1. Hukuk Dairesi 2014/12046 E. , 2014/18406 K.
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVACILAR : ... V.D.
DAVALILAR : ... V.D.
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasındaki davadan dolayı ... 2. Asliye Hukuk Hakimliğinden verilen 11.10.2012 gün ve 2011/95 Esas - 2012/196 Karar sayılı hükmün bozulmasına ilişkin olan 14.01.2013 gün ve 3678 - 157 sayılı kararın düzeltilmesi süresinde davalılar vekili tarafından istenilmiş olmakla, dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dava, muris muvazaasına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davacı ..., miras bırakan babası ...ün 586 parsel sayılı taşınmazını 19.03.1984 tarihinde davalı oğlu ... ile ondan olma torunları diğer davalılar ...'e satış yoluyla temlik ettiğini, yapılan temlik işleminin muvazaalı olduğunu, mirasçılardan kızkardeşi ... aynı taşınmaz hakkında açtığı davanın kabul edilip, derecattan geçerek kararın kesinleştiğini ileri sürerek, 586 sayılı parselin imar ve ifrazıyla oluşan taşınmazların tapularının miras payı oranında iptaliyle adına tescilini istemiş; yargılama sürerken davacı ...'nın ölümü üzerine davayı mirasçıları sürdürmüşlerdir.
Davalılar, miras bırakanın paylaştırma yaptığını ve davacının hakkını fazlasıyla aldığını belirtip, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davacının miras hakkından fazlasını aldığı, açtığı davanın iyiniyet kuralları ile bağdaşmadığı, olayda 01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanma yeri bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bu kararın davacı tarafından temyizi üzerine, Dairece, özetle 'Miras bırakan ...'ün 29.7.1992'de ölümüyle geride mirasçıları olarak oğulları .... ve kendisinden önce ölen oğlu ... olma torunları ....'ü bıraktığı; miras bırakanın, sağlığında çekişme konusu 586 sayılı parselin tamamını 100 pay kabul ederek 40 payını oğlu ..., 20'şerden 60 payını da ... olma torunları ...'ye 19.3.1984 tarihinde satış yoluyla devrettiği; bu işlemden beş gün önce 14.3.1984 tarihinde de 755 sayılı parselini oğlu ..., 1307 sayılı parselini de oğlu ... yine satış suretiyle aktardığı, ayrıca kızı Mualla'ya da 1502 ve 1511 sayılı parselleri verdiği; çekişmeli 586 sayılı parselin 17.5.2001 tarihinde ifraz edilerek pek çok taşınmaza ayrıldığı görülmektedir.
Miras bırakanın kızı ... da 586 parsel sayılı taşınmaz hakkında muris muvazaası nedene dayanarak davalılar aleyhine 6.5.1994 tarihinde 1994/201 esas sayılı davayı açtığı, yargılaması sonunda davanın reddedildiği, temyizi üzerine Dairece 21.4.1998 tarih, 2312-4949 sayılı ilamla, “...miras bırakanın taşınmazlarını satması için hiçbir neden bulunmadığı, denkleştirme değil mirasçıdan mal kaçırma iradesi taşıdığı...” hususları vurgulanmak ve davanın kabul edilmesi gerektiği belirtilmek suretiyle kararın bozulduğu, bozma sonrası 1988/277 esasını alan davada bozmaya uyularak kabul kararı verildiği ve kararın derecattan geçerek kesinleştiği; diğer taraftan 1988/277 esas sayılı davadan sonra miras bırakanın oğlu ... de, ...'ya verilen 1502 ve 1511 sayılı parseller hakkında aynı hukuksal nedene dayanarak ... aleyhine 2000/59 esas sayılı davayı açtığı, yargılaması sonunda verilen davanın reddine ilişkin kararın Dairece, 1988/277 esas sayılı dosyadaki aynı gerekçe ile davanın kabul edilmesi gerektiğine işaret edilerek bozulduğu, bozma sonrası 2001/192 esasını aldığı ve bozmaya uyularak verilen kabul kararının kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Yukarıda değinilen 1988/277 ve 2001/192 esas sayılı davalarda saptanan ve Dairece benimsenen “temliklerde paylaştırma amacı güdülmediği, mal kaçırma amacıyla hareket edildiği” olgularının eldeki dava bakımından da aksi kanıtlanamayan güçlü delil niteliğiyle bağlayıcı olduğu ve geçerli bulunduğu açıktır.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi yerine, yanılgılı değerlendirme ile reddedilmesi doğru değildir.' gerekçesiyle bozulmuştur.
Bozma kararına karşı davalılarca yapılan karar düzeltme isteği reddedilmiştir.
Mahkemece, hükmüne uyulan bozma ilamı uyarınca davanın kabulüne karar verilmiş, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz incelemesi sonucunda; Dairece, özetle 'Hükmüne uyulan bozma ilamında açıklandığı şekilde miras bırakan ...’ün çekişme konusu 586 parsel sayılı taşınmazı davalılara temliki işleminin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu belirlenmek ve bu olgu benimsenmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmiş olması kural olarak doğrudur. Davalıların bu yönlere ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.
Ancak, 586 parsel sayılı taşınmazın ifrazından oluşan ve davaya konu edilen parsellerin pay ve payda eşitliğini de sağlayacak şekilde miras bırakandan davalılara temlik edilen paylardan hangi davalının ne kadar payının hangi oranda iptal edilerek, yine hangi davacı adına ne kadar miras payına göre tescil edilmesine karar verildiği hüküm yerinde gösterilerek bir hüküm tesisi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.' gerekçesiyle bozulmuştur.
Davalılar vekilince bu karara karşı başvurulan karar düzeltme isteği üzerine yeniden yapılan incelemede; dosya içeriğinde 05.04.2010 tarihli davaya cevap dilekçesinde açıkça delil olarak dayanılan, 6.2.2008 tarihli delil bildirme dilekçesinde delil olarak dayanılan ve dilekçeye eklenen 1.6.2001 tarihli 'protokol' başlıklı davanın esasını etkileyecek bir belgenin bulunduğu, ne var ki bu delilin davanın hiç bir aşamasında sehven değerlendirilmediği ve irdelenmediği anlaşılmaktadır
Öncelikle, usuli kazanılmış hak ile ilgili şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır.
Gerek mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda gerekse yürürlükteki 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Bu kurum, davaların uzamasını engellemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay hukuk dairesince de, sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara ve dolayısı ile oluşan usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde ikinci bir bozma kararı verilmesini yasaklamaktadır.
Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 04.02.1959 gün ve 1957/13-1960/5; 09.05.1960 gün ve 21/9 E.K. sayılı ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtayca verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.
Usul Kanunumuzda usule ait kazanılmış hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Yargıtayın bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında, hukuki alanda istikrarı sağlamak amacına ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait kazanılmış hak müessesesi, usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir.
Gerçekten, mahkemenin doğru bularak uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Yargıtayın ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan amacı zedeler ve hatta kararlara karşı duyulması gereken genel güveni dahi sarsar.
Esasen, hukukun kaynağı, sadece kanun olmayıp, mahkeme içtihatları dahi hukukun kaynaklarından oldukları cihetle, söz konusu, usuli kazanılmış hak için kanunda açık hüküm bulunmaması, onun kabul edilmemesini gerektirmez.
Kazanılmış haklar 'Hukuk Devleti' kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2. maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:
Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (Hukuk Genel Kurulu’nun 21.01.2004 gün ve E:2004/10-44, K:2004/19 20.12.2013 gün ve 2013/23-131 E., 2013/1681 K.sayılı ilamı).
Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Baki, Kuru:Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 5, ... 2001, Sahife:4738 vd).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar veya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 12.07.2006 gün ve E:2006/4-519, K:527; 31.05.2006 gün ve E:2006/10-307, K:337; 10.05.2006 gün ve E:2006/4-230, K:288; 04.03.2009 gün ve E:2009/10-34, K:104; 14/07/2010 gün ve E:2005/8-368, K:2010/385 sayılı ilamı).
Burada özellikle üzerinde durulması gereken maddi hata (hukuki yanılma), maddi veya hukuki bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder (Dr. Ejder Yılmaz, Hukuk Sözlüğü, Doruk Yayınları, Birinci Baskı 1976, sayfa:208).
Maddi yanılgı kavramından amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılardır.
Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında da, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda, usulünce dosyada delil olarak dayanılan ve uyuşmazlığın esasına etkili olacak bir belge veya delilin incelenmesinde veya bunlara benzer durumlarda, yapılan inceleme sırasında gözden kaçma veya yanlış algılama sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrar ve maddi gerçeğin göz ardı edilmesi, yargıya duyulan güven ve saygınlığı, adalete olan inancı ve daha da ötesinde Anayasa ile korunan 'Hukuk Devleti' ilkesini sarsacaktır.
O nedenledir ki; Yargıtay, bu güne değin maddi hatanın belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş; yapılmış açık maddi yanlışlığın düzeltilmesini kabul etmiştir. (Aynı yönde bakınız: Hukuk Genel Kurulu'nun 13.04.2011 gün ve E:2011/9-72, K:2011/99 sayılı kararı) ve nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 23.10.2002 gün ve E:2002/10-895, K:2002/838; 02.07.2003 gün ve E:2003/21-425, K:2003/441; 13.04.2011 gün ve E:2011/9-72, K:2011/99 sayılı ilamları, yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 15.03.1972 gün ve E:1968/1-277, K:176; 01.03.1995 gün ve E:1995/7-641, K:117; 23.01.2002 gün ve E:2001/1-1010, K:2002/1; 12.07.2006 gün ve E:2006/4-519, K:527; 04.11.2009 gün ve E:2009/13-370, K:2009/480; 13.03.2013 gün ve 2013/5-10, 2013/348 E.K. sayılı kararları; Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, ... 2001, Cilt 5, sayfa 4771 vd.).
Bu açıklamaların ışığında somut olay incelendiğinde, davalı vekili tarafından verilen cevap dilekçesinde 1.6.2001 tarihli protokolden bahsedilerek bu protokole dayanılmasına karşılık mahkemece uyuşmazlığın esasına etkili olabilecek bu belgenin değerlendirilmediği, ilk bozmadan sonra karar düzeltme aşamasında ileri sürülmesine rağmen Dairece bu hususun gözden kaçırılarak yine irdelenmediği ve cevaplandırılmadığı, sonuçta mahkemece Dairenin yukarıda izah edilen bozma kararına uyularak bozma doğrultusunda hüküm verildiği görülmektedir.
Sözü edilen, delil olarak dayanılan ve Yargıtay incelemesi sırasında ileri sürülmesine karşın gerek mahkemece, gerekse Yargıtayca incelenmeyen ve değerlendirilmeyen 1.6.2001 tarihli 'protokol' başlıklı belge; 'Müşterek muris ...'ün gerek sağlığında satış yolu ile ..., ... ve ... adına ve mirasçılar olarak kendi aralarında gerçekleştirilen taşınmazların satış ve devir işlemlerinden dolayı, gerekse muris ....'ün ölümünden sonra ...'ün ...'e rızai taksim yoluyla devretmiş olduğu taşınmaz bedellerini miras payı oranında bedellerini tahsil etmiştir. Taraflar geriye yönelik olarak bu taşınmazların satış ve devir işlemlerinden dolayı birbirlerinden hiç bir hak ve alacakları kalmamış olup karşılıklı olarak birbirlerini ibra ederler. Altında: elyasızı ile 1.6.2001 Okudum-Rızamla imlazadım ... (imza), Okudum-Rızamla imlazadım ... (imza) ve elyazısı ile huzurumuzda rızaen imzalandı şahit Sinan Kula (imza), şahit '... (imza)' şeklindedir
Davalı tarafından dayanılmasına karşılık yargılamanın esasını etkileyebilecek nitelikteki bu belgenin gerek mahkeme, gerekse Yargıtayca değerlendirilmemiş olması, Yargıtayın müstakar içtihatlarında belirtildiği üzere maddi hata niteliğinde olup yukarıda açıklanan nedenlerle, bu maddi hata mahkemenin bozma ilamına uymakla davacı yararına oluşan usuli kazanılmış hakkın istisnası niteliğindedir.
Hâl böyle olunca, davalı tarafından yargılama safahatında delil olarak dayanılmasına rağmen değerlendirip incelenmeyen ve yukarıya içeriği alınan 'protokol' başlıklı belgenin irdelenip değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekirken, maddi hata sonucu bu hususun yerine getirilmeyerek eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.
Davalı vekilinin karar düzeltme talebinin kabulü ile maddi hataya dayalı Dairenin 14.01.2013 gün ve 2013/3678 E ve 2014/157 K sayılı bozma kararının kaldırılarak, hükmün yukarıda açıklanan değişik nedenlerle bozulmasına, 26.11.2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
(Muhalif) (Muhalif)
-KARŞI OY-
Bozma ilamında bildirilen gerektirici sebeplere, özellikle davanın bu aşamasında cevap dilekçesiyle dosyaya sunulmuş ve hükme dayanak dahi yapılmamış belgeye dayanılmayacağı dolayısıyla Dairece maddi hataya dayalı bir bozmanın yapılmadığı, aksi halde hem uyulan bozma kararına hem de bozmaya uyulmuş olmakla meydana gelen usuli kazanılmış hak kuralına aykırı davranılacağı, olayda usuli kazanılmış hakkın sonuç doğurmayacağı ayrık hallerin de söz konusu olmadığı, davalının karar düzeltme dilekçesinde gösterdiği nedenlerin (Yeni bir İçtahadı Birleştirme kararının çıkması, göreve ilişkin yasal düzenleme) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 440. maddesine sayılan sebeplerden hiçbirine uygun olmadığı, karar düzeltme isteğinin reddi gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan, Sayın çoğunluğun görüşüne iştirak edemiyoruz.