Hukuk Genel Kurulu 2013/4-419 E. , 2013/1690 K.
MAHKEMESİ : İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 06/11/2012
NUMARASI : 2012/321-2012/405
Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 09.11.2010 gün ve 2009/291 E. 2010/437 K. sayılı kararın incelenmesi davacı ile davalılardan H. K.. vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesi’nin 21.06.2012 gün ve 2012/7891 E.-2012/11005 K. sayılı ilamıyla;
(...Dava; kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken, kusurlu davranışları sonucu kişilere zarar vermesinden kaynaklanan ve zarar görenin kamu görevlileri aleyhine açtığı tazminat davası niteliğinde olup, mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davacı ile davalı H. K.. tarafından temyiz edilmiştir
Davacı, dava dilekçesinde; davalıların, adli görevlerini kötüye kullanarak hakkında soruşturma bulunmayan davacıyı soruşturma kapsamına aldıklarını, savcılıkta ifadesinin alınması sırasında durumu basına bildirerek davacının adli işlemlerinin basın yolu ile yayılmasına sebep olduklarını beyan ederek manevi tazminat isteminde bulunmuştur
Davalılar; adli görev yapan davalıların, adli görevin ifası sırasında, adli görevi kötüye kullanma suçu işlediği isnadı ile tazminat talep edildiğinden idari yargının görevli olduğunu, soruşturmayı yetkili savcı tarafından verilen talimatlar doğrultusunda yürüttüklerini belirterek açılan davanın reddini istemişlerdir.
Mahkemece; İl Emniyet Müdürlüğü tarafından İl Jandarma Komutanlığı'na yazılan yazıda davacının adının geçmediği halde, İl Jandarma Komutanlığı'nca davacının adının eklenerek Savcılığa fezleke gönderildiği, bu nedenle davacı hakkında soruşturma açılıp telefonunun dinlendiği, böylece kişilik haklarının ihlal edildiğinden bahisle açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir
Davaya konu olayda sorun, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken, kişilerin zarar görmesi halinde, zarar görenin kamu görevlisinin şahsına karşı açtığı davada, kamu görevlisinin hizmet kusurundan ayrılabilen kişisel kast ve kusurunun araştırılmasına gerek olup olmadığı ve netice itibariyle davanın esastan mı, yoksa husumetten mi reddine veya kabulüne karar verileceği ve bu konuda yorum yolu ile sonuca ulaşmanın ve uygulama yapmanın mümkün olup olmadığına ilişkindir.
Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır. (T.C. Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy.K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan Sorumluluk Hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır.
Davaya konu edilen olayda, davalı H. K..'ın, yürütülmekte olan bir operasyon kapsamında, İzmir İl Jandarma Alay Komutanlığı nezdinde yaptığı soruşturmanın tamamı, idari görevi sırasında ve de görevi gereği yapmış olduğu hizmetlerdir. Dava ise, davalı tarafından yürütülen bu soruşturmaya, davacının hukuka aykırı olarak dahil edildiği iddiası ile açılmıştır. Bu durumda dava şartı gerçekleşmemiştir ve açılan davanın esası hakkında bir karar verilemez; davanın, davalı H. K.. yönünden sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilmesi gerekirken davanın esasına girilerek hüküm tesis edilmesi usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir...)
Gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken, kusurlu davranışları sonucu kişilere zarar vermesinden kaynaklanan ve zarar görenin kamu görevlileri aleyhine açtığı tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin İzmir İl Jandarma Komutanlığı görevinde iken emekliye ayrıldığını, İzmir İl Jandarma Komutanlığı tarafından yapılmakta olan, İl Jandarma Komutanı olan Alb. Z. K..’ın yönettiği ve KOM. Şube Müdürü Bnb. A. K.. tarafından yürütülen soruşturmada, davalıların, adli görevlerini kötüye kullanarak hakkında soruşturma bulunmayan davacıyı kaynaklar soruşturması kapsamına aldıklarını, savcılıkta ifadesinin alınması sırasında durumu basına bildirerek davacının adli işlemlerinin basın yolu ile yayılmasına sebep olduklarını belirterek, 10.000 TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili, adli görev yapan davalıların, adli görevin ifası sırasında, adli görevi kötüye kullanma suçu işlediği isnadı ile tazminat talep edildiğinden idari yargının görevli olduğunu, soruşturmayı yetkili savcı tarafından verilen talimatlar doğrultusunda yürüttüklerini belirterek açılan davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, İl Emniyet Müdürlüğü tarafından İl Jandarma Komutanlığı.na yazılan 21/09/2007 tarihli yazıda davacının adının geçmediği halde, Jandarma tarafından savcılığa gönderilen fezlekede davacının adının bulunduğu, bu nedenle davacının telefonlarının dinlendiği, savcılık tarafından davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, dolayısıyla Jandarmanın, emniyet tarafından kendilerine bildirilmeyen bir ismi soruşturmaya dahil ederek bu kişi hakkında teknik takip yapılması talebinde bulunduğu, davacının ifadeye çağrıldığı, bu nedenle davalı olan Z. K...ın haksız eylemde bulunarak davacının kişilik haklarını zedelediğinden bahisle açılan davanın Z. K.. yönünden kısmen kabulüne, diğer davalı A. K..’ın, söz konusu yazışmalarda kaydının bulunmadığı, bu davalının haksız eylemde etkisi kanıtlanmadığı gerekçesiyle, bu davalı yönünden davanın reddine karar verilmiştir
Davacı ve davalılardan H. K.. vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Daire'ce yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle oyçokluğuyla bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davalılardan H. K.. vekili getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eldeki davada husumetin davalıya yöneltilmesi gerekip, gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, kamu görevlilerinin eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan devletin sorumluluğuna ilişkin yasal düzenlemeler irdelenmelidir:
Kamu personelinin mali sorumluluğuna ilişkin düzenlemelere baktığımızda;
2709 sayılı T.C.Anayasası (Anayasa)’nın ;
“Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40.maddesinde:
Anayasa ile temel hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
İdareye karşı yargı yolunu düzenleyen “Yargı Yolu” başlıklı 125.maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde: “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.”; son fıkrasında da “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
Kamu görevlilerinin görev ve sorumluluklarını düzenleyen 129.maddesinin;
Birinci fıkrasında: “Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.”
Beşinci fıkrasında: “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”
Hükümleri yer almaktadır.
Anayasa’nın bu hükümleri ile memur ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu davrandıklarından bahisle haklı ya da haksız olarak yargı mercileri önüne çıkarılmasını önlemek, kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan yürütülmesini sağlamak ve aynı zamanda zarara uğrayan kişi yönünden de memur veya diğer kamu görevlisine oranla ödeme gücü daha yüksek olan Devleti muhatap almak suretiyle kamu düzenini korumak amaçlanmaktadır.
Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 14.09.1983 gün 1980/4-1714 E., 1983/803 K.sayılı kararında da Anayasa’nın 129/5.maddesinin konuluş amacı tartışılmış; “T.C.Anayasası’nın zararın doğumuna neden olan eylem ve davranışlarla, buna bağlı hukuki sorumluluğu hiçbir zaman ortadan kaldırmadığı; aksine, zarar görenler açısından daha güvenli sayılması gereken Devletin sorumluluğu ilkesini getirdiği…” ifade edilerek aynı sonuca varılmıştır.
Bu anayasal hükümlere paralel düzenleme 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun, 12.05.1982 tarih ve 2670 Sayılı Kanunun 6.maddesi ile değişik, 13.maddesinde yer almaktadır.
657 sayılı Kanunun “Kişilerin Uğradıkları Zararlar” başlıklı 13.maddesinin, 06.06.1990 tarih ve 3657 sayılı Kanunun 1 maddesiyle değişik, birinci fıkrasında:
“Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kağıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.”
Hükmü öngörülmüştür.
Anayasa'nın 129/5.maddesinin uygulama yasası olan 657 sayılı, Devlet Memurları Kanunu’nun 13.maddesinin Meclis gerekçesinde;
“Bu madde, kamu hukukuna tabi görevler bakımından idare edilenlere verilecek zararlar konusundaki sorumluluğu düzenlemektedir...
Maddedeki teminat iki açıdan incelenmelidir;
Her şeyden önce, idare edilenler lehine bir teminat mevcuttur. İdare edilenler, kamu hukukuna tabi görevler dolayısıyla kendilerine verilmiş olan zararlarda, doğrudan doğruya görev sahibi kurum aleyhine dava açabilecekler ve böylece asıl ödeme kabiliyeti olan bir davalı bulmuş olacaklardır. Aksi takdirde, özellikle büyük zararlar bakımından, davayı kazansalar bile, ödeme kabiliyeti olmayan bir memurla karşı karşıya kalmaları mümkündür. Hâlbuki maddedeki şekliyle, her zaman için karşılarında ödeme kabiliyetine sahip bir kurum bulabileceklerdir.
İkinci teminat; memur, daha doğrusu ‘Kamu hukukuna tabi hizmetlerle görevli personel’ bakımındandır. Bu gibi personel, görevlerini yerine getirirken, daimi bir tazminat tehdidi altında kalmayacaklar ve dolayısıyla kamu hizmetlerinin çok ağır görülmesi gibi bir sakıncayla karşılaşılmayacaktır. Ancak, daimi olarak ve ilk elden dava tehdidi altında bulunmamak, memurların tamamıyla sorumsuz hareket edebilecekleri şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu madde ile memur, mütemadiyen mahkemelerde kendi aleyhine açılmış davalarla uğraşmaktan korunmuştur ama, görevleri dolayısıyla idareye vermiş olduğu zararlardan ötürü idareye karşı olan sorumluluğu devam etmektedir....” ifadeleri yer almaktadır.
Görülmektedir ki, Anayasa'nın 40/3, 125/son, 129/5.maddeleri ile uygulamanın çerçevesi net olarak çizilmiş; “memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak rücu edilmek şartı ile idare aleyhine açılabileceği” açıkça ifade edilmiştir.
Uyuşmazlığın çözümünde Anayasa’nın 129/5.maddesinde yer alan “yetkilerini kullanırken işledikleri kusur” ifadesinden ne anlaşılması gerektiğinin belirlenmesi önem taşımaktadır ki, bu noktada “kusur” ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır:
Kusurun kanunlarımızda tanımı yapılmamıştır. Uygulama ve öğretide kabul görmüş tanıma göre; kusur, hukuk düzenince kınanabilen davranıştır. Kınamanın nedeni, başka türlü davranma olanağı varken ve zorunlu iken, bu şekilde davranılmayarak, bu tarzdan sapılmış olmasıdır. Kısacası; kusur, genel tanımıyla, hukuk düzeni tarafından bir davranış tarzının kınanması olup; bu kınama, o davranışın belirli koşullar altında bireylerden beklenen ortalama hareket tarzından sapmış olmasından kaynaklanır.
Yine, öğreti ve uygulamadaki hakim görüşe göre, sorumluluk hukuku açısından kusurun, kast ve ihmal (taksir) olmak üzere ikiye ayrıldığı kabul edilmektedir. Bu bağlamda, kast hukuka aykırı sonucun bilerek ve isteyerek meydana getirilmesi; ihmal ise, hukuka aykırı sonucu istememekle birlikte, böyle bir sonucun önlenmesi için gerekli önlemlerin alınmaması ve gereken özenin gösterilmemesidir.
İdare hukuku ilkeleri çerçevesinde olaya bakıldığında ise, bir kamu görevlisinin görev sırasında, hizmet araçlarını kullanarak yaptığı eylem ve işlemlerine ilişkin kişisel kusurunun, kasti suç niteliği taşısa bile hizmet kusuru oluşturacağı ve bu nedenle açılacak davaların ancak idare aleyhine açılabileceği bilinen ilkelerindendir (Danıştay 10.Daire T. 20.04.1989 gün ve 1988/1042 E., 1989/857 K. sayılı ilamı).
Tüm bu açıklamalar göstermektedir ki, kişilerin uğradığı zararla, zarara sebebiyet veren kamu personelinin yürüttüğü görev arasında herhangi bir ilişki kurulabiliyorsa, ortada görevle ilgili bir durum var demektir ve bu tür davranışlar kasten veya ihmalen işlenmesine bakılmaksızın, kamu personelinin hizmetten ayrılamayan kişisel kusurları olarak ortaya çıkmakta ve bu husus, 657 Sayılı Yasa’nın 13’üncü maddesindeki “kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlar” ibaresinde ifadesini bulmaktadır.
Bu ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde:
Davalılardan, İl Jandarma Komutanı olan Alb. Z..K..’ın yönettiğini, soruşturmanın KOM. Şube Müdürü Bnb. A. K.. tarafından yürütüldüğü sırada adli görevlerini kötüye kullanarak hakkında soruşturma bulunmayan davacıyı kaynaklar soruşturması kapsamına aldıklarını, savcılıkta ifadesinin alınması sırasında durumu basına bildirerek davacının adli işlemlerinin basın yolu ile yayılmasına sebep oldukları iddiasıyla ve kamu görevlilerini hasım göstererek, davacı eldeki tazminat davasını açmıştır.
Davacının bu iddiası, içerikçe kamu görevlisi olan davalıların, görevi sırasında ve görevini ifa ederken işledikleri kusurlu eylemlerine dayanmaktadır.
Hal böyle olunca, davalıların görevi dışında kalan kişisel kusuruna dayanılmadığına, eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, eldeki davada husumet, kamu görevlisine değil, idareye düşmektedir. Öyle ise, dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir.
Bu konuda, Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmelerde bazı üyeler, dava dilekçesinde belirtilen maddi olgulardan davalının salt kişisel kusuruna dayanıldığından yerel mahkeme kararının yerinde olduğunu, bu bakımdan işin esasına yönelik temyiz incelemesinin yapılması için dosyanın 4. Hukuk Dairesine gönderilmesi gerektiğini savunmuş iseler de, bu görüş, yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğuna benimsenmemiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davalı H..K.. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440.maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 25.12.2013 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğuyla karar verildi
.