükmünün eksik araştırma sonucu verilip verilmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
01.04.2007 günü saat 12.30 da düzenlenen olay, yakalama ve görgü tespit tutanağına göre, motosiklet kazası olduğu yönünde gelen ihbar üzerine Bıyıklıhan Mahallesi, Bahçekahve Sokak'a gidildiğinde, sanığın motosiklet ile mahalle sakinlerinden ...'ya çarpması neticesinde bacağından yaralanmasına sebebiyet verdiğinin öğrenildiği, kendi imkanları ile hastaneye giden mağdurenin şikâyetçi olduğunu beyan ettiği, motosikletin, sahibi olan Kazım Topraklı'nın oğlu Fahrettin Topraklı tarafından olay mahallinden alındığı ve olay yerinde motosiklete ait 5 metre fren izinin mevcut olduğu tespit edildiği,
Katılan hakkında düzenlenen adli raporda; “sol diz altında yüzeysel sıyrık mevcut olup basit tıbbi müdahale ile giderilebilir, hayati tehlikesi yoktur” şeklinde teşhis konulduğu,
Katılan ...'nın aşamalarda; saat 12.00 sıralarında Bıyıklı mahallesindeki evinin önünde çöp attığı sırada cadde üzerinden gelen sanığın motosikleti ile kendisine sol bacak diz altından çarpması neticesinde yere düşüp hafif şekilde yaralandığını beyan ettiği,
Sanığın kolluk görevlileri tarafından alınan ifadesinde, işyeri sahibinden moloz dökmek için aldığı Rus motoru ile Bıyıklar mahallesinden geçerken ... isimli bayana dikkatsizliği neticesinde hafif şekilde çarptığını, sol dizinde sıyrık olduğunu görünce hastaneye götürmek istediğini, önce bir şeyi olmadığını belirten katılanın sonradan kendisinden şikâyetçi olduğunu, mahkemede de; olay günü kullandığı motosikletle mahalle içerisinde giderken bir anlık dikkatsizliği sonucu kazanın meydana geldiğini savunduğu,
Anlaşılmaktadır.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun “Bilirkişinin Atanması” başlıklı 63. maddesi;
'(1) Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına re'sen, Cumhuriyet savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcinin istemi üzerine karar verilebilir. Ancak hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukukî bilgi ile çözülmesi olanaklı konularda bilirkişi dinlenemez.
(2) Bilirkişi atanması ve gerekçe gösterilerek sayısının birden çok olarak saptanması, hâkim veya mahkemeye aittir. Birden çok bilirkişi atanmasına ilişkin istemler reddedildiğinde de aynı biçimde karar verilir.
(3) Soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı da bu maddede gösterilen yetkileri kullanabilir” şeklinde düzenlenmiştir.
Ceza Muhakemesi Kanununa Göre İl Adlî Yargı Adalet Komisyonlarınca Bilirkişi Listelerinin Düzenlenmesi Hakkında Yönetmeliğin 3. maddesinde bilirkişi; 'Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde oy ve görüşünü sözlü ya da yazılı olarak vermesi için başvurulan gerçek veya tüzel kişi” biçiminde tanımlanmıştır. Bu tanımdan da hareketle denilebilir ki, sahip bulunduğu uzmanlık bilgisiyle mahkemeye bir ispat sorununda yardımcı olan ve raporu delil değerlendirmesi aracı olarak kullanılan bilirkişiye başvurmanın amacı, “çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde görüş alınmasıdır”.
Ceza muhakemesinde bir sorunun uzmanlığı ya da özel veya teknik bir bilgiyi gerektirip gerektirmediğine bilirkişi görevlendirmekle yetkili olan Cumhuriyet savcısı veya hâkim karar verecek, bilirkişi kendiliğinden bir rol üstlenemeyecektir. Esasen görülmekte olan davanın bilirkişisi, kovuşturma aşamasında hakim veya soruşturmada cumhuriyet savcısının kendisi olup, kural olarak bilgisi, kültürü ve müktesebatı ile önüne gelen bir konuyu çözmek yeteneğine sahiptir. Nitekim ihtisasla ilgisi bulunmayan hallerde bilirkişinin mütalaasına başvurulmasında da kanuni bir zorunluluk bulunmamaktadır. CMK'nun 63. maddesinde de bilirkişinin oy ve görüşüne başvurulması konusunda 'karar verilebileceği' ibaresi kullanılmak suretiyle bilirkişiye başvurma zorunlu kılınmamıştır.
Bununla birlikte maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinen ceza muhakemesinde bazı durumlarda işin niteliği gereği bilirkişiye başvurulması zorunluluk gösterebilmektedir. Kanun koyucunun çözüm için uzmanlığa, özel veya teknik bir bilgiye ihtiyaç bulunduğunu baştan kabul ettiği, örneğin; CMK'nun 73. maddesi uyarınca sahte para ve değerler üzerinde inceleme yapılması, 74. maddesi uyarınca şüpheli veya sanığın akıl sağlığının incelenmesi, 75 ve 76. maddeleri uyarınca beden muayenesi ve vücuttan örnek alınması, 78. maddesi uyarınca moleküler ve genetik incelemeler yapılması, 86 ve 87. maddeler uyarınca ölünün adli muayenesi ve otopsi, 89. maddesi uyarınca zehirlenme şüphesi üzerine yapılacak işlemlerde bilirkişi incelemesi yapılması zorunludur. Kanun koyucu bu durumlarda bilirkişi incelemesi yaptırılması zorunluluğunu kendisi belirlemiş ve böylece bilirkişi incelemesi yaptırmaya yetkili olan merciin, sorunun çözümünün özel ve teknik bilgiyi gerektirip gerektirmediği konusundaki takdir yetkisini ortadan kaldırmıştır.
Öte yandan, CMK'nun 63. maddesinin 1. fıkrasının 1. cümlesinde bilirkişiye başvurmanın yasak olduğu hâl, hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözülmesi mümkün konular olarak belirtildiğinden hukuki sorununun çözümüne ilişkin konularda bilirkişiye başvurulamayacaktır.
Görüldüğü üzere, hukuki sorunun çözümüne yönelik konularda bilirkişiye başvurulmayacak, buna karşın CMK'nda düzenlenen ve yukarıda örneklerine yer verilen bir kısım hallerde delillerinin değerlendirilmesine ilişkin olarak bilirkişi incelemesi yaptırılması zorunlu olacak, hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözülemeyecek diğer konularda ise somut olayın özelliği ve delil durumuna göre gerektiğinde mahkemelerce bilirkişiye başvurulabilecektir.
Ceza Genel Kurulunun 27.04.2010 gün ve 174–92 sayılı kararında; çözümü ancak uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren konularda bilirkişiye başvurulması gerektiği, hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi gereken konularda, bilirkişiye başvurulmasına gerek olmadığı, 09.10.2007 gün ve 139-202 sayılı kararında da; 1412 sayılı CMUK’nun 66 ve benzer düzenlemeyi içeren 5271 sayılı CMK’nun 63. maddeleri uyarınca, hâkimin genel ve hukuki bilgisiyle çözemeyeceği, çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişi görüşüne başvurulmasının zorunlu olduğu vurgulanmıştır.
Bu konuda öğretide de; hakimin ancak ve yalnız özel ve uzmanlık bilgisi gerektiren durumlarda maddi gerçeğe ulaşma görevini kolaylaştırmak üzere bilirkişiye başvurabileceği, bilirkişinin ceza muhakemesi organlarının bilgi eksikliklerini tamamlama amacına hizmet ettiği ve bilirkişiye başvurmanın kural olarak zorunlu olmadığı görüşlerine yer verilmiştir. (Ahmet Caner Yenidünya- Zafer İçer, Ceza Muhakemesi Hukukunda Bilirkişilik, 1. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s.11; Yener Ünver- Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 8. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s.365; Nur Centel- Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. Bası, Beta Yayıncılık, İstanbul, 2013, s.265; Yüksel Ersoy, Türk Ceza Hukukunda Bilirkişilik ve Uygulamadan Doğan Sorunlar, Hukuk Kurultayı, 16.01.2000, s. 429 vd.)
Diğer taraftan, 5271 sayılı CMK'nun 'Keşif' başlıklı 83. maddesi; '(1) Keşif, hâkim veya mahkeme veya naip hâkim ya da istinabe olunan hâkim veya mahkeme ile gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır.
(2) Keşif tutanağına, var olan durum ile olayın özel niteliğine göre varlığı umulup da elde edilemeyen delillerin yokluğu da yazılır' hükmünü içermektedir.
Madde gerekçesinde de, muhakemenin amacına erişmek için olay ve durumun oluş nedenlerini anlayabilmek üzere yerinde inceleme yapmak hususunun delil içeriğinin öğrenilmesine, toplanmış delillerin değerlendirilmesine yaradığı gibi, icra edildiği yerde var olan durum ile olayın özelliğine göre varlığı umulup da bulunamayan eserlerin ve izlerin yokluğunu belirleme bakımından da önemli olduğu açıklanmıştır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından, taksir ve unsurları üzerinde de durulması gerekmektedir.
Kural olarak suç, ancak kastla işlenebilecekken, kanunda açıkça gösterilen hallerde taksirle de işlenebileceği kabul edilmiştir. Failin cezalandırılabilmesi için kanunda açık bir düzenleme bulunmasının zorunlu olduğu istisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, 5237 sayılı TCK’nun 22/2. maddesinde; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmıştır.
Madde gerekçesinin bir bölümünde konumuzu ilgilendirecek şekilde; '...Taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk, bir değerlendirmeyle ancak olay hâkimi tarafından yapılabilir. Bu nedenle, taksirden dolayı kusurluluğun matematiksel olarak ifadesi mümkün değildir. Ancak, normatif değerlendirmeyle hâkim tarafından belirlenen kusurluluk göz önünde bulundurulmak suretiyle, suçun cezasında belli bir oranda indirim yapılabilir.
Taksir dolayısıyla kusurun belirlenmesi normatif bir değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, somut olayda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlâl edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesi yaptırılabilir. Örneğin ölümle sonuçlanan bir ameliyat sırasında hastaya yapılan tıbbi müdahalenin tekniğine uygun olarak yapılmış olup olmadığının belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesine gerek bulunduğu muhakkaktır. Keza, ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan bir trafik kazasında, sürücülerin trafik kurallarına uyup uymadıklarının, hangi trafik kuralının ne suretle ihlâl edildiğinin, trafiğe çıkarılan aracın teknik bakımdan herhangi bir arızasının olup olmadığının belirlenmesi açısından da bilirkişi incelemesi yapılabilir. Ancak, bu durumlarda, bilirkişinin yapacağı inceleme, işin tekniği ile sınırlı olmalıdır. Bunun dışında, bilirkişi tarafından münhasıran hâkimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmamalıdır. Aksi yöndeki tutum, bilirkişilik görevinin sınırını aşmayı ve hâkimin yerine geçmeyi ifade eder...' şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.
Öğretide de benimsendiği üzere, Ceza Genel Kurulunun birçok kararında taksirin unsurları;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Neticenin iradi olmaması,
4- Hareket ile netice arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Diğer taraftan, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 'bisiklet, motorlu bisiklet ve motosiklet sürücüleri ile ilgili kurallar' başlıklı 66. maddesinde;
'Bisiklet, motorlu bisiklet ve motosiklet sürücülerine aşağıdaki kurallar uygulanır.
a) Ayrı bisiklet yolu varsa, bisiklet ve motorlu bisikletlerin taşıt yolunda, bisiklet, motorlu bisiklet ve motosikletlerin yayaların kullanmasına ayrılmış yerlerde,
Bunlardan ikiden fazlasının taşıt yolunun bir şeridinde yanyana, sürülmesi yasaktır.
b) Bisiklet sürenlerin en az bir elleri, motorlu bisiklet sürenlerin manevra için işaret verme hali dışında iki elleri ve motosiklet sürenlerin devamlı iki eller ile taşıtlarını sürmeleri ve yönetmelikte belirtilen güvenlik şartlarına uymaları zorunludur.
c) Bisiklet, motorlu bisiklet ve sepetsiz motosiklet sürücülerinin, sürücü arkasında yeterli bir oturma yeri olmadıkça başka kişileri bindirmeleri ve yönetmelikte belirtilen sınırdan fazla yük taşımaları yasaktır.
Sürücü arkasında ayrı oturma yeri olan bisiklet, motorlu bisiklet ve sepetsiz motosikletlerle bir kişiden fazlası taşınamaz...' hükmü yer almaktadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Olayın gerçekleştiği yerin meskun mahal olduğu, suç yerinde sanığın kullandığı motosiklete ait 5 metre fren izinin bulunduğu, sanığın savunmalarında bir anlık dikkatsizliği nedeniyle olayın meydana geldiğini kabul ettiği olayda, Karayolları Trafik Kanunun 84. maddesi uyarınca aynı kanunun 66. maddesindeki; 'bisiklet ve motosikletleri kurallara uymadan sürmek' kuralını ihlal eden, idaresindeki motosikletle gündüz, görüşe açık ve meskun mahal olan kesimde seyri sırasında yola gereken dikkati vermesi, aracının hızını mahal şartlarına göre ayarlaması gerekirken bahsedilen bu hususlara riayet etmeyen, yerleşim biriminde yayalar olmasına rağmen mevcut sürati ile seyredip son anda fren tedbirine başvurduğu halde yayaya çarpması ile meydana gelen olayı engelleyemeyen ve böylece dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket eden sanığın kusurlu olduğu görülmektedir.
Sanığın kabulü ve somut olayın gerçekleşme şekline göre çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren ve bilirkişi incelemesi yapılmasını zorunlu kılan düzeyde bir karmaşıklığın bulunmadığı, kusurluluğu belirlemenin yargılama yapan hakim veya mahkemenin yetkisinde bulunduğu, olayın tüm ayrıntıları ile aydınlatıldığı, suç tarihi üzerinden geçen zamana göre keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasının sonuca bir etkisinin olmayacağı, buna göre de sanığın hukuki durumunu değiştirecek bir eksikliğin söz konusu olmadığı anlaşıldığından, keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına gerek bulunmadığı ve buna göre de eksik araştırma ile hüküm kurulmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, yerel mahkeme hükmü ve bu hükmün onanmasına ilişkin Özel Daire kararında bir isabetsizlik bulunmadığından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.03.2014 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.