Hukuk Genel Kurulu 2013/10-485 E. , 2013/1749 K.
MAHKEMESİ : İzmir 1. İş Mahkemesi
TARİHİ : 07/11/2012
NUMARASI : 2012/439-2012/781
Taraflar arasındaki “işgöremezlik derecesinin tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 1. İş Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 23.12.2011 gün ve 2009/661 E.,- 2011/682 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin 10.09.2012 gün ve 2012/3378 E. 2012/14216 K. sayılı ilamı ile;
“…1-)İşkazası sonucu uğranılan sürekli işgöremezlik oranının tespitine ilişkin davalarda, Sosyal Güvenlik Kurumu yasal hasım konumunda olup, elde edilecek hükmün sigortalılık hakları yönünden uygulayıcısı konumundadır. Sosyal Güvenlik Kurumu yanında, davaya konu iş kazasının meydana geldiği işyerinde işveren olarak bulunanların tümü kendi hak alanını da ilgilendirdiğinden zorunlu dava arkadaşıdır. Zira, davanın niteliği itibariyle alınacak ilam, sonuçta SGK tarafından infaza ve böylece sigortalının bu hakkının tesciliyle, sigortalıya iş kazası kolundan yapılacak yardımların, kusuru oranında işverenden tahsiline yol açacağından, sigortalıyı çalıştıran gerçek veya tüzel kişilere karşı da husumet yöneltilmesi gerekir.
Bu durumda yapılması gereken iş; davaya konu iş kazasının meydana geldiği işyeri işverenine usulünce husumet yöneltilerek, davaya katılımının sağlanması, ibraz edeceği veya bildireceği deliller toplanarak, tüm deliller yeniden birlikte değerlendirilmek suretiyle, varılacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın, eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
2-)Kabule göre; Sürekli iş göremezlik ve malullük halinin belirlenmesinde izlenecek yolun ne olduğu 506 sayılı Kanunun 109. maddesinde (2008 yılı Ekim ayı başında yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanunun “Sağlık Raporlarının Usul ve Esasları”na dair 95. maddesinde) hükme bağlanmıştır. Buna göre, kurum sağlık tesisleri tarafından raporlara dayanılarak verilen kararlara karşı ilgililerin S.S.Yüksek Sağlık Kuruluna itiraz hakları mevcuttur. Söz konusu kurulun raporlarının Kurumu bağlayacağı diğer ilgililer yönünden bağlayıcı olmayıp başka sağlık kurumları tarafından inceleme ve araştırma yapılmasını isteyebilecekleri 28.06.1976 tarih ve 6/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararının gereğidir.
Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu raporu ile Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesi raporu arasında çelişki ortaya çıkması durumunda, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 06.10.2010 gün ve 10-390 / 449 sayılı kararında da belirtildiği şekilde, çelişkinin Adli Tıp Kanunu'nun 15. maddesi gereği Adli Tıp Genel Kurulunca giderilmesi gereklidir.
Yüksek Sağlık Kurulu ile Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesi raporları arasındaki belirgin çelişki, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan alınacak raporla giderildikten sonra yapılacak değerlendirme sonucuna göre karar verilmesi gerekir iken, eksik inceleme sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması, isabetsizdir.
O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul olunmalı ve hüküm bozulmalıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, sürekli işgöremezlik oranının tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, dava dışı ....Ltd Şti’ne ait işyerinde kaynakçı olarak çalışırken 29.07.2005 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucu yaralandığını, halen çalışamaz ve sürekli işgöremez durumda olduğunu, iş müfettişi tarafından düzenlenen raporda iş kazasının meydana gelmesinde işverenin % 100 kusurlu olduğunun tespit edildiğini, Kurumun %21,02 sürekli işgöremezlik oranı üzerinden gelir bağladığını ancak, bu oranın gerçek durumuna uygun olmadığını beyanla, Kurumun %21,2 oranı üzerinden gelir bağlama işleminin iptali ile malûliyet oranının belirlenerek, yeni oran üzerinden gelir bağlanmasını talep ve dava etmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının tedavisine ilişkin rapor ve dosyası değerlendirilerek, sürekli işgöremezlik oranının %21,2 olduğu, yardıma muhtaç olmadığı ve kontrol muayenesi gerekmediğinin belirlendiğini, bu karara istinaden 06.07.2006 tarihi itibariyle gelir bağlandığını belirtilerek, davanın reddi savunulmuştur.
Mahkemece, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesinin raporu esas alınmak suretiyle davanın kabulüne, davacının malûliyet oranının %35,2 olduğunun tespitine dair verilen karar, davalı SGK vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, mahkemece “davacının tazminat dosyası kapsamında kanıt ve savunmalarını sunan, dosyaya müdahale yolunda herhangi bir talebi olmayan işverene, eldeki davada husumet yöneltilmesine, usul ekonomisi ve davanın makul sürede sonuçlandırılması gereğine ilişkin ilkeler çerçevesinde gerek bulunmadığı gibi Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu raporundaki değerlendirme ile Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu raporu arasında, 506 sayılı Kanun’un 109. maddesi uyarınca giderilmesi gereken bir çelişkinin bulunmadığı” gerekçesiyle, davanın kabulüne ilişkin kararda direnilmiştir.
Direnme kararı, davalı SGK vekili tarafından temyiz edilmektedir.
Uyuşmazlık iki noktada toplanmakta olup, ilk uyuşmazlık; davacının işgöremezlik oranının tespitine ilişkin davada, işverenin zorunlu dava arkadaşı olup olmadığı, buna göre somut uyuşmazlıkta işverene husumet yöneltilmesi gerekip gerekmediği, ikinci uyuşmazlık ise; bozmanın “kabule göre” başlığı altında yer alan ve Adli Tıp Genel Kurulu’ndan rapor alınması gereğine işaret eden kısmının; bozma nedeni mi yoksa eleştiri mahiyetinde mi olduğu ile varılacak sonuca göre Adli Tıp Genel Kurulu’ndan rapor alınması gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
I-Bozma ilamının (1) numaralı bendinde yer alan ve sürekli işgöremezlik oranına ilişkin uyuşmazlıklarda işverenin zorunlu dava arkadaşı olup olmadığı yönünden yapılan incelemede;
Bilindiği üzere, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 19. maddesinde, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu oluşan hastalık ve özürler nedeniyle Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurulları tarafından verilen raporlara istinaden, Kurum sağlık kurulunca meslekte kazanma gücü en az %10 oranında azalmış bulunduğu tespit edilen sigortalının sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanacağı belirtilmektedir. Belirtilmelidir ki, gelir bağlanmasa bile sigortalının, tedavi gideri gibi başka sigorta kollarından yardım talebinde bulunma olasılığı da bulunmaktadır.
Nitekim, mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 19. maddesinde de; geçici iş göremezlik hali sonrasında Kuruma ait veya Kurumun sevk edeceği sağlık tesisleri sağlık kurulları tarafından verilecek raporlarda belirtilen arızalarına göre, iş kazası sonucu meslekte kazanma gücünün en az %10 azalmış bulunduğu Kurumca tespit edilen sigortalıya sürekli iş göremezlik geliri bağlanacağı, 31. maddesinde Kurumun, sigortalıya bağlanacak gelirleri yapılan inceleme ve soruşturmalar sonunda ve gerekli belgelerin tamamlandığı tarihten itibaren en geç üç ay içinde tespit ederek ilgililere yazı ile bildireceği, ilgililerin bağlanan geliri bildiren yazıyı aldıktan sonra bir yıl içinde yetkili mahkemeye başvurarak Kurum kararına itirazda bulunabilecekleri, itirazın reddi hakkındaki mahkeme kararının kesinleşmesiyle Kurum kararının kesinleşmiş olacağı, 109. maddesinde de sigortalıların işgöremezlik hallerinin tespitinde, Kurum sağlık tesisleri sağlık kurullarınca verilecek raporlarda belirtilen hastalık ve arızaların esas tutulacağı, Kurumca verilen karara ilgililer tarafından itiraz edilmesi halinde durumun Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunca karara bağlanacağı bildirilmiştir.
Öte yandan, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanmayan zararın ödetilmesine ilişkin tazminat davalarında öncelikle, zararlandırıcı sigorta olayının iş kazası niteliğinde olup olmadığının saptanması ile, haksız zenginleşmeyi ve mükerrer ödemeyi önlemek için, Kurum tarafından hak sahiplerine bağlanan gelirin peşin sermaye değerinin, hüküm tarihine en yakın tarihteki verilere göre belirlenen tazminattan düşülmesi gerektiği Yargıtay'ın yerleşmiş görüşlerindendir.
Bu kapsamda açılan ve sürekli işgöremezlik oranının tespitine ilişkin davaların asıl amacı, 5510 sayılı Kanun (ve mülga 506 sayılı Kanun) uyarınca sigortalıya sürekli işgöremezlik geliri bağlanmasının teminine yönelik olup, sigortalıya bağlanacak gelir ve hükmedilecek tazminatın miktarını doğrudan etkilemesi nedeniyle, işçide oluşan meslekte güç kayıp oranının hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeksizin kesin olarak saptanması gerekir.
Uyuşmazlığın çözümü açısından yeri gelmişken belirtilmelidir ki, dava konusu olan hukuki ilişki birden fazla kişi arasında ortak olup da, bu hukuki ilişki hakkında mahkemece bütün ilgililer için aynı şekilde ve tek bir karar verilmesi gereken hallerde, dava arkadaşlığı maddi bakımdan zorunludur. Maddi hukukun bir hakkın birden fazla kişi tarafından kullanılmasını (dava edilmesini) veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasını (dava edilmesini) zorunlu kılmış olduğu hallerde, bu hak dava konusu yapıldığı zaman, o hakla ilgili birden fazla kişi mecburi (zorunlu) dava arkadaşı durumundadır. Dava arkadaşlığının hangi hallerde mecburi olduğu maddi hukuka göre belirlenir. Burada dava arkadaşları arasındaki hukuki ilişki son derece sıkı olup mahkeme, mecburi dava arkadaşlarının hepsi hakkında aynı ve bir tek karar verir.
Açıklanan nedenlerle, sürekli işgöremezlik oranının tespiti işverenin hak alanını da ilgilendirmektedir. Zira, işveren kusurlu, olay işkazası ve sigortalının sürekli işgöremezlik oranı en az %10 ise, kurum sigortalının sürekli işgöremezlik oranına göre bağladığı gelirin peşin değerini işverenden isteyebileceği gibi, sigortalı da Kurum tarafından karşılanmayan zararının tazminini işverenden isteyebilecektir.
Sonuç olarak, sürekli işgöremezlik oranının tespiti istemine ilişkin dava sonucunda mahkemece verilecek hüküm, gerek işverenin gerekse Sosyal Güvenlik Kurumu'nun hak alanını etkileyeceğinden işveren ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasında mecburi dava arkadaşlığı bulunmaktadır.
Davalılar arasında (pasif) mecburi dava arkadaşlığı bulunması halinde, davacı bütün davalılara karşı birlikte dava açmak zorundadır. Dava bütün mecburi dava arkadaşlarına karşı değil de, bunlardan birine veya bir kaçına karşı açılmış ise bu halde, dava sıfat yokluğundan reddedilemez. Mahkemenin, davayı diğer mecburi dava arkadaşlarına da teşmil etmesi için davacıya bir süre vermesi, davacı bu süre içinde davayı diğer mecburi dava arkadaşlarına da teşmil ederse davaya devam etmesi gerekir. Bilindiği üzere davanın teşmili müessesesi uygulamada 'dahili davalı' olarak nitelendirilmektedir.
Somut olayda husumetin yalnızca davalı Kuruma yöneltilerek, işverenin taraf olmadığı bu davada yargılamaya devam olunarak sonuca gidildiği anlaşılmaktadır.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında, sürekli işgücü kaybı oranının tespiti istemine ilişkin dava sonucunda mahkemece verilecek hüküm, gerek işverenin gerekse Sosyal Sigortalar Kurumunun hak alanını etkileyeceğinden, işveren ile Sosyal Sigortalar Kurumu arasında mecburi dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Bu nedenle işverenin davaya taraf olması gerekmektedir.
Mahkemece yapılacak iş; davacıya, davayı işverene yöntemince yöneltmesi (teşmil etmesi) için kesin önel vermek ve işverenin göstereceği deliller toplandıktan sonra çıkacak sonuca göre bir karar vermektir (HGK’nun 25.11.1992 gün ve 1992/15-398 E. 1992/703 K. ile 15.07.2009 gün ve 2009/8-308 E. 2009/357 K. sayılı kararları da aynı yöndedir).
Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce, Kurum ile işveren arasında zorunlu dava arkadaşlığı olmadığı gibi, işverene ancak davanın ihbar edilebileceği dile getirilmiş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
O halde, mahkemece Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak, işverenin de davada yer almasının sağlanması ile husumetin tamamlanması; ondan sonra işin esasının incelenerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
II-Bozma ilamının (2) numaralı bendinde yer alan ve “Kabule göre” başlığı altında yer alan değerlendirmeye direnilip direnilemeyeceği yönünden yapılan değerlendirmede;
Belirtmelidir ki, bozma sebebine göre inceleme sırası gelmemekle birlikte sadece mahkemenin hükmündeki hatanın varlığına işaret eden, hükmü o yönden eleştiren, mahkemenin aynı hataya düşmemesi için ona bir tavsiye ve yol gösterme amacına yönelik bulunan ifade ve açıklamalar ile bozma ilamlarında “ kabule göre de” veya “kaldı ki” gibi söz dizinleriyle başlayan ifadeler usul hukuku anlamında “bozma” niteliği taşımamaktadır.
Yerel mahkemelerin, bozma ilamında yer alan bu tür ifade ve açıklamalara ilişkin direnme ya da uyma kararı veremeyecekleri belirgindir. Bozmada işaret edilen bu tür ifade ve açıklamalar ile eleştirilere karşı direnilmesi veya usuli anlamda bozma niteliği taşımayan bu hususlara uyulması mümkün olmadığından, aynı hususların Hukuk Genel Kurulu’nca da incelenmesi olanaklı değildir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 06.03.1996 gün ve 1995/14-966 E.,1996/124 K. sayılı; 28.02.2007 gün ve 2007/2-91 E., 2007/85 K. ile 27.04.2011 gün ve 2011/17-50 E., 2011/231 K. sayılı kararları da aynı yöndedir.
Somut uyuşmazlıkta Özel Daire’nin yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan bozma nedeni karşısında, bozma ilamının (2) numaralı bendinde yer alan ve “Kabule göre,” başlığı altında; Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’ndan çelişkiyi giderici rapor alınması gereğine işaret eden ifadenin, tamamen eleştiri niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
Bu nedenle, Daire kararının (1) numaralı bendinde açıklanan ve taraf teşkiline ilişkin bozma nedenleri karşısında esasa ilişkin olarak “Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’ndan rapor alınması gereğine” işaret eden bozma nedeni gerçekte bozma kapsamında düşünülemeyeceğinden, ortada gerçek bir bozma olamayacağı ve buna karşı direnme de söz konusu olamayacağından, mahkemenin bu yöne ilişkin direnmesi, açıklanan nedenlerle usul yönünden değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
SONUÇ: I-Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, oyçokluğu ile,
II-Bozma nedenine göre bozma ilamının (2) numaralı bendinde yer alan ve “Kabule göre” ile başlayan bölüme ilişkin direnmenin yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile BOZULMASINA, oybirliği ile,
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8/3. fıkrası uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 25.12.2013 gününde karar verildi.