Hukuk Genel Kurulu 2018/242 E. , 2021/1504 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali' davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 8. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davacı ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı ... (SGK/Kurum) vekili dava dilekçesinde; davalının 23.06.1994-23.02.2006 tarihleri arasında 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu (506 sayılı Kanun) kapsamında sigortalı olarak çalıştığı hâlde haksız yere babasından dolayı ölüm aylığı aldığının tespit edilmesi üzerine bağlanan aylığın kesilerek yapılan ödemelerin borç çıkarıldığını, borç ödenmeyince icra takibi başlatıldığını, davalının itirazı nedeniyle takibin durduğunu ileri sürerek, itirazın iptali ile takibin devamına ve icra inkar tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı davaya cevap vermemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. Ankara 8. İş Mahkemesinin 12.05.2014 tarihli ve 2013/119 E., 2014/1024 K. sayılı kararı ile; 506 sayılı Kanun kapsamında çalışması bulunan davalıya yapılan ölüm aylığı ödemelerinin yersiz olduğu ancak 506 sayılı Kanun'un primlerin tahsiline ilişkin 80. maddesindeki hüküm nedeniyle davada 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun'un 102. ve devamı maddeleri uyarınca takip zaman aşımının değerlendirilmesi gerektiği, davaya konu borcun 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğu ve zamanaşımının başlangıç tarihi olan 01.01.2005 tarihinden itibaren 23.06.1994-06.07.2004 tarihleri arasındaki döneme ilişkin borcun zamanaşımına uğradığı, öte yandan davalının sosyal sigortaya tabi çalışması hâlinde bunu Kuruma bildireceğine dair herhangi bir beyan ve taahhütte bulunmadığı, davacı Kurumun davalının çalışmalarını kendi kayıtlarından tespit edebileceği, bu nedenle hatalı ödemenin davacı Kurumun yetersiz araştırmasından kaynaklandığı, bu yönü ile 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sigortası Kanunu'nun (5510 sayılı Kanun) 96. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendindeki düzenleme dikkate alınarak geriye doğru 5 yıllık süreyi kapsayan 06.07.2004-23.02.2006 tarihleri arasında ödenen ölüm aylıklarını talep edebileceği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne ve 7.213,84TL tutarındaki asıl alacağın yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline ilişkin olarak takibin devamına, fazla istemin ve icra inkar tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Ankara 8. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı karşı süresi içinde davacı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
8. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 18.06.2015 tarihli ve 2014/18809 E., 2015/14030 K. sayılı kararı ile; '...1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere davacı Kurumun aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava, itirazın iptali ile takibin devamına, takibe konu alacağın % 40'ından az olmamak üzere inkar tazminatının tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, davacının Kurumu yanıltmaya yönelik bir davranışı bulunmadığı, davacının yetim aylığı koşullarına sahip olup olmadığını tespite yarayan tüm bilgi ve belgelerin Kurumda bulunması nedeniyle gerekli araştırma ödevini yapmayan Kurumun hatalı olduğunu, davacının kötüniyetli sayılamayacağı ve 5510 sayılı Yasa'nın 96/b maddesi uyarınca tahsil edileceği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davalıya 23.06.1994 tarihinde babasından ötürü yetim aylığı bağlandığı, davacının 23.06.1994-23.02.2006 tarihleri arasında 506 sayılı Yasa'ya tabi çalışmalarının bulunduğu ve Kurumun bu durumu farketmesi üzerine davalıya babasından ötürü bağlanan yetim aylığını başlangıç tarihi itibari ile keserek 23.06.1994-23.02.2006 tarihleri arasında ödenen aylıkları borç kaydettiği ve Ankara 18. İcra Dairesinin 2007/5604 takip sayılı dosyası üzerinden takip başlattığı, borcun davalıya 26.11.2012 tarihinde tebliğ edildiği ve davacının 30.11.2012 de borca itiraz ettiği anlaşılmaktadır.
Öncelikle, davacıya babasından ötürü yetim aylığı bağlandığı 23.06.1994 tarihi itibari ile aylık koşullarına sahip olup olmadığı belirlenmelidir. 506 sayılı Yasa'nın 68/6 maddesi uyarınca ; 'kız çocuklarına bağlanan aylıkların sosyal sigortaya ve emekli sandıklarına tabi iş yerlerinde çalışmaya başladığı tarih itibari ile kesileceği' hususu düzenlenmiş olup, aylık başlangıç tarihi itibari ile davalının SSK'lı çalışmaları başladığından ve 23.02.2006 tarihine kadar devam ettiğinden babasından dolayı bağlanan aylığı Kesen Kurum işleminin yerinde olduğu açıktır. Uyuşmazlık ise davacı Kurumun geriye doğru ne kadarlık süreye ilişkin yapılan ödemeleri talep edip edemeyeceği hususunda toplanmaktadır.
Davanın yasal dayanağını oluşturan 6111 sayılı Yasa'nın 44.maddesi ile değişik 5510 sayılı Yasa’nın “Yersiz Ödemelerin Geri Alınması” başlıklı 96. maddesinde ise;
'Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;
a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,
b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmidört ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, yirmidört aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.
Alacakların yersiz ödemelere mahsubu, en eski borçtan başlanarak borç aslına yapılır, kanunî faiz kalan borca uygulanır. Bu hüküm ilgili hak sahiplerinin muvafakat etmeleri kaydıyla, aynı dosyadan diğer bir hak sahibine yapılan yersiz ödemelere mahsubunda da uygulanır.
Yersiz ödemenin gelir ve aylıklardan kesilmesinde, kesintinin başlayacağı ödeme dönemi başı itibarıyla kanunî faizi ile birlikte hesaplanan borç tutarı, gelir ve aylıktan % 25 oranında kesilmek suretiyle uygulanır.
Yersiz ödemelerin tespiti ile geri alınmasına ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almaktadır.
Diğer taraftan, mahkemece, 506 sayılı Yasa'nın primlerin tahsiline ilişkin 80. maddesi düzenlemesiyle davada 6183 sayılı Yasa'nın 102 ve devamı maddeleri uyarınca takip zamanaşımının değerlendirileceği, davaya konu olup borcun yasal değişiklik nedeni ile 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğu belirtilerek karar verilmesi nedeni ile uyuşmazlığın çözümünde 506 sayılı Yasa'nın 80. maddesi ve 6183 sayılı Yasa'nın 102. maddelerinin uygulama yeri olup olmadığı hususunun da açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
506 sayılı Yasa'nın 80. maddesi Kurum'un süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsiline ilişkin olup, dava konusu olayda ise Kurumca sigortalıya yerisz olarak yapıldığı farkedilen ödemeler kapsamında olduğu bu haliyle de 5510 sayılı Yasa'nın 96. maddesi uyarınca değerlendirme yapılması gerekmekteder.
Açıklanan nedenlerle, mahkemece davacı Kurum tarafından yapılan yersiz ödeme sigortalının kasıtlı ve kusurlu davranışından kaynaklandığından 5510 sayılı Kanun'un 96/1-a. maddesi hükmü gözetilerek yapılacak değerlendirme ve varılacak sonuç ile iade yükümünün kapsamı konusunda bir karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçeyle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde davacı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...' gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Ankara 8. İş Mahkemesinin 16.12.2015 tarihli ve 2015/601 E., 2015/1503 K. sayılı kararı ile; mahkemece davalının sorumlu olduğu yersiz ödeme miktarının 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendine göre değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin gerekçenin yerinde olduğu, davalının kusurlu ve kasıtlı bir davranışının bulunmadığı, davacı Kurumun davalının ölüm aylığı koşullarına sahip olup olmadığını değerlendirip davalı lehine sonuçlandırdığı, tüm bilgi ve belgelerin Kurumda bulunduğu, her aylık alma döneminde davacının durum değişikliğini kendi sisteminden denetleme yetkisi bulunduğu hâlde bu yetkisini kullanmadığı, çalışmaya başladığı takdirde bildirimde bulunması yönünde davalıdan beyan ve taahhüt alınmadığı, davalının Kurumu yanıltacak şekilde herhangi bir işlem yapmadığı, aksine Kurumun gerekli inceleme ve araştırma yükümlülüğünü yerine getirmediği, bu hâli ile tartışmasız olan iade yükümlülüğünün kapsamının 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendine göre belirlenmesi gerektiği gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının 506 sayılı Kanun kapsamında çalışması bulunduğundan 23.06.1994-23.02.2006 tarihleri arasında yapılan ölüm aylığı ödemelerinin yersiz olduğu konusunda ihtilaf bulunmayan eldeki davada, yersiz ödemenin davalının kasıtlı ve kusurlu davranışından kaynaklanıp kaynaklanmadığı, buradan varılacak sonuca göre iade yükümünün kapsamı konusunda 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendine göre mi yoksa (b) bendine göre mi değerlendirme yapılması gerektiği ve Kurumun yersiz ödemeleri hakkında 506 sayılı Kanun'un 80. maddesinin uygulanıp uygulanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. ÖN SORUN
12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, direnme kararının 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 141. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 297. maddeleri hükümleri karşısında bozma kararını karşılayan gerekçe içerip içermediği ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
IV. GEREKÇE
13. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) 141. maddesinin 3. fıkrasında, 'Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli yazılır' hükmü bulunmaktadır. Bu hüküm ile gerekçenin önemi anayasa düzeyinde vurgulanmış olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
14. Öte yandan 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 297. maddesi bir mahkeme hükmünün neleri kapsaması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre;
“(1) Hüküm 'Türk Milleti Adına' verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi,
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir'.
15. Bu düzenleme uyarınca bir mahkeme kararında tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukukî sebeplerin birer birer şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekli olup bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür.
16. Kararın açık ve gerekçeli olması hukukî dinlenilme hakkının sağlanması açısından önemlidir. Tarafların ileri sürdüğü iddia ve savunmalar ve bunların dayandıkları deliller, kararda tartışılıp gerekçeleri açıklandığı ölçüde karar, hukukî dinlenilme hakkına uygun bir karar olacaktır. İddia ve savunmaların kararda tartışılması, gösterilen delillerin incelenmesi, neden bir kısmının diğerine üstün tutulduğunun belirtilmesi ancak gerekçeyle mümkün olacaktır.
17. Gerekçe sayesinde kararların doğru olup olmadığı denetlenebilir. Gerekçesiz bir kararın üst mahkeme tarafından denetlenmesi de mümkün değildir. Gerekçe, doyurucu olmalı, kararın neden, nasıl, hangi hukukî gerekçeyle ve hangi deliller değerlendirilmek suretiyle verildiği hususlarını içermelidir. Bu hususları içermeyen kararların gerekçeli olduğundan bahsedilemez.
18. Ayrıca kararda maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiği, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığı ortaya konulmalı, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantı açıklanmalıdır. Tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı ya da haksız olduğunu anlayıp değerlendirilebilmeleri ve Yargıtay'ın hukuka uygunluk denetimi yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçenin bulunması, bu yasal ve Anayasal düzenleme karşısında zorunludur. Aksi hâlde, kararın gerekçeli olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Yeri gelmişken maddi olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı açıklamayan sadece yapılan yargılamayı özetleyen gerekçenin de yeterli olmadığı ve doktrinde 'zahiri gerekçe (görünürde gerekçe)' olarak adlandırıldığı unutulmamalıdır.
19 Nitekim Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 31.05.2017 tarihli ve 2015/22-1236 E., 2017/1044 K.; 06.11.2018 tarihli ve 2017/12-2826 E., 2018/1619 K.; 06.12.2018 tarihli ve 2017/11-101 E., 2018/1869 K., 18.02.2020 tarihli ve 2016/22-2639 E., 2020/165 K. ile 04.02.2021 tarihli ve 2017/(21)10-1968 E., 2021/31 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
20. Ayrıca 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
21. Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukukî ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
22. Mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai), temyizi mümkün son kararlardan olup, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
23. Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan mahkeme kararının bulunması zorunludur.
24. 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile eklenen HMK'nın Geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun (HUMK) bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 429. maddesinin 2. fıkrasında, “…Mahkeme, temyiz edenden 434. madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.” yönünde düzenleme bulunmaktadır.
25. Bu açık düzenleme karşısında, mahkemece tarafların beyanlarının alınmasından sonra yapılacak iş; açıkça bozma nedenlerine uyulması ya da eski kararda direnilmesine dair ara kararı oluşturmak olmalıdır. Bunun yanında mahkeme, 1086 sayılı HUMK'un 429. maddesindeki yetkisini kullanırken, bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.
26. Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine mahkemelerce verilen direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti, uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararı ile sonuçta hüküm fıkrasını da içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın, ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
27. Bu nedenle mahkemece kısa ve gerekçeli kararların Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının gösterecek, hüküm fıkrasındaki kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde ise bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.
28. Bu noktada belirtilmelidir ki; direnme kararları yapıları gereği yasanın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (Hukuk Genel Kurulunun 19.03.2008 tarihli ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 21.10.2009 tarihli ve 2009/9-397 E., 2009/453 K.; 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E.,2011/436 K. ile 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
29. Anılan bu husus, kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki olan hâkimin, gerekse mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
30. Diğer yandan Yargıtayca bozulan mahkeme kararı ortadan kalkar ve hukukî geçerliliğini yitirir. Bozulan karar sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur (Hukuk Genel Kurulunun 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E., 2011/436 K.; 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
31. Somut olayda; mahkemece davacı Kurum tarafından davalıya yapılan yersiz ölüm aylığı ödemelerinden 23.06.1994-06.07.2004 tarihleri arasındaki döneme ilişkin olan kısmının 506 sayılı Kanun'un 80. maddesindeki düzenleme nedeniyle uygulanması gereken 6183 sayılı Kanun'un 102. maddesi uyarınca 5 yıllık zamanaşımına tabi olup bu süre dolduğundan talep edilemeyeceği belirtilerek 06.07.2004-23.02.2006 tarihleri arasındaki dönem borcu yönünden takibin devamına karar verilmiş, Özel Dairece 506 sayılı Kanun'un 80. maddesinin Kurumun süresinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsiline ilişkin olduğu, dava konusunun Kurumca davalı sigortalıya yersiz olarak yapıldığı fark edilen ödemeler kapsamında kalması nedeniyle 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesine göre değerlendirme yapılması gerektiği, bu durumda da yersiz ödemenin davalının kasıtlı ve kusurlu davranışından kaynaklanması nedeniyle 96. maddenin 1. fıkrasının maddenin (a) bendi hükmü gözetilerek iade yükümünün kapsamının belirlenmesi gerektiği gerekçesiyle kararın bozulması üzerine mahkemece yersiz ödemelerin davalının kasıtlı veya kusurlu davranışından kaynaklanmadığı yönünde açıklamalar yapılmış ise de direnme kararının 506 sayılı Kanun'un 80. maddesinin somut olayda neden uygulanması gerektiği ve bozma kararının bu kısmının neden yerinde olmadığı noktasında hiçbir gerekçe içermediği görülmüştür.
32. Bu durumda mahkemece yapılacak iş, Anayasa'nın 141. maddesinin 3. fıkrası ile ona koşut düzenleme içeren HMK’nın 297. maddesindeki hükümler gözetilerek ve özellikle bozma kararında yer verilen bozma nedenlerine karşı, direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişleterek) açıkça kararda göstermek olmalıdır.
33. Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan Anayasal ve yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere karar usulden bozulmalıdır.
V. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,
Bozma nedenine göre davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 25.11.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.