Hukuk Genel Kurulu 2014/768 E. , 2016/196 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 20.03.2012 gün ve 2010/491 E., 2012/192 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 26.02.2013 gün ve 2012/9699 E., 2013/3888 K. sayılı ilamı ile;
(...Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirkete ait işyerinde santral memuru olarak 04.12.2004 tarihinde çalışmaya başladığını, davalı şirketin yönetim kurulu üyesi olan Kayhan Tatış tarafından tacize uğradığını, bu durumu muhasebe müdürü ...'ya iletmesi üzerine davacının 29.04.2010-05.05.2010 tarihleri arasında yıllık izne çıkarıldığını, ancak davalının iznini 30.05.2010 tarihine kadar uzattığını, izne çıkarıldığına ilişkin belgeyi almak üzere işyerine gelen davacıya Kayhan Tatış tarafından hakaret edildiğini ve tehditlerde bulunulduğunu, bununla ilgili suç duyurusunda bulunulduğunu, daha sonra Kayhan Tatış'a gerçek dışı isnatlarda bulunması ve diğer çalışanlar hakkında asılsız konuşmalar yapması sebep gösterilerek davacının iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini iddia ederek kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti, ücret, hafta tatili çalışma ücreti, fazla çalışma ücreti, genel tatil ücreti, resmi ve dini bayram ücreti alacaklarının faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili; davacının, müdür sekreteri yapılması talebinin reddedilmesi üzerine müvekkili şirketin yönetim kurulu üyesi Kayhan Tatış hakkında gerçek dışı, düzmece ve çirkin iddialarla suç duyurusunda bulunduğunu, yönetim kurulu üyesinin isnat edilen suçu işlemediğinin kamera kayıtları ve diğer delillerle sabit olduğunu, yönetim kurulu üyesinin ise davacının iddia ettiği saatler arasında okulda olmadığını, bu sebeplerle davacının sözleşmesinin 4857 sayılı İş Kanunu'nun 25/II-b bendi uyarınca işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnatlarda bulunması sebebiyle feshedildiğini, davacının alacağı bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacı işçinin iş sözleşmesinin davalı işverence haklı bir sebep yokken feshedildiği, davacının diğer taleplerine ilişkin alacakları da bulunduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz:
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.
Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalı vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Davacı işçinin iş sözleşmesinin davalı işverence haklı sebeple feshedilip feshedilmediği konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
4857 sayılı Kanun’un 25. maddesinin II. bendinin “b” alt bendinde; “İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarfetmesi veya davranışlarda
bulunması, yahut işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda bulunması” iş sözleşmesinin feshinde işveren açısından haklı sebep olarak sayılmıştır.
Davacının da iş sözleşmesinin şirket yönetim kurulu üyesi hakkında gerçek dışı ve suç teşkil eder nitelikteki isnatlarda bulunduğu, ayrıca iş yerinde huzur kaçırıcı konuşmaları ve bazı kişiler hakkındaki asılsız dedikoduları olduğu gerekçesiyle 4857 sayılı Kanun’un 25/II-b hükmü uyarınca feshedilmiştir.
Dosya içeriğine göre, davacı hakkında iftira suçundan kamu davası açıldığı anlaşılmaktadır.
Öncelikle somut bir olayla ilgili olarak ceza yargılaması ve hukuk yargılaması arasındaki ilişki genel olarak dava ve karar tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 53. maddesinde ortaya konulmuştur. Anılan maddeye göre, “Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraet karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.” denilmektedir. Benzer düzenleme karar tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 74. maddesinde de yer almaktadır. Bu hükümlerde kısaca, hukuk hakimin ceza ve hukuk yargılamasının kendisine özgü kuralları bulunması sebebiyle ceza mahkemesinde yapılan işlemler ve verilen kararlarla kural olarak bağlı olmadığı ifade edilmek istenmiştir. Ancak söz konusu hükümlere dayanılarak ceza mahkemesince yapılan, maddi vakıaların tespiti ile sanığa yüklenen eylemin sabit olup olmadığına ilişkin belirlemelerin hukuk hakimini bağlamayacağı söylenemez. Çünkü aksinin kabulü halinde aynı olayla ilgili olarak yargı tarafından iki farklı gerçeklik oluşturulmasına zemin hazırlanması söz konusu olur ki bu durumun benimsenmesi mümkün değildir.
Somut olaya dönülecek olunursa; yapılan açıklamalar ışığında, mahkemece söz konusu ceza davasının akıbeti araştırılarak dava devam ediyorsa sonucunun beklenmesi, sonuçlanmışsa ceza davası dosyasının aslının ya da onaylı bir örneğinin dosya kapsamına dahil edilerek tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi neticesinde davacının iş sözleşmesinin haklı sebeple feshedilip feshedilmediğinin belirlenmesi gerekirken bunun yapılmayarak eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
3-Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı ve yapmışsa miktarı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği kabul edilmelidir.
Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazı kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazı kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir.
İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda, ihtirazı kayıt ileri sürülmemesi, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.
Somut olayda; davacının çalışma sistemi ile çalışma süreleri bakımından davacı tanıklarının beyanları arasında farklılık olduğu gözlemlenmektedir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda sadece davalıyla aralarında derdest alacak davası bulunan ve birbirleri lehine tanıklık yaptıkları anlaşılan davacı tanığı ...’in beyanları dikkate alınarak davacının fazla çalışma süreleri belirlenmiştir. Oysa davacı vekili tarafından da beyanlarına itiraz edilmeyen diğer davacı tanığı ...’un davacının
çalışma sürelerine ilişkin beyanları ile davalı vekilinin davacının Pazar günü çalışmasının 09:30-20:00 saatleri arası olduğuna dair açıklaması ve bu açıklamayı doğrulayan davalı tarafça dosyaya ibraz edilen nöbet çizelgesine göre davacının fazla çalışma sürelerinin belirlenmesi dosya kapsamına uygun düşmektedir. Davacının fazla çalışma sürelerinin ve buna bağlı olarak fazla çalışma ücretlerinin bu açıklamalar ışığında tespit edilmesi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek yazılı şekilde fazla çalışma ücretlerine hükmedilmesi isabetsizdir...)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne dair verilen karar, davalı vekilinin temyizleri üzerine, Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Bozma sonrasında mahkemece, fazla mesai alacağı kısmı yönünden bozma ilamına uyulmasına; “ceza davasının akıbeti araştırılarak dava devam ediyorsa sonucunun beklenmesi, sonuçlanmışsa ceza davası dosyasının aslının ya da onaylı bir örneğinin dosya kapsamına dahil edilerek tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi neticesinde davacının iş sözleşmesinin haklı sebeple feshedilip feshedilmediğinin belirlenmesi gerekirken bunun yapılmayarak eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olduğu” gerekçesiyle yapılan bozma kararına direnilmesine karar verilmiştir.
Direnme hükmü davalı vekilince temyiz edilmiştir.
I-Yerel Mahkemenin, Özel Dairenin bozma ilamının “ceza yargılamasının sonucunun araştırılması ile ilgili” kısmı yönünden verdiği direnme kararının incelenmesinde;
Uyuşmazlık, mahkemece, ceza davasının sonucunun araştırılmasına gerek olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, eş söyleyişle;ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durulmasında yarar vardır:
Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, hukukumuzda (mülga) 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 53.maddesinde (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m.74) düzenlenmiş olup; hukuk hakimi, ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır.
Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını; aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının ise, kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır.
818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun “Ceza Hukuku İle Medeni Hukuk Arasında Münasebet” başlıklı 53.maddesinde: “Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat kararıyla da mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.” hükmü yer almaktadır (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 74.maddesi hükmü de paralel bir düzenlemeyi içermektedir.).
Bu açık hüküm karşısında, ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hakimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hakiminin yukarıda açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hakiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi
kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.1.975 gün ve E:1971/T-406, K:1975/1; HGK'nun 23.1.1985 gün ve E:1983/10-372, K:1985/21; HGK'nun 27.04.2011 gün ve E:2011/17-50, K:2011/231 sayılı ilamları).
Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi, ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi, yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, hukuk hakimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hakimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O halde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını (illiyet ilişkisi) tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hakimini bağlamasına, Borçlar Yasasının 53.maddesi bir engel oluşturmaz (HGK'nun 16.09.1981 gün E:1979/1-131, K:1981/587 sayılı ilamı; Mustafa Çenberci, Hukuk Davalarında Kesin Hüküm, 1965, s.22 vd.; HGK'nun 27.04.2011 gün ve E:2011/17-50, K:2011/231 sayılı ilamı).
Yargıtayın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hakimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir (HGK'nun 11.10.1989 gün ve E:1989/11-373, K:472; HGK'nun 27.04.2011 gün ve E:2011/17-50, K:2011/231 sayılı ilamları).
Tüm bu açıklamalar ışığında somut durum değerlendirildiğinde;
Davalı Tatış Eğitim ve Öğretim İşletmeciliği Tic. ve San. A.Ş. nin yönetim kurulu üyesi Kayhan Tatış’ın şikayeti üzerine, davacı hakkında, iftira suçundan dolayı İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından dava açıldığının ve davanın derdest olduğunun iddia edildiği dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere mülga 818 sayılı B.K.'nın 53. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 74) maddesi gereğince ceza mahkemesince verilecek mahkumiyet kararının hukuk hakimini bağlayacağından, mahkemece, ceza davasının sonucunun beklenmesi ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir.
O halde, yerel mahkemece, aynı yönlere işaret eden Özel Daire bozma kararına uyularak; ceza davasının sonucunun beklenmesi, ceza davalarında tespit edilen maddi olgular çerçevesinde varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçelerle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle yerel mahkemenin ceza yargılaması sonucunun araştırılmasına gerek olmadığına ilişkin direnme kararı bozulmalıdır.
II-Öte yandan temyize konu bozma ilamında yer alan ve “davacının çalışma sistemi ile çalışma süreleri bakımından davacı tanıklarının beyanları arasında farklılık olduğu gözlemlenmektedir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda sadece davalıyla aralarında derdest alacak davası bulunan ve birbirleri lehine tanıklık yaptıkları anlaşılan davacı tanığı ...’in beyanları dikkate alınarak davacının fazla çalışma süreleri belirlenmiştir. Oysa davacı vekili tarafından da beyanlarına itiraz edilmeyen diğer davacı tanığı ...’un davacının çalışma sürelerine ilişkin beyanları ile davalı vekilinin davacının Pazar günü çalışmasının 09:30-20:00 saatleri arası olduğuna dair açıklaması ve bu açıklamayı doğrulayan davalı tarafça dosyaya ibraz edilen nöbet çizelgesine göre davacının fazla çalışma sürelerinin belirlenmesi dosya kapsamına uygun düşmektedir. Davacının fazla çalışma sürelerinin ve buna bağlı olarak fazla çalışma ücretlerinin bu açıklamalar ışığında tespit edilmesi” gereğine işaret eden bozma nedenine mahkemece uyularak bozma doğrultusunda karar verilmiştir.
Hal böyle olunca, bozma kararına uyularak oluşturulan yeni hüküm Özel Dairesince incelenmediğinden, bu yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
S O N U Ç : 1-(I) Numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin “ceza yargılaması sonucunun araştırılmasına gerek olmadığına ilişkin” direnme kararına yönelik temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
2-(II) Numaralı bentte açıklanan gerekçelerle “fazla mesai alacağına” ilişkin uyulan kısım yönünden davacı vekillerinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 22. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 26.02.2016 gününde oybirliği ile karar verildi.
...
...