3. Hukuk Dairesi 2022/2159 E. , 2022/5064 K.
MAHKEMESİ : DİYARBAKIR BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 4. HUKUK DAİRESİ
DAVALILAR :
Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen alacak davasının reddine dair verilen karar hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine yönelik olarak verilen kararın, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı Üniversite, 2018 yılı hesaplarının Sayıştay Başkanlığı Denetçilerinin denetimi sonucunda hazırlanan Denetim Raporuna göre, Üniversite Hastanesinde çalışmakta olan bazı öğretim üyelerinin kendileri ile herhangi bir kurumsal sözleşme imzalanmadığı halde özel sağlık kurumlarında çalışmaya devam ettiklerini, bu sebeple özel sağlık kuruluşu tarafından çalıştırılmış olan öğretim üyeleri ile ilgili kurumsal sözleşme ücretinin, Üniversite Döner Sermaye İşletme Müdürlüğü hesabına yatırılmış olmasından kaynaklı döner sermaye gelirlerinden mahrum kalmasından dolayı kamu zararı oluştuğunu, davalıların kurumsal sözleşme yapmadıklarını, mahrum kaldığı gelirin karşılanması amacıyla şimdilik 100,00 TL kamu zararının, meydana geldiği tarihten itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalılara yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir.
İlk derece Mahkemesince, davanın usulden reddine karar verilmiş; kararın davacı vekilince istinaf edilmesi üzerine, Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesinin 2021/568 E. 2021/1333 K. sayılı kararı ile davacının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş olup; hüküm, bu kez davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava; davacı üniversite ile davalı hastane arasında kurumsal sözleşme olmamasına rağmen davacı üniversitede öğretim üyesi olan davalı ...'in diğer davalı özel sağlık kuruluşunda çalışması nedeniyle, kamu zararı doğduğu iddiası ile kurumsal sözleşme ücretinin tahsili talebine ilişkindir. Davacı kurum, kurumsal sözleşme olmadan diğer davalı hastane bünyesinde çalışmakta olan davalı ...'den kurumsal sözleşme ücretinin tahsiline yönelik öncelikle Diyarbakır 9.İcra Müdürlüğünün 2018/91606 sayılı takip dosyasında icra takibi başlatmış ve borç sebebi olarak '... 30.07.2013'den itibaren ekli tabloda hesaplanan ve Üniversitemizin mahrum kaldığı döner sermaye geliri olan toplam 461.363,04-TL kurum zararı...' açıklamasıyla 461.363,04 TL üzerinden ödeme emri göndermiştir. Borca itiraz üzerine duran takibe karşı itirazın iptali davası açmak yerine iş bu alacak davasını açmıştır.
Dava dilekçesine ekli olarak sunulan ve davalı ... adına gönderilen 87807600-645 sayılı tebligat konulu yazı ekinde ayrıntılı hesaplama tablosu bulunmakta olup, sözleşme yapılmaması nedeniyle kurumun mahrum kaldığı gelir tutarı olarak döner sermayeye ödenmesi gereken miktarın 129.780,96 olarak tespit edildiği anlaşılmıştır.
Mahkemece; dava konusu alacağın Sayıştay Raporunda net bir şekilde hesaplandığı ve bu miktar üzerinden icra takibine başlanıldığı, taraflar arasında bir sözleşme bulunmaması nedeniyle, olmayan sözleşmeye dayanılarak alacağın daha fazla olma ihtimali davanın ispat durumu ile ilgili olduğu, davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılamayacağı, kurumsal sözleşme yapılsa idi talep edilebilecek asgari miktar belirli ve açık olduğu, yapılmayan bir sözleşmeye dayanılarak bu miktardan fazla bir talebin söz konusu olamayacağı, sayıştay raporunda belirtildiği gibi yukarıda bahsedilen hesaplama tablosu uyarınca miktar belirli ve açık olduğundan, davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasında davacının davanın hukuki yararı bulunmadığı gerekçesiyle, davanın usulden reddine karar verilmiş olup, kararın davacı vekilince istinaf edilmesi üzerine, ilgili Bölge Adliye Mahkemesi tarafından aynı gerekçe ile başvurunun esastan reddine karar verilmiştir. Davacı vekili, davayı açmakta hukuki yararı olduğundan bahisle kararı temyiz etmiştir.
Belirsiz alacak davası başlıklı; 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle değişik 6100 sayılı HMK’nın 107. ve 109. maddeleri aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:
'MADDE 107– (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) (Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.
(3) (Mülga:22/7/2020-7251/7 md.)
Kısmi dava
MADDE 109- (1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.
(2) (Mülga: 1/4/2015-6644/4 md.)
(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.”
Dava konusu olaya emsal olacak nitelikteki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2019/17-853 Esas 2020/907 Karar sayılı 17/11/2020 tarihli kararı incelendiğinde özetle;
'Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır. Bu kriterler, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin; 1-Davacının kendisinden beklenememesi, 2-Bunun olanaksız olması, 3-Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir. Kural olarak kişinin alacağını belirleyebilmesi için aynı zamanda belgeye bağlama yetkisinin olması veya bu konuda belge düzenlenip kendisine verilmesi gerekir.
Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya, kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu anlaşılıyor ve istem bölümünde 'fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” şeklinde bir ifadeye yer verilmiş ise, bu husus, davanın kısmi dava olarak kabulü için yeterli sayılmaktadır (Pekcanıtez, H.: Medeni Usul Hukuku, C. II, 15. baskı, İstanbul 2017, s. 1000).
Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır. 6100 sayılı Kanun'un sözü edilen maddesinin gerekçesinde de '...Maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde ise davacının dava açmakta hukukî yararının bulunmasının bir dava şartı olduğu hususu açıkça vurgulanmıştır. Burada sözü edilen hukukî yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukukî yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir...' yönünde açıklamalar yer verilmiştir. Öte yandan bu yararın 'hukuki ve meşru', 'doğrudan ve kişisel', 'doğmuş ve güncel' olması da gerekir (Hanağası, E.: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135).
Hukuki yarar dava şartlarından olup 6100 sayılı HMK'nın 114. maddesine göre, davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart, dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan, olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır.
Dava çeşitleri HMK’nın 105 vd. maddelerde düzenlenmiştir. Bir davanın hangi dava çeşidini oluşturduğu davacının talep sonucunun hangi dava türü tanımına uyduğuna göre belirlenebilir. Davacı dava dilekçesinde dava türünü inşai dava olarak yazsa bile bir miktar alacağın tahsili talebinde bulunmuş ise bu eda davası olup hâkim bu kapsamda karar vermek zorundadır. Bu nedenle eda davası açılması gerekirken inşai dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilemez. Hukuki yararı belirleyen davacının gösterdiği dava türü değil, karar verilmesi istenen talep sonucudur. Nasıl ki dava dilekçesinde hiç gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa bile HMK’nın 33. maddesi kapsamında doğru hukuki sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevi ise HMK’nın 32. maddesi çerçevesinde yargılamayı sevk ve idare ile dava türü tanımlarına ve talep sonucuna göre dava türünü doğru belirleyip buna göre yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandırmak da hâkimin görevidir. Bu konuda hâkim, davacının dilekçesinde yaptığı isimlendirmeyle bağlı olmaksızın açılan davanın, eda davası, tespit davası, belirsiz alacak ve tespit davası, inşai dava, kısmi dava, terditli dava, seçimlik dava ve topluluk davası çeşitlerinden hangisi olduğunu belirleyerek yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandıracaktır.
Bir davadaki talep sonucu bazı kısımları itibarıyla birden fazla dava türü tanımıyla ilgili, çakışan yani benzer unsurlar içeriyor olabilir. Bu gibi durumlarda hâkim davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacıdan açıklama isteyerek doğru dava türünü belirleyebilecektir. Tüm bu nedenlerle davacı dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olduğundan söz etmiş olsa bile belirsiz alacak davası unsurları bulunmuyorsa bu davanın açılmasında hukuki yarar olmadığından söz edilemeyecek alacağın istenmesinde hukuki yarar olduğundan mevcut unsurları itibarıyla kısmi dava açılmış olduğu kabul edilerek davacının talep sonucu hakkında karar verilebilecektir.
Alacak belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda ise; şartları bulunmamasına başka bir anlatımla talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukuki yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukuki yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukuki yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukuki yararı ortadan kaldırmaz. Bu durumda dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek alacak tutarı konumunda olup kısmi davanın koşulları yoksa davacının tam eda davası açtığı kabul edilmelidir. Ancak dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek toplam alacak miktarı kadar değilse ve kısmî davanın koşulları da bulunmuyorsa, bu durumda mahkemece alacak miktarını netleştirmesi ve bildireceği dava değerine göre eksik harcı tamamlaması için davacıya HMK'nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bir haftalık kesin süre verilmeli ve verilen kesin süre içinde belirtilen eksikliğin tamamlanması hâlinde davaya tam eda davası olarak devam edilmeli, aksi durumda ise davanın usulden reddine karar verilmelidir. Buna karşılık, dava dilekçesinde asgari bir tutar gösterilmiş olup bunun, alacağın belirli bir kesimi olduğu anlaşılmakla birlikte, açılan davanın belirsiz alacak davası mı; yoksa kısmi dava mı olduğu hususunda açıklık bulunmuyorsa hâkim, taleple bağlı olduğu için (HMK m. 26) öncelikle, HMK'nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, davacı tarafa bir haftalık kesin bir süre vermeli ve onun beyanı doğrultusunda açılmış olan davanın belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunu belirlemelidir. Bu da esasen hâkimin davayı aydınlatma ödevi kapsamındadır. Davacı verilen bir haftalık kesin süre içinde davanın belirsiz alacak davası olduğunu beyan etmiş ve belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli koşullar mevcut ise, dava belirsiz alacak davası olarak görülüp sonuçlandırılmalıdır. Belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli şartlar bulunmakla birlikte davacı açmış olduğu davanın kısmi dava olduğunu belirtmiş ise, bu hâlde mahkeme davayı, kısmi dava olarak kabul edip yargılamayı sürdürmelidir. Üçüncü bir ihtimal olarak davacı davasının belirsiz alacak davası olduğunu mahkemeye bildirmiş olmakla birlikte belirsiz alacak davasının koşulları bulunmuyor ve fakat kısmi dava açılabilmesi mümkün ise, bu durumda, mahkemece, açılmış olan dava, doğrudan bir ara kararıyla bir kısmi dava olarak nitelendirilmek suretiyle görülüp karara bağlanmalıdır.' Yukarıda açıklanan ve emsal nitelikteki Yargıtya Hukuk Genel Kurulu kararı da somut uyuşmazlık açısından değerlendirildiğinde; davacının davasını açmakta hukuki yararı olduğu tartışmasızdır. Hal böyle olunca, hukuki yarar yokluğundan yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
İlk derece mahkemesi kararının, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına karar verilmiş olduğundan, HMK'nın 373/1 maddesi uyarınca, bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararının da kaldırılmasına karar verilmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK'nın 373/1 maddesi uyarınca temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, aynı Kanunun 371. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının davacı yararına BOZULMASINA, dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 25/05/2022 tarihinde oybirliği ile karar verildi.